İSLAMCILIK ADI ALTINDA İSLAM DÜŞMANLIĞI

 



Osmanlı’da leylî ve neharî okullar (mektepler) mevcuttu.

Leyl gece, nehar ise gündüz demek.. Leylî gececi, neharî ise gündüzcü demek oluyor.

Buradan anlaşılabileceği gibi, Türkçe’deki “ci, cı” eki, kimi durumlarda Arapça’daki “î” ekine karşılık geliyor.

O yüzden, “İslamî düşünce” diyen ile “İslamcı düşünce" diyen, aynı şeyi kastetmiş olur.

Durum buyken, İslamcılık tabirini aşağılamak için bu ülkede (şiirsiz şair İsmet Özel gibi “sütçü” vezninde) “İslamcı değilim, İslam satmıyorum” diyen şarlatanlar çıkmış bulunuyor.

Kimse de geri zekâlı ayağına yatan böylesi zihniyet yankesicilerine “Bre nadan, denizci deniz mi satıyor, ‘Gel vatandaş gel, Karadeniz var, Akdeniz var, Marmara var’ mı diyor?” diye sormadı.

Sanki güreşçi güreşen değil de güreş satandı..

Sanki avcı, avlanan değil de av satandı.

Sanki bu ülkede Ecevitçi Ecevit, Atatürkçü Atatürk, Erdoğancı Erdoğan, Erbakancı Erbakan, Demirelci Demirel satıyordu: 

Gel vatandaş gel, çok taze Atatürk var gel!

*

İslamcılığın İngilizce’deki karşılığı Islamism..

Batılı bir akademisyen İslamcılığı şöyle anlatıyor:

“Batılı gözlemciler, çağdaş dönem İslamî diriliş olgusuna işaret etmek üzere bir dizi tabir kullandılar: Bunların en yaygın olanlarından biri İslamî köktendinciliktir. Diğer terimler ise siyasal İslam, İslamî dirilişçilik, İslamî radikalizm ve (daha tartışmalı biçimde) İslamo-faşizmdir. Her ne kadar bu terimlerin hepsi de söz konusu olgunun bir yüzünü aydınlatmakta başarılıysa da, hiçbiri manayı tam yansıtmamaktadır. Daha iyi bir terim, bilim adamları ve gazeteciler tarafından giderek artan biçimde benimsenen İslamcılık’tır (Islamism). İslamcı oluşumlar, diğer modern dönem izm’lerinde, mesela komünizm ve faşizmde görüldüğü gibi, dünya sorunlarının hepsine çözüm sunma iddiasında bulunan dogmatik bir bakış açısına sahiptirler.... Bununla birlikte, bizim İslamcılar olarak adlandırdığımız insanlar, kendilerini tanıtmak için bu adlandırmaya başvurmazlar.”

(John Calvert, Islamism: A Documentary and Reference Guide, Westport, CT, 2008, s. 1)

Donnald K. Emmerson ise, İslamcılığı şöyle tanımlamaktadır:

“İslamcılık nedir? İyi bir tanım, İslam ve Müslümanlar üzerine bilimsel araştırmalar yapan çok tanınmış bir isim, James Piscatori tarafından yapılandır: İslamcılar, İslamî hedefler listesi olarak gördükleri şeyi hayata geçirme amaçlı siyasal faaliyete kendilerini adamış müslümanlardır.

(Donnald K. Emmerson, “Inclusive Islamism: The Utility of Diversity”, Islamism: Contested Perspectives on Political Islam içinde (17-32), ed. Richard C. Martin ve Abbas Barzegar, Stanford, 2010, s. 27.)

Bernard Platzdasch ise, İslamcılığı, “siyasal bir ideoloji olarak anlaşılan ve sunulan İslam” olarak tanımlamaktadır. Bu düşüncesini şu şekilde temellendirmektedir:

“İslamcılığın temel gündemi, devlet için, Şeriat’in (İslamî yasaların) yürürlüğe konulması ve İslamî ilkelerin yüceltilmesi yolunda aktif hale gelmektir. Bazı İslamcılar, nihai hedef olarak uluslarüstü bir hilafetin yeniden kurulmasını savunmaktadırlar.”

(Bernard Platzdasch, Islamism in Indonesia: Politics in the Emerging Democracy, Pasir Panjand, 2009, s. xvi.)

Bernard Platzdasch’ın tespitinin aksine, Türkiye’de hilafet konusunu gündeme getiren Mehmet Şevket Eygi gibileri, kendi istekleri doğrultusunda İslamcı olarak adlandırmaktan kaçınmak gerekir.

Bu, iki nedenle böyledir: Birincisi, Eygi’nin savunduğu hilafet gerçekte Ehl-i Sünnet itikadı ile ilgili temel kitaplarda (Örnek olarak Matüridiyye’nin en önemli iki temsilcisinin, İmam Nesefî ile İmam Pezdevî’nin akaid kitaplarına bakılabilir) çerçevesi çizilen hilafet kurumuyla ilgisizdir.

İkinci olarak, günümüz şartları dikkate alındığında, hilafetin artık ancak Mehdî ile birlikte yeniden kurulabileceği söylenebilir.

Bugünkü hilafet projelerinin ise, doğrudan veya dolaylı olarak Batı güdümlü yönlendirmeler olduğu görülmektedir.

Mesela, İngilizler’in kılavuzluğunda Osmanlı’ya ihanet eden, ödül olarak Hicaz’ı ele geçirmesine izin verilen ve sonra da burayı Suud’a kaptıran, fakat haleflerine Ürdün Haşimi Krallığı bağışlanan Şerif Hüseyin, halifelik umuduna kapılarak Sultan Vahideddin’i Hicaz’a davet etmişti.

Vahideddin’e sağlayacağı maddî imkânlar karşılığında onun halifelik unvanını kendisine devredeceğini umuyordu.

(Laik rejimin dindarlar arasındaki ajanı olarak görev yapmış olduğu İçişleri bakanlarından Faruk Sükan ve Genelkurmay İstihbarat Dairesi başkanlarından Korgeneral İsmail Hakkı Pekin tarafından açıklanmış bulunan ehlî sünnetçi Eygi, bu noktada da “ikiyüzlülük” sergiledi. Bir yandan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin adını ağzından düşürmez ve “Ben kendiliğimden birşey söylemiyorum, böylesi ulemanın izindeyim” derken, diğer yandan da, Abdülmecid’in “sultasız/otoritesiz kukla hilafeti”nin fıkhen hükümsüz olduğunu söyleyen Mustafa Sabri Efendi’nin aksine, Molla Şevket Eygi hazretleri olarak ictihatta bulundu, hilafetin 1924’e kadar devam ettiğini yazıp durdu. Böylece, hilafetin nasıl ve ne kadar devam ettiği konusunda Ehl-i Sünnet ulemasıyla ihtilafa düşse de, Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk ile aynı safta yer almayı başardı. Bu kadar çok çelişkiyi bir kafanın birarada taşıması normalde olacak şey değil, fakat ajanlıkta mümkündür.)

*

Emmerson’un ifadeleri, Batılılar’ın “müslüman” (müslim) kelimesini Kur’an’daki (bir başka deyişle İslam’a göre ifade ettiği anlam çerçevesinde) anlamadıklarını ortaya koymaktadır.

Onların din tanımı, Hz. İsa’nın tebliğiyle fazla bir ilgisi kalmamış bulunan Hristiyanlığa aittir.

Nitekim Max Farrar, bir “İngiliz araştırma raporu”nun İslamcılığı şu şekilde tanımladığını ifade etmektedir:

“Anahtar ilkeleri şunları içeren bir siyasal ideolojidir: İslam’ın bir din değil, bütüncül bir sosyo-politik sistem olduğu inancı, ilahî devlet yasası olarak Şeriat (İslam) hukukunun savunulması, Müslümanlar’ın ümmet olarak bilinen uluslarüstü topluluğunun siyasal bir blok olarak birleşmesi gerektiği inancı.

(Max Farrar, “Islamism and Terror”, Islam in the West: Key Issues in Multiculturalism içinde (216-238), ed. Max Farrar, Simon Robinson, Yasmin Valli ve Paul Wetherly, s. 217.) 

Yani Batılılar, İslam’ın bir din, İslamcılığın ise bir ideoloji olduğunu söylerken, Kur’an ve Sünnet’e göre bir İslam tasavvurunu değil, Hristiyanlığın din anlayışı çerçevesindeki bir İslam tasavvurunu dile getirmektedirler.

Peter R. Demant’ın konuyla ilgili kitabının “İslam, İslamcılığa Karşı” (Islam Versus Islamism) başlığını taşıyor olması nedensiz değildir.

Batılılar, Hristiyanlığın din tanımına değil, Kur’an ve Sünnet’e dayanan bir İslam tasavvurunu benimseyenleri İslamcılar (ya da siyasal İslam veya İslamî köktendincilik yanlıları) olarak adlandırırken, İslam ülkelerindeki yerli-milli işbirlikçilerini ya da gafilleri, onlara karşı “İslamcı olmayan müslüman” olarak cepheye sürmeye çalıştırmaktadırlar.

Çalıştılar.

Tipik örnek, şu sıralarda FETÖ (Fethullahçı Takiyye Örgütü) olarak adlandırılan grup..

Bunların yerli-milli versiyonunu ise Mehmet Şevket Eygi, İsmet Özel, Rasim Özdenören vs. gibi yazar çizer taifesi oluşturuyordu. 

Bu çizgiyi sürdüren yazarlardan bazısı nüfuz/tesir/etki ajanı, bazısı da o ajanlardan “etki”lenen şahsiyetsiz taklitçiler durumundaydılar..

*

Batı’nın İslam’a karşı yürüttüğü psikolojik savaşın enstrümanlarından birini bu İslam-İslamcılık ayrımı oluştururken, uluslararası ilişkiler alanında Batı’nın safında ya da etkisi altında bulunan rejimler de, kendi halklarına karşı aynı araçları kullanmaktadırlar.

Bu çerçevede kimilerini Batı’da üretilmiş böylesi ayrımları gündemde tutmak için örtülü biçimde istihdam ederken, kimileri de ya cahilliğinden, ya özenti sonucu ya da gaflet ürünü olarak bu ayrımlar çerçevesinde düşünmeye başlamaktadır.

Mesela, 2010’lu yılların başında Mümtazer Türköne’nin başlattığı İslamcılık tartışması çerçevesinde birilerinin yer aldıkları saflara bakıldığında, onların tercihlerinin ardındaki temel saikleri anlamak mümkün olmaktadır. 

Zaman Gazetesi yazarlarından Cemaat (sonraki adlandırmayla FETÖ) mensubu olanların bu tartışmada İslamcılık karşıtı cephede yer almış bulunmaları şaşırtıcı değildir.

*

Demant’ın şu ifadeleri, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir:

“İlkin kavram kargaşasından kurtulalım. İslam ve İslamcı terimleri dine ve onun yarattığı kültüre işaret ederler; Müslüman terimi ise sosyolojik olguya işaret etmektedir: Kültür ile kimliğini belirleyen inanan insan ya da şahıstır. İslam kelimesi ayrıca, İslam’ın baskın din haline geldiği coğrafya ve uygarlık bölgelerini de ifade eder. Ancak, her ne kadar Pakistan müslüman nüfus çoğunluğuna sahipse de, bunun zorunlu sonucu olarak İslamî bir devlet olmak zorunda değildir. İslamcılık ve İslamcı, “siyasal İslam”ın radikal dinî hareketlerini ifade eder. Onun çok bilinen bir eşanlamlı karşılığı olan İslamî köktendincilik tabiri de kabul görmüş durumdadır.

(Peter R. Demant, İslam Versus İslamism, Westport, CT, 2006, s. xxii.)

Demant’ın müslüman tanımının Kur’an’ın müslüman tanımı olmadığı açıktır.

O, bununla, tıpkı Olivier Roy’un yaptığı gibi, İslam’a göre “olması gereken”i değil, yaşayan kültür çerçevesinde “olan”ı (olguyu) ifade etmektedir.

Bu, fıkhî ya da itikadî değil, sosyolojik bir tanımdır.

Böyle olmakla birlikte, aynı Demant, “İslamcılık, dini ideolojiye dönüştürmektedir” de diyebilmektedir (A.g.e., s. 180.)

Kısacası, İslam’ın bir din, İslamcılığın ise bir ideoloji olduğunu “keşfeden” Mehmet Şevket Eygi gibi yandan çarklı (işi ajanlık çarkıyla götüren) Ehl-i Sünnet fedaileri, hele de türbeler vs. söz konusu olduğunda Sünnet’ten kolayca yan çizebiliyorlarsa da, Demant gibi Batılılar’la (gâvurla) aynı yerde durmaktan nedense “gocunmuyorlar”, gocunmadılar.

Böylece, sürekli eleştirdikleri reformist ve modernist ilahiyatçılarla, Batılılar’ın din anlayışlarından etkilenme bakımından ortak bir çizgiyi yakalamayı başarmış bulunuyorlar.

*

Demant’ın müslüman tanımı çerçevesinde, mesela Aziz Nesin, İslam kültür havzasında yetişmiş ve nüfus cüzdanında “Dini: İslam” yazmasına itirazda bulunmamış biri olarak, müslümandır.

Daha iyi anlaşılması için, Kemal Gürüz’le ilgili olarak Yeni Şafak’ta yayınlanmış şu haberi hatırlatmak faydalı olur:

Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, "Ben sosyolojik olarak Müslüman'ım. Müslüman bir ailenin çocuğu olarak doğdum. Müslüman adetlerine göre defin yapılacak" dedi. Gürüz, Yeditepe Üniversitesi Kayışdağı Yerleşimi'nde düzenlenen "Dünyada ve Türkiye'de Üniversitelerin Gelişimi" konulu konferansta kendisine "Müslüman mısınız?" diye soranlar olduğunu kaydederek, "Ben sosyolojik olarak Müslüman'ım. Müslüman bir ailenin çocuğu olarak doğdum. Müslüman adetlerine göre defin yapılacak. Arada ne olduğu beni ilgilendirir. Değiştiremeyeceğim tek şey, Türk'lüğümdür benim" dedi. Gürüz, "YÖK'te yapılmak istenen değişiklikle Türk yükseköğrenim sistemi tahrip edilmek üzeredir" dedi.

(http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/nisan/29/gkisa.html)

Buradan da anlaşılabileceği gibi, Batılılar’ın yaptığı İslam-İslamcı ayrımı, siyasal bir ayrımdır.

Yapacakları siyasal ve sosyolojik analizler için ihtiyaç duydukları kavramsal araçları üretirken böylesi ayrımları tedavüle sokmaktadırlar. (Nitekim, bir siyaset bilimi ders kitabında İslamcılık şu şekilde tanımlanmaktadır: “İslamcılık, en genel anlamıyla, Batı karşıtı ve modernleşmeye muhalif bir ideolojidir.... Yönetimin yapısı için İslam hukukunu temel olarak savunan bir ideolojidir.” Bkz. Lowell Barrington, Michael J. Bosia ve Kathleen Bruhn, Comparative Politics: Structure and Choice, Boston, 2010, s. 135.)

İslam’a karşı psikolojik savaş yürüten birtakım (CIA gibi) mihrakların da kendi faaliyetleri çerçevesinde akademisyenlerin çalışmalarından yararlandıkları şüphesizdir.

Bizim beyinsiz (ya da satılmış) yazarlarımız ise, Batı’nın şuurlu ya da şuursuz kültür ajanları olarak böylesi ayrımları İslam dünyasına taşımaktadırlar. 

*

Türkiye gibi ülkelerdeki İslam düşmanlığı (ya da İslam’a karşı yürütülen hain ve sinsi savaş) salt İslamcılık karşıtlığı şeklinde ortaya çıkmıyor.

İslamcılık kavramı çerçevesinde kopartılan gürültünün sonuç vermemesi durumu için bir “B planları”nın mevcut olduğunu gösteren çok alamet var.

O planın, cepheden saldırı ile yok edilemeyen İslamcılığı içeriden kontrol altına alma, çarpıtma ve yamultma projesi olduğu anlaşılıyor..

Bu çerçevede bir İstanbul İslamcılığı, Anadolu İslamcılığı, Türk İslamcılığı, yerli-milli İslamcılık vesaireden söz etme abrakadabrası ile olayın "sahte" bir mecraya yönlendirilmesi mümkün.. (Nitekim İstanbul İslamcılığı’ndan söz eden bir boşboğaz ve boş kafa işgüzâr çıktı.)

Yeni değil, eski bir taktik..

*

Evet, eski bir taktik.

Bu ülkede 1920 ve 30’larda İslam’a doğrudan savaş açıldı..

Kendini bilmez bir adam “gökten indiği sanılan kitaplar, Arapoğlunun yaveleri” filan diyerek İslam’ı aşağılayabildi, Allahu Teala’ya ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e savaş açabildi.

Ve öldü.. İslam ise yaşamaya devam ediyor.

İzinden gidenler taktik değiştirdiler, İslam’ı doğrudan hedef almak yerine Anadolu Müslümanlığı, Türk Müslümanlığı, Türk İslamı gibi adlar altında “güncellenip laikleştirilmiş” bir İslam icat etmeye çalıştılar.

İslam’ı olduğu gibi (siyaseti, ekonomisi, hukuku, ibadeti, ahlâkı vs. ile bir bütün olarak) savunanları ise İslamcı olarak yaftaladılar. Onların İslam’ı din olmaktan çıkarıp ideoloji haline getirdiklerini öne sürdüler.

Akıl hocaları (üst akıl) Batı'dan öğrenmeleri gerekenleri öğrenmiş durumdaydılar. İyi öğrenciydiler.

Ve böylesi "ithal akılları" Mehmet Şevket gibi dindar bilinen ajanlarına sözde İslamîlik libası giydirip söylettiler.

Mehmet Şevket gibi ajanların ardındaki odağa göre, ortada benimsenmesi gereken bir ideoloji (devletçiliğiyle, pozitif hukukuyla) zaten vardı, İslam haddini bilip din olarak sadece ibadet ve ahlâkla yetinmeliydi.

Müslümanlar, müslüman olmalıydı, İslamcı olmamalıydı.

İslam-cı olmamalı fakat devlet-çi olmalıydılar.

Bu zihniyeti Mehmet Şevket, engin tecrübesinden faydalanarak Ehl-i Sünnet Müslümanlığı olarak pazarladı.

İslamcılık ise "sapıklık"tı.. Evet, böyle yazdı. 

*

Görünüşte modernist ve tarihselci ilahiyat tufeylileri ile kavga ediyor, onlara çalım atıyordu, gerçekteyse aynı kaleye gol atmaktaydılar.

Ajanlık böyle birşeydir.. 

Mehmet Eymür'ün tabiriyle "oyun içinde oyun" demektir. 


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...