AMEL VE KARŞILIK, YA DA EKME BİÇME YASASI

 



Arapça'da ceza, karşılık anlamına gelir. Karşılık olumlu da, olumsuz da olabilir. 

Türkçe'de ise anlam daraltılmış bulunuyor, ceza kelimesi sadece olumsuz karşılık için kullanılıyor.

Ceza ile ilgili Arapça bir deyiş şöyle: "El-cezau min cinsi'l-amel." "Karşılık, amelin cinsinden olur."

Mesela Allahu Teala zekâtı verilen helal  malı bereketlendirir, buna karşılık faizcinin kazancı bir şekilde erir, batar, gaspedilir.

Evet, ceza amelin cinsinden gelir. Aldatan, aldatılır. Zulmeden, zulme uğrar. İyilik yapan da iyilik bulur.

Ziya Paşa güzel ifade etmiş:

İkbâline idbârına bel bağlama dehrin
Bir dâirede devr edemez çenber-i devrân

Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhir
Elbette olur ev yıkanın hanesi vîrân

Ekser görülür çünki ceza cins-i amelden
Encamda inenden olur rahne-i sûhân.

*

Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun Alevîlik açıklaması için fitne değerlendirmesi yapmış.

Yeni Şafak'ın haberi şöyle:

Bay Kemal fitne ateşi yakıyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yayınladığı videoda “Ben Alevi'yim” diyerek mezhebi kimliğini öne çıkaran Kılıçdaroğlu’na tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu’nun sandıkta bir kez daha hüsrana uğrayacağını anladığını belirten Erdoğan, “Bu hırsla da milletimizi birbirine düşürmek için her gün yeni bir fitne ateşi yakmaya başladı” dedi.

(https://www.yenisafak.com/secim/bay-kemal-fitne-atesi-yakiyor-4525415)

İmdi, Alevî olduğunu söylemek fitne ateşi yakmak ise, bu ateşi önce siz yaktınız.. Amelinizin karşılığını da bu şekilde alıyorsunuz.

Ne ekerseniz onu biçersiniz.

Erdoğan geçmişte “Hz. Ali’yi sevmek Alevîlikse ben dört dörtlük bir Alevîyim” diye konuşmuş biri.. 

İkide bir “Ben de Alevîyim” dediği hatırlarda.

Halbuki, nasıl Hz. Ömer’i sevmek Ömerî olmayı gerektirmiyorsa, Hz. Ali’yi sevmek de Alevî olmayı gerektirmez.

Sonra, bu sevme işi neden bu kadar kişiselleştirilsin, tek bir şahsa yönelik olsun ki!..

Eğer siz tutup böyle konuşur, durduk yere ikide bir “Ben de Alevîyim” derseniz, Allahu Teala da “Madem Alevîliğe bu kadar meraklısınız, alın size sahici mi sahici bir Alevî” diyerek bir Bay Kemal’le amelinizin karşılığını verir.

*

Evet, "Ben dört dörtlük müslümanım, çünkü Şeriatçıyım" demediniz.

Çıksın da şimdi bir siyasetçi "Ben Şeriatçıyım, çünkü samimi müslümanım, Şeriatçılık Kur'an'ın emri" desin bakalım..

Alevî olduğunu söylemek marifet değil, Kılıçdaroğlu madem samimi müslüman, Şeriatçı olduğunu söylesin, Casiye Suresi'nin 18'inci ayetinin gereğini yapsın.

Temel Karamollaoğlu efendi de 23 Nisan vesilesiyle Atatürk’ü minnet ve şükranla anıyor, sanki marifetmiş gibi.

Minnet ve şükranla anarsan, ona göre de bir karşılık bulursun.

Bunların inandıkları bir “millî irade” masalı var bir de.

Sen “Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır” diyen şair gibi, “Sakın millî irade deme, o iradenin üstünde, milleti yaratıp rızıklandıranın iradesi vardır” diyemezsen, o irade masalı bir gün seni vurur.

Eğer bir iradeden bahsedeceksen Allah’ın iradesinden, hükmünden bahset.

Ve ölçün şunun bunun, milletin veya şahısların iradesi değil, bu iradelerden bağımsız olan “hak ve hakikat” olsun.

*

Mustafa Kemal’in Fransız Devrimi ihtilalcilerinin ideolojik sığınağı olan “millet iradesi” söylemine ihtiyacı vardı, çünkü bu söylem “Ben millete dayanıyorum” diyerek o günün devlet başkanına kafa tutabilmesinin önünü açmaktaydı.

Zaten Anadolu’ya Mayıs 1919’da intikal ettiği halde Nisan 1920’ye kadar geçen 11 aylık (neredeyse bir yıllık) sürede sadece TBMM’yi açmak için uğraşmış, Yunan’a tek bir mermi bile atmamış olmasının nedeni buydu.

Sonradan kralları Edward’ı Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlayacağı İngilizler de boş durmamışlar, Ege’de Milne Hattı çizerek Yunan’a “Bu sınırı geçmeyecek, bekleyeceksin” demiş bulunuyorlardı. “Mustafa Kemal’in rahat rahat Meclis’ini açabilmesi için zamana ihtiyacı var” dercesine..

Ayrıca İngilizler, TBMM’nin açılışından hemen önce İstanbul’daki Meclis’i (Meclis-i Mebusan’ı) kapatarak da Mustafa Kemal’in “millet iradesi”nin temsilcisi haline gelmesi için gereken zemini hazırlamış bulunuyorlardı.

Sonradan Atatürk haline gelecek olan Mustafa Kemal istediğini elde edince millet iradesi göstermelik bir sandık oyunu haline geldi. Kimlerin milletin vekili (milletvekili) olacağına kendisi karar veriyordu, millet değil.

Adları milletvekiliydi, gerçekte ise Atatürk’ün vekilleriydiler.

Bu yüzden de dışımızdaki dünya Atatürk’ü diktatör olarak görüyordu. Atatürk’ün kendisi de bunu itiraf edip bir başka vekiline, Fethi Okyar’a “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurarak zevahiri kurtarmak istedi, fakat bu demokrasi ya da halk iradesi tiyatrosunu sahnelemeyi başaramadılar.

*

Millet iradesiymiş..

Sene olmuş 2023, hâlâ bu memlekette Atatürk’ün iradesi carî.. Milletin iradesi, Atatürk’ün iradesinin “vesayet”i altında.. Milletvekilleri, vekilliklerinin tescili için Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini etmek zorundalar.

Siz hangi iradeden bahsediyorsunuz?

Millî Görüşçü Karamollaoğlu, senin gerçekten bir “görüş”ün var mı?!

*

Sözlerimize dikkat etmeliyiz, çünkü o sözler, Gandi’nin dediği gibi kaderimiz haline gelme istidadına sahiptir:

“Düşüncelerinize dikkat edin; sözleriniz olurlar. Sözlerinize dikkat edin; davranışlarınız olurlar. Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınız olurlar. Alışkanlıklarınıza dikkat edin; karakteriniz olurlar. Karakterinize dikkat edin; kaderiniz olurlar.”

Çokları bilmez, söz deyip geçer, fakat insanın sözleri de amelindendir.. 

TDV İslâm Ansiklopedisi'nin "Amel" maddesinde şöyle deniliyor:

Öte yandan amel, aslında söz ve inanmayı da içine alır. Nitekim pek çok âyet ve hadiste amel terimi genellikle sözlü davranışları da kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Ayrıca gerek bazı hadislerde (bk. Buhârî, “Tevḥîd”, 47; Dârimî, “Riḳāḳ”, 28), gerekse başta tasavvufî literatür olmak üzere diğer İslâmî kaynaklarda iman “kalbin ameli” sayılmıştır. Bununla birlikte amel kelimesinin iman ve söz dışında kalan tutum ve davranışlar için kullanımı daha yaygındır. Kur’ân-ı Kerîm’de de bu ayırımın yapıldığı, meselâ bir âyette sözler (el-kelim) ve amelin (bk. Fâtır 35/10), bir âyette söz (el-kavl) ve amelin (bk. Fussılet 41/33), birçok âyette de iman ve amelin yan yana kullanıldığı görülmektedir.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...