MEVZUBAHİS RİYAKÂRLAR “MEVZUBAHİS OLAN VATANSA SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK DE TEFERRUATTIR” DİYEMİYOR

 




UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 63

 

Bir önceki bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün Misak-ı Millî’yi (Osmanlı parlamentosunun, yani Meclis-i Mebusan’ın kabul ettiği “vatan sınırları”ndan taviz verilmeyeceğine dair ulusal yemini) kaale almadığını, hatta onu bir dert kaynağı saydığını görmüştük.

Zannedilenin aksine..

Selanikli’nin dilinde Misak-ı Millî, gönlünde ise (daha Samsun’a gitmeden İstanbul’dayken) İngilizler’le yaptığı gizli anlaşma vardı.

Daha doğrusu, İngiliz keferesi bir kara karar vermiş, ve kendisine hizmet etmek istediğini söylemiş bulunan Selanikli’ye kararını tebliğ etmiş, ona bir yol haritası sunmuştu.

Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı General İsmet İnönü, 1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle verdiği demecinde, bu gerçeği son derece veciz ve özlü bir şekilde, açık ve seçik biçimde, “kör gözüne parmağım” açıklığında dile getirmiş bulunuyor:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

*

Evet, kararı veren, senaryoyu yazan, İngilizler..

Selanikli, bu tiyatroda (ya da filmde) sadece baş rol oyuncusu..

Ama nasıl Baba filmi Marlon Brando ile hatırlanıyor ve anılıyorsa, diğer oyuncular, hatta yapımcı, senarist ve yönetmen gölgede kalıyorsa, İnönü’nün sözünü ettiği “istiklâl mücadelesi”ndeki İngiliz etkisi de gözardı ediliyor.

Bunu Kemalistler ve Kemalist rejim bilinçli olarak yapıyor.. Anti-Kemalistler ise Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun bir şekilde pençesine düşmemek için söylemekten kaçınıyorlar.

Ama İnönü söylemiş, ve Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun canına okumuş.

İyi yapmış.

*

İsmet İnönü’nün itiraf ettiği gerçeği, Osmanlı’nın sondan ikinci şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi 50 yıl önce söylemiş bulunuyordu.

Tıpkı İnönü gibi olayların canlı şahidi olarak, Vahideddin’in, “çok güvendiği, karşısında iki büklüm olan dalkavuk yaveri Mustafa Kemal ile İngilizler’e oyun oynamak” istediğini, fakat tam aksinin yaşandığını, İngilizler’in M. Kemal ile Vahideddin’e (ve onun şahsında Osmanlı Devleti’ne) oyun oynadıklarını söylemişti.

Şeyhülislam, olayı tarih kitaplarından okumadı; tarihin ta kendisiydi.

Evet, İngiliz, işbirlikçi Selanikli Mustafa Atatürk ile Osmanlı Devleti’ne oyun oynamaya “karar” vermişti.

Şairin “Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır” dediği gibi, Padişah Vahideddin ve Osmanlı Hükümeti ne yapsa boştu.

Oyun kuruculuk virtüözü İngiliz, tezgâhı iyi kurmuştu.

Oyun kuruculuk edebiyatı yapmadan, övünmeden, şişinmeden, böbürlenmeden, hatta oyuna gelmiş numarası yaparak, salağa yatarak “karar”larının gereğini yerine getirdiler.

*

İngilizler, Selanikli’nin başarı hikâyesinin senaryosunu İngiliz “devlet aklı” ve “istihbaratçı aklı”nın tüm maharetini devreye koyarak yazdılar, ve sahnelenmesi hususunu müttefikleri Fransızlar ile İtalyanlar’a cebren (mecbur bırakarak) kabul ettirdiler.

Selanikli’yi mecbur bırakmadılar, çünkü o zaten kendi başarısının peşindeydi.. Körün istediği bir göz, Allah vermişti dört göz.

İşte bu İngiliz kararına güvendiği için, Selanikli, Samsun’a çıkışının üzerinden daha henüz iki ay geçmişken, ortada hiçbir şey yokken, Erzurum Kongresi gecelerinden birinde hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit’e, Osmanlı Devleti’nin canına okuyacağını, cumhuriyet ilan edeceğini (yani cumhurbaşkanı olacağını), devlet başkanı sıfatıyla memleketten tesettürü (İslamî örtüyü) kaldıracağını, millete şapka dayatmasında bulunacağını, geleneksel alfabeyi yasaklayıp Latin harflerini getireceğini müjdelemişti.

Gerçek gündeminde (İngiliz “karar”ının bir parçası olan gizli gündeminde) bunlar vardı..

Misak-ı Millî edebiyatı ise, milleti aldatmak, oltaya çekmek için kullanılan yemdi.

*

Mesele Misak-ı Millî’nin hayata geçirilmesi değil, Osmanlı Devleti'nin yıkılması ve  İngilizler’in kararı doğrultusunda bir çağdaş ve uygar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması meselesiydi.

Ve Selanikli, Misak-ı Millî’yi çiğneye çiğneye, ayaklar altına ala ala bu hedefe doğru emin adımlarla yürüdü.

İlk taviz, Suriye’ye çöreklenmiş olan Fransızlar’a verildi.. Halep ve havalisi elden gitti.

Allah’tan ki millet Maraş’ı, Anteb’i ve Urfa’yı Selanikli’ye sormadan Fransızlar’ın elinden kurtarmıştı.

Asıl büyük tavizler ise Lozan’da verildi, Batı Trakya, Kerkük, Musul ve 12 Adalar gitti.

*

İşte o zaman, TBMM’de itiraz sesleri yükseldi.

Sesi en gür çıkan, Ali Şükrü Bey’di..

Selanikli’nin korumalarının başı durumundaki Topal Osman Ağa tarafından aldatılıp tuzağa çekilerek öldürüldü.

Olay faili meçhul (yapanı bilinmeyen) bir cinayet olarak tasarlanmıştı, fakat ortaya çıktı.

Bunun üzerine, emri kimden aldığına dair bir açıklamada bulunmasına fırsat verilmeden Topal Osman da infaz edildi.

Ancak, olay “resmen” kapansa da, gayriresmî olarak herkes gereken dersi çıkardı.

Birden bire herkes Lozancı oldu.

Böylece, Misak-ı Millî’nin cenaze töreni olan Lozan Antlaşması, Selanikli’nin bir başarısı olarak tarihe geçti.

Başarının bir İngiliz hediyesi olduğunu resmen ilan etme şerefi ise İsmet İnönü’ye kaldı.

Gerçi başarının asıl sahiplerinin İngilizler olduğunu Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi 50 yıl önce söylemişti ama, bu bir gayriresmî açıklamaydı, kaale alan yoktu.

*

Dediğimiz gibi, Selanikli Misak-ı Millî’yi ayak bağı olarak görüyordu..

Onun asıl gündemi başkaydı.

Lozan’da verilen tavizlere itiraz eden İzmit milletvekili Sırrı Bey’e cevap olarak, bir önceki bölümde de aktardığımız gibi, Misak-ı Millî diye bir harita yok” diyerek resmen yalan söylemişti:

“Bazı arkadaşlarımız, mesela Sırrı Bey gibi arkadaşlarımızın medar-ı kelamı [sözünün dayanağı] Misak-ı Millî oluyor. Heyet-i murahhasa [Lozan delegeler kurulu] Misak-ı Millî’yi mahvetmiş, Heyet-i Vekile [Bakanlar Kurulu] Misak-ı Millî’yi feda etmiş. Ben de diyorum ki, Sırrı Bey Misak-ı Millî’nin ne olduğunu anlamamıştır. Misak-ı Millî şu hat bu hat diye hiçbir vakitte hudud [sınır] çizmemiştir. O hududu çizen şey milletin menfaati ve heyet-i celilenin [Lozan’daki temsilcilerin] isabet-i hazırıdır [şimdiki görüşüdür].

(TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, [Devre: 1, İçtima Senesi: 3, 27 Şubat 1339 (1923)], İstanbul: İş Bankası Yayınları, 1985, s. 1318.)

Sırrı Bey buna karşı şu cevabı vermişti:

“… Anlamadığımı söylediğiniz Misak-ı Millî’nin bendeniz, min gayri haddin, muharrirlerindenim [yazarlarındanım, kaleme alanlarındanım].”

Bu beklemediği cevap, her zaman ihtiyatlı ve dikkatli konuşan Selanikli’nin dengesini bozmuş, ağzındaki baklayı çıkarmasına yol açmıştı:

“Keşke yazmaya idiniz. Başımıza çok belâ koydunuz.” (A.g.e., C. 3, s. 1319.)

*

Gerçekte, Batı Trakya ve 12 Adalar gibi İzmir de Yunanistan’ın elinde kalabilirdi.

İngiliz’in başlangıçtaki “karar”ının bu olduğu anlaşılıyor.

Ancak, önceki bölümlerde aktardığımız gibi, Almanya yanlısı olduğu için İngilizler’in baskısıyla tahttan çekilen Kral Konstantin tekrar başa geçip Venizelos’u etkisiz hale getirince, ve İngilizler’in arzusu hilafına Anadolu içlerine yürüme kararı alınca, İngiliz'in planladığı Ankara-Atina barışı gerçekleşmedi, mahut Türk-Yunan Savaşı yaşandı.

Teferruatını (internetten okuyabileceğiniz) Kurtuluş Savaşı’nın Sansürsüz Tarihi adlı kitabımız ile bu yazı dizisinin önceki bölümlerinde genişçe anlatmıştık.

Yunanistan, Türk-Yunan Savaşı’nda yenilen taraf olunca İzmir elinden çıktı.. Fakat yine de Batı Trakya ile burnumuzun dibindeki 12 Adalar elinde kaldı.

Ayrıca savaş tazminatı da ödemedi.

*

Evet, Selanikli Mustafa Atatürk TBMM kürsüsünde Misak-ı Millî konusunda yalan söylemişti. 

Vatan toprağı diye birşey yoktur, mevcut menfaat hesaplarımız ve Lozan’daki delege efendilerimizin (benim keyfimin türevi olan) keyfi vardır” demek istiyordu.

Bunu söyleyen adam, “Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” diyerek mangalda kül bırakmayan, bir karış vatan toprağının bile kan dökülmeden terk olunmayacağı masallarını üfüren babayiğitti.

İkinci oturumda bir başka milletvekili, Abidin Bey, kürsüde şunu demişti:

“Paşa hazretlerinin son beyanatlarından (sözlerinden) kendi nokta-i nazarımdan anladığım: Misak-ı Millî yoktur. İstediğimiz gibi bir harita çizeceğiz…. “

Kırdığı potun farkına yeni varan Selanikli Atatürk ise, sözlerinin tutanaklara geçmiş olduğunu unutarak yine yalan söyler, “Demedim öyle bir şey” diye konuşur. (A.g.e., C. 3, s. 1321.)

Anlaşılan, herkesi kör, âlemi sersem sanıyormuş.

*

Yıllar sonra, Selanikli’nin has adamı Falih Rıfkı şöyle yazacaktır: 

“Mustafa Kemal ise Misak-ı Millî der, ne Nuh ne Peygamber demez.” 

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 21.)

“Şeyh uçmaz, mürit uçurur” diye bir laf vardır. Uçurulma konusunda şeyhler, Selanikli’nin eline su dökemezler.

Selanikli’nin Misak-ı Millî’yi dilinden düşürmediği doğruydu, fakat sonradan, yukarıya aldığımız laflarının ortaya koyduğu gibi, İngiliz’in ve Yunan’ın hatırı için onu kökten reddetti.

Oysa, dilinden düşürmediği zamanlarda, mesela 1 Mart 1922 tarihinde, TBMM’de şöyle diyordu:

“Siyaset-i dahiliyemizde (iç politikamızda) olduğu gibi siyaset-i hariciyemizde de (dış politikamızda da) umde-i esasiyemiz (temel ilkemiz) Misak-ı Millî mevâddından (maddelerinden) ibarettir.”

(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, 5. b., Ankara: Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü Y., 1997, s. 250.)

Misak-ı Millî maddeleri, dış siyasetimizin temel ilkesiymiş..

Temel..

Peki Misak-ı Millî aleyhtarlığı bu durumda ne anlama gelmektedir?

Anlamı vatan hainliği olabilir mi?

*

Evet, Mustafa Kemal’e göre, Misak-ı Millî karşıtlığının anlamı tam da budur:

Vatan hainliği.. 

Vatana ihanet:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin ferda-i küşadında (açılışının ertesinde) kendi meşruiyetine kavlen (sözle), fiilen, tahriren (yazıyla) ve her hangi vasıta ile tariz edenleri (söz dokunduranları) Meclis hangi hak ile hain-i vatan (vatan haini) addettiyse, Misak-ı Millî’ye aleyhtarlık edenleri hangi esbab-ı siyasiye ve içtimaiye (siyasî ve toplumsal nedenler) ile hain tanıdıksa, ve nihayet bütün ihtişam ve şevketiyle, bütün kavanin (kanunlar) ve kudretiyle Meclis’in ve Millî Misak’ın aleyhinde vaziyet alan asırdîde (uzun ömürlü) bir idare ile onun mensuplarını hangi sebepler ve hangi haklarla hiyanetle vasfeyledikse, bugünkü hâkimiyet-i millîye (ulusal egemenlik) düşmanlarını da aynı haklar ve aynı sebeplerle hain telâkki ederiz.”

(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, s. 328.)

Demek ki neymiş, Misak-ı Millî’ye laf söyleyenler vatan haini muamelesi görmüş.

Bu durumda, yaptığı antlaşmalarla Misak-ı Millî’yi fiilen ayaklar altına alan Selanikli’nin, bu yaptığı yetmiyormuş gibi, onu bir de “kavlen” (sözle) bela olarak nitelendirmesini nasıl yorumlamak gerekir?

O günkü Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na göre Mustafa Kemal’in “hakk”ı ne olabilirdi?

"Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl!"

*

Bu soruya, “Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” sözünü besmele yapmış olan vatanperverler cevap versinler, böylece, vatanseverliklerinin boyunun ölçüsünü almış oluruz.


LAİKLİĞİN (SİYASAL DİNSİZLİĞİN) BATIL DİNİ: ATATÜRKÇÜ PUTPERESTLİK

Peygamber Efendimiz  sallallahu aleyhi ve sellem gelecekle ilgili haberler vermiş, istikbalde neler olacağını bildirmiştir. Kendisini  Atatü...