Selanikli Mustafa Atatürk, The Saturday Evening Post dergisinin
yazarı ABD’li gazeteci Isaac F. Marcosson’a “Yeni Türkiye’nin gerçek
kurucusunun Lloyd George olduğunu, onun İstanbul’a heykelini dikmek
gerektiğini, çünkü Yunanlıları İzmir’e çıkarınca Türk milletinin vatanı
savunmak için ayaklandığını söylemiş” bulunuyor.
Bu bilgi, Bilâl N. Şimşir’in “İngiliz Belgelerinde Atatürk”
adlı
kitabının 5’inci cildinde yer alıyor (Ankara: Türk Tarih Kurumu Y., 2005,
s. 264).
Kemalistlere
göre, Selanikli Atatürk bu sözüyle İngiltere eski Başbakanı Lloyd George ile
alay ediyordu.
Evet, belki alay
ediyor, belki de teşekkür, ama kastının şu olduğu kesin: “Yunan İzmir'e
çıkarma yapmasaydı benim milleti ‘mili mücadele istiklal harbi’ filan diyerek
gaza getirmem, kongreler toplamam, TBMM diye bir meclis kurmam, TBMM hükümeti
icat etmem mümkün olmayacaktı. Lloyd George Yunan'a İzmir vizesi vererek buna
vesile oldu.”
İngiltere Yunan'ı İzmir'e tam da bunun için, İstanbul’da ajanları Robert Frew vasıtası ile anlaşmış
oldukları Selanikli’nin önünü açmak, ona Anadolu’da örgütlenme fırsatı vermek
için çıkardı.
Bu aslında Başbakan
Lloyd George'un değil, İngiliz hükümetinin Türkiye’den sorumlu yetkilisi Lord
Curzon'un fikri ve projesiydi.
Curzon’un Lloyd
George'u ikna etmesi zor olmadı. Bu arada dışişleri bakanlığı koltuğunu da
kaptı.
Yunan’ın
İzmir’e çıkarılması, satrançtaki birinci hamleydi.
*
Aslında
İzmir’de (Antalya’ya çıkarma yapmış olan) İtalya’nın
gözü vardı..
İtalya,
İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’ndaki müttefikiydi..
Fakat
İngiltere (yani Curzon), Anadolu’da yeni bir Türk devleti kurdurarak Osmanlı
Devleti’nin ayaklarının altındaki halıyı çekmek ve onu tarihe gömmek istiyordu.
Hem İtalya,
hem de Fransa, İngiltere’nin projesine
onay vermek zorunda kaldı.
Bu gerçeği Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı,
İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı Orgeneral İsmet İnönü,
1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle verdiği
demecinde “resmen” açıklamış bulunuyor:
"İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur."
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
İnönü böylece, “Yeni
Türkiye’nin gerçek kurucusunun Lloyd George olduğunu, onun İstanbul’a
heykelini dikmek gerektiğini, çünkü Yunanlıları İzmir’e çıkarınca Türk
milletinin vatanı savunmak için ayaklandığını söylemiş” bulunan Selanikli Black Jumbo’nun itirafına destek vermiş
oluyordu.
*
Evet, Yunan’ın İzmir çıkarması satrançtaki ilk
hamleydi.
Asıl hedef, Selanikli’ye
Yunan’a karşı milli mücadele bahanesiyle yeni bir devlet kurdurarak Osmanlı Devleti’ni
ve hilafet kurumunu tasfiye etmekti.
Olaylar
yaşanırken resmin tamamını görmek zordur. Padişah Vahideddin İngiliz
politikasını tam ve doğru okuyamıyordu, yaver yaptığı dalkavuk fırıldak
Selanikli zamparanın kendisine yaktığı yağların sahte olduğunu anlayamıyordu.
Süreç içinde şeytana uysa bile Anadolu’da kendisine rağmen tutunamayacağını
sanıyordu
Herşey olup
bittikten yüz yıl sonra resmin tamamı önümüzde. Hem İngiltere hem de Selanikli
açısından.. Selanikli, Anadolu’ya gönderildiğinde sapı silik sıradan bir alt
düzey paşaydı. Filistin’de İngiliz’in önünden kaçmıştı. Karizması yoktu. İstanbul’daki
bütün havası çiçeği burnunda acemi padişah Vahideddin’in adamı bilinmesinden
kaynaklanıyordu. Anadolu’da onu tanıyıp bilen yoktu.
Orada
tutunabilmek için başlangıçta sıkı İslamcı ve hilafetçi, devlete ve padişaha
gönülden bağlı bir vatansever gibi görünmesi gerekiyordu
Resmin tamamı
dedik.. Sonraki gelişmeler Selanikli'nin İngilizler’le Osmanlı Devleti’ni
tasfiye için anlaştığını gösterdi. Türkiye’de, İngiliz işgali altındaki
sömürgelerde bile görülmeyen biçimde İngiliz ilke ve inkılapları resmi ideoloji
ve devlet politikası oldu.
*
Kemalist
yaygaracıların mantıksız ve bilimsellikten uzak ucuz demagoji ve mugalatalarla
suyu bulandırmaya çalıştıkları görülüyor. İlkokul ezberini tekrarlamak yetmez. Her
soruya cevap verebilen genel bir "açıklama modeli"nizin olması
gerekir.
Resmî
ideolojinin resmî anlatısı ya da masalı çerçevesinde her soruya cevap verilemediği
için koruma kanunu icat edilmiş durumda.
Aynı şekilde Selanikli
ile ilgili bazı belgeler (yani gerçekler) araştırmacılardan sır gibi
saklanıyor.
Mesela Prof. Şükrü Hanioğlu (ki Tarık Zafer Tunaya'nın
asistanlığını yapmıştır) "Atatürk: Entelektüel Biyografi"
kitabını yazarken birçok belgeye ulaşmasına yetkililer tarafından izin
verilmediğini söylüyor.
Bazı
gerçeklerin altında kalacaklarını, makul izah getiremeyeceklerini bildikleri
için saklıyorlar.. Mızrak çuvala sığmaz ‘netekim’, Güneş de balçıkla
sıvanamaz.. Çözüm: Mızrakları yerin altına gömün, insanları da penceresiz
cehalet zindanına kapatın, Güneş’i görmesinler ve yok sansınlar.
*
Belgeleri ve
gerçekleri gizleyenler sadece Kemalistler değil, Selanikli Black Jumbo’nun
işvereni İngilizler de aynısını yapıyor.
Evet,
Selanikli ile ilgili İngiliz belgeleri için de aynı durum geçerli. Kadir
Mısıroğlu İngiltere’deyken bunların peşine düştüğünü fakat kendisinden
esirgendiğini, araya bir İngiliz müslümanı koyduğunu, onun bile belgelere
ulaşamadığını hatıratında yazdı.
Bu bir
kompodur. Komplo teorisi değil, komplonun kendisi. Çünkü birşeyleri
gizliyorsun.
Komplo,
gizlilik demektir.
Selanikli’nin
Osmanlı Devleti'ne başkaldırması İngilizler’in Osmanlı'ya karşı bir komplosuydu.
Yunan’ın İzmir’e çıkartılması, Selanikli’nin Yunan’la mücadele görüntüsü
altında Osmanlı Devleti’ne karşı örgütlenmesini sağlama gayesine matuftu.
O halde, (ortada
bir komplo bulunduğunu hesaba katarak) milli mücadele ile ilgili her veriyi
dikkate almamız ve bir puzzle'ı, bir yapbozu çözer gibi parçaları birleştirerek
anlamlı bir bütün oluşturmamız gerekiyor.
Eğer bilimsel
bir yöntemle düşüneceksek yapacağımız şey şudur: Konuyla ilgili bir hipotezimiz
olur, sonra da eldeki verileri bu hipotez çerçevesinde değerlendirmeye tabi
tutarız. Eğer hipotezimiz doğruysa, veriler o hipotez çerçevesinde makul bir
açıklama bulacaktır
*
Mesela
hipotezimiz Selanikli zamparanın İngilizler’le daha baştan anlaştığı ise,
sonraki sürecin buna uygun gelişmesi, Selanikli ile İngilizler'in birbirlerine
silah sıkmaması ve Misak-ı Milli’yi önemsemeden kardeşçe bir paylaşım yapmış
olmaları gerekir.
Bu, oldu mu?
Oldu.
Hipoteziniz eğer Selanikli’nin (başta İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere) yedi düvelle (devletle) mücadelesi ise, bunun bir devamının olması gerekir.
Bu, oldu mu? Hayır.
Maalesef Selanikli zampara, Dolmabahçe’de ağırladığı İngiltere Kralı Edward'ın
karşısında süt dökmüş kedi modunda mahcup bir eda ile poz verdi.
Bu tür
olayların analizi polisiye bir adi suçun incelemesi gibi yapılamaz. Polis veri
toplar ve bir sonuca ulaşmaya çalışır. Fakat cinayet bir istihbarat örgütünün
cinayeti ise, topladığınız veriler işe yaramayabilir, hatta belki sizi yanlış hedeflere
yöneltmek için kurgulanmıştır
Bu noktada
işte MİT'çi Prof. Mahir Kaynak'ın
hep anlatmaya çalıştığı gibi verilere değil, yaşanan olayın kime yarayacağı ya
da yaradığı sorusuna odaklanmak gerekir. Milli mücadele kime yaradı?
İngiliz’e
yaradı, Musul ve Kerkük’ü aldı, İngiliz ilke ve inkılaplarını Türkiye’ye ihraç
etti. Altı asırlık ulu çınar Osmanlı Devleti’nden ve İslam hilafetinden
kurtuldu.
Milli
mücadele denilen tiyatronun kaybedeni kim? Osmanlı Devleti ve İslam hilafeti.
*
Ancak, ister
adi bir cinayet olsun isterse gizli servis işi cinayet, şayet olayın faili
yakalandıysa veya kendiliğinden itirafta bulunduysa, ve yakalanan kişi kiralık bir taşeron değil de operasyonun bizzat sahibi ise,
ortada tartışılacak birşey kalmaz. Olay aydınlanmıştır.
İşte bizim
olayımızda bunu yapan kişi İsmet İnönü’dür.
İnönü, “Hipotez mipotez diyerek boşu
boşuna yorulmayın, olay şundan ibaret” diyerek söylenmesi gerekeni söylemiş:
“İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur."
Orgeneral İsmet
İnönü sıradan bir adam değil. Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal
Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı, Atatürk’ün sağ kolu, gedikli başbakanı,
sırdaşı.
İnönü’ye
tutup “Yok yok ağa, sen işin aslını bilmiyorsun, çünkü Cumhuriyet’in ilkokullarının
sosyal bilgiler kitaplarıyla büyümedin, çok cahilsin” diyecek halimiz yok.
Bize düşen,
haddimizi bilmek ve İsmet İnönü’nün açtığı yolda yürüyerek İngilizler’in milli
mücadelenin başarısı için hangi kararları aldıklarını, neler yaptıklarını
araştırmak olabilir.
Bu noktada
Selanikli zampara da “Yeni Türkiye’nin gerçek kurucusunun Lloyd George
olduğunu, onun İstanbul’a heykelini dikmek gerektiğini, çünkü Yunanlıları
İzmir’e çıkarınca Türk milletinin vatanı savunmak için ayaklandığını” söyleyerek bize yardımcı olmuş
durumda.
Demek ki
İngiliz devleti Yunan’ı İzmir’e çıkarma “karar”ı almasaydı, milli mücadele
(Türk milletinin vatanı savunmak için ayaklanması) diye bir gelişme yaşanmayacaktı.
İngiliz karar
almış ve gereğini yapmış.. İtalya ile Fransa’yı, aldığı kararı kabul etme
mecburiyetiyle yüzyüze getirmiş.. Yunan ise zaten “karar” için ağzı sulanan
tilki.. (Tilkiye sormuşlar “Pişmiş tavuk sever misin?” diye, “Gülmekten
konuşamıyorum ki” demiş.)
*
Selanikli
zampara, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan (ve Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren)
Mondros Mütarekesi’nin (ateşkesinin) üzerinden henüz iki hafta geçmişken 13
Kasım günü İstanbul’a gelip (işgalci İngiliz subaylarının karargâh yaptıkları) Pera
Palas Oteli’ne yerleşmişti.
Anasının
Beşiktaş Akaretler’deki evinde kalabileceği halde..
İngiliz
dostlarıyla yarenlik yapıp birlikte Türk kahvesi höpürdetmeye başladı. (Zamparanın
mütarekeyi onlarla birlikte kutlamaya hakkı vardı, çünkü emri altındaki orduya
İngilizler karşısında ricat emri verdikten sonra Padişah Vahideddin’e bir
telgraf gönderip İngilizler’le “behemahal” barış yapılması talebinde
bulunmuştu.)
İstanbul’da,
Samsun’a gitmek üzere Bandırma vapuruna bineceği 16 Mayıs 1919 gününe kadar tam
altı ay kalacaktı.
Ve bu altı
ayı çok iyi değerlendirecekti.
Pera Palas’ın
müdürü vasıtasıyla irtibat kurduğu İngiliz
gizli servisinin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi Robert Frew ile
(kendisinin Nutuk’taki beyanına göre “bir iki kez”, Rauf Orbay’ın
hatıratına göre de “müteaddit defalar”) gizli saklı başbaşa görüşmeler
yapacaktı.
İşte,
Selanikli zamparanın (Yaşar Gören’in dikkat çekmiş olduğu) “İngiliz ajanı Black Jumbo” olma sürecinin dönüm noktalarından en
önemlisini bu başbaşa gizli saklı görüşmeler oluşturuyor.
*
Selanikli’nin
sözde Yunan’a, özde ise Osmanlı Devleti’ne karşı yürüteceği “milli mücadele”nin
yol haritası bu görüşmelerde belirlenmiş durumda.
Casus Frew’nun
görüşmelerin tutanaklarını Londra’ya (Curzon’a) ulaştırdığından ve gelen
talimatlara göre bir “karar”a varıldığından şüphe edilemez.
Sonraki
gelişmeler, Selanikli zampara ile İngiliz efendileri arasındaki görüşmelerin
iki ay sürdüğünü ve Ocak 1919 ortalarında bir “karar”a varmış olduklarını
gösteriyor.
İşte, Yunan’ın
15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarma yapması bu “karar”ın ürünü.. Selanikli’nin bir
“milli mücadele” örgütleyebilmesi için bir “sebeb”e ya da “bahane”ye ihtiyacı
vardı.
İngiliz “devlet
ve de istihbarat aklı” için, dünya kadar Osmanlı siyasetçi, asker ve aydınını
tutuklayıp Malta’ya sürerken Selanikli zamparaya “vize” verip Samsun’a nakletmek
de zor değildi.. Osmanlı Hükümeti’nden bu yönde resmî bir talepte bulundular, Doğu
Karadeniz’deki karışıklıklara müdahale için oraya bir yetkili göndermelerini
istediler.
İngilizler
için de, zampara Black Jumbo için de işler tıkırında gidiyordu.
Nitekim, Selanikli zampara Samsun’a çıkışının üzerinden daha henüz iki buçuk ay geçmişken, ortada hiçbir şey yokken, Erzurum Kongresi’nin son gününün gecesinde hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit’e “zaferden sonra” Osmanlı Devleti’ni tarihe gömüp sözde cumhuriyet özde diktatörlük olan yeni bir devlet kuracağı müjdesini verdi.
Dahası (cumhurbaşkanı etiketli diktatörlük ve tiranlık garanti ya) Kur’an harflerini yasaklayıp Latin harflerini getireceğini, İslamî
örtünmeyi/tesettürü kaldıracağını, gâvur şapkasını millete zorla giydireceğini, velhasıl İngiliz ilke ve inkılaplarını eksiz biçimde hayata geçireceğini haber verdi.
Derdi cumhuriyet değil, cumhurbaşkanlığı etiketli tiranlıktı, fakat millete "Kendim için birşey istiyorsam namerdim, herşey Halife Padişahımız için, vatan millet Sakarya" nutuklarıyla masal anlatıyor, takiyye destanı yazıp yalan rüzgârları estiriyordu.
Filistin’de
İngiliz’in karşısında kirişi kırıp yıldırım gibi kaçan, Padişah’a “İngilizler’e
teslim olalım” diye telgraf çeken bu felaket tellalı nasıl olmuştu da birden
bire “zafer” müjdesi veren bir umut destanına dönüşmüştü?
Cevap belli:
Sahtekâr Black Jumbo, efendisi İngilizler’in “karar”ına güveniyordu..
İngilizler’in Fransızlar ile İtalyanlar’ı da ikna edeceklerini biliyordu.
Yunan’ı da
İzmir dağlarında açan çiçekleri toplayıp ot yolmaya mahkum edeceklerinden,
kendisi korsan bir meclis toplayıp illegal bir hükümet kurunca Yunan’la barış
yapmasını sağlayacaklarından emindi. (Evdeki hesap çarşının oynak piyasasına uymadı, Alman yanlısı devrik kral Konstantin’in Yunanistan’da tekrar başa geçip İngilizler’in “Milne Hattı”nı
çiğneyerek Anadolu içlerine yürümesi yüzünden Selanikli’nin "vaadedilmiş zafer"inin tahakkuku biraz
gecikti.)
*
Evet,
Selanikli zampara Black Jumbo, efendisi İngilizler’e (en başta da Lloyd George ile Curzon'a) müteşekkirdi ve onlar
gerçekten isteselerdi heykellerini dikmekten çekinmezdi.
Fakat
istemediler.
Bununla
birlikte, zampara Black, onların, heykellerinin dikilmesini hak ettiklerini
biliyordu. Ve bunu samimiyetle dile getirdi.
Ve bunu, bir
kişi daha biliyordu: İsmet İnönü.
Şunu boşuna
söylemedi:
“İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur."
Selanikli
zampara ile gizli saklı görüşmeler yapıp “karar”ın alınmasını sağlayan kişi, İngiliz
casus Robert Frew idi.
Bu
Frew, sadece Selanikli’yi Osmanlı Devleti’nin mezarını kazmak için ikna etmekle
yetinmedi, aynı zamanda, başlangıçta zamparaya mesafeli duran, Anadolu’da Osmanlı
için başlattığı mezar kazımı işine katılmayan İsmet İnönü’yü de
Selanikli'nin sadık sağ kolu yaptı.
Kadir
Mısıroğlu, meşhur tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’dan bu hususla
ilgili olarak dinlediklerini şu şekilde satırlara dökmüş bulunuyor:
“ İbrahim Hakkı Konyalı, Yenibahçeli Şükrü‘den dinlemiş olarak İnönü’nün
Anadolu’ya zorla nasıl götürüldüğünü anlatmıştı. Bunu bir nebze çıkardığı “Tarih Hazinesi” dergisinde yazmıştır. Ben kendisinden duyduğumu anlatmak isterim:
“… O zaman Anadolu’ya adam kaçırmak için
işgale rağmen İstanbul’da “M.M.” adıyla [Müdafaa-yı Milliye] bir gizli teşkilat
kurulduğu malumdur….
M.M. grubunda çalışanlardan biri
de Yenibahçeli Şükrü Bey’di…. Adamları İnönü’yü sokakta
derdest edip Maltepe’ye getirmişler. Şükrü Bey, İstanbul’da düğün dernekle meşgul olacağına Anadolu’ya gitmesi teklifinde
bulunmuş. O ise Kâzım Karabekir’e verdiği [ve Karabekir’in kitabında
naklettiği] cevaplara benzer cevapla başarıya inanmadığını ve gitmek
istemediğini söylemesi üzerine Yenibahçeli Şükrü, İsmet Paşa’yı
faaliyette bulunduğu binanın bodrumuna hapsetmiş…. Nihayet İsmet Paşa kendisine
yapılan teklifi kabule mecbur kalmış ve M. M. grubu [Asıl adı Müsellâh
Müdâfaa-i Milliye (Silahlı Milli Savunma) olan ve baş
harfleri durumundaki M. M.’nin Osmanlıca alfabedeki
okunuşu olan "Mim Mim" kısaltmasıyla tanınm istihbarat örgütü]
mensupları nezareti [gözetimi] altında İzmit’e kadar götürülerek Ankara’ya
gönderilmiş. Ankara’da da aynı kötümser tavrı sergileyince M. Kemal Paşa
kendisine İngilizler’in İstanbul’daki entelijans
[istihbarat, gizli servis] başkanı olan Râhip Furo‘dan [Frew (Robert Frew)] kendilerinin binnetice galip getirileceğine dair
bir beyanına muttali olursa kararını değiştirip değiştirmeyeceğini sormuş. O da
böyle birisinden o tarz bir söz duyarsa Milli Mücadele’ye inanabileceğini
söylemiş. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, onun eline Rahip Furo’ya hitaben bir mektup yazıp vererek
kendisini İstanbul’a göndermiştir.”
(Kadir Mısıroğlu, Benden Tarihe Haberler, İstanbul: Sebil Yayınları,
2017, s. 386-7)
Bu,
Selanikli Mustafa Atatürk’ün (işgalci düşmanın ajanlarıyla gizlice temas
kurarak devletini ve milletini satmış) bir vatan haini olduğunu ifade etmek
anlamına gelmektedir.
İsmet
İnönü 8 Ocak 1920’de Ankara’ya gelmiş, 3 Şubat 1920’de (cebinde Rahip
Frew’ya hitaben yazılmış mektup bulunduğu halde) İstanbul’a dönmüş, 9 Nisan
1920’de de, "Selanikli’nin İngiltere, Fransa ve İtalya’nın desteğini arkasına
almış olduğunu bilmenin" huzuru ve gönül rahatlığı ile tekrar Ankara’ya vasıl
olmuştur.
*
Selanikli
zampara, İngilizler’in Yunan ordusunu (adını General Milne’den alan) “Milne
Hattı” ile İzmir dağlarında durdurması sayesinde Anadolu’da (altında –devletin tahsis
ettiği- iki otomobil, cebinde Osmanlı Devleti harcırahı olduğu halde) toplantılar
yapıp kahramanlık nutukları attı, ağını yavaş yavaş ördü.
Yedi
düvel cihetinden gayet rahattı.. Keyfi yerindeydi.
Erzurum’da
bir “Heyet-i Temsiliye” icat edip başkanlığını aldı.. Ardından Sivas Kongresi’nde vatanseverlik baharatı bol nutuklar attı, akabinde de “Ne duruyoruz, bir de Ankara’da meclis toplayalım,
milletvekili olup nutuk atarak millet kesesinden maaş alıp yiyelim” dedi.
Bunun
için Sivas’tan sonra (altındaki iki otomobille), o sırada İngiliz ve Fransız
askerlerinin kontrolü altında olan Ankara’ya “güven içinde” postu serdi.
Takvimler 27 Aralık 1919’u gösteriyordu.. 1920 yılına dört gün kalmıştı..
Zamparanın yedi
düvel sayesinde keyfi yerindeydi.. İstanbul’da Padişah Vahideddin’in ensesinde
boza pişiren İngilizler, Selanikli zamparayı Ankara’da “welcome”lıyorlardı.
*
Tam
da Selanikli’nin Ankara’ya vardığı gün, 27 Aralık 1919’da İngilizler, Erzurum’daki
Karabekir’i de saflarına katmak için harekete geçtiler.
İngiliz yarbayı Alfred
Rawlinson (Ki meşhur Lord Curzon’un yeğenidir) o gün İstanbul’dan Erzurum’a
gelip Karabekir’le görüşmüş bulunuyor.
İngiliz Büyükelçiliği’nden
(ve de büyükelçiliğin rahibi maskesi altında faaliyet gösteren baş casus Robert
Frew’dan) Lord Curzon kaynaklı talimat ve malumatı almış olduğundan şüphe
edilemez.
Uğur Mumcu, Karabekir’in şu sözlerini aktarıyor:
… ertesi günü İngiliz kaymakamı Rawlinson
İstanbul’dan Erzurum’a geldi. Ve beni hemen makamımda ziyaret etti
(27.11.1919) . Tam bir saat görüştük.
Anlattıklarının hülasası şunlardır, Lord Curzon
diyor ki:
“a) Şimdiye kadar sulh
(barış) yapmadığımızın sebebi Türkiye’de şimdiye kadar kuvvetli bir
hükümet görmediğimizdendir. Hakiki
İngiliz dostu olacak simalarla anlaşmak istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa sulh konferansında bulunsun veyahut
sulh mukarreratına (kararlarına) mutabık kalsın.
b) Endişemiz Türkiye'nin yine bir
gün İngiltere'nin düşmanları tarafına geçivermesidir. Padişah
hükümeti bunu yapabilir. Artık krallık ve imparatorluk modası
geçmiştir. Birçok debdebe ve masraf yerine millet kendi
işini kendi gören cumhuriyete taraftardır. Bizim
de padişahı hükümet ve siyasete karıştırmayıp halife olarak istediği yerde
oturmasına taraftar olmaklığımız.
c) Gerçi İstanbul bir
Türk şehri olarak kabul olunmuştur. Ancak Çanakkale İtilaf
Devletleri [İngiltere, Fransa ve İtalya] tarafından işgal olunacak
--ihtimal İstanbul etrafında İtilaf askeri bulunur--. Zaten
Türkiye bir Asya devletidir. İstanbul bir köşedir.
Anadolu'nun idaresi ve terakkiye sevki
(ilerlemeye yöneltilmesi) İstanbul'dan gayri [İstanbul
dışında] mümkündür. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? Mesela Bursa'da
olacak bir hükümet serbesttir.”
(Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, 17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 41-42.)
Uğur Mumcu’nun
Karabekir’den naklettiği bu satırlar, Selanikli-İngiliz ilişkilerinin
anlaşılması bakımından kritik öneme sahip.
Rawlinson’un söz konusu
ziyaretinin yeri, zamanlaması, muhtevası ve muhatabı, tarihçiler için çok
önemli ipuçları sunuyor.
Her ne kadar
Karabekir-Rawlinson görüşmesinin tarihi, metinde 27 Kasım 1919 olarak
verilmişse de, doğrusu (Rawlinson’un Adventures in in the Near East adlı
kitabında belirttiği gibi) Aralık’tır. Burada bir yazım hatası var. (Bkz. Yavuz
Özdemir, “İngiliz Yarbayı Rawlinson-Mustafa Kemal Görüşmeleri”, Atatürk
Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, Şubat 2010, s. 69-70.)
Rawlinson neden Ankara’ya
değil de Erzurum’a gitmiş ve neden Selanikli ile değil de Karabekir
ile görüşmüştür?
Nedeni şu: Selanikli ile
bu hususlarda daha önce anlaşmış bulunuyorlar, fakat o gün
için Anadolu’da asıl güç sahibi (ve Selanikli’nin mevcut konumunun “bani”si),
Karabekir Paşa.
*
Cumhuriyet'in banisi
Selanikli, Selanikli efsanesinin banisi ise Karabekir..
Karabekir’in onay
vermediği hususlarda Selanikli’nin İngiliz tekliflerine (o gün için) olumlu
yaklaşması mümkün değil.
Çünkü vatanı kurtarmaya
çalışan bir kahraman değil, teslimiyetçi bir İngiliz işbirlikçisi gibi
görünmesine yol açacaktır.
Zaten kahramanımız vatanı
kurtarmak bir tarafa, kendisini bile kurtaramamakta, Karabekir tarafından
kurtarılmaktadır.
Dolayısıyla İngilizler
Karabekir’le de anlaşmak, Selanikli’nin elini güçlendirmek istiyorlar.
Nitekim Karabekir,
yukarıya aldığımız metinde Curzon’un "Hakiki İngiliz dostu olacak simalarla anlaşmak
istiyoruz” şeklindeki mesajını aktarmış bulunuyor.
İngiliz dostu Selanikli
ile anlaşmışlar, fakat (o gün için) yeterli değil, Karabekir’le de anlaşmaları
lazım.
*
Evet, Curzon Karabekir’e
şu mesajı veriyor:
“Şimdiye kadar sulh (barış) yapmadığımızın sebebi Türkiye’de
şimdiye kadar kuvvetli bir hükümet görmediğimizdendir.”
Bunu diyor ama, zaten
mevcut Osmanlı hükümetini güçsüzleştiren, kolunu kanadını kıranlar
kendileri.
Ortada henüz bir Ankara
hükümeti de yok.. Çünkü daha TBMM bile yok.. 23 Nisan 1920’ye yaklaşık
dört ay var.
Fakat Curzon,
Anadolu’da güçlü bir hükümet görmek istediklerini söylüyor.
Yani, adamlar Selanikli’nin
yol haritasını hazırlamışlar, eline tutuşturmuşlar.
Buna göre, Selanikli’nin
önce bir hükümet kurması gerekiyor.. Bunun için de evvela bir meclis toplaması
lazım.
Ve bu arada İngiliz,
Selanikli’nin hayata geçirmeye başladığı bu projeleri için Karabekir
nezdinde “lobi” faaliyeti yürütüyor.
Ona, Anadolu’da
kurulacak yeni bir hükümetin (devletin) faziletlerine dair brifing
veriyorlar.
Türkler’le bir barış
yapmak istiyorlar, fakat karşılarında muhatap olarak Sultan
Vahideddin’i ve Osmanlı hükümetini görmek istemiyorlar.
Görmek istedikleri kişi,
Selanikli zampara.. Black Jumbo.
*
Fakat o an için Selanikli
“Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayriye himmet ede” formatında
bir emekli Sarı Çizmeli Mustafa Kemal Ağa.
Önce hükümet kurması
gerekiyor.. İlk adım, Ankara'da toplanacak olan TBMM..
İngilizler, TBMM'ye oyun
alanı açmak ve onu rakipsiz hale getirmek için, İstanbul'daki (bugünkü Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi binasında faaliyet gösteren) Meclis-i
Mebusan'ı basıp kapatacaklar, Selanikli'yi adamdan saymayan ağır
topları Malta'ya süreceklerdir.. Önceden sürmüş olduklarının
yanına..
68 milletvekili de
"doğal üye" sıfatıyla yeni açılacak olan TBMM'ye katılmak üzere
Anadolu'ya geçecek, böylece TBMM'nin meşruiyet temelini tahkim
edecekerdir.
Fakat, kurulacak
yeni TBMM "hükümet"inin de desteğe ihtiyacı vardır..
İngilizler bunun için de
ellerinden geleni yapacak, Osmanlı Milli Savunma Bakanlığı'nı ve
Genelkurmayı'nı basıp kapatacaklar, İçişleri Bakanlığı'nı işlevsiz hale
getirecekler, böylece Ankara hükümetinin önündeki yola asfalt döşeyeceklerdir.
*
Evet, Karabekir’in
Curzon’dan naklettiği şu ifade önemli:
“Mustafa Kemal Paşa sulh konferansında bulunsun veyahut
[bulunmaması halinde] sulh mukarreratına (kararlarına) mutabık
kalsın.”
Görüldüğü gibi Curzon,
“İlla da Mustafa Kemal’i isterem” modunda..
Ancak o gün için
Selanikli Anadolu’da yersiz yurtsuz dolaşan bir gariban durumunda..
O kadar ki, Kâzım
Karabekir abisinin desteği olmasa kulağından tutulup İstanbul’a götürülecek.
Ortada bir TBMM yok..
TBMM hükümeti yok.. Yok oğlu yok..
Peki Selanikli’nin hiç değilse
Anadolu’da düşman “yedi düvel”inden herhangi birine attığı tek bir mermi var
mı?
O da yok..
Bol bol nutuk atıyor,
kongre toplayıp münafıkça “Padişah Efendimiz’li, halifeli, İslam’lı”
edebiyat yapıyor..
Fakat düşmana sıkılan tek
bir kurşun yok henüz.
Ortada bir tek “müstafî
(istifa etmiş) asker” olan sıradan vatandaş Selanikli’nin hayalleri ve o
hayallerin temel dayanağı Karabekir var.
O yüzden Curzon, Karabekir’le
de anlaşmaya çalışıyor.
*
Fakat, “Biz Mustafa
Kemal’le zaten anlaşmış bulunuyoruz” demiyor. Çünkü Karabekir’i (ve de milleti)
ürkütmemek, uyandırmamak gerekiyor.
Ancak, Selanikli
Mustafa’nın barış görüşmelerinde “tek” (yegane) muhatapları olmasını,
ya bizzat görüşmelere katılmasını, ya da onaylama makamında olmasını istemekten
de geri kalmıyor.
Adamlar Selanikli’nin
“mutabık” kalmasını çok önemsiyorlar.. Kendilerinin mutabık kalmaları yetmiyor
bir de Selanikli’nin mutabık kalmasının derdindeler.
Selanikli’nin avukatı
gibi konuşuyorlar.
Niye?
Bu niyenin altında çok
şey yatıyor.
*
Evet adamların Türkiye’de
“güvenecek dostlar”a ihtiyacı var.
Padişah’a güvenmiyorlar.. Curzon’un mesajı açık:
“Endişemiz Türkiye'nin yine bir gün İngiltere'nin düşmanları
tarafına geçivermesidir. Padişah hükümeti bunu
yapabilir.”
Bunu yapmayacağı garanti
olan, Selanikli’nin “padişahsız hükümet”i..
O yüzden barış
görüşmelerine ya bizzat katılması ya da mutabakatını bildirmesi gerekiyor.
Fakat bunun için önce bir
hükümet kurması lazım.. Ve de hükümete meşruiyet kazandıracak bir "millet" meclisi..
*
Curzon’un sözleri bundan
ibaret değil. Şu da var:
“Artık krallık ve imparatorluk modası geçmiştir. Birçok
debdebe ve masraf yerine millet kendi işini kendi gören
cumhuriyete taraftardır.”
Hayır, bunu İngiltere
Kralı için söylemiyor.
El kesesinden cömertlik
yaparak Osmanlı için söylüyor.
Türk milletinin neye taraftar
olup olmadığına da “Türk millet adına” Lord cenapları karar
veriyor.
Evet, Karabekir’e
verdikleri akıl bu..
İmdi, Selanikli’nin
İstanbul’da, İngiliz İstihbarat Teşkilatı’nın (gizli servisinin)
İstanbul şefi Robert Frew ile başbaşa gizli görüşmeler yaptığını,
halvet olduğunu biliyoruz.. Zamparanın Nutuk’taki itirafıyla sabit.
Ayrıca, Anadolu'ya
geçtikten sonra Rawlinson’la da müteaddit görüşmeler yapmış
durumda.
Kemalistlerin kendilerine
sormaları gereken soru şu: Karabekir’e böylesi telkinlerde bulunan
İngilizler, aynı şeyleri Selanikli’ye de söylemiş olabilirler mi?
Tersinden soralım: Söylememiş
olabilirler mi?
Karabekir Curzon’un
anlaşma talebini ve mesajlarını açıkça yazmış olduğu için, ona yapılan teklif
ve telkinleri biliyoruz.
Selanikli ise bu
konularda ketum mu ketum..
Ve bu ketumiyet bizi hiç
de şaşırtmıyor.
*
Olay açık:
Karabekir’e
söylenenler İstanbul’dayken Selanikli’ye de söylendi.. Ve Selanikli
“Bana fırsat verin, beni destekleyin, bu istediklerinizi eksiksiz olarak
yaparım” dedi.
İşte, Erzurum Kongresi
sırasında bir gece hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya
Yiğit’e açıkladığı “saltanatı kaldırma, cumhuriyet ilan etme (cumhurbaşkanı etiketli padişah olma),
tesettüre savaş açma, Latin harflerini alıp bin yıllık alfabeyi yasaklama,
millete şapka dayatmasında bulunma” gizli gündeminin ardındaki
gerçek bu.
Şurası kesin: Karabekir’e
yukarıda aktarılan mesajları verip anlaşma teklifinde bulunan
İngiliz’in aynı şeyi Selanikli’ye de yapmamış olması imkânsızdır.
İmkânsızdır imkânsız.
Ve Kongre gecesi
hempalarına gizli gündemini açıklayan Selanikli’nin aynı şeyleri
İngilizler’e de söyleyerek onlara teminat vermemiş olması da imkânsızdır.
Buradan (matematiksel bir
kesinlikle) varacağımız sonuç şudur:
Türkiye Cumhuriyeti’nin
banisi olan Selanikli zampara Atatürk, o gün için İngiliz
İstihbaratı ile anlaşıp kendi devletinin (Osmanlı Devleti’nin) temellerine dinamit koyan bir işbirlikçi haindir.
İsteyen ajan da
diyebilir.
Denklemin sonucu açık..
Sağlamasını da Yaşar Gören yapmış durumda.. Adam casus Black Jumbo’nun ta kendisi.
*
İngilizler’le anlaşıp
Osmanlı’ya oyun oynama bakımından Şerif Hüseyin ile Selanikli
zampara Atatürk arasında bir fark yok.
İngilizler Şerif
ailesine Hicaz’da, Ürdün’de ve Irak’ta
devlet kurma izni verdiler.. Hicaz’ı Abdülaziz bin Suud liderliğindeki Vehhabî
Bedevîler onların elinden aldı. Irak ise 1958 darbesiyle Şerif
ailesinin elinden çıktı.. Fakat Ürdün’de tutunmayı başardılar,
orada Şerif sülalesi krallık tahtı sahibi olarak hakimiyetini bugün de sürdürüyor.
Evet, Şerif
Hüseyin ve oğulları şirketine devlet kurma izni veren İngilizler Anadolu’da
da Selanikli’ye devlet kurma izni verdiler.
Yani Selanikli ile Şerif
arasında önemli bir fark yok..
Şöyle küçük bir fark var:
Şerif’in şeriflik karizmasından dolayı ona krallığı uygun
gördüler, Selanikli için uygun olansa cumhurbaşkanlığıydı..
Bir de şu: Şerif
İngilizler’le açık işbirliği yaptı, Selanikli ise (durum gereği) gizli..
*
Ancak, bu gizlilik
üzrindeki örtüyü 1973 yılında İkinci Adam İsmet İnönü biraz
araladı:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin
buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
Adam daha ne desindi?..
Bu
bir katre sözün içinde umman gizli.
Anlayana sivrisinek
saz..
Arif olana bir işaret
kâfidir diye bir söz de var..
Yine, “Lafın tamamı
ahmağa söylenir” diye bir atasözümüz de mevcut..
İsmet İnönü’nün bu sözü
bilinçsizce ağzından kaçırmış olduğunu zannedenler, onu tanımıyorlar.
Celal Bayar’dan daha zeki
ve dürüst olduğu kesindir.
*
Görüldüğü gibi Curzon
“Gerçi İstanbul bir Türk şehri olarak kabul
olunmuştur” diyor.
Böyle olduğu için,
Yunan’a karşı zafer kazanıldıktan sonra İngilizler’le herhangi bir çatışma
yaşanmadı..
İngiliz donanması
İstanbul’dan sessiz sedasız çekilip gitti.
Çünkü İstanbul’da petrol yoktu..
Petrol Musul ve Kerkük’teydi..
Fakat daha önemlisi,
İstanbul’un Batılı devletler arasında paylaşımı büyük bir sorundu.. İstanbul, komünistlerin
eline geçen Rusya için de önemliydi.
Ancak, Curzon’un
Karabekir’e yaptığı tekliften, Çanakkale’ye göz koydukları ve Karabekir’in bu
konuda vereceği tepkiyi ölçmeye çalıştıkları anlaşılıyor.
“İstanbul’u size veririz,
fakat karşılığında Çanakkale’nin bizde kalmasına razı olun” der gibi
konuşuyorlar.. Selanikli'den her istediklerini alacaklarını biliyorlar, fakat ardındakilerin de razı edilmeleri şart.
Kırmızı çizgilerinden birisi şu: İstanbul’un
başkent olarak kalmasına izin vermek istemiyorlar.
Başkent, Anadolu’daki
bir şehir olmalı.
Yeni devlet, imparatorluk
bakiyesi ya da varisi görüntüsü vermemeli, Lidya, Frigya filan gibi bir ikinci sınıf nevzuhur devlet
statüsünde olmalı.
*
Karabekir’e “İstanbul
bir köşedir, köşebaşıdır. Anadolu'nun idaresi ve
kalkınması İstanbul dışında da mümkündür” diyor ve "Bu hususta ne
düşünüyorsunuz?” diye soruyorlar.
Yani kurulacak yeni
devletin planı, şeması, krokisi hazır: Osmanlı saltanatına son
verilecek, cumhuriyete geçilecek, ülkede padişah yerine cumhurbaşkanı bulunacak,
başkent Anadolu’daki bir kent olacak, İstanbul olmayacak.
Şu cümle önemli:
“Mesela Bursa'da olacak bir hükümet serbesttir.”
Doğrudan Ankara deseler
fazla açık konuşmuş olacaklar.
Mesajlarının
Türkçesi şu:
“Biz İngilizler, sizin
Anadolu’daki bir şehirde yeni bir hükümet kurmanızı istiyoruz.. Size yeni bir
hükümet kurmak serbest.. İzin veriyoruz. Güle oynaya kurun, hayırlı
uğurlu olsun.. Tabiî bu hükümet bir cumhuriyet
hükümeti olacak, Osmanlı Padişahı’nın ocağına incir dikecek.”
Karabekir’e fikrini
soruyorlar: “Bu hususta ne düşünüyorsunuz?”
Selanikli’ye
sormuyorlar..
Ne
düşündüğünü bildikleri kesin..
*
Fakat, “Hakimiyet
kayıtsız şartsız milletindir” diyen Selanikli ne düşündüğünü millete
zaten Erzurum’da açıklamış..
O gün için millet sadece iki kişiden oluşuyor:
Mazhar Müfit Kansu ve Süreyya Yiğit..
Sonraki süreçte millet
efradında çoğalma görülecektir..
Çünkü “İhtimal bazı
kafalar kesilecektir”..
Kafalar kesilmeyi
istemedikleri için hep birlikte Mazhar Müfit ile Süreyya gibi millete
dönüşeceklerdir.
*
Curzon’un Karabekir’e bir
başka teklifi ve telkini şöyle:
“Bizim de padişahı hükümet ve siyasete karıştırmayıp
halife olarak istediği yerde oturmasına
taraftar olmaklığımız.”
Yani padişahlık kalkacak,
hükümete ve siyasete karışmayan bir halifelik devam edecek.
Bu formül aynen uygulandı.
Buradan da
anlaşılabileceği gibi Selanikli’nin akıl hocası İngilizler..
Plan ve projeyi hazırlamışlar, yol haritasını belirlemişler, Selanikli’ye
sadece verilen rolü ezberleyip oynamak kalmış..
Allah var, rolünün
hakkını iyi verdi, pot kırmadan ve falso yapmadan mükemmelen oynadı..
Gizli gündemini kimlere
açıklayacağını da, kimlerin saflığından yararlanacağını da, kimlerin başına ne
zaman sopayı indireceğini de, nerede nasıl yalan söyleyip sular seller gibi
yalan yeminler edeceğini de iyi biliyor.
Eğer bu bir deha ise,
dahi olduğu söylenebilir.. Fazlasıyla..
*
Ancak, kusursuz deha
olmuyor, bu zampara da bir hata yapıyor.
O da şu: İşin padişahlık
yerine cumhuriyet, padişah yerine cumhurbaşkanı kısmı tamam da, hırslarını
dizginleyemeyen Selanikli zampara deha, halifeliğe de göz koyuyor.
Balıkesir hutbesi filan bu hevesinin ürünü.
Ancak, bu arzusu İngiliz’in
yazdığı senaryoyla uyuşmuyor.
Çünkü İngiliz, “hükümete
ve siyasete karışmayan” etkisiz ve yetkisiz bir halife istiyor..
Kanatları koparılmış,
tüyleri yolunmuş, Nasrettin Hoca'nın hindisi gibi sadece düşünüp kaşınan bir
kuş halife resmi çizmişler.
Selanikli ise hem
cumhurbaşkanı hem de halife olmak istiyor..
Böylece, siyasî güç
(hükümetlik) ve halifelik (dinî liderlik) yine tek bir şahısta
birleşmiş olacak.
Tamam, Selanikli’ye güvenebilirler
de, o ölüp de yerine bir başkası geçince ne olacak?
İşte bu yüzden
Selanikli’nin bu teşebbüsüne izin vermediler ve o da (Karabekir’in ayrıntılı
biçimde anlattığı gibi) birden bire 180 derecelik bir dönüş yaparak dinsiz
imansızlığın ve namussuzluğun propagandasını yapmaya başladı.
Öyle anlaşılıyor ki,
İngilizler Selanikli’nin bu hevesinden dolayı endişeye kapıldıkları için
“hükümetsiz halife” formülünden de vazgeçtiler ve (Cumhurbaşkanı Özal’ın
açıkladığı üzere beş yıl süre vererek) hilafetin tümden
kaldırılmasını istediler.
*
Black Jumbo
Selanikli Mustafa, İstanbul’a Lloyd George’un heykelini dikmedi, daha fena
birşey yaptı, İngiliz ilke ve inkılaplarını (Curzon’un “Yeni Türkiye” projesini)
hayata geçirdi.
“Milli
mücadele”nin mucidi İngilizler ise, hizmetlerine karşılık Selanikli’yi meşhur
Dizbağı Nişanları ile taltif etmek istediler.
Ve de bir
heykelini yaptılar.
Gelişmelerin
içyüzünü bilenler için, onun heykelini dikecekleri baştan belliydi.. Nitekim,
son Osmanlı bakanlarından (Vahideddin’in başyaveri) Avni Paşa bunu tahmin
etmişti.. Mustafa Armağan şunları yazmış durumda:
“Avni Paşa’nın hatıratından öğrendiğimiz bir başka gerçek ise
Misak-ı Milli yanında bir de Misak-ı Halife’nin varlığıdır. Misak-ı Milli
İtilaf devletlerine karşı yayınladığımız hakkımız olan meşru topraklara dair
asgari şarttır. Misak-ı Halife ise Osmanlı’nın bıraktığı geniş topraklar
üzerindeki Hilafet’ten gelen manevî haklarıdır. Nitekim Damat Ferid Paşa’nın Paris
Konferansı’nda dile getirmek istediği ama İtilaf devletlerince küçümsenip alay
edilen talepler gerçekte Misak-ı Hilafet’le ilgiliydi.
“İngilizler Misak-ı Halife’den hiç mi hiç hoşlanmamışlardı.
Çünkü Hilafet’in gücünün tehlikeli bir şekilde kullanılması ihtimalini
tehlikeli buluyorlardı. İngilizlerin Halife’yi Anadolu ile uzlaşmaya zorlarken
Hilafet’in kaldırılmasını isteyişleri arasındaki çelişkiye dikkat çeken Avni
Paşa’nın aşağıdaki ifadesi bence kitabın [Avni Paşa'nın hatıratının] en çok tartışılacak paragrafı:
“… Hilâfet’in Türkiye’de kalması lüzum ve gereğine daha
ziyade inandım. Yaptığım değerlendirmeden müteessir olanlar; ‘Paşa, Ankara’da ve Kuvâ-yı Milliye’de
hiçbir fert yoktur ki, sizin şimdi söylediklerinizi [hilafetin kaldırılması
türünden olumsuz işleri] düşünmüş olsun. Kuvâ-yı Milliye İstanbul’a gelecek,
İzmir, Edirne’yi almakla ve yalnız Misak-ı Milli’nin tahakkukunu görmekle
yetinecektir. Millet de bunun için Mustafa Kemal’in heykelini dikecektir’
dediler. Ben de cevaben; ‘Sizler Mustafa Kemal’in bir heykelinin dikileceğini
söylüyorsunuz. Ben ise iki heykelinin yapılacağını zannediyorum. Şu fark ile
ki; birini tunçtan; Milliciler Ankara’da yaparlar, diğerini de İngilizler altından Londra’da yapacak ve [İngilizler] sırf bunun için
Kuvâ-yı Milliye’nin harekâtına katlanacaktır zannediyorum’ dedim.”
Avni Paşa, sadece İngilizler'in Selanikli'ye vereceği destek hususunda değil, aynı zamanda heykel konusunda da yanılmadı..
Fakat heykelin malzemesi konusunda yanıldı.. İngilizler, Selanikli’ye
balmumu gibi şekil vermiş olmalarından olsa gerek, onun balmumundan bir
heykelini yaptılar.. Altın kullanmadılar.
Ekşi
Sözlük’te “atatürk'ün
londra'daki balmumu heykeli” başlığı altında şunlar
söyleniyor:
·
görülmeye değerdir. zaten bal mumu
heykel sanatı, ehlinin elinden çıkınca daima şahane olmuştur.
· dokunup el vuranin butun dualari gerceklesiyormus, ayrica kucuk bir parcasi bile her turlu hastaligi iyilestirme gucune sahip (denedim %100 calisiyor)
· hatırladığım kadarıyla o müzede türkiye'yi temsil eden tek heykeldir.
· dunya liderleri kategorisinde olup alt katta bulunmaktadir. arkasinda kralice falan var, oldukca heybetlidir.
· atamızın karizmasını ve şıklığını iyi yansıtan heykel.
·
ilk karşılaştığımda önünden dakikalarca
ayrılamadığım, tüylerin diken diken olmasına sebep, harika insanın güzel heykelidir.
gurur vericidir.
·
çok güzel ve heybetli duran bir heykel.
dünyanın sayılı müzelerinden olan bu müzede bulunması guru vericidir. mustafa
kemal'in başardıklarına kör bakanlar ve onu anlayamayan insanlar için kendisine
ait değeri göstermesi açısından en küçük bir örnektir (nice önemli örnekler
sayılabilirdi)
(https://eksisozluk.com/ataturkun-londradaki-balmumu-heykeli--3817282#google_vignette)
·
gördüğümde
duygulandığım ve tüylerimi diken diken eden heykeldir. gerçekten çok iyi
yapılmış. dünya liderlerinin içinde atatürk'ünde bulunuyor olması gurur verici.
(https://eksisozluk.com/ataturkun-londradaki-balmumu-heykeli--3817282?p=2)
*
Yahudi İsrail de Selanikli’nin heykelini yapmayı ihmal etmemiş..
Vikipedi’nin ilgili
sayfasında şunlar söyleniyor:
Mustafa Kemal Atatürk Anıtı (Yehud)
Yehud, İsrail'deki Atatürk anıtı
Mustafa Kemal Atatürk Anıtı, 2007'de Arkadaş
Derneği tarafından derneğin Yehud, İsrail'deki yerleşkesine dikilmiş bir anıttır.
Yer
Anıt, İsrail'in Yehud-Monosson kentindeki Arkadaş
Derneği önünde yer almaktadır.
Açıklama
Anıt, mermer bir temel üzerine
yerleştirilmiş bir Atatürk büstünden oluşmaktadır. Anıtın temelinde
"Mustafa Kemal Atatürk" ve "1881-1938" ibarelerinin altında
ünlü sözü yer almaktadır:
"Yurtta sulh, cihanda sulh"
Altında da şöyle yazıyor:
"Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk,
Bütün Türk Milleti ve Türkiye’yi seven İsrail halkı sana ebediyen minnettar
kalacaktır. ARKADAŞ"
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Kemal_Atat%C3%BCrk_An%C4%B1t%C4%B1_(Yehud))