UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 74
“Beni İstanbul 'dan çıkarmakla
ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul bir sebep aramakla
meşgul idiler.”
Bunu diyen, küçük deccallerin (“çok yalancı”ların) en büyüğü
Selanikli Mustafa Atatürk.
Falih Rıfkı Atay’a söylemiş.
Millet seçiyormuş gibi gösterip kendisinin seçip milletvekili
yaptığı Atay’a.. (Bkz. Falih Rıfkı
Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri ve
19 Mayıs, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1999, s. 142.)
Selanikli, bu lafıyla en iyi başardığı şeyi
yapıyor, yalan söylüyor, fakat sözünde doğru bir taraf var.
Gerçekten de onu, İstanbul dışına çıkarmak,
Anadolu’ya göndermek isteyenler vardı:
İngilizler.
*
İngilizler, onun, Lord Curzon’un projesini
gerçekleştirmek üzere Anadolu’ya gitmesini istiyorlardı.
Projenin esasını, önceki bölümlerde ayrıntılı
biçimde anlattığımız gibi, başkenti İstanbul değil bir Anadolu şehri
olan yeni bir devletin kurulması oluşturuyordu.
Başkentin İstanbul olmaması; yeni
devletin imparatorluk bakiyesi ve mirasçısı gibi görülmemesi, Frigya ve
Lidya gibi küçük ölçekli bir “tarih kazası” izlenimi vermesi açısından önem
taşıyordu.
Devlet “ümmet” devleti değil “milli devlet”
(ulus-devlet) olmalı, hilafete son vermeli, laikliği (siyasal
dinsizliği) benimsemeli, böylece Türkler’in İslam dünyasındaki liderlik
pozisyonunun canına okumalıydı.
Türk’ün İslam dünyasındaki liderlik pozisyonunu
İngilizler dışarıdan müdahale ile zorla elinden alamazlardı, fakat Türk
milletini temsil etme iddiasındaki yeni devlet liderlikten kendiliğinden
vazgeçtiğinde mesele tereyağından kıl çekercesine kolayca halledilmiş olurdu.
Dolayısıyla, “Anadolu’da müslüman sarığı değil, Latin ya da
yahudi şapkası görmek isteriz” diyen (sözde Türk, özde Latin ya da yahudi)
bir devlet kurulmalı, Müslüman’ın cumasının tatil olmasını laikliğine (siyasal
dinsizliğine) aykırı bulurken Yahudi’nin cumartesisi ile hristyan Latin’in
pazarını tatil ilan etmeli, ayrıca Kur’an (Arap) alfabesi yerine Latin
harflerini Türkiye insanına dayatmalıydı.
*
Bu iş için ihaleyi alan taşeron, Filistin’de
İngilizler’in önünden yel gibi kaçan, onlara zahmetsizce dört dörtlük bir zafer
hediye eden Selanikli Mustafa Atatürk’tü.
İngiliz gizli servisinin (İngiliz Büyükelçiliği’nin rahibi gibi görünen)
İstanbul şefi Robert Frew ile Taşeron Kemal,
İstanbul’da gizlice mütedaddit defalar görüşmüş, yol haritasını
belirlemişlerdi.
Selanikli taşeronun, yeni bir devlet kurmak için Anadolu’ya
gitmesi gerekiyordu.
Fakat Anadolu’ya, “Ben geldim, yeni bir devlet kuracağım”
diyerek gidemezdi.. Anadolu dağlarında sersefil, perperişan bir eşkıya konumuna
düşer, yok olup giderdi.
O yüzden, Anadolu’ya “Osmanlı Devleti adına” gitmesi
sağlanmalıydı.
Onu, Padişah Vahideddin ve Osmanlı Hükümeti (“devlet sırrı” mahiyetinde) “gizli gündem”le görevlendirmeliydi.
Her devletin "kozmik oda"larda saklanan "devlet sırları"nın, “gizli, çok gizli” gibi damgalar taşıyan karar metinlerinin,
resmen yalanlayıp reddettiği fakat perde arkasından organize ettiği “örtülü,
gizli servis ya da istihbarat teşkilatı tandanslı” faaliyetlerinin
bulunması tabiî idi.
Selanikli’nin yeni bir devlet kurabilmesi için “gizli gündem”
yeterli değildi, resmen de olağanüstü yetkilere sahip olduğunun Anadolu’da
duyulup bilinmesi, olayın “gizli” değil “izli” bir tarafının
bulunması önem taşıyordu.
*
Ancak, burada şöyle bir sorun ortaya çıkıyordu: İngilizler,
yüzlerce Osmanlı devlet adamını, aydınını, bürokratını, subayını ve
siyasetçisini tutuklayıp Malta’ya sürmüşlerken, Selanikli’nin Anadolu’ya
bu şekilde âlâ-yı vâlâ ile ve de olağanüstü yetkilerle gitmesine durup
dururken izin veremezlerdi.
Çünkü bu, Selanikli’nin daha baştan “İngilizler’in adamı” bir hain olarak mimlenmesine yol açardı.
Bu maskeli baloda hain kostümü İngiliz usulü illüzyon ve abrabadabra ile Padişah Vahideddin'e giydirilmeliydi.
Dolayısıyla, Selanikli taşeronun Padişah Vahideddin’e ve Osmanlı
Hükümeti’ne, “Beni Anadolu’ya olağanüstü yetkilerle ve gizli gündemle gönderin,
İngilizler’in vizesi garanti” demesi mümkün değildi.
Böyle birşeyi ima bile edemezdi, “Bu uyanık galiba İngilizler’le bir
dolap çeviriyor, mercimeği fırına vermişler” diye düşünülürdü.
O yüzden Selanikli taşeronun hiç o taraklarda bezi yokmuş gibi
rol yapması gerekiyordu.
*
Ancak, Padişah Vahideddin’e ve Osmanlı Hükümeti’ne (İngilizler’i
işkillendirmeden Anadolu’da birşeyler yapmak istiyorlarsa), Selanikli’den
yararlanabilecekleri hissettirilmeli, tabiri caizse akıllarına kabuksuz
karpuz düşürülmeliydi.
Bunun için, “Filistin fatihi” General Allenby, satranç tahtasında
ilk hamleyi yapmış durumdaydı.. Selanikli, Falih Rıfkı’ya şunları da söylemiş
bulunuyor:
"O tarihlerde General
Allenbi İstanbul'a gelmişti. Bir gün Harbiye Nazırı (Osmanlı Savunma
Bakanı) ve Erkânıharbiye Reisini (Genelkurmay Başkanı’nı) karşısına alarak
cebinden çıkardığı bir not defterinden bazı şeyler dikte ettirmek ister.
Nazır ve İkinci Reis konuşmak isterlerse de General Allenbi:
"- Görüşmek için
değil, bazı arzularımı söylemek için sizleri kabul ettim, cevabını verir.
"İşte bu konuşmalar
arasında, Allenbi, Altmcı Ordu Kumandanlığı'na benim tayin olunmaklığımı
da tavsiye eder.
“Gideceğim yerin neresi
ve alacağım vazifenin ne olduğunu, ne vaziyette kalacağımı tabii anlıyordum.
Hemen reddettim….”
(Atay, a.g.e., s.
136-7.)
*
Hemen reddediyor..
Fakat maksat hasıl olmuş, ileride Selanikli’yi Anadolu’ya
göndermeyi düşünürlerse, General Allenby’nin sağlam referans mektubunun da
gösterdiği gibi, İngilizler’in buna yeşil ışık yakacağı mesajı Osmanlı
Devleti’ne verilmiştir.
Selanikli de, hemen reddetmek suretiyle, hem, “İngiliz enişte
Selanikli’yi niye öper ki?” diye düşünecek olanların akıllarındaki soru
işaretlerini hükümsüz bırakıyor, hem de, basit bir ordu komutanı değil de “Anadolu
genel valisi” (hatta padişah vekili) anlamına gelen yetkilerle
Anadolu’ya gitmesi için gereken yağlı rayları döşemeye başlıyor.
*
Evet, bütün yaptıkları ve attığı nutuklarla, ve de Falih Rıfkı
gibi adamlarına söyledikleriyle Türk milletini aptal yerine koymuş olan
Selanikli, “Beni İstanbul 'dan çıkarmakla
ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul bir sebep aramakla
meşgul idiler” diyor.
İnsanları
asarak keserek, İzmir Suikasti “girişimi” gibi bahanelerle darağaçlarında
sallandırarak memleketi kendisi için dikensiz gül bahçesi haline getirmiş olan
Selanikli, ortada karşısına çıkıp “Gözünün üstünde kaşın var, sarı öküze benzer
başın var” diyebilecek kimse kalmadığı için Falih Rıfkı’nın karşısında coşmuş,
sallamış da sallamış.
Selanik’in sivri zekâlı çocuğu, sen kim için ağır bir yük olabilirdin ki?
İngilizler için mi?
İngilizler içindiyse, yüzlerce Osmanlı devlet erkânını,
siyasetçisini, bürokratını, aydınını ve subayını tutuklayıp Malta’ya süren
İngilizler niye sana dokunmadılar da bir de tutup General Allenby’nin ağzından
sana ordu komutanlığı bağışlıyorlar.
Niye?
İngilizler için bir pirecik kadar bile tehdit oluştursaydın, seni kulağından
tutar Malta’ya gönderirler ve orada başındaki bitlerini ayıklamak gibi zorlu
bir meşgaleyle uğraşmak zorunda kalırdın.
*
Padişah Vahideddin ve Osmanlı Hükümeti için de ağır bir yük
olabilecek halin yok.
Cephede düşmanın önünden kaçmış müflis bir askerlik zenaatı
esnafısın.
Bütün havan, birkaç aylık acemi padişah Vahideddin’i çektiğin
yağlarla kafaya alıp aldatıyor olmandan kaynaklanıyor.. Sırtını Saray'a dayamış, padişah yaveri unvanını kapmışsın.
İttihatçılar’a gelince, onlar seni Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’da yazdığına
göre, “ahlâksız, haris, sarhoş, sefih ve fırsatçı” olarak nitelendiriyor;
Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü bile senin için “menfaat düşkünü, muhteris”
diyor.
Bu övgüleri elinin emeği, alnının teriyle hak etmişsin.
*
Osmanlı devlet erkânı seni "Anadolu’ya
sürülmesi gereken ağır bir yük" olarak görselerdi, General Allenby’nin teklifini
bahane edip iki satırlık bir yazı yazarlar ve mabadinde asker postalı izi ile
yola düşmeni sağlarlardı.
Encamın hepi topu iki satırlık yazıya bakıyor.. Ama Osmanlı Hükümeti bunu yapmamış.
Ne var ki, Selanikli’nin kendisine iyilik edenlere hakaretlerle ve iftira ile teşekkür etmek gibi pis bir huyu var.. Adamı şımartıp el üstünde tutmuşlar, "Bana ağır yük muamelesi yaptılar" diyerek arsızca ağlayıp zırlıyor.
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır derler. Bunun teşekkür tarzı da bu.. Mesela,
Anadolu’ya giderken cebine (memur maaşının iki buçuk lira olduğu zamanda) 25
bin lira koyan İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’i zaferden sonra 150’likler
listesine dahil edip (malına mülküne el koymak suretiyle) vatansız hale
getirmiş durumda.
Hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmamış, herkese
bir şekilde teşekkür etmiş..
Şahsiyetsiz ve haysiyetsizlere teşekkürü ise,
onları kul köle olarak kullanmak ve ceplerine bol bahşiş koyarak kendilerini
mutlu hissetmelerini sağlamaktan ibaret.
*
Dediğine göre, General Allenby İstanbul'a geldiğinde
bir gün Harbiye Nazırı (Osmanlı Savunma Bakanı) ile Erkânıharbiye Reisi’ni
(Genelkurmay Başkanı’nı) karşısına alarak cebinden çıkardığı bir not
defterinden bazı şeyler dikte ettirmek istemiş.
Bu ali kıran baş kesen muzaffer komutanın
ezberden (ya da irticalen) konuşmayıp not defterinden birşeyler okumuş olması,
ona daha yukarılardan bazı talimatlar verildiğini, bazı kararların tebliğ
edildiğini, ve onun kendi kafasından iş yapmadığını ve konuşmadığını gösterir.
İngiliz İstihbarat Teşkilatı’nın İstanbul şefi
Robert Frew’nun da katkılarıyla Büyükelçilik’te ona bir bilgi notu sunulmuş
olduğu açık.
İngiliz General’in Osmanlı Savunma Bakanı ile
Genelkurmay Başkanı’na yaptığı (İngiliz devleti açısından çok önemli olup
deftere not edilmiş bulunan) tavsiyelerden biri Selanikli ile ilgili..
Selanikli, nedense, İngilizler için pek önemli..
Öyle ki, General Allenby, Osmanlı Savunma
Bakanı ile Genelkurmay Başkanı’na, Selanikli’yi Altmcı Ordu Kumandanı olarak
tayin etmeleri tavsiyesinde bulunuyor.
Selanikli de hemen reddediyor..
*
Sebep?
Selanikli sebep olarak şunu söylüyor:
“Gideceğim yerin neresi
ve alacağım vazifenin ne olduğunu, ne vaziyette kalacağımı tabii anlıyordum.
Hemen reddettim….” (Atay, a.g.e., s. 136-7.)
Ne var ki, bizim kafamız Selanik’in zeki çocuğununki kadar hızlı
çalışmadığı, vatanın her toprağının İstanbul kadar önemli olduğunu düşündüğümüz
için bu gerekçeden birşey anlayabilmiş değiliz.
Alacağı vazife ordu komutanlığı, fakat beğenmiyor.
“Ne vaziyette kalacağını” düşünüyor.. Derde bak!
*
Fakat bu hassas gönül, İngilizler tarafından başka bir talep
gelince, bu defa ismi tavsiye defterinde geçirilmemiş olduğu için, “ne
vaziyette kalacağını” hiç umursamadan “İngilizî görev”in üzerine atlıyor.
Harbiye
Nazırı (Savunma Bakanı) Şakir Paşa, İngilizler’in talebini
içeren dosyayı eline tutuşturunca hiç itiraz etmiyor.
Dosyada
yazılı olanların özeti ise, (Selanikli’nin dediğine göre) şu:
"Samsun ve havalisinde birçok Rum köyleri
Türkler tarafından her gün tecavüze uğramaktadır. Osmanlı hükümeti bu vahşi
tecavüzlerin önüne geçememektedir. Bu havalinin emniyet ve huzurunu temin etmek
insaniyet namına borcumuzdur."
Selanikli’nin
söylediğine göre, bu rapora bir de şu protesto ilave edilmiş:
“Bu tecavüzleri menetmek lazımdır. Eğer siz aciz
iseniz, vazifeyi biz üstümüze alacağız!”
Bunları okuyan Selanikli, Harbiye Nazırı’nın yüzüne bakıp şunu diyor: "- Emriniz paşam."
Maşallah,
bu defa emre hazır.
Oysa,
bunları anlatan Selanikli, lafa şöyle girmiş durumda:
Vahdettin kabinelerinde
[hükümetlerinde, bakanlar kurullarında] benim için iki zıt fikir olduğunu
yukarda söylemiştim: Biri beni lehlerinde kazanmaya çalışanlar,
diğeri hiçbir suretle itimad edilmemek (güvenilmemek) lazım
olduğunu iddia edenler!
Aylarca, münakaşalardan
soma hangi fikir hak kazanmış, bilir misiniz: Mustafa Kemal'e emniyet
edilemez! Mustafa Kemal İstanbul'da birtakım menfi telkinler, belki
hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul'dan uzaklaştırmak lazımdır.
Mustafa Kemal'i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli!
Nihayet bu karar üzerinde
mutabık kalmışlar. Bunu işiten yakın arkadaşlarım beni tebrik ettiler.
Beni İstanbul'dan
çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul bir
sebep aramakla meşgul idiler. Nihayet bu sebep, işgal
kuvvetleri zabitlerinin raporları ile dolu bir dosya halinde ellerine
geldi.
(Atay, a.g.e.,
s. 142.)
*
Selanikli’nin
iddiasına göre, Bakan Şakir Paşa ona şunu diyor:
“Öyle midir, değil midir, evvela bunu meydana çıkarmak
için oralara bir zatın gidip tetkiklerde (incelemelerde) bulunması lazımdır.
Ben Sadrazam Paşa ile (Damat Ferit Paşa) görüştüm. Sizi münasip gördük. Oraya
gidesiniz ve meselenin mahiyetini anlayasınız.”
İstanbul
dışına ordu komutanı olarak bile gitmeyi reddeden Selanikli, bu İngiliz talebi
için yelkenleri hemen indiriyor ve şunu diyor: “Memnuniyetle giderim.”
Reddetmiyor,
memnuniyetle gidiyor.. Kibar adam ya, Damat Ferit Paşa'yı kıramaz.
Padişah Vahideddin'in bu görevlendirmedeki rolünden ise hiç bahsetmiyor. Konuyu memnuniyet izharıyla kapatıyor.
Ancak,
memnuniyetinin ardındaki etkeni bizden saklıyor.
Dediğine
göre, Bakan’a şöyle bir soru yöneltiyor:
“Ancak ben oraya Türkler Rumlara zulmediyor mu,
etmiyor mu, yalnız bunu anlamak için mi gideceğim, memuriyetim bu mu olmak
lazımdır?"
*
Selanik’in
zeki çocuğu yalancılık sanatında ve minareye kılıf uydurmada mahir, fakat burada bir açık vermiş.
Meselenin
sadece “Türkler’in Rumlar’a zulmedip etmediğini teftiş” meselesi olmadığını bu
lafı ortaya koyuyor.
Ancak,
lafı hemen tekrar çevirmiş.. Bakan, Selanikli’nin iddiasına göre, onun bu
sorusuna, “Evet, konuştuğumuz budur!” diye cevap vermişmiş.
Selanikli
ise (güya), memur değil amir, ast değil üst, emir alan değil emir verenmiş gibi
üst perdeden şunu söylemişmiş:
"- Pekâlâ, yalnız müsaade buyurursanız, memuriyetime
bir şekil vermek, lazım! Sizi üzmeyeyim, arzu ederseniz
Erkânıharbiye Reisinizle (Genelkurmay Başkanımızla) görüşerek bunu tespit
edelim!"
Kibar
ya, Bakan’ı üzmüyor..
Lafa
bak!.. Memuriyetine kendisi şekil verecekmiş.. Bakan da (Ki Genelkurmay'a da emir verme makamında) onun bu ukalalığı
karşısında "- Hay hay!" demişmiş..
*
Bir
önceki bölümde de aktardığımız gibi, Bakanlık makamından çıkarak,
Erkânıharbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa'yı (Fevzi Çakmak’ı) arıyor fakat
yerinde bulamıyor.
Dediği şu:
“Dairede ikinci Reis (Genelkurmay İkinci Başkanı) Diyarbekirli
Kâzım Paşa ile karşılaştım.”
(Bkz. Falih Rıfkı
Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri ve
19 Mayıs, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1999, s. 142-4.)
Bu Diyarbekirli Kâzım
Paşa’nın adı, (önceki bölümde de aktardığımız gibi) Diyarbekirli olmayan Kâzım
Paşa’nın (Karabekir’in) günlüklerinde geçiyor:
“Telefonla yaver beyin [Cumhurbaşkanı İnönü’nün yaverinin]
iş’ârı [bildirmesi] üzerine General Cafer Tayyar’la İnönü ’ye [gittik]. Saat
5.45-7.00. M. Kemal'in Enver'e kızarak İngilizlere teslim olmak teşebbüsünü Cevat
Rıfat söyledi. Bunu Cemal [Mersinli] Paşa, Ömer Lütfi ve Diyarbakırlı
Kâzım Paşa da bilirmiş. Cemal Paşa'ya –bugün bana gelmişti– sordum, evet
dedi. Bu maksatla bazı zabitler de (subaylar da) İngilizler tarafına
geçmiş.”
*
İşin aslına gelelim..
Padişah Vahideddin,
birini gizli özel görevle Anadolu’ya göndermek ve orada (barış antlaşmasında
pazarlık unsuru olacak) bir direniş hattı oluşturmak istiyordu.
Ancak, Mondros
Mütarekesi (ateşkes antlaşması) şartlarını ihlal etmiyor gibi görünmek, “örtülü
operasyon” yapmak durumundaydı.
Bu iş için ortada uygun
adam yok gibiydi.. Kimisini tanıyor fakat güvenilir bulmuyordu, kimisini
tanımıyordu, kimilerini de İngilizler tutuklayıp Malta’ya sürmüş
bulunuyorlardı.
Anadolu’ya göndereceği
adamın hem İngilizler’i ürkütmeyen, onlardan vize alabilecek, hem de kendisine
sadık kalacak bir adam olması gerekiyordu.
Bu özellikleri, dalkavuk
yaveri Mustafa Kemal’de eksiksiz olarak buluyordu.
Saf adamdı.
*
Şeyhülislam Mustafa
Sabri Efendi gibi bazı isimler, Mustafa Kemal’in güvenilmez biri olduğunu
söylüyorlardı, fakat Şeyhülislam, Padişah Vahideddin'e göre, büyük alim olmakla birlikte siyasetten anlamayan, içinde bulunulan
şartların zorluğunu iyi hesap edemeyen bir adamdı.
Zaten “âteşîn bir zekâ”
olan Selanikli yaveri ona, İngilizler’in, ajanları vasıtasıyla kendisi
aleyhinde tezvirat ve iftiralarda bulunabileceğini, devlete yapacağı
hizmetleri sabote etmek ve akamete uğratmak isteyebileceklerini söylemiş durumdaydı.
Âteşîn bir zekâ idi, Şeyhülislam gibi saf değildi..
Ki zekâsının farkına, şehzadeliği sırasında
birlikte yaptıkları Almanya seyahati esnasında varmıştı.. Üstelik, devleti
batıran İttihatçılar’dan da hiç hazzetmediğini görmüştü.
Selanikli, Anadolu’ya
özel gizli görevle gönderilmek için biçilmiş kaftandı.. Ülkenin bir paşası
olması hasebiyle devlete sadakati tartışmasızdı, üstüne üstlük “âteşîn zekâ”sı ile
İngilizler’i tefe koyabilecek evsaftaydı.
Onun vasıtasıyla
İngilizler’i oyuna getirebilirdi.
Ancak, İngilizler’i
ürkütmeden, onları uyandırmadan Mustafa Kemal’i Anadolu’ya nasıl gönderecekti?
*
Padişah Vahideddin
boşuna kaygılanıyordu.. İngilizler herşeyi düşünmüş, gereken bütün planları
yapmışlardı.
Padişah, “Selanikli’yi İstanbul 'dan çıkarmak” ve
Anadolu’ya göndermek suretiyle devletin bekası için önemli bir adım atmış
olacağını, omuzlarındaki ağır bir yükten kurtulacağını zannediyor, bu
gönderme işi için “makul bir sebep aramakla meşgul” bulunuyordu.
Neyse
ki İngilizler fazla bekletmemiş, bunun için lazım olan gülünç bahaneyi üretmiş
ve bir protesto notası eşliğinde Osmanlı Hükümeti’ne göndermişlerdi.
Padişah
Vahideddin ve Osmanlı devlet erkânı mutluydu, körün istediği bir gözken Allah, salak İngilizler'in eliyle iki göz lutfetmişti.
Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Şakir Paşa hemen Selanikli’yi çağırdı ve gereken müjdeyi verdi.
Selanikli de memnundu.
*
Ne yazık ki, İngilizler
cephede yendikleri Osmanlı’yı “gizli servis entrikaları” sahasında da altetmeyi
başarmışlardı.
Bir sonraki hedefleri, düşmanları olan Osmanlı Devleti tebasının/halkının, İngilizler’e
değil de bizzat kendi devletlerine (Osmanlı Devleti’ne) düşman olmasını
sağlamaktı.
Bunun
için, taşeronları olan Selanikli Mustafa Atatürk’e bazı başarılar armağan
etmeleri, onun güya İngilizler’i yenmiş gibi hava atmasına izin vermeleri, Türk
milletinin çocukça bir yenmişlik duygusuna kapılmasını sağlamaları, yaralanmış
olan gururlarını uyuşturucuyla avutmaları gerekiyordu.
Selanikli’nin
sağ kolu, başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal
Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı General İsmet İnönü, bu gerçeği
yıllar sonra şöyle açıklayacaktı:
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
*
İngilizler, Selanikli’ye söz konusu desteği verirken işi şansa bırakmış değillerdi..
Herşeyi
inceden inceye planlamışlar, Selanikli’ye yol haritasını ezberletmişler, ve “zafer”den
sonra hayata geçireceği İngiliz ilke ve inkılaplarını tek tek dikte etmişlerdi.
O
yüzden Selanikli, Samsun’a çıkışından iki ay sonra, henüz ortada hiçbir şey
yokken, Erzurum Kongresi sırasında bir gece hempaları Mazhar Müfit Kansu ile
Süreyya Yiğit’e, “zafer”den sonra yapılacaklar konusunda şunları söylemişti:
“Osmanlı
Devleti yıkılacak, Osmanlı sülalesinin icabına bakılacak, adı cumhuriyet olan
yeni bir devlet kurulacak, kendisi bunun başına geçecek, tesettürü (İslamî
örtünmeyi) kaldıracak, kadîm harfleri yasaklayıp Latin harflerini alacak, millete
şapka giydirecek.”
Mazhar Müfit sadece bu kadarını yazmış, bunları hayal ürünü kuruntular zannettiği için devamını dinlemeyip yatmaya gitmiş. (Bkz. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C. 1, Ankara, 1966, s. 131 vd.)
Adamın İngilizler’den talimat ve garanti aldığından haberi yok.