Dr. Nurullah Çakmaktaş’ın “Dini Radikalizmin Ana Akım İslamcılara Yönelttiği Tenkitler” (Akademik İncelemeler Dergisi, C. 16, S. 1, Nisan 2021) başlıklı makalesinde şu ifadeler de yer alıyor:
Pek çok
cihâdî-selefi ideolog, İhvan gibi ana akım İslamcıların demokratik sistem
içinde siyasal mücadele vermelerinin dini meşruluğunu ispatlamak için ileri
sürdükleri argümanlara itiraz da etmiştir. Söz konusu İslamcıların, özellikle
siyasal katılıma ve hatta yönetimde görev almaya olanak sağlayan demokrasiyi Kuran’daki şûra ayetleri ile meşrulaştırmaya çalışmaları ve demokrasinin
İslam ile uyumlu olduğunu iddia etmeleri, bu kimselerin eleştirilerini şiddetlendirdiği
odak nokta olmuştur. Mesela el-Makdîsî, şûra
ve demokrasinin tam anlamıyla birbirinden farklı şeyler olduğunu iddia etmiş
ve dolayısıyla Müslümanları demokrasiye davet etmenin şûraya davet etmekle aynı
anlama gelmediğini ifade etmiştir. Öyle ki ona göre şûra, herhangi bir konuda
bir hüküm verilmeye niyetlenip de dinin
ana metinlerinde bu konu etrafında bir hüküm bulunmadığı durumlarda,
yöneticinin, etrafındaki âkil ve bilge(lik) sahibi kimselerle görüş alışverişinde
bulunup çoğunluğun fikrini kabul etme
zorunluluğu olmaksızın Allah’a tevekkül ederek hüküm vermesi anlamına gelen
dini bir yöntemdir. Demokrasi ise bizzat toplumu
en güçlü karar verici kabul ederek çoğunluğun görüşünü nazarı itibara almak
suretiyle kurallar koyan bir siyasal sistemin adıdır. Allah’a tevekkül ederek
bir kararda bulunmak şûra uygulamasının merkezinde yer alırken çoğunluk ve çoğunluğun
görüşü, söz konusu siyasal sistem içinde demokrasinin
tanrısı olarak kabul görmektedir (El-Makdîsî, ts., 31-37).
Türkiye gibi ülkelerdeki (derin
devlet güdümlü ve istihbarat
örgütleri mahreçli) Selefîlik düşmanlığının ardındaki etken, işte bu tür
eleştirileri özellikle selefi diye bilinenlerin yapıyor olmalarıdır.
Bu noktada istihbarat örgütleri, çalışma yöntemlerinin esasını oluşturan “yalan, aldatma, hile” üçgeninde bir
köşeden diğer köşeye koştururken devreye (Özel Harp ajanı) Mehmet Şevket Eygi
gibi ehlî sünnetçileri
koymaktadırlar.
Yani asıl dertleri (Türkiye için
konuşmak gerekirse) Atatürkçü (yani Batıcı, yani “hristiyan-yahudi” patentli çağdaş uygarlıkçı) batıl rejimlerini
savunmak iken, saf, cahil ve zayıf imanlı dindarları aldatmak için adamlarına sözde
Ehl-i Sünnet’i savunma adına Selefîlik düşmanlığı yaptırıyorlar.
Önce, Selefî bilinen bazı isimlerin
tekfirde ölçüyü kaçırmalarını ve itikaden Mücessimeye meyletmelerini nazara
veriyor, onların Ehl-i Sünnet dışı olduklarını iddia ediyor, sonra da,
demokrasi gibi konulara ilişkin hakikatleri özellikle Selefîlerin dile
getiriyor olmasından hareketle, demokratlık iddiasındaki mevcut rejimlere
yönelik eleştirileri itibarsızlaştırıyorlar.
*
Oysa, demokrasi ile ilgili bu tür
düşünceler, her müslümanın kabul etmesi gereken en temel hakikatler
durumundadır.
Demokratik sistemi savunan bir kişiye
değil “ana akım İslamcı”, müslüman bile denilemez.
Bu “ana akım İslamcı” diye bilinen
hareketlere laik ve Batıcı rejimlerin istihbarat örgütlerinin ajan ve elemanları sızıyor, oralarda
önemli konumlara geliyorlar, sonra da bu tür “demokratik” düşünceleri sözde “İslamcı
hareket” adına savunuyorlar.
Mısır’da da, Pakistan’da da, Türkiye’de
de durum bu.
*
Halbuki, (Özel Harp ajanı kaşar “düzen”baz
Mehmet Şevket Eygi’nin İslamcı kabul etmediği, kendi anlayışına göre örnek müslüman
olarak gördüğü) Mehmed Zahid Kotku
rh. a. de demokrasiye karşıydı.
Kitaplarında partiler ve particilik
aleyhinde ifadeleri var.
Halefi (halifesi) Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca da çok sert
demokrasi eleştirileri yapmış, demokrasinin İslam’da olmadığını söylemiş
durumda.
Yani demokrasiyi reddetmek için selefî
olmak gerekmiyor. Müslüman olmanın gereği bu.
Kim ki hem müslüman olduğunu söylüyor
hem de demokrasiyi savunuyorsa ya İslam’ın ne olduğunu bilmeden kafasından
uydurduğu bir düzmece İslam’a inanan (dolayısıyla Kur’an’a da, Sünnet’e de
sırt çeviren, Ehl-i Sünnet’ten olmaktan uzak) bir zır cahildir ya da gerçekte
imansız bir münafıktır.
Gerçek şu ki, Türkiye gibi
ülkelerdeki “demokrat müslüman”ların (özellikle “tahsilli” olanların) çoğu
aslında münafıktır, bir yandan samimi iman sahiplerine diğer yandan da küfür
cephesine göz kırpan, iki tarafı da idare etmeye çalışan fırıldak “dönergeç”lerdir.
*
Çakmaktaş sözlerini şöyle sürdürüyor:
Diğer
taraftan el-Lîbî de ana akım İslamcıların şûrayı
desteklemekle kalmadıklarını, kendilerine yöneltilen “şayet demokratik sistemde
halk kâfir birini veya dini tam
anlamıyla dışlayan komünist bir partiyi seçerse tavrınız ne olur” mealindeki
soruya “bize düşen halkın tercihine ve
seçimine saygı duymaktır” şeklinde verdikleri cevabın altını çizmiş ve İslamcıları
hak ile batılı birbirine karıştırmakla ve inananların zihinlerini bulandırmakla
suçlamıştır (El-Lîbî, ts., 8-9). Yine eş-Şankîtî de demokrasi ile şûra
uygulamalarını birbirine karıştırmanın iman
ile küfrü veya hak ile batılı birbirine karıştırmakla aynı şey olduğunu
iddia etmiştir (Eş-Şankîtî, 2011, 5).
Aslında bu mahcup demokratlara “ana
akım İslamcı” denilemez.. Laik ve demokrattırlar.
Bir taraftan da müslümanlık davası
güden böylelerine (“ılımlı İslam”
tabirinden esinlenerek) “ılımlı laik”
ya da “ılımlı demokrat” demek daha
uygun olur.
Evet, bu tür görüşleri savunanlara
İslamcı denilemez.. Ne söylediklerinin farkında iseler müslüman bile
değildirler, kâfirdirler.
Çünkü bunlar, ayet-i kerimedeki “sizden olan ulu’l-emre itaat” hükmünü “sizden
olsa da olmasa da ulu’l-emre itaat”e dönüştürmüş, olayı abrakadabra, hokuspokus
ile getirip “tağuta itaat”e
bağlamışlardır.
Bu tür görüşleri savunanların bir
kısmı, söz konusu rejimlerin İslamî hareketlerin içine sızdırdığı ajanlardır.
Bir kısmı da onların bu görüşlerinde
içlerindeki nifak ve dünyaperestlik için can simidi bulan münafıklardır.
Gerisi de akılsız ve zır cahil ayak
takımı.
*
Bu akılsız ve zır cahil ayak takımı mazur
görülebilir mi?
Bu soruya FETÖ (Fethullahçı Takiyye Örgütü) örneği üzerinden cevap vermeye
çalışalım.
Fethullah’ın CIA’in güdümünde olduğu açık..
Peki, FETÖ’nün “taban”ı bundan haberdar mıydı?.. Olayı böyle mi görüyorlardı?..
Hayır!..
O saf tabana göre, kalp gözü açık keşif sahibi bir velî, kutbu’l-aktab
ve gavs denilebilecek bir maneviyat büyüğü, ricalullahtan keramet sahibi bir ehl-i
tasarruf olan Fethullah Gülen hocaefendileri dünyaya yön veriyor, duasının bereketiyle ve evliyaya özgü himmetiyle cemaatinin
önüne her kapı açılıyordu.
FETÖ’nün “kılcal damarlar”ına kadar nüfuz etmiş olan MİT de bunun böyle olduğunu biliyordu. (Zaten başlangıçta Fethullah için böyle bir algıyı MİT üretmişti. MİT böyle şeyleri iki yolla yapar: Birincisi elemanlarına keramet ve rüya uydurtur. İkincisi, emri altındaki "irfan sahibi" kodamanlara istihbarat desteği sunarak onların etraflarındaki insanlara karşı "keramet" sergilemesini sağlar.)
Peki, TC-FETÖ savaşı başlayınca bu saf taban için, “Bunlar dünyadan
habersiz budalalar taifesi, bunlara dokunmayalım” denildi mi?
Denilmedi, hepsinin defteri dürüldü.
Kamuda FETÖ ile iltisaklı kim varsa süründürüldü,
perişan edildi..
Aynı şekilde FETÖ’ye maddi yardımda
bulunduğu tespit edilen pekçok işadamı, esnaf vs. derdest edildi, hapsi
boyladı.. Birçoğunun şirketlerine, mallarına “çöküldü”.
*
Bu insanların Fethullah’ın CIA ile olan bağlantısından, onun basit
bir aparatı haline gelmiş olduğundan haberleri var mıydı?
Büyük çoğunluğunun yoktu..
Tıpkı, Fethullah’ın başlangıçta Özel
Harp’in ve MİT’in bir piyonu olarak
ortaya çıkmış, onların desteği ile palazlanmış, kendisi için kerametler ve rüyalar
uydurulmuş yetenekli ve bilgili bir “düzen”baz olduğunu bilmedikleri gibi.
Evet, saf taban Fethullah’ın gerçek
durumunu bilmiyordu..
Fakat, Fethullah CIA’in talimatı
doğrultusunda (Kemalist derinlerle anlaşmış olan) AKP Hükümeti ile kapışınca "saftorik" taban için “Bunların birşeyden haberi
yok, mazur sayılırlar” denilmedi.
Üzerlerinden silindir gibi geçildi..
Sadece o “saf”lar değil, onların
küçük yaştaki çocukları ve aile fertleri de perişan oldu.
FETÖ ile mücadelenin şampiyonları o
masum çocuklara zerre kadar acımadılar.
Başta yönelttiğimiz soruya dönersek, demokrasinin İslam’a aykırı olduğunu
kabul etmeyen (ve laik devletçi Kemalistlerle devletçilik ekseninde işbirliği yapan) cahil ayak takımı da mazur değildirler.
*
Evet, o saf taban Fethullah’ın gerçek
durumunu bilmedikleri halde cahilce hüsnüzanları sebebiyle nasıl bu devlet
tarafından cezalandırılıyorlarsa, Türkiye’deki dindarımsı rejimperestlerin İslam açısından
durumu da budur.
Atatürkperest ve Atatürkseverler (CHP’lisi, MHP’lisi ve
AKP’lisi ile), Türkler’in atası anlamında Atatürk soyadını almış olan Ali Rıza oğlu Mustafa ile aynı hükümdedirler.
Nasıl bu devlet, Fethullah neye
layıksa, Fethullah’ın peşinden gidenlerin de aynı şeye layık olduğunu düşünüp
onların üzerinden silindir gibi geçtiyse, ahirette de Atatürk ile Atatürkseverler
(mesela Atatürk'ün izinde olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan)
aynı muameleyi görecektir. (Atatürk'ü rahmetle andıklarına göre...)
Yani siz ey laik (siyasal dinsiz)
Atatürkçü devletin başındaki dindarımsılar, siz çok akıllısınız, herşeye aklınız yetiyor,
o yüzden Fethullah ile saf
Fethullahçılar arasında ayrım yapmayacak kadar uyanıksınız da, ahirette
size Atatürk’ten farklı muamele yapılacağını mı zannediyorsunuz?
*
Kaldı ki, olaya Türkiye Cumhuriyeti
Devleti açısından bakıldığında (yani değerlendirme
kriteri olarak devletin kendisi kabul edildiğinde, “TC merkezli” düşünüldüğünde) FETÖ hain bir örgüt olmakla birlikte, farklı
bir perspektiften bakıldığında (TC “hakikat mihengi” kabul edilmediğinde), TC
FETÖ’ye ya da FETÖ TC’ye göre değerlendirilmeyip her iki oluşum da (onlardan
bağımsız) objektif (nesnel) kıstaslar
çerçevesinde sorgulama konusu yapıldığında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile
FETÖ arasında “öz”de bir farklılık bulunmadığı görülür.
FETÖ CIA’in emrine girmişse, bu
devletin TSK ve MİT gibi kurumları da CIA
ile işbirliği yapmış durumda.
Türkiye’de darbeler ABD’nin izni, bilgisi ve teşviki ile yapıldı. Darbeleri
onların “our boys”u yaptı: “Our boys did it.”
28 Şubat’ta MİT kime hizmet etti?.. Erbakan’ın
başında bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne mi, yoksa ABD’ye ve İsrail’e
mi?
FETÖ CIA bağlantılı ve Batıcı da,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti NATO
üyesi değil mi?
NATO şemsiyesi altında Afganistan’a işgalci güç olarak TC de
gitmedi mi?
FETÖ ABD’den emir alıyor da, AB
kapısında yalvaran TC Avrupa’dan emir almıyor mu?
Onların emirleri doğrultusunda AKP
iktidarı döneminde zina bile suç olmaktan çıkarılmadı mı?! Eşcinsel sapıklara
laf söylenemez hale gelinmedi mi?!
Demek oluyor ki FETÖ’nün asıl suçu Batıcı olması değil, sizin emrinizde olmaması, Batıcılığı sizden “bağımsız” ve kendince daha “sağduyu”lu biçimde yapıyor olması.
(Evet FETÖ, derin akıllıların İskenderpaşa Cemaati’ne Sağduyu Partisi
topacı ile ezberlettikleri “bağımsızlık” ve “sağduyu”nun hakkını verdi,
İskenderpaşacılar işin lafında kalırken FETÖ’cüler kendi bağımsızlıklarını ve
sağduyularını fiiliyata döktüler.)
*
Çakmaktaş’ın makalesini okumaya devam
edeceğiz inşallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder