TÜRKİYE'DE İSLAM DEVRİMİ

 







Sanki Türkiye'ye dönmeyip Almanya'da kalsa, öldürmek isteyenler onu bulup öldüremeyeceklerdi. Ancak, şu olurdu: Yurtdışında kalınca birincisi "Vehimleriyle korkaklık yapıp Türkiye'ye dönmeyen bir kof adam" gibi gösterilirdi, ikincisi, yurtdışında öldürülmesi durumunda, failleri "dış güçler" olarak gösterecek senaryolar daha kolay yazılırdı.



Dr. Nurullah Çakmaktaş “Dini Radikalizmin Ana Akım İslamcılara Yönelttiği Tenkitler” başlıklı makalesinde şunları söylüyor:

Diğer taraftan yöneticiye (ulu’l-emr) itaati salık veren Maide Süresi 50. ayeti de radikal gruplarla diğer İslami gruplar arasında teo-politik bağlamda tartışma konusu olan ana temalardan biri olmuştur. Başta geleneksel selefiler olmak üzere ana akım İslamcılar da dâhil pek çok İslami grup, silahlı mücadele yoluyla İslami devrim amacı güden dini radikal düşüncenin doğru yolda olmadığını bu ayete referansta bulunarak sıklıkla dile getirmiştir. Ömer Abdurrahman ise hem bu ayeti ve hem de Buhari ve Müslim’de geçen; “Sizden kim emirinden kerih bir şey görürse buna sabretsin, kim cemaatten bir karış dahi uzaklaşır ve ölürse cahiliye üzerine ölmüş olur” hadisini kendilerine karşı delil olarak kullananlara itirazını dile getirmiştir.

Ömer Abdurrahman; ayeti yorumlarken ayetteki “… sizden olan emir sahiplerine…” kısmının altını çizmektedir. Ona göre; “bizden” olan emir sahibinin anlamı, tıpkı bizim gibi Allah ve resulüne itaat eden ve Allah’ın şeriatına bağlı olan iktidar sahipleri demektir. Buna göre ulu’l-emrin (yöneticinin) mutlaka iman, istikamet ve takva üzerine olması gerekir (Abdurrahman, ts., 30-31). Ona göre; şayet devlet başkanı zalim, fasık ve Allah’a karşı asi olduğu taktirde ona karşı çıkmak gerekmektedir. İtaat hususunda mutlaklık söz konusu değildir. Bir devlet başkanı dine, ırza ve vatana ihanet ediyorsa ona isyan etmek gerekir. Bu görüşü savundukları için kendilerine Harici denmesine de itiraz etmektedir. Öyle ki ona göre; kendileri bu görüşü savundukları için Harici oluyorsa, 1952 Hür Subaylar devrimini yapıp bugünkü sistemi kuranların ve onu destekleyenlerin (İhvan’ı Müslimin kastedilmektedir) de Harici olması gerekmektedir. Zira kendisine isyan edilen ve yönetimden düşürülen Kral Faruk da kelime-i şehadet getiren, cuma ve bayram namazlarına giden bir liderdi (Abdurrahman, ts., 136-138).

Bu sayfalarda “cemaat” meselesi üzerinde genişçe durmuştuk.

Hadîslerde geçen (ve “Ehl-i Sünnet ve Cemaat” tabirinde yer alan) “cemaat”in, “başında halifenin bulunduğu, Şeriat’le yönetilen küresel ümmet devleti” olduğunu delilleriyle ortaya koyduk.

Bugünkü (laik ya da laikleşme yolundaki) “ulus-devlet”ler “cemaat”e karşılık gelmiyor.

Hatta, Osmanlı bile “cemaat” anlamını taşımıyordu.

Mesela Molla Güranî, Fatih’in Şeriat açısından mahzurlu gördüğü bir fermanını yırtıp atmış, sonra da Mısır’a göçmüştür. Yine, Fatih’e gücenen Alâeddin Ali et-Tûsî de İran’a gitmişti. (Bazı aklı kıt kişiler, İstanbul’un fethini müjdeleyen hadiste geçen “ne güzel komutan” övgüsünden dolayı Fatih’i itiraz edilemez konumda görebilir. Onların kafasının basmadığı nokta şurası, aynı övgü ordu için de varit.. Yani Osmanlı ordusundaki basit bir er de Fatih gibi övülmüştü.)

Diyelim ki Kanunî zamanında bir müslüman Türkiye’yi terk edip Babür İmparatorluğu’na gitti.. Cemaati terk etmiş mi olurdu?

Evet, “cemaat”, İslam halifesinin yönettiği küresel İslam devletidir.

Böyle bir İslam devleti varken onu terk eden, cahiliye ölümü gibi bir ölümle ölür.

Böyle bir İslam devleti yokken de, onun gerekli olmadığına inanan, laikliğin de fena bir şey olmadığını kabul eden kişi de (Cemaate kala kala sadece “zihniyet düzeyinde” bağlılık kalmışken ona bile sırt çevirdiği için) cahiliye ölümü üzere ölür.

Ahirete cahiliye taraftarı olarak gider.

*

İslam devrimi meselesine gelince..

Devrimler, öyle kolay gerçekleşen şeyler değildir..

Bir devrim, daha çok, bir devlet dış güçler tarafından sıkıştırılıp zayıf düşürüldüğü zaman meydana gelir.

Mesela, Çarlık Rusyası Birinci Dünya Savaşı’na girmemiş, Almanya ve Osmanlı ile çarpışmak için askerini cepheye sürmemiş olsaydı, Alman Gizli Servisi’nin karışıklık çıkarsın diye Rusya’ya gönderdiği Lenin, komünist devrimi gerçekleştiremezdi.

Aynı şekilde, İngiliz, Fransız ve İtalyan güçleri Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’u işgal etmeselerdi, (sonradan Atatürk soyadını alan) Ali Rıza oğlu Selanikli Mustafa Türkiye’de devrim yapamazdı.

Batılılar’ın aksine bizim Doğu toplumlarında “halk devrimleri” değil, daha çok, askerî darbeler yaşanır.

Yani devrimleri halk (millet) değil, askerler yaparlar.. Olayın aslı, güç sahipleri arasındaki iktidar mücadelesidir, köşe kapmaca ve koltuk paylaşımıdır.

Türkiye’de yaşanan darbeler de aynı durumda..

*

İslam dünyasında halk devrimine benzeyen tek olay, Humeyni’nin İran’da halkın desteğiyle iktidarı ele geçirmesi hadisesi..

Humeyni, Şah’a muhalefet ettiği için 1960’lı yılların başında sürgüne gönderilmiş, önce Irak’a gitmiş, ardından kısa bir süre Türkiye’de (Bursa’da) yaşamış, daha sonra da Fransa’ya yerleşmişti.

Şayet İran’da kalsaydı, “devrim” yapma şansını yakalayamazdı.

Bu süreçte Şah rejimi pekçok hata yaptı.. Mesela, Humeyni’nin oğlunu öldürdüler.. Onun taraftarı olan pekçok kişiyi katlettiler, hapsettiler, sürgüne gönderdiler, böylece halkın nefretinin, patlayacak raddeye gelecek şekilde birikmesine yol açtılar.

Fakat, Şah rejiminin yıkılmasının asıl nedeni, Şah’ın paniğe kapılıp ülkeyi terk etmesiydi.

Komutanı kaçan bir orduda maneviyat kalmaz, moralman çöker.

Böyle bir durum, Ayasofya’nın banisi Jüstinyen zamanında Bizans’ta yaşanmıştı.. Halk isyan etmiş, İmparatorluk sarayını kuşatmışlardı.. Jüstinyen, bir gemiye binip Afrika’ya kaçma kararı almıştı. Fakat karısı Teodora, kaçmayacağını, imparatoriçe kıyafetleri üzerinde olduğu halde çarpışarak öleceğini söyledi.. Bu tavrı, Jüstinyen’in generallerini etkiledi, savaşma kararı alındı.. Askerler halka karşı hücuma geçtiler.

50 bin kişiyi öldürerek isyanı bastırdılar.

*

Türkiye’de İslam devrimi olur mu?

Olmaz!

Türkiye’de ancak provokasyon olur.

Türkiye’de PKK, Kürtlük için ölecek gençler bulur, fakat İslamî hareket, İslam’ın hakimiyeti için ölecek adam bulamaz.

Bir defa, İslamî grupların hemen hepsi MİT tarafından içeriden ele geçirilmiştir.. Liderleri de satın alınmıştır.. Satın alınamayan kişiler de bırakın devrim yapmayı, şurada burada zehirlenmemek, trafik kazasına kurban gitmemek için evinden bile çıkamaz hale getirilir.

Müslümanım diyenlerin İslamcı (İslam taraftarı) bile olmadıkları yerde nasıl İslam devrimi olabilir?

Şeriatçıyım diyen kaç kişi var da, Şeriat hakim olsun diye devrim yapacak?

*

Türkiye’de tarikatçısından tarihselci modernistine kadar neredeyse herkes devletçi, düzenci, laikçi ve Kemalist/Atatürkçü hale gelmiş durumda.

Düşünün ki, 28 Şubat’a en büyük tepkiyi gösteren, bu yüzden Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca’nın cemaati bile, bir parti kurabiliyor, partinin sitesinde “Biz dinî (İslamî) değerleri değil, sağduyulu ve bağımsız olmayı savunuyoruz” diye yazabiliyorlar..

Kimse de çıkıp, “Şayet siz sarhoşsanız, esrar çekip kendinizden geçmişseniz bilemeyiz, fakat aklınız başınızdaysa, bu sözler küfürdür.. Boğazınıza kadar küfre batmışsınız, haberiniz yok” demiyor.

Evet, 28 Şubat’a açıkça cephe alan tek cemaat lideri öldürüldükten sonra cemaatinin geldiği nokta bu..

Sanki Esad Efendi turistik gezi ve devr-i âlem meraklısıydı, o yüzden tenezzül edip Türkiye'ye dönmüyordu.

Türkiye'ye dönünce başına ne geleceğini biliyordu. (Ya da "başına ne geleceğini bilmiyordu".)

Salt CIA'den, Mossad'dan kaçıyorduysa, bunların eline Avustralya'da mı, yoksa Türkiye'de mi daha kolay düşerdi?

"Son kale" Türkiye ve Esad Efendi..

Böyle bir ülkede İslam devrimi..

Güler misin, ağlar mısın!

Ha!!.. Önce milleti zihniyet bakımından dönüştürmek (Dönüşebilirse tabiî), İslamcı ve Şeriatçı hale getirmek (Gelebilirse) gerekirken, “Haydi İslam devrimi yapalım” diye ortaya çıkan, böylece (İslamcılığın/Şeriatçılığın “fikir düzeyinde” savunulmasına bile ket vuracak şekilde) psikolojik harbe ve algı operasyonuna giden yolun taşlarını döşeyen provokatörler çıkabilir.

Evet, bu milleti İslamcı/Şeriatçı olacak şekilde dönüştürmek çok zor..

Çünkü rüzgâr ters taraftan esiyor ne yazık ki..

Öyle ki, 1970’lı, 80’li yılların Şeriatçılarının cümbür cemaat “düzen”baz hale geldiklerini, İslamcılıktan “eski ve eksi İslamcılığa” yatay geçiş yaptıklarını hüzünle gördük.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...