TEK CEMAAT, TEK DEVLET, TEK DAVA









Cemaat” konulu yazılarımızda şunu anlatmaya çalıştık: Hadîs-i şerîflerde ayrılınmaması emredilen, terkinin İslam bağını boynundan atma demek olduğu bildirilen cemaat, (başında halife bulunan, ümmeti temsil eden) İslam devletidir.

Cemaatin sözlük (lügat) anlamı ile hadîslerde belirtilen bu (ıstılah/terim olarak düşünülmesi gereken) özel anlamı birbirine karıştırılmamalıdır.

Devlet kavramı için de aynı şey söz konusudur.

Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlük’ünde (sozluk.gov.tr) “devlet” kelimesinin anlamı şöyle verilmiş:

devlet

Arapça devlet

1. isim, hukuk, toplum bilimi Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık; ülke.

2. isim Bu tüzel varlığın yönetim organları:
      "Devlet hizmetinde epeyce ileride sayılanlardan olsa gerek." - Memduh Şevket Esendal

3. isim, mecaz Yüksek makam.

4. isim, mecaz ► mutluluk:
      "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" - Muhibbi

5. isim, mecaz Kişinin bahtı.

Evet, devlet kelimesinin birden fazla anlamı var. (İngilizce state kelimesi de “durum, hal, vaziyet, konum” gibi pekçok anlama sahip; aynı zamanda “devlet”i de ifade ediyor.)

Burada “mecaz” diye verilen anlamlar gerçekte kelimenin hakiki anlamı; mecazla bir ilişkisi yok.

*

Devlet kelimesi (bir “hukuk, toplum bilimi” terimi olarak) bugün bildiğimiz anlamda sonradan kullanılmaya başlamıştır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem döneminde “devlet”i ifade eden kelime “mülk”tü. 

Hz. Ömer’in “el-Adlü esasü’l-mülk: Adalet, devlet egemenliğinin temelidir” sözünde geçtiği gibi. 

(Adalet, günümüzün politikacılarının ve laik düzen dalkavuklarının iddia ettiği gibi “devletin dini” değildir, temelidir. Devlet, o temel üzerinde durur; temel çöktüğünde devlet de çökmeye başlar. Devlet, devlet-çilerin zannının aksine, “gizli servis / istihbarat teşkilatı” hile ve sahtekârlıklarıyla değil, adaletle varlığını sürdürebilir.)

Bir kimse devlet kelimesini kullandığında, ona yukarıda geçen anlamlardan hangisini verdiği, sözlerinin bağlamından, siyak ve sibakından anlaşılır.

Cemaat kelimesi için de aynı durum söz konusudur.. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in “cemaat” kelimesine yüklediği anlam, İslam devletidir.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat tabirinde geçen cemaat de yine (önceki yazılarda delilleriyle gösterdiğimiz gibi) İslam devletidir.

*

Bir önceki yazıda aktardığımız hadîs de “cemaat”in İslam devleti olduğunu ortaya koymaktadır.

Söz konusu hadîs, Prof. Dr. İbrahim Canan’a ait Hadis Külliyatı Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi (İstanbul: Akçağ Y., 2014) adlı eserin “Hilafet ve İmamet” bölümünde şu şekilde aktarılıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) … dedi ki:

"… Ben de size beş şeyi emrediyorum: Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihâd, hicret ve cemaat. Zira, kim cemaatten bir karışçık ayrılırsa boynundaki İslâm bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından biridir!"

Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! O kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse (yine mi cehennemlik)?" diye sordu. Aleyhisselâtu vesselâm:

"Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah'ın kulları! Sizi Müslümanlar, mü'minler diye tesmiye eden [isimlendiren] Allah'ın çağrısı ile çağırın!" buyurdular." [Tirmizî, Emsâl 3, (2867).]

Burada beş şey sayılıyor: Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve cemaat..

Onlar ki, sözü dinlerler de sonra onun en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidâyet verdiği kimselerdir ve işte onlar, (gerçek) akıl sâhiplerinin ta kendileridir.” (Zümer, 39/18)

*

Dinleyip itaat etmenin sonucu, cihad ve (bazen) hicrettir.

Cihadı diğer savaşlardan ayıran nitelik, onun Allah yolunda (fî sebîlillah) yapılması, îlâ-yı kelimetillah’ı (Allah’ın sözünün yüceltilmesini) hedef alması ve Şeriat’in hükümlerine riayet edilerek gerçekleştirilmesidir.

Allah yolunda olmaksızın salt vatan için yapılan bir mücadele (İslam’daki terim anlamıyla) cihad değildir. Herkes vatanını savunur, savunmak ister. Nitekim, vatanları için çarpışan Ukraynalılar cihad ediyor değiller, onlar için mücahid demiyoruz.

Ulus-devlet (kavim, millet ve devlet) hesabına yapılan bir savaş da cihad değildir.. Gazze’ye saldıran, orayı işgal etmek isteyen Yahudiler’i “fetih” için yola çıkmış “mücahitler” olarak görmüyoruz.

Doğal olarak laik (siyasal dinsiz) bir devlet için yapılan savaş da cihad değildir.

(Mesela laik Türkiye’nin ulusal çıkarları için yapılan savaş cihad değildir.. Cihad dersek, din ile devlet işlerini birbirine karıştırmış, Türkiye’nin bir İslam/Şeriat devleti olduğunu kabul etmiş oluruz. Türkiye, resmî ideolojisi Atatürkçülük olan bir devlettir, İslam devleti değildir, Atatürkçülüğün temel ilkesi de laiklik yani siyasal dinsizliktir.)

*

Söz konusu hadiste cihad ve hicret ile birlikte anılan cemaat, İslam devletinden başka birşey değildir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, söz konusu beş hususu sayarken “Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve devlet” demiyor, devlet yerine “cemaat” kelimesini kullanıyor, çünkü o dönemde Araplar devlet kelimesini bugünkü terim anlamında kullanmıyorlardı. Türk Dil Kurumu şürekâsının “mecaz” diye nitelediği anlamda kullanılıyordu.

Bununla birlikte Araplar’ın “devlet” kurumunu ifade için kullandıkları bir kelime vardı: Mülk..

Fakat hadiste “Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve mülk” de denilmiyor.

Çünkü mülk, başında melik (padişah, hakan, kayzer, sezar, kisra, sultan, kral, şah, han, cumhurbaşkanı, başkan, president) bulunan, bir şahsın, imtiyazlı bir zümrenin ya da halk çoğunluğunun heva ve heveslerinin kanun adı altında dayatılabildiği, onların imtiyaz ve çıkarlarının yasal koruma ve dokunulmazlık zırhına büründürüldüğü despotik bir yönetimi ifade ediyor.

İslam ise, herhangi bir şahsa (peygamber bile olsa) başka insanlar hakkında heva ve hevesine göre kural koyma hakkı tanımıyor.

*

Hadîste geçen cemaat İslam devleti (İslam’ın devleti) demek olduğu için, söz konusu cemaatten ayrılma İslam dışılığa, “cahiliye davası”na karşılık geliyor.

Dava, davet kelimesiyle aynı kökten türemiştir. Hadîste geçen “Allah’ın çağrısı” da “Allah’ın davası/daveti”dir.

Prof. Mustafa Fayda, TDV İslâm Ansiklopedisi’nde yer alan “Câhiliye” maddesinde “cahiliye davası” kavramını şu şekilde açıklıyor:

“Câhiliye davası” Câhiliye çağrısı demektir ki bir kimsenin kabile mensuplarından yardım istemek için onlara, “Ey filân oğulları, yetişiniz!” diye bağırmasıdır. Bu çığlığı işiten kabile halkı toplanarak çağrıyı yapan kimseye, haklı veya haksız, zalim veya mazlum olsun yardım ederdi. İslâmiyet kabile taassubuna dayanan bu şekildeki yardımı ve kan davasını kaldırmış, ihtilâfları adalet ve hukuk kuralları çerçevesinde halletme yolunu tutmuş, suçun ferdîliği esasını kabul etmiş, bundan dolayı Câhiliye davasını sürdürmeyi ve bu şekildeki davete icabet etmeyi de büyük günah saymıştır. Resûlullah, “Câhiliye davasıyla hak iddia eden kimse bizden değildir” demiştir (Buhârî, “Cenâʾiz”, 39). Ensar ile muhacirler arasında meydana gelen benzer bir tartışma üzerine de Hz. Peygamber şöyle söylemiştir: “Şu Câhiliye çığlığını bırakınız! O ne kötü şeydir!” (Buhârî, “Menâḳıb”, 8).

İslâmiyet tevhid inancını getirerek putperestliğe karşı kesin tavır almış, bu inanışın eseri olan ve insan şerefine yakışmayan bütün kötü âdetleri ortadan kaldırmış, putlara tapmayı yasaklamıştır. Hukukî ve ahlâkî cephesiyle de Câhiliye ruhu ile sonuna kadar mücadele etmiş, sefih, gayr-i ahlâkî ve zalimane davranışlara son vermiş, Câhiliye zihniyetinin bütün tezahürlerini ortadan kaldırarak yerine hilimden kaynaklanan davranışların hâkim olduğu yeni bir hayat düzeni kurmuştur. …

… Câhiliye, bir çağın adı olması yanında belli bir ahlâk ve zihniyet tarzının ifadesi olup her çağda varlığını hissettirebilir. Orijinal mânada Câhiliye’nin “İslâm’dan önceki dönem” diye tercüme edilemeyeceğini, zira onun daha çok bugünü gösterdiğini belirten Izutsu, bu terimin pozitif olarak İslâmî olana aykırılık ifade ettiğini; Hz. Peygamber ve ashabının da Câhiliye’yi artık geçmişte kalan bir devir addetmediklerini; yeni İslâmî akım tarafından uzaklaştırılmış, ancak müminlerin kafalarında bile gizliden gizliye varlığını sürdürebilen, hortlamaya hazır dinamik bir şey olarak anladıklarını; Hz. Peygamber’e göre de bu durumun yeni dine (İslam’a) yönelik bir tehlike olduğunu belirtir. Câhiliyenin müşrik Araplar’la birlikte ortadan kalkmadığını gösteren hadislerin birinde Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Ümmetimin içinde Câhiliye döneminden kalma, tamamen terk edemeyecekleri dört âdet vardır: Asâletleriyle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yıldızları vesile edinerek yağmur beklemek, ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak” (Müslim, “Cenâʾiz”, 29).

…  Buna göre insanların nefsânî ve keyfî arzularına köle oldukları, ilâhî kitaba tâbi olmayı reddettikleri, zulüm, sömürü ve ırkçılık gibi yaygın kötülüklerle beslenip ayakta duran sistem ve rejimlerin hâkim olduğu her zaman ve mekânda câhiliye varlığını sürdürmektedir.

*

Bu açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi cahiliye davası, bugünün ulus-devletçiliğine karşılık gelmektedir.

Demek ki “Ey filan oğulları, ey Türk oğlu, ey Kürt oğlu” vs. diye bağırmak, cahiliye çığlığı atmaktır.

İslamcılık (Mehmed Şevket Eygi gibi “özel harbîajanların iddiasının aksine) sapıklık değildir, İslam davasını sahiplenmedir, fakat (aynı ajan müzikalini değişik çalgılar ve farklı bestelerle sahneleyen) şiirsiz şairimsi İsmet Özel gibi şarlatanların “Kâfirle çatışmayı göze alan müslümana Türk denir” şeklindeki abrakadabracı illüzyonist hokuspokusları, cahiliye davasının (aslan postu giymiş eşek gibi) kamuflaj elbisesi giydirilerek araziye uydurulmuş yeni sürümüdür. 

*

Prof. Dr. İbrahim Canan’ın Hadis Külliyatı Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi’nde yer alan şu hadîs de, cemaatin İslam devleti demek olduğunu ortaya koymaktadır:

Arface İbnu Şureyh (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken, bir başkası gelip, kuvvetinizi kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürün." [Müslim, İmaret 60, (1852).]

Burada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cemaat kavramı ile, günümüzde Türkiye’de cemaat diye adlandırılan fırkalara (parti, tarikat, vakıf, dernek, grup, kulüp vs.) sesleniyor değil.

Bütün bir ümmete sesleniyor.. Yani İslam (ümmet) devleti mensuplarına..

Mesela Akpartililere şöyle sesleniyor olduğu düşünülemez: “Siz Recep Tayyip Erdoğan’ın etrafında birlik halinde iken ortaya çıkıp sizin kuvvetinizi kırmaya, cemaatinizi bölmeye çalışan Ahmet Davutoğlu gibileri öldürün!”

Ya da şöyle bir şey anlaşılamaz: “Ey İsmailağa Cemaati, siz ümmetimden Hasan’ın etrafında birlik olmuşken ortaya çıkıp sizin kuvvetinizi kırmaya, cemaatinizi bölmeye çalışan, bu da yetmiyormuş gibi, beni ‘Arap oğlu’ diye aşağılamış olduğu Kâzım Karabekir’in şahitliğiyle sabit olan, seçtiği soyadı ile kendisini Türk oğlu bile değil Türkler’in atası ilan edip cahiliye davası güden Ali Rıza oğlu Mustafa’ya övgüler düzen Cübbeli Ahmet’i öldürün!”

Evet, bu hadîste kast edilen cemaat, İslam devletidir.. Öldürmek devlet için olur, toplumdaki şu veya bu fırka (klik, topluluk, grup) için değil.. (Mesela Türkiye Cumhuriyeti “devlet” olması hasebiyle kendisinde PKK’lıları bombalayıp öldürme hakkını buluyor.)

Evet, hadiste geçen cemaat İslam devletidir, yoksa, şu veya bu tarikatin cemaati değildir.

*

Bu hadîsi aktaran Prof. Canan “Açıklama” başlığı altında şunları söylüyor:

İslâm, vahdaniyet dinidir. Bu, sadece Allah, Peygamber ve şeriatın birliğini ifade etmez. Devletin ve itaat edilecek halifenin de bir olmasını gerektir. İslâm ümmeti tek bir cemaattir, devletinin de bir olması gerekir. Bunu te'yîd eden hadisler çoktur. Meselâ bir başka hadisde: "Kim bir imama biat ederek antlaşma musâfahasını yaparsa, gücü yettiğince ona itaat etsin. Bir ikincisi çıkıp da evvelkisi ile nizâya kalkışacak olursa onun boynunu vurun" buyurulmuştur. Keza bir başka hadis: "Birinci biatınızda sâdık kalın, gereğini îfa edin... Birincilere olan borcunuzu ödeyin. Kim olursa olsun ikinciyi öldürün" diye emreder.

İslâm âlimleri, bu mevzu üzerinde gelen nassların sarahatini nazar-ı dikkate alarak, aynı asırda imamın [devlet başkanının] birden fazla olamayacağı husûsunda icma ederler [fikir birliği içindedirler]. İslâm beldesinin dar veya geniş olması bu hükme te'sir etmez.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...