Çok
şey öğrendim, hangi birini anlatayım.
Fakat
son bölümdeki (138’inci bölümdeki) bir sahne, 16-17 yıl öncesini hatırlamama yol
açtı.
Dizide,
Kraliçe kod adlı gizemli bir tip var ve MİT’çiler onun gerçekte kim olduğunu
öğreniyorlar.
Kraliçe’nin
yaşadığı eve sızmaları, her odaya bir dinleme cihazı yerleştirmeleri gerekiyor.
MİT’çi
Nazlı, gerekli düzenlemeyi yapıyor.
*
Şöyle:
Bir
MİT’çi, yemek götüren kurye pozunda evin kapısına dadanıyor.
Evin
hizmetçisi böyle bir siparişin yapılmadığını söylüyor fakat emin olmak için içeriye
sormak üzere kapıdan ayrılıyor.
Bu
arada bizim kurye (MİT’çi), cebinden çıkardığı bir kutudaki canlı böcekleri evin
içine bırakıyor.
Doğal
olarak bir süre sonra evin sahipleri bir böcek ilaçlama şirketinden yardım isteme
durumundalar.
MİT’çi Nazlı bu arada, onların daha önce hizmet almış oldukları böcek ilaçlama şirketini de “bağlıyor”..
Böcekleri telef etmeye gittiklerinde dinleme böceklerini (cihazları) yerleştirsinler diye.
*
Bu
böcekler sana neyi hatırlattı derseniz, “Geçmiş zaman olur ki…” başlıklı yazı
dizisinde anlattığım şu çirkin ve acı verici sahneleri:
...
GASM’da (Gemi Adamları Sınav Merkezi) o tek başıma kaldığım ve damacanadaki su yüzünden zehirlendiğim odada karşılaşmış olduğum başka sorunlar da vardı, ve söz konusu zehirlenme olayı, benim için onların da, farklı bir anlam kazanmasını sağlayacaktı. Bir ara her sabah geldiğimde, odamın tavanının, duvarlarının, pencerelerin, büyük kara sineklerle kaplı olduğunu görüyordum. Evet, normal sinekler de değildi bunlar. İlk işim, odayı bunlardan temizlemek için uğraşmak oluyordu. Ki bir sabah yanıma gelen Denizcilik Müsteşarlığı uzmanlarından Tuğrul G. benim bu temizlik çabama şahit olmuş, o da bana yardıma koyulmuştu.
Tuhaf olan, yan odada bu tür sineklerin hiç ortaya çıkmaması, salt benim kaldığım odayı mesken tutmalarıydı. Ben temizliği yaptıktan sonra herhangi bir şekilde gelen sinek de yoktu. Fakat her sabah geldiğimde bunların sürü halinde yeniden ortaya çıkmış olduklarını görüyordum. Tavanı incelemiştim, acaba geldikleri bir açıklık, delik vs. var mı diye, fakat birşey bulamamıştım. Bu böyle bir süre devam etmişti.
Bir zaman da tam çalıştığım yerde, sanki bir fare ölüsü varmış gibi kötü bir koku ortaya çıkmış bulunuyordu. Beş altı metre kenara gittiğimde o kokuyu alamıyordum, masamın başına oturduğumda burnumun direği kırılıyordu. Masanın ve kenardaki dolabın altını üstünü, yanını yöresini, içini dışını gözden geçirmiş, birşey görememiştim. Sonra, yanı başımdaki dolabı diğer odaya götürmüş ve böylece kokudan kurtulmuştum.
Fakat, o büyük kara sinekleri de, bu berbat
kokuyu da, o zehirlenme olayına kadar,
malum odakların bana bir iyiliği olarak değerlendirmek aklıma gelmemişti. Demek
ki, insanın sağlığı bozulsun, günlük aktiviteleri aksasın diye masraf ve zahmet
edip yiyecek ve içeceklerine “katkı maddeleri” eklemekle yetinmiyor, bir de,
yaşadığı yerde rahat edemesin diye bu tür “kamu hizmetleri” de veriyorlardı.
Yıllar sonra Ankara‘da çalışırken de, tek başıma kaldığım eve bir akşam gittiğimde, kaldığım odanın pencere camında eşek arısı tabir edilen bir sarı arı görecektim. Ama bu, bildiğimiz türden sarı arılardan değildi, azman birşeydi. Bunun, özel olarak getirilmiş olduğunu anlamıştım.
Gündüz ben yokken hemen her gün eve girmekte, kapalı kapıyı açmakta, açık olanı kapatmakta, bana
böylece mesaj vermekteydiler. Bunun için kimi kullanıyor olabilirlerdi acaba,
emekli memur olan apartman yöneticisini mi? Aylar sonra, bu işi, tam karşımdaki
dairede oturan ve genç bir oğlu bulunan emekli memura yaptırıyor olduklarından
kesin biçimde emin olmuş ve evin içine, kapının kenarına, “Karşımda oturan köpek, evime girenin sen olduğunu biliyorum” yazılı
bir levha asmıştım. Bunun ardından, girmeye devam ediyor olsalar da, geride
işaret bırakıp “nanik yapma” şımarıklığını terk etmişlerdi.
Keçiören’in Bağlum tarafındaki bir kenar mahallesinde tek başıma ikamet ettiğim bu evde bir başka akşam, yüzüm hole bakar şekilde otururken birden holde sarı renkte bir duman belirdiğini görecektim. Hemen, hava cereyanı olacak şekilde pencereleri ve kapıyı açacaktım. Duman hole banyodan gelmekteydi. Muhtemelen, komşu dairenin banyosunun küçük penceresinin de açıldığı havalandırma boşluğundan gelmiş olmalıydı.
O gece rüyamda, bunun beyne zarar veren
bir gaz olduğunu öğrenecektim.
İstihbarat
teşkilatlarının ve onlara özenen çetelerin böylesi “gaz”lı “kamu hizmetleri” olabiliyordu.
Kariyer Yayıncılığın Berkay Sadi Türkol imzasıyla yayınladığı “Casusluk-İstihbarat Örgütleri: Büyük Kulaklar” adlı
kitapta KGB için şunlar söyleniyordu (İstanbul, 2010, s. 176-7):
“Eğer KGB gerçekten bir kişiden
şüpheleniyorsa … o kişinin hemen fotoğrafını çeker. Kişinin otel odasına …
sistemleri monte edilir. Kimi zamansa bazı otel odaları ve yataklı vagonlar
özel teçhiz edilmiştir. Bu odalarda özel kimyasal gaz püskürten
mekanizmalar vardır. … iz bırakmayan sessiz gaz tabancaları da
kullanırlar. … Hastaneye kaldırılan kişinin otopsi raporu bile net
değildir.”
Benzer şekilde, CIA
başkanlarından Colby, Amerikan Senatosu’nun yaptığı bir soruşturmada verdiği
ifadesinde, kendilerinin zehirleyerek öldürdükleri kişilerin otopsi kontrollerinde hiçbir ize rastlanmadığını itiraf
etmiştir (s. 89).
...
(https://tebyin.wordpress.com/2020/08/03/gecmis-zaman-olur-ki-melali-cihan-tutar-27-dr-seyfi-say/)