İNGİLİZ’İN İZNİ (VİZESİ), LORD CURZON’UN KAVLİYLE SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK ANADOLU’YA “VATAN KURTARACAK KAHRAMAN” OLARAK GİDERKEN

 



UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 36

 

Bir önceki bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün, “mütareke döneminde İstanbul’da birkaç arkadaşıyla birlikte ihtilal komitesi/çetesi (terör örgütü) kurmuş oldukları” yönündeki itirafını aktarmıştık.

İşin aslının başka olduğunu Rauf Orbay’ın yazdıkları ortaya koyuyor.

Selanikli Sarı Kemal, İttihat ve Terakki’nin komitacı siyasetçilerinden Kara Kemal ile, (Sadrazam/Başbakan Tevfik Paşa’yı kaçırmak suretiyle) hükümet darbesi yapmayı planlıyor, bunu duyan İsmail Canbulat (sözde komite üyesi olduğu halde) sinirlenip bunların yanından çıkıyor, arkasından hole gelen Rauf Orbay’a “Yok birader, böyle komitacı işlerine gelemem, böyle şey olmaz, bu benim işim değil…” diyor, ve Sarı Kemal’in evinden çekip gidiyor.

Kara Kemal de gittikten sonra Rauf Orbay Sarı Kemal’e “Neden böyle oldu? Kara Kemal de nereden çıktı?” diyerek hesap soruyor.

Panikleyen Sarı Kemal ise, hemen kıvırıyor, “Yok canım, ben komitacılık yapar mıyım, Kemal Bey’in ağzını arıyordum diyerek Kara Kemal’e hainlik yaptığı ve ona karşı yalan söyleyip olduğundan farklı göründüğü itirafında bulunuyor.

Aslında yalan söyleyip hainlik yaptığı kişi Kara Kemal değil.. Rauf Orbay ile İsmail Canbulat’a yalan söylüyor.

İlginç olan ise, Sarı Kemal’in sonraki yıllarda İzmir Suikasti girişimini bahane ederek İsmail Canbulat’ı astırmış, Rauf Orbay’ı 10 yıl hapse mahkum ettirip bütün mal ve mülküne el koydurmuş olması..

Kara Kemal de unutulmamış, fakat o, Sarı Kemal’in adamlarının eline düşmemek için intihar etmiş.. Sarı Kemal onu astırma zevkinden mahrum kalmış.

*

Görüldüğü gibi, konuyu Selanikli Mustafa Atatürk’ün kendi sözlerini temel alarak tartışıyoruz.

İlk söz hakkını ona tanıyoruz.

Laflarını aktaran kişi, has adamı Falih Rıfkı Atay..

En son, Falih Rıfkı’nın, Selanikli’nin şu sözlerini aktardığını görmüştük:

“Fethi Bey'le ben gözlerimizle konuştuk.

“Derhal dedim ki:

"- Beyefendinin [İsmail Canbulat] iştirak etmeyeceği bir teşebbüs makul de olmayabilir. Onun için cemiyeti [terör örgütünü] hemen feshetmeliyiz."

“Böyle yaptık. Kendisi müsaade alıp gitti. Kalanlar [Selanikli, Fethi Okyar ve Rauf Orbay] cemiyeti tekrar kurmuş oldular.”

(Falih Rıfkı Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, haz. Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Mayıs 1999, s. 128.)

Rauf Orbay’ın yazdıkları ise (Ki önceki bölümde aktarmıştık), böyle bir sahnenin hiç yaşanmamış olduğunu gösteriyor.

Bir defa, ortada Fethi Okyar yok..

İkincisi, asabîleşen İsmail Canbulat müsaade almadan ve vedalaşmadan evi terk edip gidiyor.

Üçüncüsü, Selanikli ile Rauf Orbay, İsmail Canbulat’ın Osmanbey’deki evine gidiyorlar ve Selanikli, Rauf Orbay’a söylediği Kara Kemal’e yalan söylemiş olduğu yalanını Canbulat’ın önünde de tekrarlıyor.

*

Falih Rıfkı’nın Selanikli’den aktardığı sözler şöyle devam ediyor:

“Sırdaşlarımdan birini size haber vereyim: Bir gün İsmet Bey'i (İsmet İnönü), davet ettim. Şişli'deki evimde beni yalnız bulan İsmet Bey:

"- Gene ne var? dedi. …

"- Ne haber dedim.

"- Tahmin edeceğin gibi...

"- Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup masaya açar mısın? Üzerinde konuşacağım. …

"- Ne yapacaksın? diye sordu. …

"- Mesela, dedim, hiçbir sıfat ve salahiyet sahibi olmaksızın Anadolu'ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntaka ve beni o mıntakaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?

"Yüzüme baktı, tekrar neşeli ve ümitli güldü:

"- Karar verdin mi? dedi.

“- Şimdilik bundan bahsetmeyelim, bana memleketi, milleti ve orduyu anlayıp bilen, vaziyeti yakından gören, tehlikede şüphesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver!

"İsmet Bey masanın kenarındaki sandalyeye ilişti ve derin derin düşünmeye başladı. O sırada ben salonun içinde dolaşıyordum. Bana sesleninceye kadar gezindim. Birdenbire ayağa kalktı, gülerek:

"- Yollar çok, mıntıkalar çok! dedi.

"Bazı ziyaretçilerin geldiklerini haber verdiler. Haritayı kapamaya vakit kalmadan içeri giren tanıdıklarla başka bahislere daldık. Bir hayli müddet soma gene İsmet Bey'le yalnız kaldık:

"- Ne yapacağını bana ne vakit söyleyeceksin?

"- Zamanında!" (s. 129-130.)

Görüldüğü gibi, komitacı (çeteci, terörist) Kemal, kimi bulursa hemen oturup onlarla terör örgütü kuruyorken, Kara Kemal gibi bir kulağı kesikle çılgınca “Sadrazam’ı kaçırıp hükümet darbesi yapma” planları kotarıyorken, birdenbire, istihbarat (gizli servis) eğitimi ve terbiyesi almış bir adam gibi sakin, durmuş oturmuş, ketum, ihtiyatlı ve ağzı sıkı biri haline gelmiş bulunuyor.

*

Önceki bölümlerde şunu söyledik:

Selanikli’nin mütareke döneminde (13 Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919 tarihleri arasında) İstanbul’da geçirdiği altı ayın ilk iki ayının, İngilizler’le görüşme ve pazarlıklarla geçmiş olması gerekiyor.

İngiliz Gizli Servisi’nin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi Robert Frew ile (Rauf Orbay’ın ifadesine göre) “iki üç kez” görüştüğünü gözönünde bulundurduğumuzda, üçüncü görüşmede her konuda mutabakata varıp el sıkışmış olduklarını kabul edebiliriz. (Selanikli Nutuk’unda Frew [Fro] ile “bir iki kere” görüştüğünü söylüyor. Yaveri Cevat Abbas ise “fasılalı tarihlerde” görüştüğünü ifade ediyor.. "Fasılalı tarihlerde" tabiri iki kere için kullanılmaz.)

Selanikli’nin ajan Frew ile en az üç defa görüşmüş olması gerekiyor.

Daha önce de söylediğimiz gibi, 18 Kasım 1918’de Selanikli’nin İngiliz yetkililerle görüşme teklifini İngiliz gazeteci Ward Price’a iletmesinden sonra İngiltere Büyükelçiliği konuyu değerlendirmeye alıp hummalı bir çalışmaya girişmiş olmalıdır.

Bunun Padişah Vahideddin’in ve Osmanlı Hükümeti’nin kendilerine yönelik bir yoklaması, sondajı ya da oyunu olup olmadığını anlamaya çalışmışlardır. İstanbul’daki ajanlarından Selanikli hakkında bilgi toplamalarını istemişlerdir: Ne yer ne içer, nasıl bir karaktere sahiptir, hobileri fobileri nelerdir, neleri sever nelerden nefret eder, nasıl bir zihniyete sahiptir, yakın dostları kimlerdir, yaşayışı nasıldır, ne gibi alışkanlıkları bulunmaktadır?..

Böyle bir araştırma sonucunda, Enver’le rekabet eden bir İttihatçı olduğunu, büyük ihtiraslarının ve muazzam bir makam mevki sevdasının bulunduğunu, gençliğinden itibaren kafayı çekmeye ve kadınlarla dansa düşkünlüğü ile tanındığını, (Falih Rıfkı’nın dile getirdiği üzere) İttihatçılar’ın onu “sarhoş, sefih, ahlâksız, haris (hırslı, ihtiraslı) ve fırsatçı” olarak nitelendirdiklerini, Fevzi (Çakmak) ve İsmet (İnönü) gibi isimlerin de onu “menfaat düşkünü ve muhteris” olarak tanıdıklarını öğrenmiş, ve böylece muhtemelen “Tamam, bu adam tam bize göre, kullanılmaya müsait, kişilik olarak buna elverişli” demiş olmalıdırlar.

Bunun ardından Frew, Selanikli’yi bizzat kendisi ölçüp tartmak, tanımak, test etmek, sorular yöneltip konuşturmak için onunla ilk “başbaşa gizli” görüşmesini gerçekleştirmiştir.

Bu hazırlık çalışmaları yapıldıktan sonra konu ayrıntılı bir raporla Londra’ya, İngiltere Dışışleri Bakanlığı’na, yani İngiliz Hükümeti’ne arzedilmiştir.

İşin bu aşaması birkaç haftayı bulmuştur.

*

Elçiliğin gönderdiği raporu hem Lord Curzon hem de Dışişleri Bakanlığı’ndaki Türkiye uzmanları dikkatle okumuş, daha sonra bu konudaki mütalaalarını dile getirip bu kullanışlı şahıstan nasıl istifade edilebileceği konusu üzerinde kafa yormuşlardır.

O sırada İngiliz Savaş Kabinesi’nin Türkiye politikasından sorumlu Doğu Komitesi Başkanı olan ve kafasında hem İslam dünyası hem de Türkiye ile ilgili bir gelecek vizyonu bulunan Lord Curzon, ajan Frew’nun Selanikli’ye şunları sormasını istemiştir:

“Kendilerinin (İnönü’nün itiraf etmiş bulunduğu gibi) destekleyeceği (sahte) bir istiklal mücadelesi başlatabilir mi, Anadolu’da bir millet meclisi toplamak suretiyle ‘millet iradesi’ kalkanının ardına sığınarak Osmanlı padişahına ve hükümetine başkaldırma cesareti ve becerisi gösterebilir mi, bu meclisi topladıktan sonra (Türkiye halkını temsil eden o meclis kararıyla) Osmanlı padişahını artık tanımadığını, saltanatı kaldırdığını ilan edebilir mi, yönetim şekli cumhuriyet olan yeni bir devlet kurduğunu açıklayabilir mi, Hilafet kurumuna son verebilir mi, yeni devletin başkentinin Anadolu’da olmasını sağlayabilir mi, Türkiye halkına Curzon ilke ve inkılaplarını dayatmak suretiyle bir batılılaşma hamlesi başlatabilir mi? Türkiye’nin İslam dünyasından uzaklaşmasını, kültür olarak Batı’ya yönelmesini ve ‘uygarlaşması’nı temin edebilir mi? Hepsinden önemlisi, bütün bunları yaparken sanki bunları (TBMM’deki vekilleri vasıtasıyla) bizzat Türk milleti istiyormuş, Türkiye halkı yapıyormuş gibi gösterebilir, olayın gerisindeki ‘İngiliz aklı’nı perdeleyebilir mi?”

İşte, Frew ile Selanikli arasında gerçekleşen ikinci başbaşa gizli” görüşmede bu sorular etrafında fikir alışverişi yapılmış olmalıdır.

Selanikli, kendisine güveninin tam olduğunu, İngilizler’in de ona güven duyması gerektiğini, Osmanlı subaylarını ve Türkiye halkını iyi tanıdığını, onları nasıl idare edeceğini ve idealleri doğrultusunda nasıl “gaza getirip” kullanacağını çok iyi bildiğini söylemiş olmalıdır.

*

Böylece konu, Lord Curzon’un önüne ikinci kez gitmiştir.. O, Selanikli’ye gereken desteğin verileceğini, Fransa ile İtalya’nın da ikna edileceğini müjdelemiş olmalıdır.

Ve bütün bunların akabinde Frew ile Selanikli’nin üçüncü “başbaşa gizli” görüşmesinde artık planın netleşmiş olduğu düşünülebilir.

Buna göre, İngilizler Selanikli’yi adamdan saymayan ve dolayısıyla “istiklal mücadelesi” sırasında ve sonrasında ona sorun çıkaracak, ayak bağı olacak dişli budaklı kişileri tutuklayıp Malta’ya sürecek, İttihatçı örgütlenmesini dağıtarak araziyi temizleyecekler, böylece onun önünün açılmasını sağlayacaklardır. Ayrıca, Selanikli’nin Anadolu’ya usturuplu bir biçimde intikali temin edilecek, bunun için bir bahane oluşturulacaktır.

Burada en önemli husus, Selanikli’nin İngilizler’le anlaşmış ve onların desteğini alarak yola çıkmış olduğunun kimse tarafından bilinmemesi, bunun bir “sır” olarak saklanmasıydı.

*

Evet, Selanikli’nin komitacılık mesleğine birdenbire veda edip gelecekle ilgili büyük hayallere sahip “sır”lı ve ketum bir adama dönüşmesi mucizesinin ardındaki gizem işte bu..

Lord Curzon’un sihirli değneğinin dokunuşu herşeyi değiştirmiş.

Selanikli’nin, Anadolu’da yeni bir devlet kurma fikrine kafası yatmış.. Keyfi yerinde, fakat beklemede..

İsmet İnönü o sırada (24 Ekim 1918’den beri) Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) Müsteşarı.. Harbiye Nezareti’nin herşeyi ondan soruluyor.

Yani çok önemli bir konumda..

Bunu çağırıyor ve (başka hiç kimseye birşey söylemezken) ona şunu diyor:

Hiçbir sıfat ve salahiyet sahibi olmaksızın Anadolu'ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntaka ve beni o mıntakaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?”

İsmet’i harita başına oturtup yoruyor.. Sanki kendisi harita okumaktan aciz..

Ancak, maksat başka..

Adam, kendisi için üretilecek kahramanlık hikâyesinin ilk satırlarının yazılması için “tulumbaya su koyuyor”.

Biliyor ki, İsmet İnönü gidip Savunma Bakanlığı’ndaki herkese şunu diyecek:

“Bu Selanikli Mustafa Kemal’i muhteris ve menfaat düşkünü biliyordum ama belki de yanıldım, adamın günahını aldım.. Adam hiçbir sıfat (unvan, makam, mevki) ve salahiyet (yetki) sahibi olmaksızın sırf vatan ve millet uğruna etkisiz yetkisiz, gariban bir Sarı Çizmeli Mustafa olarak Anadolu’ya gitmeyi düşünüyor.. Çok şaşırdım, adamın aklı fikri hükümette koltuk kapmada, bakanlıkta, bunun için dünyayı ateşe verir diye biliyorduk fakat bugün çok farklı bir Mustafa Kemal’le karşılaştım.. Allah Allaah, demek ki insanlar değişebiliyor.. Hayret, vallahi çok şaşırdım.. Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.. Hayat ne garip, her gün yeni birşey öğreniyorsun!”

*

Evet, Selanikli, İngiliz istihbaratından (gizli servisinden) aldığı akılla algı operasyonunu Harbiye Nezareti’nin kilit adamı ile başlatmış durumda..

Yetenekli adam, her rolün hakkından gelebiliyor, duruma ve şartlara göre her rolde görünebiliyor, bukalemun gibi derhal şekil değiştirebiliyor, her role kolayca adapte olabiliyor.

Yetenekli..

İsmet İnönü’nün kulağına birşeyler üfleyerek (“teşbihte hata olmaz” derler) “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme” babından Padişah Vahideddin’in, Osmanlı Hükümeti’nin ve Harbiye Nezareti’nin aklına (kendisiyle ilgili) iş düşürüyor.

Durgun gölete ilk taşı atıyor, biliyor ki o taşın etkisi dalga dalga etrafa yayılacak.

Biliyor ki, evinde doğup büyüyen palavra kelebeğinin kanat çırpması, Harbiye Nezareti’nde, Osmanlı Hükümeti’nde ve Osmanlı Sarayı’nda fırtınaya yol açabilir.

Biliyor ki, akıllara şunlar gelecektir:

“Madem Selanikli böyle bir fedakârlıkta bulunuyor, böyle fedakârca duygular taşıyor, devletin onu ödüllendirmesi, illa da gidecekse birtakım yetkilerle gitmesini sağlaması gerekir.. Aksi, insafsızlık olur. İnsan, hele de böyle fedakâr bir insan kolay yetişmiyor.. Böylesi yüce gönüllü insanları her zaman bulmak mümkün değildir.”

*

Şunu da biliyor elbette: İngilizler Doğu Karadeniz’i karıştırıp Osmanlı Hükümeti’nden olayları yatıştırmak için bir görevli talep ettiklerinde ilk akla gelecek isim kendisi olacaktır.

Bunun olacağından emin, fakat zamanı konusunda kesin birşey söyleyemiyor.. O yüzden, “Ne yapacağını bana ne vakit söyleyeceksin?” diye soran İnönü’ye “Zamanında!” diye cevap veriyor.

Zamanı gelecek, o kesin..

Vahideddin ve Osmanlı Hükümeti, “İngilizler’in bu talebini bir fırsata çevirelim, güvendiğimiz bir adamı Anadolu’ya olağanüstü yetkilerle gönderelim” diyeceklerdir.

Selanikli zaten Vahideddin’in çok güvendiği yaveri..

Üstelik, sıfat (unvan) ve salahiyet (yetki) sahibi olmaksızın hizmet etmeye hazır bir fedakârlık abidesi.. Kafasında zerre kadar hesapçılık olmayan hasbîlik heykeli.. Ondan daha iyisi nerde bulunabilir?! 

Haa, adamın zaafları varmış, içkiciymiş, işret düşkünüymüş, ahlâksızmış, sefihmiş, dansçıymış, şuymuş buymuş.. Üzümün çöpü, armudun sapı dersen ortada adam mı kalır?! Hem, memleket yangın yeri, şimdi bunları düşünecek zaman mıdır?! Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır "netekim".

*

Evet, İngiliz’in sadece sicimi ve anahtarı değil, istihbaratçılığı da dünya markası.


ELMALILI TEFSİRİ VE ATATÜRKÇÜLÜK/KEMALİZM PUTPERESTLİĞİ/ŞİRKİ

  Bu ülkenin merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır  Hoca gibi, “zor zamanda konuşma” edebiyatı yapmadan “zor zamanda konuşan”, ilahiyat stand...