28 ŞUBAT, FETHULLAH GÜLEN, VE 15 TEMMUZ

 





Dr. Nurullah Çakmaktaş “Dini Radikalizmin Ana Akım İslamcılara Yönelttiği Tenkitler” başlıklı makalesinde, Makdîsî’nin “ana akımcı”lara yönelttiği bazı eleştirilere yer veriyor:

El-Makdîsî, kendilerinin takip ettiği söz konusu bu metodun bazı kimselerce İslam davetinin maslahatına halel getirmesi ve fitneye sebep olması düşüncesiyle eleştirilmesinden de yakınmaktadır. Ona göre; tevhidin hakiki anlamını gizlemek ve insanlar için anlaşılması noktasında dinlerini daha çetrefilli hale getirmek daha büyük bir fitnedir. Yine Müslüman için, İbrahim Milletini ikame etmekten, Allah’ın dinine dost olanları dost ve tağutu da düşman olarak ilan etmekten daha büyük bir maslahat bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu temel mesele için Müslümanların sıkıntıya uğraması ve bunun için fedakârlıkta bulunması tabiîdir. Zira kelime-i şehadetin ilk yarısı mucibince tüm tağutları aleni bir şekilde inkâr etmek, tüm Müslümanlar üzerine vaciptir (El-Makdîsî, 1988, 137; a.mlf, 1984, 23).

İslamî hakikatlerin açıkça söylenmesini fitne olarak gören fitneciler Türkiye’de de mevcut..

Mottoları da şu: “Her söylediğin doğru olsun, fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir.”

Doğru bir söz, fakat bunu söyleyenlerin büyük çoğunluğu yanlış uyguluyorlar.

Bir defa, takiyyeciliği meslek ve hatta karakter ve yaşam tarzı haline getirdikleri için, “her söyledikleri doğru” değil.

Yalan söylüyorlar.. İşleri güçleri yalan söylemek; orda öyle, burda böyle konuşmak..

Daha kötü olan ise şu: Bir süre sonra o söyledikleri yalanlar onların kesin ve vazgeçilmez doğruları haline geliyor.

*

Misal: FETÖ’nün (Fethullahçı Tefessüh Örgütü) lideri Fethullah.. 

(“Düşene bir tekme de biz vurmayalım, ehl-dil [gönül ehli] diyemeyiz düşene vurana, ehl-i dil düşene vurmak insaf değil” diyoruz, fakat, Erbakan’ın düştüğü sırada ona tekme vurma kalleşliğini yapan Fethullah’la ilgili bazı gerçekleri de “hakkın hatırı için” söylemek gerekiyor.)

28 Şubat sürecinde, 16 Nisan 1997 günü Kanal D'de Yalçın Doğan'a verdiği röportajda Fethullah, Milli Güvenlik Kurumu’nun “anayasal” niteliğine vurguda bulunup darbeciler için şunları söylemişti:

Mesela şimdi onlar da şöyle düşünüyorlarsa, “Biz burada milli güvenlik, milletimizin güvenliğini şayet koruma mevkiinde bulunuyorsak ister gerçekten öyle olsun ister bizim içtihatlarımıza göre, algılamalarımıza göre şu gelişmeler de rejim için şayet bir tehlike ise bizim sorumluluğumuz altındadır bunlara müdahale etmek. Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz” mülahazasıyla hareket ediliyorsa, meseleyi böyle algılıyorsa, bana göre onlar masumdurlar. Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır. Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.

Bir insanın bu kadar yalanı bir arada söyleyebilmesi kolay değildir, “deccal” (çok yalancı) diye nitelendirilmeyi hak edecek kadar pervasız olmalıdır.

Kur’an ve Sünnet’i az buçuk bilen bir adamın böyle konuşabilmesi için ondaki tefessüh (bozulma, çürüme, kokuşma) katsayısının kaç olması gerekir?

Bu laflardaki hatalar bir değil, iki değil, üç değil..

Bir defa, bu sözler, şirkin ve küfrün ta kendisi..

Darbeciler “tarih” önünde suçlu olurlarmış.. Tarih önünde suçlu olmayacak şekilde hareket etmelilermiş..

Allahu Teala’nın önünde suçlu olmamanın bir önemi yok.. Önemli olan “tarih” putu..

*

Fethullah’ın “şu gelişmeler” dediği şey, dönemin başbakanı Erbakan’ın icraatları..

Bunlar neler?

Dışarıda, D-8’ler ile küresel emperyalist küfür düzeninin işine gelmeyen bir “İslam ülkeleri arası dayanışma” oluşturmaya çalışması, içeride ise “havuz” sistemi ile faizci sömürgen asalakların çanına ot tıkaması..

Fakat darbeci askerlerin (ve onları sahaya süren MİT’çilerin) görünüşte rahatsız oldukları gelişmeler şunlardı: Sincan’da Kudüs Gecesi düzenlenerek Filistinliler’e destek verilmesi ve İsrail’in lanetlenmesi, Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’nda Ali Rıza oğlu Selanikli Mustafa gibi dans partisi düzenleyip milletin karısı ve kızıyla dans etmek yerine yaşlı başlı alimlere iftar yaptırması, yine Erbakan’ın darbeci kuvvet komutanlarıyla birlikte yemek yerken zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın önüne “yerli ve milli içki rakı” koydurmayarak Selanikli’nin sünnetine aykırı hareket etmesi..

Bu türden şeyler..

Hem milletin karısı kızıyla dans etmiyor, hem rakı ikramında bulunmuyor, hem şişman herkesten..

Vatansever darbeciler, laik (siyasal dinsiz) rejimin bekçileri buna dayanabilirler mi?

ABD ve beynelmilel Masonluk teşkilatı bile Erbakan’a dayanamazken onların “dahil”deki “our boys”ları hiç dayanabilirler mi?

*

Fethullah’a göre, bir defa mevcut Kemalist/Atatürkçü ve de laik (siyasal dinsiz) rejimin korunması en büyük farz..

Ve de bu “siyasal dinsiz” rejimin siyasal nitelikteki dinsiz imansızlığını korumak için ne yapılsa caiz..

Bunu yapanlar masum..

Hatta masum olmanın da ötesinde, içtihatlarında hata etmiş, “algılamaları”nda yanılmış bile olsalar, yine de “bir sevap” alıyorlar.

Bu, masumiyetten fazla bir şey.. “Sevap sayacı”nın fıldır fıldır döndüğü bir “ibadet”.

Siyasal dinsiz rejim mabedinde “tarih” tanrısının önünde yapılan bir ibadet.

*

Rejimi bir tarafa bırakıp İslam açısından bakalım olaya.. Bu da “Helali haram, haramı helal yapmak” (Ki küfrün ta kendisidir) değilse, “Helali haram, haramı helal yapmak” nasıl birşeydir?

Şurası kesin: Fethullah (Ki çok zeki ve de ilmi olan bir adam) bu tür konuşmalarıyla küfre girdi.. Müşrikliğin daniskasını sergiledi.

Onun bu tür konuşmaları “Takiyye yapıyordu” filan denilerek caiz gösterilemez.. İslam’da böyle bir takiyye yok.. Takiyyenin bu kadarını takiyyeciliğin şampiyonu Şia bile yapmıyor ve savunmuyor.

Bu düpedüz hakkı batıl, batılı hak gösterme deccalliği ve küfrü..

Evet, Fethullah’ın yanında yöresinde olup da ilmi olanlar onun bu tefessüh ve sapıtmasına ses çıkarmadıkları için onlar da resmen şirke ve küfre bulaştılar.

Tevbe Suresi’nin 31’inci ayetinde belirtilen Yahudi ve Hristiyanlar’ın hahamlarını ve rahiplerini rabler edinme sapıklığını Fethullah için sergilediler.

Bu ayetle ilgili olarak (eskiden hristiyan olan) Adiyy bin Hatem r. a. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e “Biz rahiplerimizi rab kabul etmezdik” dediğinde Rasulullah s.a.s., “Onların Kitab’a aykırı olsa bile helal dediğine helal, haram dediğine haram diyordunuz, bu, onları rab edinmektir” anlamına gelen bir cevap vermiş bulunuyor.

FETÖ’cü kitlenin durumu budur..

Eğer tevbe etmezlerse dünyada çektikleri, ahirette yaşayacaklarının yanında bir hiçtir.

Şayet Fethullahçılar samimi İslamcı/Şeriatçı (müteşerrî) olarak hareket etseler, şirkin her türlüsünden kaçınmayı şiar olarak benimseseler, laik (siyasal dinsiz) rejimin bekçilerine karşı hak ve hakikati (vebalden kurtulmak ve tebliğ vazifesini yerine getirmek için) açıkça söyleme yolunu seçselerdi, ve sırf o yaptıklarından dolayı bugün yaşadıklarını yaşıyor olsalardı, "dünyalarını ahiret için feda etmeyi" göze almış sadık, istikamet üzere ve muhlis insanlar olarak (tarih önünde değlise bile) Allahu Teala katında büyük sevaba ve mükâfata layık hale gelirlerdi.

Şimdi ise ellerine hüsrandan başka geçen birşey yok.

*

Evet, Fethullah’ın burada önemsediği husus, laik (siyasal dinsiz) Kemalist rejimin selameti..

Rejimin (bırakın değişmesini) tehlikede bile olmaması gerekiyormuş.

Hatta,” gerçekten” tehlikede olmaması bile önemli değilmiş.. Tehlikede olduğunun vehmedilmesi durumunda bile rejimin “anayasal” bekçileri hemen, haklı haksız demeden, rejimi tehlikeye düşürdüklerini zannettikleri insanların tepesine çullanmalılarmış.. Çullanabilmelilermiş..

Diyelim ki aslında rejim tehlikede değil.. Ne gam!.. Birilerinin hatalı içtihatlarıyla, algılamalarıyla öyle olduğunu düşünmeleri, kendilerine her tür müdahale, baskı ve zorbalığı yapma hakkını otomatikman kazandırıyormuş.. “Böyle buyurdu anayasa tanrısı” diyerek onları “masum” kabul etmek gerekiyormuş.

Hatta masum olma nerde, sevap bile alıyorlarmış..

Rejim tehlikede olmadığı halde tehlikede zannedip bu yüzden birilerinin ensesinde boza pişirdiklerinde, onların başına pişmiş tavuğun başına gelmeyenleri getirdiklerinde, sadece “bir sevap” alıyorlarmış.

Tehlike gerçek olsa “iki sevap” alacaklarmış..

Hayır, bunları İslam dünyasındaki “cihatçı(mücahit) topluluklar için söylemiyor. Laik (siyasal dinsiz) Kemalist rejimin bekçileri için söylüyor.

Fethullah o cihatçıları müslüman saymıyor ki onlara “hatalı içtihat” nedeniyle “iki yerine bir sevap” versin..

Onları otomatikman tekfir edip Cehennem’e gönderiyor.. 

Gönderdi.

*

Şimdi aynı Fethullah, aynı FETÖ, 15 Temmuz’dan sonra yaşadıkları için feryad ü figan koparıyor.

Siz kendinizle ilgili fetvayı 15 Temmuz olayından 19 sene önce vermiştiniz.

Sizin itikadınıza göre AK Parti iktidarı sizinle ilgili tasarruflarında tümden masum kabul edilme durumunda..

Eğer sizinle ilgili içtihat ve algılamalarında yanılıyorlarsa (masum olmanın yanı sıra) ayrıca bir de “bir sevap” alıyorlar.

Yanılmıyorlarsa “iki sevap” almaktalar.

Yani ortada size yönelik bir zulüm mulüm yok.. Siz, onları zulüm yapmakla suçladığınızda iftira atmış oluyorsunuz.

Niye ABD’de, Avrupa’da feryad ü figan koparıyorsunuz, anlamak mümkün değil..

Ne yapsın AK Partililer, “tarih önünde” suçlu duruma düşmeyi mi seçsinler?

Sizin hakkınızdan gelmek suretiyle “masumiyet”i garanti altına almak ve “bir ya da iki savap” kazanmak varken suçlu mu olsunlar?

*

Demek ki keser döner sap dönermiş, bir gün gelir hesap dönermiş..

Demek ki bıldır hurma yerken sonraki seneleri de düşünmek gerekiyormuş.

Demek ki ne ekerseniz onu biçermişsiniz.

Ve bu biçmenin bir de ölümden sonrası, ahireti var.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...