CUMHURİYETÇİ SAMİ, MAHİR ÜNALLAR'A KARŞI


 



Milletvekili Mahir Ünal'ın topu topu iki cümlesi yüzünden birileri kıyameti kopardılar. 

Öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu gelecek seçimlerin hatırına bu toplara hiç girmek istemiyor, fakat, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak için birşeyler söylemesi lâzım tabiî.

Saçının suçu olmamakla birlikte aklının biraz kısa olduğu görülen Meral Akşener ise (Ki siyasî akıl eksikliğini geçen seçimlerdeki cumhurbaşkanlığı adaylığıyla belgelemişti), Kılıçdaroğlu'ndan, özellikle de siyasî fosil Bahçeli'den rol çalma derdinde.

Bilgiç havalarda topa girenlerden biri de ukalalık sanatının zirvelerinden Prof. Sami Selçuk.

Bu vatandaş, 28 Şubat hukuksuzluk süreci sırasında yaptığı "hukuka saygı" vurgulu bir konuşma ile dikkatleri üzerine çekmiş, adam yerine konulmuştu.

Boş bir adam olduğu zamanla ortaya çıktı.

*

Bu vatandaş "Dil ve harf (devrimleri)" başlıklı bir yazı kaleme almış.

Yazısının bir cümlesi, spot olarak öne çıkarılmış.

Şöyle:

Dil ve harf devrimlerine sataşanların bilgilerini gözden geçirmelerini, Mecelle ile Türk Medeni yasasını, Atatürk’ün Türk öğrenciler için –ki sataşanlar için de- yazdığı matematik kitabını okumalarını önemle salık veririm.

Prof. unvanı almış bir hukukçunun bu kadar budalaca ve boş bir cümle kurabilmesi için ahmaklık katsayısının kaç olması gerekir, Atatürk'ün matematik kitabında bunun da cevabı var mı?

Yazar, bu aptalca cümlesiyle şunu demek istiyor: Mecelle'nin dili ağırdır, Medeni Kanun ise anlaşılır bir Türkçe ile yazılmıştır.

Bu doğrudur, fakat kanunlar söz konusu olduğunda mesele sadece dilinin anlaşılır olması mıdır?

Adil ve hakkaniyetli bir kanun metninin dili ağır olduğunda, diktatörlüklere özgü zalimane bir yasa da anlaşılır olduğunda, ikincisi birincisine tercih mi edilir?

*

Sen tutup kendi toplumunun gelenek ve göreneklerini bir tarafa atıp yabancı bir toplumun yasalarını aldığında, kendi toplumsal yapını gözardı ettiğinde, yeni kanunun dili sade diye onu göklere çıkarman mı gerekir?

Sen İsviçreli misin ki onların kanununu aynen kopyalıyorsun, senin kendine özgü bir toplumsal yapın ve ona uygun bir kanunun yok mu?

Böyle birşey aslında dolaylı olarak bütün dünyaya şunu ilan etmek anlamına gelir: Biz millet olarak toptan akılsızız, kendimize uygun bir yasalar demeti bile oluşturamadık, Afrika'nın ilkel yamyamlarının medeniyetle karşılaşınca onları aynen taklit etmeleri gibi kendimizi yamyam bir millet kabul ederek İsviçreliler'den medenîliği öğreniyoruz.

Adamın kanununu aynen aldığında verdiğin örtük mesaj ancak bu olabilir.

Buna örtük bile denilmez, açık mesajdır.

Türk milleti tarihinin hiçbir döneminde bu kadar aşağılanmamıştır.

Ve zannediyorum hiçbir toplum Sami Selçuk örneğinde olduğu gibi bu kadar ruhsuz, köksüz, taklitçi, Batı karşısında aşağılık duygusundan ne yapacağını bilemez hale gelmiş ukala okumuşlara sahip değildir.

*

Adam bir de tutmuş Atatürk'ün matematik kitabından bahsediyor.

Atatürk matematikçi miydi, matematik alimi miydi?

Batı'ya cebiri filan müslüman alimlerin öğrettiği, matematik bilimine önemli katkılar yaptıkları biliniyor, peki Atatürk matematik bilimine nasıl bir katkı yapmış?

Geçelim..

Sami Selçuk'un yazısı şöyle başlıyor:

Atatürk’ün kültür devriminin en önemli iki kesimine, dil ve harf devrimlerine bilgi yetersizliği yüzünden zaman zaman karşı çıkılıyor. Son günlerde bu durum bir kez daha yaşanmıştır.

Şimdi geliniz, bunlar üzerinde hep birlikte düşünelim.

Adamda özgüven tavan yapmış, kendisinden başka herkesi bilgi yetersizliği ile suçluyor.

Ancak, yazısını okuduğumzda asıl bilgisiz olanın kendisi olduğunu görüyoruz. 

Karşılaştığımız şey yetersiz bir muhakeme, sığ bir tefekkür.. Gerçi buna tefekkür demek için bin şahit lazım.

Yazdıklarının önemli bir bölümü malumu ilam kabilinden lüzumsuz gevezelik. Mesela yukarıya aldığımız cümlelerinden sonra şunu diyor: Dil, toplumsal yaşamın kaçınılamaz sonucu ve vazgeçilemez aracıdır. Kısaca “dil olmasaydı, uygarlık olmazdı”.

Bu türden herkesin bildiği genel geçer lafları hukuk terimleri konulu bir vaaz izliyor.

Ancak verdiği örneklerle savunduğu iddiayı çürüttüğünün farkında değil. 

Mesela yasalarda savcıların mütalaası için "sonuç" ya da "görüş" yerine "karar" deniliyormuş. Halbuki bunun yanlışlığını hukukçu olmadığı halde Márquez bile biliyormuş. 

Araya bir Marquez karpuzu sokuşturacak ki entel olduğu anlaşılsın. 

Kararı ancak hakimin vereceğini köylü dayı da bilir, fakat savcının mütalaasına karar denilmesini de "kafaya takmaz", mecazi manada kullanılıyor diye düşünür. 

Ancak, bu tür örnekler, Sami Selçuk'un dil devrimi denilen işgüzarlıkta gördüğü faziletlerin serap olduğunu da ispatlıyor. 

Bu aslında dilin katledilmesi, güdükleştirilmesi, fakirleştirilmesidir. 

Bir "karar" kelimesini alıyor, on tane başka kelimenin canına okuyorsun. Al sana dil devrimi!

*

Sami Selçuk, bu tür lüzumsuz malumatfuruşluklardan sonra bir de şu gülünç lafları yazmış:

Bir ABD’li öğrenci, üniversite öncesi öğrenimi sırasında evreni 72.000 sözcükle algılamaya başlamakta, onu Alman, Fransız, kısaca Avrupalı öğrenciler izlemektedir. Suudi Arabistan’da bu sayı 12.700’dür. Ülkemizde ise, üniversite öncesi bir Türk öğrencinin karşılaştığı bu sayı, 6.000 sözcüğün altındadır. Yani Suudi Arabistanlı öğrencinin yarısına bile ulaşılabilmiş değildir. Bunun anlamı açıktır: Üniversite öğrencisi bir Türk çocuğu, evreni aynı düzeydeki ABD’li öğrencinin ancak on ikide birine, Suudi Arabistanlı öğrencinin ancak yarısına ulaşabilen sözcüklerle, kavramlarla algılamakta, yorumlamaktadır.

Sen ya sayı saymayı bilmiyorsun ya da hayatında hiç 50'ye, 100'e kadar bile saymamışsın.

Hiçbir ABD'li öğrenci "üniversite öncesi öğretimi" sırasında evreni 72 bin kelime ile algılamaya başlamaz. 

Bu, sahip olduğu sözlükteki kelime sayısıdır. 

Ders kitaplarındaki kelimelerin envanteri çıkarılsa taş çatlasa 5 bin kelime ile karşılaşılır. 

İngilizce sözlükteki kelimelerin hepsi İngiliz milletinin kendi ürettiği kelimeler de değildir. 

Türkiye'deki dil devrimine gelince, bu devrim denilen yıkım Türkçe'yi fakirleştirmiştir. 

Cumhuriyet ilan edileli 100 sene olmuşsa ve sen dil devrimi yapmışsan, ve de dilinin fakirliğinden şikayet ediyorsan, aslında dil devriminden şikayet ediyorsundur.

Sami efendi bunun bile farkında değil.

*

Sami Selçuk'un yazısı bu minvalde naif laflarla devam ediyor. Mesela şöyle diyor:

Açık büyüktür. Bu açığı kapatmak zorundayız. Bunun yolu da bellidir: Yunus Emre’lerden esinlenerek, üretken Türkçemizin köklerine inerek Türk çocuğunu, onun beynini düşünmeye kışkırtan yeni sözcükler, terimler ve kavramlar üreterek beslemektir; ...

Şurası doğru, Türkçe'nin kelime dağarcığı yaşatılmalı, bin yıllık, belki binlerce yıllık kelimelerin kaybolmaması için çaba sarfedilmelidir. 

Ancak Yunus Emre gibi hareket edeceksen, onun kullandığı kelimelerin de önemli bir bölümünün Arapça ve Farsça olduğunu unutmaman gerekir. 

Ayrıca, onun kullandığı Türkçe'yi de tam anlıyor değiliz. Mesela "Söz ola kese savaşı, söz ola bitüre başı" mısraındaki "baş", yara demektir, kafa ya da kelle değildir. Atasözlerimizde de benzer bir durum yaşanıyor, mesela "Su uyur düşman uyumaz" sözündeki su, asker demektir, subaşı kelimesi de oradan geliyor. Yani "Asker uyur, düşman uyumaz".

*

Sami Selçuk'un düşünmeden yazmayı başarabilen sıradışı bir yetenek olduğunu şu ifadeleri de ispatlıyor:

Anadiliyle öğretilmeyen felsefe ve bilim, elbette hukuk da, ruhsuzlaşır, cansızlaşır, özsüzleşir. Geriye kalan iskeletin adı, artık bilim değil, insanı dünyaya yabancılaştıran ve sıradanlaştıran bir tekniktir. Böyle bir ortamda ise hukuk bilimiyle kotarılmış bir “kültürel topluluk” değil, artık sadece bir “doğal topluluk” vardır. O kadar. Oysa Türk hukukçusu, yaşadığı toplumun ve de çağın insanı olmak zorundadır.

Görüldüğü gibi "kültürel topluluk" ve "doğal topluluk" ayrımı yapıyor. 

E peki muhterem kardeşim, İsviçre'den kanun ithali söz konusu olduğunda neden bu millete "doğal" yaratıklar zümresi muamelesi yapıyorsun da onun bir "kültürel topluluk" olduğunu unutuyorsun? Evet neden?

Türk hukukçusu yaşadığı toplumun ve de çağın insanı olmak zorundaysa, neden kanununu İsviçre'den alıyor?

Kime kanun yapıyorsun, İsviçrelilere mi?

Bay Selçuk, parlak cümleler kurabiliyor olmak, düşünüyor olmak anlamına gelmiyor. Bu parlak laflara kırıntı kabilinden de olsa, bir tutamcıktan ibaret de kalsa tutarlılık eklemekte sayısız faydalar vardır. Hem boşuna yorulmamış, mürekkep israf etmemiş, hem de okurlarınızın zamanını heder etmemiş olursunuz.

*

Sami Selçuk'un duran bir saatin günde iki kez doğru zamanı göstermesi türünden doğruları da yok değil.

Ancak, doğruları, hatalarının yanında devede kulak, hatta bir kıl..

Yazısını ilgisiz malumatfuruşlukla uzatması da cabası. Mesela bir kanun maddesindeki "veya" yerine "ve" kullanılmasından kaynaklanan hatayı uzun uzun anlatıyor, onda bile suçu "ve" bağlacını doğru kullanamayan yasa yapıcıya değil neredeyse "ve" bağlacına buluyor. Çünkü "ve" bağlacı Arapça'dan gelme, Türkçe kökenli olsaydı sorun olmayacaktı.

Her neyse..

Selçuk, yazısına şöyle bir vecize ile deam ediyor:

O harf devrimi ki, Atatürk’ün gerçekleştirdiği Medeni Yasa’nın İsviçre’den alınmasıyla birlikte yapılan köklü iki büyük devriminden biridir. Bu yüzden herkesi şaşırtmıştır. Şaşıran devler arasında Jacques Der­rida bile vardır. Bu nedenle harf devrimini “yazılı külliyatın ötesi/aşımı” (translitération) diye adlandırmıştır, ünlü düşünür. 

Evet, Atatürk'ün yaptığı şey, aklı başında herkesi şaşırtmıştır. 

Yazarın Derrida'yı "dev" olarak nitelendirmesine gelince, kendi cüceliğini ve ruhuna işlemiş olan aşağılık duygusunu bundan daha iyi ifade edemezdi. Derrida efendi buna "ötesi/aşımı" değil "çiğnenmesi" deseydi daha yerinde bir laf etmiş olurdu. 

Ancak, Sami efendinin bu lafa olan hayranlığı onun zekâ düzeyini anlamak bakımından gayet aydınlatıcı.. Başka söze hacet yok. 

Yazarın yukarıdaki ifadelerinin devamı, zekâsının derinliklerini (ya da çukurlarını) anlamak bakımından daha da aydınlatıcı:

Evet, Arap harflerinden Latin harflerine geçiş, bir halk için sıradan bir harf çevirisi, aktarımı, değişimi değildir. Bir halkın ürettiği yazılı metinlerin, külliyatın da ötesine geçmedir, bunları aşmadır. Dolayısıyla köklü bir değişimdir. Bu yüzden de kültürel etkisi çok köklüdür. Zira bilindiği üzere, Latince kökenli “trans” ön eki çoğu kez “ötede”, “ötesinde”, “aşma”, “arasında” anlamlarına göre sözcüklere yeni bir anlam katmaktadır.

Aferin, sen yazmasaydın bunun köklü bir değişim olduğunu kimse anlayamayacaktı. 

Sen geldin bizi aydınlattın. 

Allah'tan ki Latince'de "trans" kelimesi var, hafazanallah Latince'de bu kelime olmasaydı biz Atatürk'ün yaptığı işin mahiyetini kavrayamayacak, alık alık bakacaktık. 

Umarım Sami efendi "dev"lere özenen zekâsının bu büyük buluşu için bir madalyayı (ya da Nobel'i akla getiren bir ödülü) hak ettiğini düşünmüyordur.

*

Sami efendiye bak, bu ülkenin "aydın" geçinen zerzevatının seviyesini anla.. Üstelik bu adam en akıllılarından.. En akıllısı Deli Bekir diye başlayan atasözünü hatırlamamak elde değil.

İşin daha gülünç tarafı şu: Sami efendi bu "trans" kelimesi için tam dört satır kaynak gösteriyor. Ve tam dört tane kitap adı veriyor: Le bon usage, grammaire française; Dictionnaire alphabétique / analogique de la langue française; Nouveau dictionnaire éty­mologique et historique; Dictionnaire des synonymes de la langue française.

Derin adam..

Kendi çapında bir dev..

Aşağılık kompleksi, basitlik, yüzeysellik, tutarsızlık, düşüncesizlik ve lüzumsuz gevezelik alanında Himalaya cesametinde bir dev.

Trans kelimesi de az buz birşey değil.. "Sen neymişsin be trans abi!" desek yeri.

Trans trans olalı böyle zulüm görmüş müdür?


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...