D. MEHMET DOĞAN, LAİKLİĞİN (SİYASAL DİNSİZLİĞİN) BEĞENDİĞİ İSLAMCILIK FORMÜLÜNÜ AÇIKLIYOR: HALK İSLAMCILIĞI

 

 


Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi ve Hareketi - Sempozyum Tebliğleri adlı kitapta (ed. İsmail Kara, Asım Öz, İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, 2013) D. Mehmet Doğan’ın da “İslâmcılık: Bir Adlandırma Meselesi” başlıklı bir tebliği yer alıyor.

Şöyle diyor:

“İslâmcılık” farklı seviyede iki ana çizgi olarak XIX. yüzyıl sonlarından itibaren etkili olmuştur. Bilinen ve üzerinde çok durulan Cemaleddin Afganî- Muham­med Abduh tarafından ortaya atılan Panislâmist (İttihad-ı İslâmcı) görüşler etrafında oluşan fikrî-entelektüel “İslâmcılık” ile, daha çok Osmanlı ülkesinde olmak üzere bütün İslâm dünyasında XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşan halk fikriyatı, batıya karşı bir nevi kendiliğinden (spontan) “milliyetçilik” şeklinde ortaya çıkan görüşler bütünü ve hissiyattır. (s. 120)

Bu laflarda birçok hata var.

Birincisi, ittihad-ı İslam (İslam birliği) düşüncesi Afganî ve Abduh tarafından da seslendirildi diye bu düşünce onlara zimmetlenemez.

Çünkü her müslüman, ittihad-ı İslam’dan yana olmak zorundadır:Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin….” (Al-i İmran, 3/103)

İkincisi, ittihad-ı İslam düşüncesi Kur’an ve Sünnet’e dayandığı için İslamcılık diye adlandırılabilirse de, (Odatv'cilerin "İslamcı yazar" olarak tanıttığı) D. Mehmet Doğan'ın abrakadabra, hokus pokus diyerek yedirmeye çalıştığı kavim eksenli bir düşünce (ırkçılık/milliyetçilik), İslamcılık olarak nitelendirilemez. (Pekçok faydalı, kaliteli, güzel kitap yazmış, gençlerin yetişmesi için didinip çırpınmış bir adama İslamcılık konusunda bu saçmalıkları yazmak hiç mi hiç yakışmıyor.)

Merhum Babanzade Ahmed Naim Bey'in belirttiği gibi, İslamcılık ile kavmiyet davası (ırkçılık) birbirine taban tabana zıttır. Bir taraftan da müslümanlık (İslamlık) davası güden Türkçüler (milliyetçiler), iki zıddı bir araya getirmeye çalışan, yani imkânsızı savunan ideolojik ütopyacılardır. (İslam birliği ideali ütopya değildir, geçmişte yaşanmıştır, gelecekte de yaşanacaktır. İslam ile ırkçılığı birleştirmeye çalışan milliyetçilik ise ütopya bile değildir, içi boş safsatadır.)

*

D. Mehmet Doğan, makalesinin ilerleyen sayfalarında, abrakadabra sanatında devrim yaparak, milliyetçiliğin değil, ittihad-ı İslam düşüncesinin İslamcılık olarak adlandırılmaması gerektiğini savunuyor:

İslâmcılık, “İttihad-ı İslâm”cılığın veya onun Fransızcası “Panislâmizm”in (ya da kısa söylenişi “İslâmizm”in) tercümesi sayılabilir mi? Öyle ise, çok doğru bir tercümesi değildir ve şimdi konuşulan “İslâmcılık”, Osmanlı ve sonrasının, son­radan “İslâmcı” ilân edilen düşünürlerinin yolundan hayli farklıdır. (s. 122)

Oysa yazarın şunu demesi daha mantıklı olurdu: “XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşan halk fikriyatı, batıya karşı bir nevi kendiliğinden (spontan) ‘milliyetçilik’ şeklinde ortaya çıkan görüşler bütünü ve hissiyat İslamcılık olarak görülebilir mi? Bu, çok doğru bir adlandırma değildir ve şimdi konuşulan ‘milliyetçilik’, Kur’an ve Sünnet’in yolundan hayli farklıdır.”

Evet, yazar bunu demiyor.

Şöyle birşey diyor:

Doktriner İslâmcılık, ül­kesiyle sorunlu, “din”le sorunlu ve siyasetle sorunlu bir akımdır. “Halk İslâm­cılığı” diyebileceğimiz, sosyal ve siyasal alanda kendini gösteren, göstermekle kalmayan iktisadî ve siyasî hedeflere yönelerek başarı kazanan akım Türkiye’nin geleceğini belirleyebilecek güçlü bir hamle yapmıştır. Oysa “İslâmcı”lar böyle bir sonucu hiçbir zaman derpiş etmemişler, öngörmemişlerdir.

D. Mehmet Doğan şu hokus pokus işini abartmasıymış "eyiymiş".

*

Vikipedi’de doktrin şöyle tanımlanmış: “Belirli bir konu ya da inanç sistemine ilişkin kabul, ilke ve kurallar bütünü.”

Doktrin kavramını en çok hukukçular kullanırlar, "Doktrinde şöyle, böyle" dediklerine sık rastlanır. Ve kendi aralarında bu kavramı şöyle tanımlamaktadırlar: Doktrinhukuk bilginlerinin hukuksal meseleler hakkındaki bilimsel görüş ve kanılarını ifade etmektedir.”

Vikipedi’deki tanım üzerinden gidelim, doktriner İslamcılık, “İslam inanç sistemine (dinine) ilişkin kabul, ilke ve kurallar bütününe dayalı İslamcılık” demek olur.

Böyle bir İslamcılık, D. Mehmet Doğan’ın zırvalarında geçtiği üzere nasıl “din’le sorunlu” olabilir?!

Dinin kabul, ilke ve kurallarına dayalı olmak, dinle sorunlu olmak mıdır, sivrilmiş zekâ?!

Bu durumda halk İslamcılığı denilen icadın da, İslam'ın kabul, ilke ve kurallar bütününü umursamayıp halkın ümniyye, kuruntu ve hurafelerini benimsemek olduğunu kabul etmek gerekir. 

Doğan, aynaya bakarsa dinle sorunu olan kişiyi görür. Delil istiyorsa kendi yazdığı zırvaları bir daha okusun.

*

Ancak, doktriner İslamcılık, bazen kendi ülkesiyle ve siyasetle sorunlu olabilir.

Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de kendi ülkesiyle (Mekke ile) sorun yaşamıştı. Ve Mekke’deki siyasetle..

Kendi ülkesiyle ve ülkesindeki siyasetle sorun yaşamayan peygamber çok azdır, yok gibidir (Bütün peygamberler Hz. Süleyman a.s. değildir).

Yazarın yaptığı taksimata bakılırsa, halk İslamcılığı adını verdiği garabet, İslamcılıktan başka her şeye benzemekte.. Ülkesiyle ve siyasetle sorunsuz olmak için kırk takla atan bir sirk canbazı..

Fakat, doktrinle (İslam dinine ilişkin kabul, ilke ve kurallar bütünü ile) sorunlu..

Yani dinle sorunlu.. 

İslam’a göre esas olan senin ülken ve pragmatik siyasetin midir, yoksa kendi ilke ve kuralları mıdır, Bay Hokuspokus?

Yazarın sözünü ettiği halk İslamcılığı, İslam’la ilgisiz bir İslamcılık..

Bunun adına İslamcılık demek, İslam’a ihanettir, hakarettir.

Doğan’ın böyle bir niyeti olmayabilir, o takdirde düşünce özürlü olduğunu kabul edip onu mazur görebiliriz.

Fakat böylelerinin tutup İslamcılık hakkında ahkâm kesmek yerine susmaları kendileri hakkında (ahiretleri bakımından) daha hayırlı olur.

*

Yazar, yukarıya aldığımız sözlerinin hemen ardından şunları söylüyor:

Bunun Türkiye’de başarılabilmesi gerçekten önemli bir sonuçtur. Çünkü Tür­kiye, İslâm dünyasında İslâm’la alâkasını kestiğini resmen ilân eden, bunu da “laiklik”le açıklayan ve ideolojisini yapan tek ülkedir. Arap devletlerinin büyük çoğunluğu esasında laik-din karşıtı tavra sahip olmakla beraber, hiçbirisi bunu açıkça ilân etmek yolunu tutmamıştır.

Türkiye’nin “halk İslâmcıları” her halükârda hayatın ve siyasetin içinde kalarak zoru başarmışlardır. Sonuç “İslâmcı”ların değil, sıradan Müslümanların başarısı olarak görülmelidir.

İşte tam da burası bizi tekfir meselesiyle karşı karşıya getiriyor.

Maide Suresi’nde “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler”in durumu açıklanır. Bir ayete göre “kâfirlerin ta kendileridirler”. (5/44)

Diğer bir ayete göre “zalimlerin ta kendileridirler”. (5/45)

Başka bir ayete göre de “fasıkların ta kendileridirler”. (5/47)

Bu ayetleri yorumlayan ulemaya göre, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin durumuna bakılır, Allah’ın indirdiği ile hükmedilmesi gerektiğini kabul ediyor, karşı çıkmıyor, Allah’ın hükümlerinin geçersiz olduğunu söylemiyor, fakat bir taraftan da uygulamıyorlarsa, böylelerini “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir. Sen de kâfirsin!” diyerek tekfir etmek uygun olmuyor.

Kalpleri hakkında hüküm vermemek, Allahu Teala'ya bırakmak gerekiyor.

İşte, Doğan’ın “Büyük çoğunluğu esasında laik-din karşıtı tavra sahip olmakla beraber, hiçbirisi bunu açıkça ilân etmek yolunu tutmamıştır” diyerek bahis konusu ettiği Arap devletlerinin durumu budur.

Ancak, bunlar da öyle örnek alınacak, övülecek devletler değillerdir. Zalimlerin ta kendileridirler!

Fasıkların ta kendileridirler!

Buna karşılık, yazarın “İslâm dünyasında İslâm’la alâkasını kestiğini resmen ilân eden, bunu da ‘laiklik’le (siyasal dinsizlik ile) açıklayan ve siyasal dinsizliği ideolojisi yapan tek ülke” olarak tanıttığı Türkiye, (İslam dini nazarında, Kur’an nazarında) bir küfür devletidir.

Bunun lam'ı, cim'i yok!

İşte, fasık ve zalim Araplar’la aranda böyle bir fark var.

Ve bu öyle basit bir fark değil. Uçurum.

Aradaki mesafe, Cennet'le Cehennem arasındaki kadar büyük.

*

Yazarın övdüğü (kendilerini İslamcı olarak tanıtmayan, tanıtamayan, yazarın bol keseden bu unvanı bağışladığı) halk İslamcıları neyi başarmışlar?

Türkiye’de neyi değiştirmişler?

Şunu mu demişler: “Arkadaş, bu ülke küfür ülkesi olmamalıdır, en azından (Kur'an'a göre) zalim ve fasık ülke olmalıyız, olabilmeliyiz, onun için, yine bildiğinizi okuyacak olsanız bile, gelin şu Anayasa’yı değiştirelim, 1924’te olduğu gibi anayasamızda ‘Devlet’in dini, din-i İslam’dır' ibaresi bulunsun. Hiç değilse, İslam nazarında küfür devleti değil sade suya tirit fasık ve zalim devlet olalım (Tabiî Kur'an'a göre, yoksa sen kendini "Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti" olarak tanıtıyorsun. Çağdaşlığın zirvelerinde dolaşmaktan başın dönüyor). Sen İslam’ı terk edeceksin, reddedeceksin, İslam seni terk etmeyecek, reddetmeyecek, bu olmaz! Sen Allahu Teala’ya sırt çevireceksin, ve Allahu Teala seni terk etmeyecek, bu da olmaz!”

Halk İslamcıları bunları dediler, Anayasa’da buna göre bir değişiklik yapmayı başardılar da bizim mi haberimiz olmadı?!

Halk İslamcıları zoru başarmışlarmış..

Neyi başardılar bre palavracı?!..

*

Neyi başardıklarını sana söyleyeyim.. 

Birçoklarının sakalını ve başörtüsünü kurtardılar, fakat karşılığında onları laikleştirdiler..

İtikatlarını bozdular.

Laikliği (siyasal dinsizliği) savunur hale getirdiler. 

Savunmayan, karşı çıkanları buna zorladılar.

Böylece birçok İslamcı "eski İslamcı, yeni laikçi" (eski "Siyasal İslam"cı, yeni siyasal dinsizlikçi) haline geldi. 

Yazık oldu.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...