ESKİ BİR YAHUDİ HASTALIĞI: TARİHSELCİLİK VE GÜNCELLEMECİLİK

 



Büyük alim Eşref Ali et-Tehanevî (Tanevî) (1863-1943), el-İntibâhâtü'l-Müfîde ani'l-İştibâhâti'l-Cedîde adıyla yayınlanmış bir konferansında bu tarihselcilik-güncellemecilik safsatasını büyük bir vukufla ele almış durumda.

Tercümesi Guraba Mecmuası tarafından yayınlanan bu konferansında şöyle diyor:

Bu mevzûda birtakım kimseler hatâya düşmüşler ve hükümlere maksad ve hedef olarak i’tikâd etmemişler, aksine kendi görüşlerine göre her bir hükmü belli bir hikmete [makasıd-ı şerîa bağlamında maksada] bağlamışlar ve bu hikmetleri temel hedef olarak kabûl etmişler, o iddiâ edilen hikmetleri [zanlarınca] başka yollarla [hükümlerdeki güncellemelerle] elde etmek sûretiyle şu hükümlere [Şeriat hükümlerine] kendilerini muhtâc saymamışlar ve hükümleri kökünden iptal etmişlerdir. 

Mesela, Hırsızın elinin kesilmesinden maksat nedir, hırsızlığın önlenmesidir, o halde biz, bu çağa uygun bir ceza ile hırsızlığı önleyebiliriz. Önemli olan cezanın hikmetidir, ondan gözetilen maksattır” demişlerdir.

Böylesi bir hikmet anlayışı, hikmetsizliğin ta kendisidir.

Bu mesela, bir subayın, komutanının verdiği emri, “Bu emirden maksat nedir, şudur, o zaman o gayeyi gerçekleştirecek başka birşey yapabilirim. Zaten ben bizim bu angut komutandan daha zekiyim, ben ondan daha iyi bir çare bulurum” diyerek yapmamasına, değiştirmesine benzer.

Böyle biri barış zamanında disiplinsizlikten yargılanır ve ağır cezaya çarptırılır. Savaş zamanında ise Divan-ı Harp’te yargılanıp idam edilebilir.

*

Ya da bu, mesela bir lise tarih öğretmeninin şöyle demesine benzer: “Bu dersten maksat ne, öğrencilerin tarih öğrenmesi.. Ben tarihi de, tarihçiliği de, Milli Eğitim Bakanlığı’nın okutulması emrini verdiği kitabın yazarlarından daha iyi biliyorum. O yüzden bu kitabı okutmayacağım, müfredatı da değiştireceğim, kendim eşsiz bilgimi konuşturarak farklı şeyler anlatacağım.”

Bunu yapan bir öğretmen, meslekten ihraç edilir, atılır.

Hemen her meslekte durum budur.

*

Bu hikmet ve maksat takıntısı, tarikatlarda da sapmalara ve arızalara yol açmıştır.

Mesela, Allahu Teala’yı anmak, O’nu zikretmek, O’na ibadet etmek, “maksad” ve “hikmet”in bizzat kendisiyken, o ibadet ve zikirlerle ulaşılacak birtakım manevî makam vs. hedeflerinden söz edilmesi birçok kişinin “ihlas”ı kaybetmesine ve sapıtmasına yol açmıştır.

Allahu Teala’ya ibadet ederek, O’nu zikrederek ulaşılacak (Allah'a itaat eden, şükreden bir kul olmaktan daha değerli kabul edilebilecek) bir makam yoktur, Allah’ı (ihlasla, insanlara gösterme derdi olmadan) anmak ve O’na ibadet etmek, zaten makamların en yücesidir.

Allah’a ibadet eden, O’nu zikreden, emir ve yasaklarına uyan bir kul olmuşsan, mesele bitmiştir. Bundan daha büyük bir makam da yoktur, bunun ötesinde bir maksat ve hikmet de yoktur.

Aslî, temel maksad ve hikmet, Allah’a ibadet etmekten ibarettir, Allahu Teala insanları bunun için yaratmıştır. Cennet arzusu ve Cehennem korkusu, dünya ve ahirette Allahu Teala'nın lütfuna mazhar olmak gibi şeyler, bu maksadın gerçekleşmesinde bir vasıtadır, teşvik edici araçtır. 

Ve Allah’a itaat, O’nun emir ve yasaklarına uymaktan ibarettir.

“Maksat ve hikmet Allah’ın rızası, iyi bir kul olma, o halde ben bunu dini güncelleme suretiyle icat ettiğim yeni yollarla da gerçekleştirebilirim” dediğin anda artık senin tarikatın, Şeytan tarikatı haline gelmiş demektir.

*

Dinde tarihsellik safsatasının ardına saklanarak güncelleme yapmanın küfrün ta kendisi olduğuna şu ayet-i kerîme delildir:

"İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde, seni nasıl hakem yapıyorlar? Sonra da bunun ardından yüz çeviriyorlar? Onlar iman etmiş kimseler değillerdir.” (Maide, 5/43)

Bu ayet-i kerime, en kara Ankara Ekolü mensupları gibi modernist soytarıların hayranlık duyduğu tarihselci yaklaşımın asıl mucitlerinin Yahudiler olduğunu gösteriyor.

Adamlar Tevrat’ı resmen tarihselci bir bakış açısıyla yorumlamışlar. Tek kusurları bunun felsefesini yapmamış ve kavram geliştirmemiş olmaları.

Yaptıkları şeyin adını koymamışlar. Bunu lüzumsuz görmüşler.

Adamlar hâl ehliymiş, kâl (laf) ehli değil.

Edebiyat yapmak yerine yaşıyorlarmış.

Hani derler ya, “Vaaz etme, nutuk çekme, hayatınla örnek ol!”, bunlar da tarihselcilik konusunda gevezelik etmek, teoriyle vakit öldürmek yerine işin pratiğiyle meşgul olmuşlar.

Böylece, “güncelleme” yapması için Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e gitmişler.

Adamlar zamanımızın “bağnaz ve yobaz” müslüman âlimleri gibi “aciz” değillermiş, 2 bin sene öncesinin hükümlerinin aynen uygulanamayacağını, güncelleme yapmak gerektiğini anlamışlar. (Meseleye Recep Tayyip Erdoğan gibi bakarsanız durum bu.)

Sonuçta bir şehirde, Medine’de yaşıyorlar; tıpkı günümüzün sonradan görme Erdoğancıları gibi şehirliler, medeniyet görmüşler.. Köylü ya da bedevî değiller.

*

Ancak, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, o “şehirli yahudiliğe” karşı “eski köylü yahudiliğin” yanında durmuş.

Tevrat’taki hükümleri güncelleyemezsiniz demiş.

Kendisine hüküm vermesi için başvurdukları mesele, bir zina davası..

Tevrat’a göre, zanilerin recmedilmesi, taşlanarak öldürülmesi gerekiyor.

Yahudiler de, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den bu konuda kendileri için bir güncelleme yapmasını istiyorlar.

Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hoca, Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde bu ayet için şu açıklamayı yapıyor:

Ebu Hureyre, Berâ b. Âzib, İbnü Abbas ve daha birçoklarından gelen rivayetlerin özetine göre Tevrat'ta İsrailoğulları'ndan zina edenlere recm (taşlanmak suretiyle öldürülme) emredilmişti ve bunu tatbik ediyorlardı. Nihayet bir gün büyüklerinden birisi zina etmiş, recm için toplanmışlar, fakat ileri gelen seçkinler ve memleketin saygın kişileri kalkmışlar, [adam Türkiye’nin Deniz Baykal’ı ya da kasetli MHP’lileri gibi büyük olduğundan emrin uygulanmasını] yasaklamışlar. Sonra zayıflardan birisi zina etmiş, bunu recm etmek için toplanmışlar. Bu defa da düşkünler gürûhu kalkmış, "[Büyük olan] Arkadaşınızı recm etmedikçe bunu da etmeyin, [edecekseniz] ikisini de recm edin" demişler.

Bunun üzerine, " Mesele zorlaştı, geliniz bir çaresine bakalım [güncelleme yapalım]" demişler. Recmi bırakıp tahmime [ziftleyip, dövüp, yüzüne kara çalıp, ters olarak eşeğe bindirip gezdirme] karar vermişler ki, yünden örülmüş, zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı vururlar, yüzünü karalarlar, ters yüzüne bir eşeğe bindirip dolaştırır teşhir ederlermiş. [Red Kit gibi çizgi romanlarda buna rastlanır.] Peygamberimiz Medine'ye şeref verinceye kadar böyle yapıyorlarmış.

Berâ b. Âzib (r.a.) den rivayet edildiği üzere bir gün Resulullah Medine'de böyle bir yahudinin dolaştırıldığına bizzat rastlamış, âlimlerinden birini çağırmış, "Sizde zina eden kimsenin cezası böyle midir?" diye sormuş, "Evet" demiş. "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için söyle, kitabınızda zina edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?" deyince, "Böyle yemin vermeseydin söylemezdim, doğrusu recimdir" demiş ....

Sonra yahudi ileri gelenlerinden Yüsre adında bir kadın Hayber ileri gelenlerinden bir yahudi ile zina yapmış, tutmuşlar, Kureyza oğullarından bir takımlarını Resulullah'a göndermişler, "Sorunuz bakalım zina hakkında ona indirilen hüküm nedir? Korkarız ki bizi rüsvay eder, şayet celd (değnekle vurma cezası) derse tutunuz, recim (taşlamayla öldürme cezası) derse sakınınız" demişler.

Gelmişler, sormuşlar. Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayetine göre: "Şu adam ihsanından (namuslu yaşamasından) [muhsanlığından] sonra namuslu bir kadın [Burada sadeleştirmede hata olduğu anlaşılıyor, zina yaptığına göre namuslu değildir, “muhsan” demek gerekiyordu] ile zina etti, seni hakem yapıyoruz, hüküm ver" demişler.

Bunun üzerine Peygamberimiz kalkmış yahudilerin dershanelerine gitmiş, "Ey yahudi toplumu, bana en bilgininizi çıkarınız" buyurmuş, onlar da Abdullah b. Sûriya'yı ... göstermişlerdir ki, henüz genç ve yaşça diğerlerinden küçük ve tek gözlü imiş, Resulullah bununla tenha kalmış ve meseleyi açmış, "Ey İbnü Sûriya Allah'a ve Allah'ın İsrailoğulları'na olan nimetlerine ant vererek söylüyorum. Namuslu hayatından sonra zina eden kimse hakkında Allah'ın Tevrat'ta recm ile hükmettiğini bilmiyor musun?" buyurmuş, o da: "Allah için evet, ey Kasım'ın babası (Muhammed)! ..." demiş.

Resulullah da oradan çıkmış, gelip hükmünü vermiş, zina eden erkek ve zina eden kadının ikisinin de recmini emretmiş. …

O gün için Tevrat nazil olalı 2 bin sene olmuş bulunuyordu, bin 400 bile değil.

Ve Allahu Teala, tarihselci bir bakış açısıyla güncelleme için Peygamber Efendimiz s.a.s.’e giden Yahudiler için İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde, seni nasıl hakem yapıyorlar?” buyurdu.

Günümüzün Fazlur Rahman gibi yahudileşmiş ilahiyatçıları ise, “Gel vatandaş gel, Allah’ın Kur’an’daki hükümlerini bırak, benim güncellememe gel, ne o öyle el kesme kol kesme!” diyorlar.  

En kara Ankara Ekolü’nün güncel yahudi taklitçileri de aynı makamdan türkü söylüyorlar.

Evet, Peygamber Efendimiz s.a.s.,o güncelleme meraklısı tarihselci Yahudilere Tevrat’taki hükmü hatırlatmıştır.

Ve Allahu Teala, Tevrat’taki hükümden yüz çevirmelerinin, güncelleme yapmaya kalkışmalarının imansızlık (küfür) olduğunu bildirmiş bulunuyor.

Kur’an’daki açık hükümleri güncellemeye kalkışanların durumu da budur. Onlar, müslüman olduklarını söyleseler bile mümin değillerdir. İnanmamışlardır.

Tıpkı, Tevrat’ın hükmünden yüz çeviren, onun güncellenmesini isteyenlerin “Musa’ya tabi yahudileriz” demelerinin yalan olması gibi.

*

Hikmet ve makasıd meselesine dönelim.

Makasıd-ı şerîa(t) (Şeriat'in gerçekleştirmek istediği gayeler) beştir: Din, can, mal, nesil ve aklın korunması.

Fakat, Allahu Teala’nın emir ve yasaklarının hikmet ve maksadları bunların korunması ile sınırlandırılamaz.

Mesela şu ayet:

“Yahudilere bütün tırnaklı (hayvan)ları haram kıldık. Sığır ve davarın iç yağlarını da onlara haram kıldık; ancak sırtlarının veya bağırsaklar(ın)ın taşıdığı ya da kemiğe karışan (yağ)lar müstesnâ. Azgınlıkları sebebiyle onları böyle cezâlandırdık. Ve muhakkak ki biz, elbette (özü sözü) doğrularız.” (En’âm, 6/146)

Allahu Teala’nın bir hükmünün tek hikmeti veya maksadı, cezalandırma da olabilir.

Ve, o cezayı, O’ndan başkası kaldıramaz, iptal edemez. Güncelleyemez.

*

Allahu Teala’nın bir hükmü ya da emri salt imtihan için de olabilir.

Mesela İbrahim a. s.’ın, oğlunu kurban etmekle imtihan olunması gibi.

Yahudilere yönelik cumartesi yasağının (başka hikmetleri bulunsa da) bir imtihan boyutunun bulunduğu açıktır:

 “Rasûlüm! O yahudilere deniz kenarında bulunan şehir halkının başına gelenleri sor: Onlar Cumartesi günü Allah’ın koyduğu balık avlama yasağını alenen çiğniyorlardı. Çünkü balıklar onlara Cumartesi günü sürüler hâlinde su yüzünde görülerek geliyorlardı. Cumartesi dışındaki günlerde ise gelmiyorlardı. Kendileri için konan hükümleri açıktan çiğneyip durmaları sebebiyle onları böyle imtihan ediyorduk.” (A’raf, 7/163)

Yahudilerin tarihselciliği ve güncelleme merakı kendisini cumartesi yasağı konusunda da göstermişti.

Yasağı çiğnediler ve ceza geldi:

“Andolsun, sizden cumartesi (günü) yasağı çiğneyenleri elbette biliyorsunuz. İşte Biz, onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun"-‘ dedik.

“Biz bunu, hem çağdaşlarına hem de sonradan gelenlere ibret veren bir ceza, müttakiler için de bir öğüt kıldık.” (Bakara, 2/65-6)

İbret veren bir cezadan bahsedilmesi, bu maymun oluş hadisesinin ahlakî ve manevî değil, fiziksel olduğunu gösteriyor.

Çünkü, manevî bir maymunlaşmayı ibret verici bir ceza olarak gören pek fazla kimse çıkmaz, bundan öğüt alan da pek bulunmaz. Ceza değil ödül gibi görürler.

Nitekim bugün ülkemizde maymun gibi yaşayan, yiyip içip çiftleşen, plajlarda keyif çatan, barlarda meyhanelerde demlenen insanlar için “Ne ibret verici bir ceza! Vah vah, bunların haline bakıp da öğüt alın!” diyen yok.

Tam aksine, pekçokları bu maymunluklara gıpta ediyor, imreniyor, böyle yaşayanları Allah’ın lütuflarına mazhar olmuş şanslı ve bahtlı insanlar olarak görüyorlar.

Hatta "çağdaş hayat tarzı" diyerek yüceltiyorlar.

Mesela, Temel Karamollaoğlu'nun "kanka"sı Kemal Kılıçdaroğlu "İktidar olunca alkollü içeceklerden daha az vergi alınmasını sağlayacağız, içki ucuz olsun, vatandaşlarımız istedikleri gibi ayyaş hayat tarzının gereklerini yerine getirebilsinler" anlamına gelen bir açıklama yaptı. 

Ve onu ayıplayan, yaptığı açıklamayı yadırgayan bir kişi bile çıkmadı.

Buna Temel, Babacan ve Davutoğlu efendiler ile Meral hanımefendi de dahil.

*

Evet, günümüzün tarihselci güncellemecileri maymunlaşan Yahudilerin izinden gidiyorlar.

Benimsedikleri tarihselcilik zihniyeti ve kendilerini kaptırdıkları güncelleme tutkusu, fiziken değilse de ahlâken ve manen maymunlaşma yolunda olduklarını gösteriyor.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...