Dr. Nurullah Çakmaktaş’ın “Dini Radikalizmin Ana Akım İslamcılara Yönelttiği Tenkitler” (Akademik İncelemeler Dergisi, C. 16, S. 1, Nisan 2021) başlıklı makalesinde, İhvan-ı Müslimîn (Müslüman
Kardeşler) gibi İslamcı hareketlerin demokrasi anlayışına yönelik tenkitler
aktarılıyor:
İslamcıların İslamlaşma
yolunda “demokrasiye alternatif olacak başka bir sistemin olmadığını” iddia
etmelerine de bazı cihâdi düşünürlerden itirazlar gelmiştir. Mesela Ebû
Abdurrahman eş-Şankîtî, kaleme aldığı “Tehâfutu’l-Dimukrâtiyyîn”
isimli kitapçığında, İslamcıların bu argümanını şaşkınlıkla karşıladığını
ifade etmiştir. Zira ona göre ne İslam peygamberi ve ne de onun sahabelerinin
uygulamalarında böyle bir metot bulunmaktadır. Öyle ki İslam dininin zafere ulaşması,
üç temel rükün olan “ilim, davet ve
cihat” ile gerçekleşebilir. Şayet dini gruplar İslam devleti inşa etmeyi arzuluyorsa bu üç yolun dışında bir metot takip etmemelidir. Ona göre demokratik mücadeleyi benimseyenler,
fedakârlık gerektiren cihat yolu yerine konforlu
ve kolay olanı tercih etmektedirler. Oysa cihat yolu müminlerin üzerine
vecibe olan yegâne metottur. Kaldı ki demokrasi gibi dinin haram gördüklerini “alternatif yoksunluğu” delili
ile mubahlaştırmaya çalışmak da usul açısından yanlıştır (Eş-Şankîtî,
ts., 15-16).
Gerçekte demokratik mücadele, “davet” kapsamında düşünülebilir. Yani
demokratik mücadeleyi Şankîtî gibi toptan reddetmek gerekmez.
Ancak, bunun şartları var.
Birincisi, demokratik mücadele
hesabına “cihad”ın alternatif
olmaktan çıkarılmaması gerekir.
Yani “Tek yol demokratik mücadele”
denilmemelidir. “İşe yaradığı sürece demokratik mücadele” demek, anlayışla
karşılanabilir.
Cihadın demokratik mücadele lehine
alternatif olmaktan çıkarılması, dini tahrif, tağyir ve tebdildir.. Yeni bir din (şeriat) getirmek suretiyle haşa
Allahu Teala’dan “rol kapmaya”
çalışmak, ilahlık taslamak gibi
birşeydir.
İkincisi, demokratik mücadele, demokrasiye iman edilmeden, yani temel
hedef demokrasinin "bütün kurum ve kurallarıyla hayata geçirilmesi” olmaksızın,
İslam’ın hakim kılınmaya çalışılması gayesiyle yürütülmelidir.
*
Bir başka deyişle, gaye, “millet iradesi”nin mutlak biçimde tecellisini sağlamak değil, (illa da gerekiyorsa) Allahu Teala’nın hükümleriyle (Şeriat’le) mukayyed (kayıtlı) olarak tecelli etmesini sağlamak olmalıdır.
Ve, demokratik mücadele, vazgeçilmez yol mertebesine çıkarılmamalıdır.
(Türkiye’de millet iradesi, dindeki
ayet ve hadîslerin muadili olacak şekilde Atatürk
ilke ve inkılapları adı verilen “değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez” laik “nass”lar çerçevesinde tecelli edebilmektedir. Atatürk ilke ve
inkılaplarının nasıl yorumlanacağı konusunda “içtihat” yani “mezhep” farklılığı olabiliyor, fakat bu ilke ve
inkılapların “kâfir”i olan bir
siyasal harekete izin verilmiyor. Şeriat sözlük anlamı itibariyle “hukuk düzeni”ne
karşılık geldiği için Türkiye’nin “Atatürk
şeriati” ile, yani kul yapısı şeriat ile yönetilmekte olduğunu söylemek gerekiyor.
Şayet Türkiye’de “Atatürk şeriatçılığı” katı bir biçimde savunuluyor olmasaydı,
Anayasa’da “değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükümler yer almazdı. Şurası bir
gerçek ki, Atatürkçülerin/Kemalistlerin Atatürk’e olan imanı, Türkiye’deki “İslamcı değil müslüman” olduklarını söyleyen dindarımsıların Allahu Teala’ya olan imanlarından daha güçlü. Eğer bu
ülkede "Müslümanım" diyenlerin Allahu Teala’ya olan imanı, Kemalistlerin Ali Rıza
oğlu Selanikli Kemal’e olan imanlarından daha kuvvetli olsaydı bugün Atatürkçü
şeriat ile değil Allahu Teala’nın Şer’-i Şerîf’i, yani şerefli Şeriat’i ile
yönetiliyor olurduk. Kemalistlerin Selanikli’ye olan imanı güçlü olduğu için Kemalizm için cihat edip savaşmaya, fırsat bulduklarında darbe yapmaya, kan dökmeye hazırlar.
İslamcı değil müslüman olduğunu söyleyen mıymıntı, sünepe ve sümsükler ise bu Kemalistler
karşısında süklüm püklüm sümüklü böcek moduna girerken, cihat yanlısı müslümanlara
karşı alabildiğine sivri dilliler.)
*
Bir başka husus şu: Demokratik
mücadele seçeneği, İslam’dan taviz vermeye yol açmamalıdır.
(Yani sözde İslam’a hizmet edeceğim
derken imanı ele yele verme, kaybetme, katıksız müşrik olma riski var.. Türkiye bu
açıdan çok sıkıntılı.. Bir defa, parti kurduğunuzda mevcut sisteme bir bakıma
biat etmiş oluyorsunuz. Merhum Elmalılı Hoca’nın Hak Dini Kur’an Dili
tefsirinde dikkat çektiği “İslam dışı rejimler”deki itikadî olmasa bile amelî
şirke düşme olayı burada olanca çıplaklığıyla kendisini gösteriyor. Milletvekili
vs. yeminlerindeki “Atatürk ilke ve inkılaplarına” yani Atatürkçü şeriate bağlılık yemini de ayrı bir "şirket"sel dayatma.. Bu şekilde “siyaset
icabı” diyerek “takiyye” yapanların zamanla “ılımlı” Atatürkçü/Kemalist ve laik
düzen yanlısı hale geldiklerini gördük.. Sözde İslam’a hizmet edeceklerdi,
fakat zamanla “düzenin nimetleri”nin hatırına İslamcılıktan ılımlı laikliğe
geçiş yaptı, “eski ve eksi İslamcı” haline geldiler.. Geçmişteki İslamcılık edebiyatları onların laik istikbaline hizmet etmiş oldu.. AKP’liler bu durumda..
Saadet Partisi de çok farklı değil.. Nurcular
da bunlardan daha iyi durumda değiller. Sözde “siyasetten Allah’a sığınan” bu idraki kıt taife, “Ol mahiler ki
derya içreler, deryayı bilmezler” hesabı, boğazlarına kadar siyasete batmaktan
kurtulamadılar. Siyasetin kurmay subayı değil de basit neferi ve kullanışlı emir
eri oldular. Mesela MSP ve Erbakan muhalifliği yapmalarının da siyaset olduğunu
fark edemiyorlardı, ya da fark etmiyor görünmek işlerine geliyordu. Gerçekten
siyasetten uzak dursalardı oy vermek için sandığa gider, onun dışında siyaset
bahislerine girmezler, hatta sandığa hiç gitmezlerdi. Ne yazık ki siyasetin
akılsız ayak takımı, ne yaptığını bilmez piyonları olarak Bediüzzaman’ın
kemiklerini sızlattılar.)
*
Çakmaktaş’ın makalesini okumaya devam
edeceğiz inşallah.