Elhamdulillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ Rasûlinâ ve alâ âlihî ve sahbihî ...
MUSTAFA KEMAL VATAN KURTARMAYI BİLÜR DEDİLER, MUSTAFA KEMAL VAR MUSTAFA KEMAL'DEN İÇERÜ
UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI - 3
Selanikli Mustafa Atatürk'ün Anadolu’da tutunmasının nedeni, Kâzım Karabekir Paşa’nın ona verdiği
destekti.
Fakat Selanikli,
sonradan Karabekir’e teşekkür kabilinden büyük “kazık attı”.
İzmir suikasti girişimi
bahanesiyle onu idam talebiyle yargılattı. Ecel terleri
döktürdü. Sonra da daima polis takip ve tarassutu altında
bulundurdu.
Uğur Mumcu, Karabekir’in
Selanikli’ye olan (hesaba kitaba gelmez azametteki) iyiliğini şöyle anlatır (Kazım
Karabekir Anlatıyor, 17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 37-8):
“Paşam,
siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra bu vazifeme
devam imkônım kalmadı. Müsaadenizle Kolordu Komutanı Kôzım Karabekir
Paşa'dan askeri bir vazife isteyeceğim. Evrakı kime
teslim etmemi emrediyorsunuz?”
“Ya
öyle mi efendim? Peki efendim. Evrakı Hüsrev Bey’e devir edin efendim.”
Bu
konuşma, Erzurum'da bugün «Atatürk Evi» olarak bilinen
evde 10 Temmuz 1919 günü Mustafa Kemal Paşa ile Miralay Kôzım
Bey arasında geçiyordu.
Mustafa
Kemal Paşa ile Samsun'a çıkan 3. Ordu Kurmoy
Başkanı Miralay Kôzım Bey (Dirik) Erzurum'da askerlikten çekilen
Mustafa Kemal Paşa'ya artık kendisi ile çalışamayacağını bildirmekteydi.
Kâzım
Bey, selam verip odadan çıkar. Mustafa Kemal üzgündür, Rauf Bey'e
(Orbay) dönerek «Rauf gördün, ben haklı değil mi idim? Devlet makam ve
mesnedini [makamın önemini] gördün mü? Dün benimle en yüksek gayret ve
şüphe götürmeyecek kadar samimiyetle çalışan bu adamın hareketi beni
teyid etmedi mi?» der.
Yaveri
Cevat Abbas. telaşla odaya girer ve Kolordu Komutanı Kôzım
Karabekir'in geldiğini haber verir.
Harbiye
Nazırı [Milli Savunma Bakanı] Şevket Turgut Paşa’nın, Mustafa Kemal
ile Rauf Bey'in tutuklanmalarını isteyen emri Karabekir'e
ulaşmıştır. Mustafa Kemal, bu yüzden tedirgindir. Rauf
Bey'e “Dediklerim doğru değil miymiş” dercesine bakar ve yaveri Cevat
Abbas'a “Buyursunlar” der.
Mustafa
Kemal, tutuklanmayı beklemektedir.
Karabekir,
odaya girerek Mustafa Kemal Paşa'yı saygıyla selamlar ve şunları söyler:
«Kumandamda
bulunan zabitan (subaylar) ve efradın (erlerin) hürmet
ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi
bundan böyle de muhterem kumandanımsınız. Kolordu komutanına
mahsus araba ile maiyetinize bir takım süvari getirdim. Hepimiz
emrinizdeyiz».
Mustafa
Kemal, Karabekir'in üstüne atlayarak bu eski arkadaşının boynuna
sarılır ve birkaç kez öper.
Yazgı değişmiştir.
Aslında
yazgı değişmedi..
Öyle
yazılmış olduğu için öyle oldu.. Bu milletin Selanikli ile
olan imtihanı başladı..
Selanikli'yi de yaratan
Allahu Teala'yı mı seçeceklerdi yoksa Selanikli'yi mi?
Zorlu imtihan
başlamıştı.
Selanikli, Karabekir’i
daha sonra da defalarca öpecektir.
En
esaslı öpücüğü İzmir suikast girişimi bahanesiyle
verecektir.
Bu öpücükler, öldüğü
1938 yılına kadar kesintisiz biçimde devam edecektir.
*
Osmanlı Hükümeti’nin
buna tepkisi, Karabekir’i de görevden alma şeklinde olmadı.
Bir süre sonra onu ikna
için Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Anadolu’ya geldi.
Falih
Rıfkı Atay, Çankaya adlı meşhur kitabında şunları
yazıyor:
… Fevzi Çakmak vatanını seven ve onun uğruna her zaman
ölecek bir Osmanlı askeri idi. Mustafa Kemal'in ordu müfeƫtişliği ile Anadolu'ya gitmesi
tertiplerini hazırlayanlardan biri idi. (…)
Fakat Fevzi Çakmak, kafa ve vicdan kuruluşu bakımından
muhafazakârdır. Padişaha ve halifeye bağlıdır. Mustafa Kemal'in Anadolu
hizmetlerini de bu disiplin çerçevesi içinde görür. O gün, ki Mustafa Kemal
askerlikten ayrılarak bir ''ferd-i millet'' olmuştur. Padişah ve
halifeye karşı isyan bayrağı açmıştır, Fevzi Çakmak hiç şüphesiz
ikiden biri arasında onu seçmez. (…)
Fevzi Çakmak bir aralık padişahtan Heyet-i Nasıha vazifesini,
Anadolu'yu İstanbul'a itaat ettirmek ve Mustafa Kemal isyanından ayırmak işini
üstüne almıştır. Bunda yabancı devlet menfaatlerini düşündüğü pek uzaktan bile
hatıra gelemez. Ona göre devlet ve vatan, padişah ve halifesi ile bir
bütündür. O bu bütünün parçalanmasında bir ölüm kaderi görür.
Şimdi rahmetli Kâzım Karabekir'in bir
hatırasını dinleyiniz: Kâzım Karabekir bu hatırayı 1946'da İstanbul
Milletvekili seçildiği zaman Vali Lütfi Kırdar ve yanındakilere anlatmıştır.
Fevzi Paşa dindar tanınmış, iyi konuşur, halk için pek cazibeli bir şahsiyet
idi. Sivas'a kadar bir hayli tesir yaparak gelmişti. O vakitler şahsî
itibarından başka hiçbir kuvveti olmayan Mustafa Kemal bu
yolculuktan kuşkulandı. Fevzi Çakmak'ı daha fazla dolaştırmıyarak İstanbul'a
geri göndermesini Kâzım Karabekir Paşa'dan rica eti. Kâzım Karabekir Fevzi
Çakmak'a yolculuğunun faydasızlığını söyliyerek birlikte doğuya doğru yola
çıkmışlar. Yolda Fevzi Çakmak Karabekir'e:
- Sen vatansever bir askersin. Eğer Mustafa Kemal itaat
etmezse onu padişah ve halifenin hükûmetine teslim etmez misin? demiş.
Kâzım Karabekir, aynı olayı Ali Fuad Cebesoy'a
şöyle anlatmıştır:
- Fevzi Paşa bana, Mustafa Kemal ve Ali Fuad paşalar ''muhteris''
ve menfaat düşkünüdürler, dayandıkları sensin, şunu bil ki
eğer Mustafa Kemal başa geçerse ilk işi seni ortadan kaldırmaktır,
hatta en güvendiğin İsmet Bey (İnönü) ve Samsunlu Şefik Bey de
bu fikirdedirler, Mustafa Kemal ve Ali Fuad paşaları yakalayıp
İstanbul'a götüreceğim, sen mâni olma! demişti.
Fevzi Çakmak işgal tarihine kadar İstanbul'da kaldı.
İngilizler devlet merkezine de el koyarak, vatanseverler arasında kendisini de
tutacaklarını [tutuklayacaklarını ve muhtemelen Malta’ya süreceklerini]
öğrenince Anadolu'ya sığınmaktan başka çare görmedi.
*
Bu
noktada “İkinci Adam” İsmet İnönü’nün Cumhuriyet’in ilanının 50’nci
yıldönümü münasebetiyle Milliyet gazetesine verdiği
demecindeki “tarihî” itirafını hatırlamak gerekiyor:
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
İşte İngilizler’in Selanikli’ye verdiği “örtülü” desteğin
bir ayağını, İstanbul’daki devlet teşkilatını (Meclis-i Mebusan’ı, İçişleri ve
Savunma Bakanlıklarını ve Genelkurmay Başkanlığı’nı) yok etmeleri ve çalışamaz
hale getirmeleri, böylece Fevzi Çakmak gibi isimlerin Selanikli’nin emri altına
girmesinin zeminini hazırlamaları oluşturuyor.
Sadece bu da değil.. Anadolu’daki mülkî amirler (valiler,
kaymakamlar) ve askerî yetkililer için yeni kurulan TBMM başvurulacak tek mercî
haline getirilmiş durumdaydı.
*
Emperyalizmin klasik taktiğinin “Böl ve yönet”
(Divide et impera) olduğunu bilmek için Uluslararası İlişkiler
öğrenimi görmek gerekmiyor.
Nasıl doğa yasaları denilen düzenliliklerde bir değişiklik
yaşanmıyorsa, suyun kaldırma kuvveti gemiler için daima emre amadeyse, bu
türden klasik yönetim taktikleri de her devirde geçerliliğini korur.
Eski oluşları ilkel ya da acemice olmaları anlamına
gelmiyor, her devrin vazgeçilmezi olmalarından kaynaklanıyor.
İngilizler Arap Yarımadası’nı Suudi Arabistan, Katar,
Bahreyn, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen
ve Umman diye bölmüşken, nerde bir kabile reisi varsa ona devlet başkanlığı
bağışlamışken, neden Türkler arasındaki İstanbul-Ankara ikiliğini ortadan
kaldırarak Ankara’yı tek güç merkezi haline getirdiler?
Cevap basit: İngilizler Mütareke döneminde Selanikli
ile gizli anlaşma yapmış durumdaydılar.
Selanikli’ye verdikleri sözlerde durdular.
Selanikli de daha sonra onlara verdiği sözleri tuttu
ve İngiliz ilke ve inkılaplarını Atatürk ilke ve inkılapları adıyla
Türk varlığına armağan etti.
*
Alfred Rawlinson diye bir İngiliz yarbayı var.
Bu adam, 1922-1923 Lozan görüşmelerinde İngiliz
heyetine başkanlık eden Lord Curzon’un yeğeni.
Bu şahıs İstanbul’dan Erzurum’a gelip Karabekir’le
görüşmüş bulunuyor.
Uğur Mumcu, Karabekir’in şu sözlerini aktarıyor (s. 41-42):
… ertesi günü İngiliz
kaymakamı Rawlinson İstanbul’dan Erzurum'a geldi. Ve beni
hemen makamımda ziyaret etti (27.11.1919). Tam bir saat görüştük.
Anlattıklarının
hülasası şunlardır, Lord Curzon diyor ki:
“a) Şimdiye kadar sulh (barış) yapmadığımızın
sebebi Türkiye'de şimdiye kadar kuvvetli bir hükümet görmediğimizdendir. Hakiki İngiliz dostu olacak
simalarla anlaşmak istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa sulh konferansında bulunsun veyahut
sulh mukarreratına (kararlarına) mutabık kalsın.
b) Endişemiz
Türkiye'nin yine bir gün İngiltere'nin düşmanları tarafına
geçivermesidir. Padişah hükümeti bunu yapabilir. Artık krallık
ve imparatorluk modası geçmiştir. Birçok debdebe ve masraf
yerine millet kendi işini kendi gören cumhuriyete taraftardır. Bizim de padişahı hükümet ve siyasete
karıştırmayıp halife olarak istediği yerde oturmasına
taraftar olmaklığımız.
c) Gerçi İstanbul bir
Türk şehri olarak kabul
olunmuştur. Ancak Çanakkale İtilaf Devletleri [İngiltere, Fransa
ve İtalya] tarafından işgal olunacak
--ihtimal İstanbul etrafında İtilaf askeri bulunur--. Zaten
Türkiye bir Asya devletidir. İstanbul bir köşedir.
Anadolu'nun idaresi ve terakkiye sevki
(ilerlemeye yöneltilmesi) İstanbul'dan gayri [İstanbul
dışında] mümkündür. .Bu hususta ne düşünüyorsunuz? Mesela Bursa'da
olacak bir hükümet serbesttir.”
Uğur Mumcu’nun Karabekir’den naklettiği bu satırlar, Selanikli-İngiliz
ilişkilerinin anlaşılması bakımından kritik öneme sahip.
Rawlinson’un söz konusu ziyaretinin yeri, zamanlaması,
muhtevası ve muhatabı, tarıhçiler için çok önemli ipuçları sunuyor.
Her ne kadar Karabekir-Rawlinson görüşmesinin tarihi,
metinde 27 Kasım 1919 olarak verilmişse de, doğrusu (Rawlinson’un Adventures
in in the Near East adlı kitabında belirttiği gibi) Aralık’tır.
Burada bir yazım hatası var. (Bkz. Yavuz Özdemir, “İngiliz Yarbayı
Rawlinson-Mustafa Kemal Görüşmeleri”, Atatürk Dergisi, Cilt:
2, Sayı: 1, Şubat 2010, s. 69-70.)
O gün, aynı zamanda Selanikli’nin, açılacak olan TBMM’nin
temellerini atmak için Ankara’ya vardığı gündür.
İngiliz'in zamanlaması manidar.
*
Rawlinson neden Ankara’ya değil de Erzurum’a gitmiş
ve neden Selanikli ile değil de Karabekir ile görüşmüştür?
Nedeni şu: Selanikli ile bu hususlarda daha önce
anlaşmış bulunuyorlar, fakat o gün için Anadolu’da asıl güç sahibi (ve
Selanikli’nin mevcut konumunun “bani”si), Karabekir Paşa.
Cumhuriyet'in banisi Selanikli, Selanikli efsanesinin
banisi ise Karabekir..
Karabekir’in onay vermediği hususlarda Selanikli’nin
İngiliz tekliflerine (o gün için) olumlu yaklaşması mümkün değil.
Çünkü vatanı kurtarmaya çalışan bir kahraman değil,
teslimiyetçi bir İngiliz işbirlikçisi gibi görünmesine yol açacaktır.
Zaten kahramanımız vatanı kurtarmak bir tarafa, kendisini
bile kurtaramamakta, Karaekir tarafından kurtarılmaktadır.
Dolayısıyla İngilizler Karabekir’le de anlaşmak,
Selanikli’nin elini güçlendirmek istiyorlar.
Nitekim Karabekir, yukarıya aldığımız metinde Curzon’un
“Hakiki İngiliz dostu olacak simalarla anlaşmak
istiyoruz” şeklindeki mesajını aktarmış bulunuyor.
İngiliz dostu Selanikli ile anlaşmışlar, fakat (o gün için)
yeterli değil, Karabekir’le de anlaşmaları lazım.
*
Evet, Curzon Karabekir’e şu mesajı veriyor:
“Şimdiye kadar sulh
(barış) yapmadığımızın sebebi Türkiye'de şimdiye kadar kuvvetli bir
hükümet görmediğimizdendir.”
Bunu diyor ama, zaten mevcut Osmanlı hükümetini
güçsüzleştiren, kolunu kanadını kıranlar kendileri.
Ortada henüz bir Ankara hükümeti de yok..
Çünkü daha TBMM bile yok.. 23 Nisan 1920’ye yaklaşık dört ay var.
Fakat Curzon, Anadolu’da güçlü bir hükümet görmek
istediklerini söylüyor.
Yani, adamlar Selanikli’nin yol haritasını hazırlamışlar,
eline tutuşturmuşlar.
Buna göre, Selanikli’nin önce bir hükümet kurması
gerekiyor.. Bunun için de evvela bir meclis toplaması lazım.
Ve bu arada İngiliz, Selanikli’nin hayata
geçirmeye başladığı bu projeleri için Karabekir nezdinde “lobi” faaliyeti
yürütüyor.
Ona, Anadolu’da kurulacak yeni bir
hükümetin (devletin) faziletlerine dair brifing veriyorlar.
Türkler’le bir barış yapmak istiyorlar, fakat karşılarında
muhatap olarak Sultan Vahideddin’i ve Osmanlı hükümetini görmek
istemiyorlar.
Görmek istedikleri kişi, Selanikli..
Fakat o an için Selanikli “Kendisi muhtac-ı himmet bir
dede, nerde kaldı gayriye himmet ede” formatında bir emekli Sarı Çizmeli
Mustafa Kemal Ağa.
Önce hükümet kurması gerekiyor.. İlk adım, Ankara'da
toplanacak olan TBMM..
İngilizler, TBMM'ye oyun alanı açmak ve onu rakipsiz hale
getirmek için, İstanbul'daki (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
binasında faaliyet gösteren) Meclis-i Mebusan'ı basıp kapatacaklar,
Selanikli'yi adamdan saymayan ağır topları Malta'ya süreceklerdir..
68 milletvekili de "doğal üye"
sıfatıyla yeni açılacak olan TBMM'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçecek,
böylece TBMM'nin meşruiyet temelini tahkim edecekerdir.
Fakat, kurulacak yeni TBMM "hükümet"inin
de desteğe ihtiyacı vardır..
İngilizler bunun için de ellerinden geleni
yapacak, Osmanlı Milli Savunma Bakanlığı'nı ve Genelkurmayı'nı basıp
kapatacaklar, İçişleri Bakanlığı'nı işlevsiz hale getirecekler,
böylece Ankara hükümetinin önündeki yola asfalt döşeyeceklerdir.
*
Evet, Karabekir’in Curzon’dan naklettiği şu ifade önemli:
“Mustafa Kemal
Paşa sulh konferansında bulunsun veyahut
[bulunmaması halinde] sulh mukarreratına (kararlarına) mutabık
kalsın.”
Görüldüğü gibi Curzon, “İlla da Mustafa Kemal’i isterem”
modunda..
Ancak o gün için Selanikli Anadolu’da yersiz yurtsuz
dolaşan bir gariban durumunda..
O kadar ki, Kâzım Karabekir abisinin desteği olmasa
kulağından tutulup İstanbul’a götürülecek.
Ortada bir TBMM yok.. TBMM hükümeti yok.. Yok oğlu yok..
Peki Selanikli’nin hiç değilse Anadolu’da düşman “yedi
düvel”inden herhangi birine attığı tek bir mermi var mı?
O da yok.. Bol bol nutuk atıyor, kongre toplayıp “Padişah
Efendimiz’li, halifeli, İslam’lı” edebiyat yapıyor..
Fakat düşmana sıkılan tek bir kurşun yok henüz.
Ortada bir tek “müstafî (istifa etmiş) asker” olan sıradan
vatandaş Selanikli’nin hayalleri ve o hayallerin temel dayanağı Karabekir var.
O yüzden Curzon, Karabekir’le de anlaşmaya çalışıyor.
Fakat, “Biz Mustafa Kemal’le zaten anlaşmış bulunuyoruz”
demiyor. Çünkü Karabekir’i (ve de milleti) ürkütmemek, uyandırmamak gerkiyor.
Ancak, Selanikli Mustafa’nın barış görüşmelerinde “tek”
muhatapları olmasını, ya bizzat görüşmelere katılmasını, ya da
onaylama makamında olmasını istemekten de geri kalmıyor.
Adamlar Selanikli’nin “mutabık” kalmasını çok
önemsiyorlar.. Kendilerinin mutabık kalmaları yetmiyor bir de Selanikli’nin
mutabık kalmasının derdindeler.
Selanikli’nin avukatı gibi konuşuyorlar.
Niye?
Bu niyenin altında çok şey yatıyor.
*
Evet adamların Türkiye’de “güvenecek dostlar”a ihtiyacı
var.
Padişah’a güvenmiyorlar.. Curzon’un mesajı açık:
“Endişemiz Türkiye'nin
yine bir gün İngiltere'nin düşmanları tarafına geçivermesidir. Padişah
hükümeti bunu yapabilir.”
Bunu yapmayacağı garanti olan, Selanikli’nin “padişahsız
hükümet”i..
O yüzden barış görüşmelerine ya bizzat katılması ya da
mutabakatını bildirmesi gerekiyor.
Fakat bunun için önce bir hükümet kurması lazım.. Ve de
hükümete meşruiyet kazandıracak bir meclis..
*
Curzon’un sözleri bundan ibaret değil. Şu da var:
“Artık krallık ve
imparatorluk modası geçmiştir. Birçok debdebe ve masraf
yerine millet kendi işini kendi
gören cumhuriyete taraftardır.”
Hayır, bunu İngiltere Kralı için
söylemiyor.
El kesesinden cömertlik yaparak Osmanlı için
söylüyor.
Türk milletinin neye taraftar olup olmadığına da “Türk
millet adına” Lord cenapları karar veriyor.
Evet, Karabekir’e verdikleri akıl bu..
İmdi, Selanikli’nin İstanbul’da, İngiliz İstihbarat
Teşkilatı’nın (gizli servisinin) İstanbul şefi Robert Frew ile başbaşa
gizli görüşmeler yaptığını, halvet olduğunu biliyoruz.
Ayrıca, Anadolu'ya geçtikten sonra Rawlinson’la
da müteaddit görüşmeler yapmış durumda.
Soru şu: Karabekir’e böylesi telkinlerde bulunan
İngilizler, aynı şeyleri Selanikli’ye de söylemiş olabilirler mi?
Tersinden soralım: Söylememiş olabilirler mi?
Karabekir Curzon’un anlaşma talebini ve mesajlarını açıkça
yazmış olduğu için, ona yapılan teklif ve telkinleri biliyoruz.
Selanikli ise bu konularda ketum mu ketum..
Ve bu ketumiyet bizi hiç de şaşırtmıyor.
*
Olay açık:
Karabekir’e söylenenler İstanbul’dayken
Selanikli’ye de söylendi.. Ve Selanikli “Bana fırsat verin, beni
destekleyin, bu istediklerinizi eksiksiz olarak yaparım” dedi.
İşte, Erzurum Kongresi sırasında bir gece hempaları Mazhar
Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit’e açıkladığı “saltanatı
kaldırma, cumhuriyet ilan etme, tesettüre savaş açma, Latin
harflerini alıp bin yıllık alfabeyi yasaklama, millete şapka dayatmasında
bulunma” gizli gündeminin ardındaki gerçek bu.
Şurası kesin: Karabekir’e yukarıda aktarılan mesajları
verip anlaşma teklifinde bulunan İngiliz’in aynı şeyi Selanikli’ye
de yapmamış olması imkânsızdır.
İmkânsızdır imkânsız.
Ve Kongre gecesi hempalarına gizli gündemini
açıklayan Selanikli’nin aynı şeyleri İngilizler’e de söyleyerek onlara teminat
vermemiş olması da imkânsızdır.
Buradan (matematiksel bir kesinlikle) varacağımız sonuç
şudur:
Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi olan Selanikli Mustafa
Atatürk, o gün için İngiliz İstihbaratı ile anlaşıp kendi devletinin
(Osmanlı Devleti’nin) temellerine dinamit koyan bir işbirlikçidir.
İsteyen ajan da diyebilir.
Osmanlı Devleti zaviyesinden bakıldığında bu, “devlete,
millete ve vatana ihanet”tir..
Hainliğin daniskasıdır.
*
İngilizler’le anlaşıp Osmanlı’ya oyun oynama
bakımından Şerif Hüseyin ile Selanikli Mustafa Kemal Atatürk
arasında bir fark yok.
İngilizler Şerif ailesine Hicaz’da, Ürdün’de
ve Irak’ta devlet kurma izni verdiler.. Hicaz’ı Abdülaziz bin Suud
liderliğindeki Vehhabî Bedevîler onların elinden aldı. Irak ise
1958 darbesiyle Şerif ailesinin elinden çıktı.. Fakat Ürdün’de
tutunmayı başardılar, orada Şerif sülalesi kral olarak hakimiyetini sürdürüyor.
Evet, Şerif Hüseyin ve oğulları şirketine
devlet kurma izni veren İngilizler Anadolu’da da Selanikli’ye devlet kurma izni
verdiler.
Yani Selanikli ile Şerif arasında önemli bir fark
yok..
Şöyle küçük bir fark var: Şerif’in şeriflik karizmasından
dolayı ona krallığı uygun gördüler, Selanikli için uygun
olansa cumhurbaşkanlığıydı..
Bir de şu: Şerif İngilizler’le açık işbirliği yaptı,
Selanikli ise (durum gereği) gizli..
*
Ancak, bu gizlilik üzrindeki örtüyü 1973 yılında İkinci
Adam İsmet İnönü biraz araladı:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin
buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
Adam daha ne desin?..
Bu bir katre sözün içinde umman gizli.
Anlayana sivrisinek saz..
Arif olana bir işaret kâfidir diye bir söz de var..
Yine, “Lafın tamamı ahmağa söylenir” diye bir atasözümüz de
mevcut..
İsmet İnönü’nün bu sözü bilinçsizce ağzından kaçırmış
olduğunu zannedenler, onu tanımıyorlar.
Celal Bayar’dan daha zeki ve dürüst olduğu kesindir.
*
Görüldüğü gibi Curzon “Gerçi İstanbul bir
Türk şehri olarak kabul olunmuştur” diyor.
Böyle olduğu için, Yunan’a karşı zafer kazanıldıktan sonra
İngilizler’le herhangi bir çatışma yaşanmadı..
İngiliz donanması İstanbul’dan sessiz sedasız çekilip
gitti.
Çünkü İstanbul’da petrol yoktu..
Petrol Musul ve Kerkük’teydi..
Fakat daha önemlisi, İstanbul’un Batılı devletler arasında
paylaşımı büyük bir sorundu.. İstanbul, komünistlerin eline geçen Rusya için de
önemliydi.
Ancak, Curzon’un Karabekir’e yaptığı tekliften,
Çanakkale’ye göz koydukları ve Karabekir’in bu konuda vereceği tepkiyi ölçmeye
çalıştıkları anlaşılıyor.
“İstanbul’u size veririz, fakat karşılığında Çanakkale’nin
bizde kalmasına razı olun” der gibi konuşuyorlar.
Ancak, İstanbul’un başkent olarak
kalmasına razı değiller.
Başkent, Anadolu’daki bir şehir olmalı.
Karabekir’e “İstanbul bir köşedir, köşebaşıdır.
Anadolu'nun idaresi ve kalkınması İstanbul dışında da mümkündür”
diyor ve."Bu hususta ne
düşünüyorsunuz?” diye soruyorlar.
Yani kurulacak yeni devletin planı, şeması,
krokisi hazır: Osmanlı saltanatına son verilecek, cumhuriyete
geçilecek, padişah yerine cumhurbaşkanı bulunacak, başkent Anadolu’daki bir
kent olacak, İstanbul olmayacak.
Şu cümle önemli: “Mesela Bursa'da olacak bir hükümet serbesttir.”
Doğrudan Ankara deseler fazla açık konuşmuş olacaklar.
Mesajlarının Türkçesi şu:
“Biz İngilizler, sizin Anadolu’daki bir şehirde yeni bir
hükümet kurmanızı istiyoruz.. Size yeni bir hükümet kurmak serbest..
İzin veriyoruz. Güle oynaya kurun, hayırlı uğurlu olsun.. Tabiî bu hükümet
bir cumhuriyet hükümeti olacak, Osmanlı Padişahı’nın ocağına
incir dikecek.”
Karabekir’e fikrini soruyorlar: “Bu hususta ne
düşünüyorsunuz?”
Selanikli’ye sormuyorlar..
Ama ne düşündüğünü bildikleri kesin..
*
Fakat, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”
diyen Selanikli ne düşündüğünü millete zaten Erzurum’da açıklamış..
O gün için millet sadece iki kişiden oluşuyor: Mazhar Müfit
Kansu ve Süreyya Yiğit..
Sonraki süreçte millet efradında çoğalma
görülecektir..
Çünkü “İhtimal bazı kafalar kesilecektir”..
Kafalar kesilmeyi istemedikleri için hepsi Mazhar Müfit ile
Süreyya gibi millete dönüşeceklerdir.
*
Curzon’un Karabekir’e bir başka teklifi ve telkini şöyle:
“Bizim de padişahı hükümet ve
siyasete karıştırmayıp halife olarak istediği yerde
oturmasına taraftar olmaklığımız.”
Yani padişahlık kalkacak, hükümete ve siyasete karışmayan
bir halifelik devam edecek.
Bu formül aynen uygulandı.
Buradan da anlaşılabileceği gibi Selanikli’nin akıl
hocası İngilizler.. Plan ve projeyi hazırlamışlar, yol haritasını
belirlemişler, Selanikli’ye sadece verilen rolü oynamak kalmış..
Allah var, rolünün hakkını iyi verdi, pot kırmadan ve falso
yapmadan mükemmelen oynadı..
Gizli gündemini kimlere açıklayacağını da, kimlerin
saflığından yararlanacağını da, kimlerin başına ne zaman sopayı indireceğini
de, nerede nasıl yalan söyleyip sular seller gibi yalan yeminler edeceğini de
iyi biliyor.
Eğer bu bir deha ise, dahi olduğu
söylenebilir.. Fazlasıyla..
*
Ancak, kusursuz deha olmuyor, bu da bir hata yapıyor.
O da şu: İşin padişahlık yerine cumhuriyet, padişah yerine
cumhurbaşkanı kısmı tamam da, hırslarını dizginleyemeyen Selanikli
deha halifeliğe de göz koyuyor.
Balıkesir hutbesi filan bu hevesinin ürünü.
Ancak, bu arzusu İngiliz’in yazdığı senaryoyla
uyuşmuyor.
Çünkü İngiliz, “hükümete ve siyasete karışmayan”
etkisiz ve yetkisiz bir halife istiyor..
Kanatları koparılmış, tüyleri yolunmuş, Nasrettin Hoca'nın
hindisi gibi sadece düşünüp kaşınan bir kuş halife resmi çizmişler.
Selanikli ise hem cumhurbaşkanı hem de halife olmak
istiyor..
Böylece, siyasî güç (hükümetlik) ve halifelik (dinî
liderlik) yine tek bir şahısta birleşmiş olacak.
Tamam, Selanikli’ye güvenebilirler de, o ölüp de yerine bir
başkası geçince ne olacak?
İşte bu yüzden Selanikli’nin bu teşebbüsüne izin vermediler
ve o da (Karabekir’in ayrıntılı biçimde anlattığı gibi) birden bire 180
derecelik bir dönüş yaparak dinsiz imansızlığın ve namussuzluğun
propagandasını yapmaya başladı.
Öyle anlaşılıyor ki, İngilizler Selanikli’nin bu hevesinden
dolayı endişeye kapıldıkları için “hükümetsiz halife” formülünden de
vazgeçtiler ve (Cumhurbaşkanı Özal’ın açıkladığı üzere beş yıl
süre vererek) hilafetin tümden kaldırılmasını istediler.
BU YAZI, DR., DOÇ.. VE PROF. UNVANLI (CEHL-İ MÜREKKEPTEN MUZDARİP) BAZI KATMERLİ CAHİLLER İÇİN: BİLİM, BİLİMSELLİK, DARWIN, NEWTON, YERÇEKİMİ VE EVRİM
Darwin’in teorisi gerçekte “ bilim-kurgu ” mahiyetinde bir çalışma durumundadır. Bildiğimiz bilim-kurgu eserlerinden farkı, bunun çalışmasın...
-
Şu Hiranur Vakfı hocasının kızının evliliği meselesi, 28 Şubat 'taki (derin tezgâh) Müslüm-Fadime olayı gibi arsızca köpürtülüyor. ...
-
Erdoğan’la ilgili iki rüyamı yorumsuz olarak aktaracağım. Birincisini, Suriye’deki son gelişmeler başladığı sırada gördüm.. Erdoğan, de...
-
Odatv.com ’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “ Er...