BİR GİZLİ GÜNDEM VİRTÜÖZÜ: BÜYÜK TAKİYYECİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

 



ATATÜRK'ÜN KARAKTERİ (HALİDE EDİB ADIVAR'IN ŞAHİTLİĞİNE GÖRE) - 7


Dr. Seyfi Say


Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki mütareke (ateşkes) döneminde, İngilizler ile müttefikleri, donanmalarıyla gelip İstanbul'a postu sermişlerdi. 

O ümitsiz günlerde vatan savunması için Anadolu'ya geçip gerekirse yeni bir hükümet ve devlet kurma fikrini ilk ortaya atan kişi, Kâzım Karabekir Paşa'ydı.

Onu İstanbul'a, Sadrazam Mareşal Ahmet İzzet Paşa, genelkurmay başkanı olması için çağırmış bulunuyordu.

Ancak bu arada İzzet Paşa hükümeti yıkılmış, yeni hükümet de genelkurmay başkanı olarak Fevzi Çakmak'ı atamıştı. Harbiye Nezareti (Milli Savunma Bakanlığı) müsteşarı ise Miralay İsmet'ti (İnönü).

Karabekir, İstanbul Hükümeti'nden, yalvar yakar, kendisinin Anadolu'ya gönderilmesini istedi. 

19 Nisan 1919 günü (Atatürk'ün Samsun'a çıkışından tam bir ay önce) Trabzon'a çıktı ve oradan, görev yeri Erzurum'a geçti.

*

Anadolu'ya geçmeden önce arkadaşı Miralay İsmet'le de uzun uzun konuşmuş, ona, subayların Anadolu'ya geçip vatan savunmasını örgütlemeleri lüzumundan bahsetmişti.

İsmet'in niyeti ise, bu işlerle uğraşmamak, istifa edip çiftlik edinmek ve İsmet Ağa olmaktı. (Bkz. Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimizin Esasları, İstanbul: Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi, 1933-1951, s. 35-40.)

Karabekir, Mustafa Kemal Atatürk'ü de ziyaret etmiş, kafasındaki projeyi uzun uzadıya anlatmıştı.

Atatürk'ün tepkisi ise, "Bu da bir fikirdir" şeklindeki yuvarlak bir cevap olmuştu.

Karabekir, "Fikir değil karardır" demiş, bu yolda elinden gelen herşeyi sonuna kadar yapma konusunda kararlı olduğunu söylemişti.

Onun ısrarı karşısında Atatürk, "Gelirim" dememişse de, "Gelmeye çalışırım" şeklinde yine yuvarlak bir karşılık vermişti.

*

Karabekir bu kararlılığını, daha sonraki süreçte, vatan savunmasını örgütleyeceğine inandığı (ve belki kendisinin ısrarı sonucu, tavsiyesine uyarak, lafını dinleyerek Anadolu'ya geldiğini düşündüğü) Mustafa Kemal'in emrine (yasaları çiğneyerek, İstanbul Hükümeti'nin emirlerine itaat etmeyerek) girmek suretiyle göstermişti.

O bunu yapmasaydı, müfettişlik yetkileri iptal edildiği için o sırada sarı çizmeli Mehmet Ağa formatında sıradan bir vatandaşa dönüşmüş olan Atatürk'ün artık esamesi okunmaz, süklüm püklüm İstanbul'a dönmek zorunda kalırdı. 

Karabekir, Erzurum'a gitmeden önce veda ve teşekkür için Padişah Vahideddin'e de uğramış, ona, genç subayları Anadolu'ya göndermesi tavsiyesinde bulunmuştu. (A.g.e., s. 40-44.)

Vahideddin'in kendi tavsiyesine uyarak yaveri Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderdiğini düşündüğü, ziyaretiyle ilgili ifadelerinden anlaşılıyor.

*

İngilizler'in, Kâzım Karabekir'in kafasındaki projeden habersiz kalmış olmaları ihtimali zayıf.  

Çünkü İstanbul'daki istihbaratları (gizli servislerinin haber toplama ağı) gayet iyiydi.

Hem de, Halide Edib'i şaşırtacak kadar: 

Kolonel [Albay] H. Symythe, saat on biri geçe geldi. ... 

İngiltere [İstanbul'da düzenlediğimiz] bu millî hissiyatı, yani mitingleri çok beğeniyormuş. Bundan başka da, İngiltere'nin milleti temsil eden [meclise/parlamentoya dayanan] bir hükümeti mutlakiyete [padişahlığa] tercih edeceğini de ekledi. ...

«Aynı zamanda Sultanahmet'teki gibi bir miting daha yaparak padişahı seçime ve Meclis'i açmaya zorlamak istiyormuşsunuz.»

Bu sefer ben şaşırdım. Gerçi böyle bir fikir aramızda konuşuluyorduysa da, bunu kongrenin toplantısında söylememiştik. Böyle bir karar alırsak, bunu İngilizlere söyleyecektik ama, onlar bunu nereden haber almışlardı? ...

(Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı I, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1998, s. 43-5.)

*

İngiliz İstihbarat Teşkilatı'nın İstanbul'daki şefi, Rahip Robert Frew'du.

Sait Molla gibi bürokratlar, Frew'la temas halindeydi.

Onunla mahrem görüşmeler yapan bir Osmanlı subayı da vardı.

Adı, Mustafa Kemal'di. Sonradan Atatürk soyadını alacaktı.

Nutuk'taki kendi ifadesine göre Frew'la (ki onu basit bir "macera meraklısı" olarak gösteriyor, İngiliz Gizli Servisi'ndeki görevini hiç anmıyor) "bir iki" defa mahrem görüşme yapmıştı.

Arkadaşı Rauf Orbay'ın tanıklığına göre ise, sayı "iki üç"tü. (Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, İstanbul: Sinan Matbaası, 1965, s. 32.)

Yaveri Cevat Abbas'a göre de, onunla "fasılalı tarihlerde" (yani birden fazla kez) görüşmüştü. (Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl, 5. b., İstanbul: Gürer Yayıncılık, 2007, s. 214.)

*

Atatürk, Rahip Frew'la tanışıp görüşme "şerefine", kalmaya meraklı olduğu (ve İngiliz subaylarının tercih ettiği) Pera Palas Oteli'nin müdürü Martin vasıtasıyla nail olmuştu.

Karabekir'in böyle gözde otellerde kalma tutkusu yoktu. Dolayısıyla, Rahip Frew diye birinin varlığından da habersizdi.

Yabancı istihbarat servisleriyle de irtibatlı değildi.

Doğal olarak, Atatürk'ün İngiliz ajanıyla yaptığı gizli görüşmeler de bilgisi dışındaydı.

Bilmediği başka şeyler de vardı.

Mesela, 1919 yılının Nisan ayı ortalarında Anadolu'ya geçip bir millî hareket için çaba sarfetmesi teklifinde bulunduğu Atatürk'ün de kafasında benzer düşüncelerin geçtiğini bilmiyordu.

Anadolu merkezli millî mücadele için ikna etmeye çalıştığı Atatürk'ün bundan sadece üç ay sonra Erzurum'da kafadarları Mazhar Müfit ile Süreyya Yiğit'e "Osmanlı'yı tarihe gömeceğiz, cumhuriyet ilan edeceğiz, millete şapka giydireceğiz, tesettürü (İslamî örtünmeyi) kaldıracağız" diyeceğini de tahmin edemezdi. 

*

Karabekir ayrıca, Padişah'ın kontrolü dışındaki bir direniş hareketini İngilizler'in gündemlerine aldıklarını da bilmiyordu. 

Bunu İngiliz Albay Symythe'den duyma "bahtiyarlığına erişen" Halide Edib kadar şanslı değildi.

O yüzden, gelecekte "İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur" şeklinde konuşabilme imtiyazını İsmet İnönü'ye kaptırmış olduğunu da farkedemiyordu. (Bkz. Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

*

Karabekir, Atatürk'ün kafasında "içinden Anadolu, yeni bir hükümet, yeni bir devlet, cumhuriyet, tesettür, şapka, Latin harfleri vs. geçen" bir proje bulunduğunu, ayrıca İngiliz İstihbaratı'nın Osmanlı topraklarındaki en üst düzey ajanıyla/casusuyla mahrem görüşmeler gerçekleştirdiğini bilseydi, yine de onu ziyaret edip Anadolu'ya geçmesi için ikna etmeye çalışır mıydı?

Yoksa bunun, pişmiş aşı yeniden pişirmek, kurban edilmiş koçu yeniden kurban etmek gibi abes bir iş olduğunu mu düşünürdü?

Ve de, Amasya Tamimi/Protokolü sonrasında yetki ve görevleri iptal edilen Atatürk'ün İngiliz baskısı sonucu mağdur edildiğini düşünüp ona "Görevden alınsan da emrindeyim" diyebilir miydi?

*

Halide Edib, Amasya Tamimi sonrası günleri ve Karabekir'in yaptığı fedakârlığı şöyle anlatıyor:

Ali Fuat Paşa Ankara'ya döndü ve diğerleri Sivas yoluyla Erzurum'a hareket ettiler. Orada, Sivas Valisi Reşit Paşa ile konuştular ve o da Sivas Kongresi'ne sadık kalmayı [desteklemeyi] vaat etti.

Bütün bu işler kolay olmadı. Amasya toplantısının haberi İstanbul'a gelmiş ve İtilaf kuvvetleri buna çok aleyhtar olmuşlardı. Orta Anadolu'da bulunan Ali Fuat Paşa gayet sağlam bir milli teşkilat meydana getirmişti. Tabii, bunlar muntazam birlikler değildi. İstanbul hükümeti buna rağmen kendisini yerinden almaya cesaret edemedi. Amasya protokolünün imzasından bir hafta sonra Ali Fuat Paşa Orta Anadolu'daki telgraf merkezlerini ve sivil idareyi eline aldı. Onu da harekete sevk eden şey, Mersinli Cemal Paşa'nın Konya'dan kaldırılması ve güvenemeyeceği adamların valiliklere getirilmesi idi.

Kâzım Karabekir Paşa'nın arkasında büyük bir ordu vardı. Bundan başka da Erzurum halkı kendisini tutuyordu. Bundan dolayı ona dokunmak mümkün değildi. Erzurum'un kongre merkezi olarak seçilmesi, bundan başka da doğu vilayetlerinde bir Ermenistan kurulması ve Trabzon'un da ona liman olarak verilmesi tasavvuruna karşı alınmış bir tedbirdi. Bu milli harekâtın başta gelen önderleri arasında şunlar vardır:

Necati, Hüseyin Avni, Hoca Refet. Bunlar Kâzım Karabekir'e giderek Erzurum'u boşaltma emrini alırsa ne yapacağını sormuşlardı.

Aralarında şöyle bir konuşma olmuştu:

Kâzım Karabekir: "Hükümet Erzurum'u boşaltmamı emrederse, bir asker sıfatı ile emrine itaate mecburum."

Onlar: "Bizi düşmana mı bırakacaksın?"

"Hükümetin emri üstünde milletin iradesi vardır. Eğer millet, [bir kongre toplayıp] temsilcileriyle bunu izhar ederse (belirtirse) onlara itaat edip işgale karşı gelirim."

Kâzım Karabekir Erzurum Kongresi'ni daha esaslı bir noktaya dayatmak istiyordu. Bu kongre Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında açıldı. Ne yazık ki Mustafa Kemal Paşa'nın üniforma ile gelmesi Erzurumluları pek memnun etmedi.

Kongre esnasında Harbiye Nazırı [Milli Savunma Bakanı], Kâzım Karabekir'e, Mustafa Kemal Paşa'yı ve Rauf Bey'i tevkif [tutuklama] için emir verdi. Aynı zamanda da Kâzım Karabekir Paşa'yı Doğu Anadolu'daki bütün askeri kuvvetlerin müfettişi (yani Mustafa Kemal Paşa yerine) nasbediyor ve Kongreyi derhal kapatmasını emrediyordu. Kâzım Karabekir bu emre itaat etmedi. Mustafa Kemal Paşa'nın yerine bir müfettiş tayinini gayri meşru sayıyordu. Bir defa Mustafa Kemal Paşa'yı milli hareketin başı olarak kabul ettikten sonra, Kâzım Karabekir sözüne sadık kalarak Mustafa Kemal Paşa'dan emir aldı. Mustafa Kemal Paşa da o zaman ordudan istifa etti.

O devrin durumunu inceleyenler Kâzım Karabekir Paşa'nın uzağı gören ve süratle hareket eden bir insan olduğunu takdir ederler. Gayet muvazeneli ve akıllı bir adamdı. Herhalde Doğu'yu tehlikeli bir maceraya atmak istemiyordu. Aynı zamanda, ayrı bir hükümet kurmayı da istemiyordu. Çünkü, bunun şahsî [kişisel, şahıs hesabına] olması ihtimalini görüyordu. Bundan dolayı, bir taraftan hükümet merkezini iknaa çalışırken onun yabancı kuvvetler elinde bir oyuncak olmasına da mani olmak istiyordu. Herhalde, Türk topraklarında bir Ermenistan kurulmasına karşı cephe alıyor ve bunun için hazırlanıyordu.

(Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı I, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1998, s. 49-51.)

*

Halide Edib, "Ali Fuat [Cebesoy] Paşa Ankara'ya döndü ve diğerleri Sivas yoluyla Erzurum'a hareket ettiler" diyor.

Diğerleri arasında Atatürk de yer alıyordu.

İlk durakları Sivas'tı.

Oradan Erzurum'a geçtiler.

Daha sonra, Sivas Kongresi için bu şehre tekrar döneceklerdi.

Halide Edib ayrıca, "Amasya toplantısının haberi İstanbul'a gelmiş ve İtilaf kuvvetleri buna çok aleyhtar olmuşlardı" diyor.

"Olmuşlardı" değil de "görünmüşlerdi" demesi daha uygun olurdu. 

Çünkü, İsmet İnönü'nün tarihî beyanına göre, "İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur".

*

Halide Edib, İstanbul Hükümeti'nin Ali Fuat Paşa'yı yerinden (görevinden) almaya cesaret edemediğini de söylüyor.

Cesaret edemedi değil, o sırada İngilizler'in böyle bir talebi olmadı.

Fakat aynı İngilizler, Mersinli Cemal Paşa'nın görevden alınmasını istediler.

Aldırdılar.

Ve İstanbul'a dönünce doğruca Malta'ya sürdüler.

Ali Fuat Paşa, Atatürk'ün gençlik arkadaşıydı, aralarında samimiyet vardı, senli benliydiler, Harb Okulu'nda aynı sınıfta okumuşlardı. 

Mersinli Cemal Paşa'ya gelince, Atatürk'ten altı yaş büyüktü.

Meslekte daha eskiydi.

Sonraki süreçte Osmanlı Hükümeti Ali Fuat Paşa'nın yetkilerini elinden alacak, fakat Paşa bu kararı tanımayacaktı.

Halide Edib, "Orta Anadolu'da bulunan Ali Fuat Paşa gayet sağlam bir millî teşkilat meydana getirmişti" diyor.

Bu "sağlam millî teşkilatı" onun elinden Osmanlı Hükümeti değil, Atatürk alacak, teşkilatın başına Millî Mücadele'ye sonradan katılan sadık bendesi (çiftlik vizyonlu) Miralay (Albay) İsmet'i getirecek, Ali Fuat Paşa'yı tasfiye edecekti.

Paşa, sonradan kendisini İzmir Suikasti davasında İstiklâl Mahkemesi adlı "infaz çetesi"nin önündeki sanık sandalyesinde bulacaktı.

Tıpkı Karabekir ve Mersinli Cemal Paşa gibi.

*

Halide Edib'in bir başka iddiası şu:

Kâzım Karabekir Paşa'nın arkasında büyük bir ordu vardı. Bundan başka da Erzurum halkı kendisini tutuyordu. Bundan dolayı ona dokunmak mümkün değildi. 

Karabekir'in arkasında büyük bir ordu bulunduğu doğruydu.

Bu ordunun da, Erzurum halkının da kendisini çok sevdiği biliniyordu.

Çünkü Karabekir, Suriye cephesinde, başında bulunduğu orduya İngilizler karşısında ricat/kaçış emri veren, ardından da Padişah Vahideddin'e "Hemen mütareke/ateşkes ilan edilsin, savaşacak dermanımız yok" diye telgraf çeken "firarî kahraman" Mustafa Kemal Atatürk'ün aksine, Birinci Dünya Savaşı'nda hiç yenilgi almamıştı.

Ancak, Osmanlı Hükümeti açısından ona dokunmak, üç satırlık resmî yazıya bakıyordu.

Zor değildi.

Fakat, buna gerek yoktu. Çünkü İngilizler, "nasılsa", Mersinli Cemal Paşa'nın aksine, Karabekir'in görevden alınması için İstanbul Hükümeti'ne baskı yapmıyordu.

*

Bunda, Atatürk'e, Anadolu'ya gelip Millî Mücadele'de yer alması teklifinde bulunmuş olmasının, ve verdiği sözden dolayı ona destek olacağının düşünülmesinin etkisi var mıydı, bilmiyoruz, çünkü, İngiliz İstihbaratı'nın Atatürk'le mahrem görüşmeler yapan İstanbul şefi Rahip Frew, (Tevfik Fikret gibi konuşmak gerekirse, "yazık ki, yazıklar ki") geride samimi itiraflardan oluşan bir hatırat bırakmış değil.

Sonradan (Atatürk'ü alıp İstanbul'a götürmek isteyen, fakat Karabekir yüzünden götüremeyen) Fevzi Çakmak'ın (ki bu
"sabıkası" yüzünden gelecekte Atatürk karşısında boynu hep eğri olacaktır) Karabekir'e söyleyeceği gibi. Atatürk'ün Anadolu'da tek dayanağı başlangıçta sadece Karabekir'di.

Karabekir olmasaydı, Atatürk bir hiçti.. 

Rakamların solundaki sıfırdı.

*

Osmanlı Hükümeti Karabekir'e dokunmadı, fakat sonraki süreçte Atatürk dokunacaktı.

Önce, Karabekir'i "Ya siyaset, ya ordu" diyerek bir seçime zorlayacak, o da siyaseti "siyasetsiz/etkisiz ordu" dayatmasına tercih edecekti.

Böylece başında bulunduğu ordu elinden alınmış olacaktı.

Karabekir, siyaset için Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı/Partisi'ni kuracak, fakat, artık ordusuz (güçsüz) hale gelmiş olduğu için Atatürk ona dokunacak, partisini kapatacaktı.

Ardından da Karabekir kendisini İstiklal Mahkemesi adlı infaz çetesinin önündeki sanık sandalyesinde bulacaktı.

*

Halide Edib'in şu ifadeleri çok önemli:

Kongre esnasında Harbiye Nazırı [Milli Savunma Bakanı], Kâzım Karabekir'e, Mustafa Kemal Paşa'yı ve Rauf Bey'i tevkif [tutuklama] için emir verdi. Aynı zamanda da Kâzım Karabekir Paşa'yı Doğu Anadolu'daki bütün askeri kuvvetlerin müfettişi (yani Mustafa Kemal Paşa yerine) nasbediyor ve Kongreyi derhal kapatmasını emrediyordu. Kâzım Karabekir bu emre itaat etmedi. Mustafa Kemal Paşa'nın yerine bir müfettiş tayinini gayri meşru sayıyordu. Bir defa Mustafa Kemal Paşa'yı milli hareketin başı olarak kabul ettikten sonra, Kâzım Karabekir sözüne sadık kalarak Mustafa Kemal Paşa'dan emir aldı. Mustafa Kemal Paşa da o zaman ordudan istifa etti.

Evet, Karabekir'in arkasında "büyük bir ordu" vardı.

Ayrıca, Erzurumlular, halk, onu sevip sayıyordu.

Atatürk'ün elinde olan ise, İstanbul Hükümeti tarafından "müfettişlik" unvanı adı altında yapılmış (Anadolu genel valiliği anlamına gelen) atamadan ibaretti.

Ve, onu atayanlar, görevine son vermişler, bütün yetkilerini resmen Karabekir'e devretmişlerdi.

Böylece Karabekir, Van'dan Ankara'ya kadar bütün memlekette hem mülkî/idarî hem de askerî makamların en üst düzey amiri haline gelmiş oluyordu.

*

"Burası çok önemli."

"Müfettişlik diye birşey kalmadı" demiyorlar.

Çünkü, "müfettişlik" adı altında verilen gayriresmî (İngilizler'e ve müttefiklerine "resmen" söylenemeyen) "örtülü" görevin devam etmesini istiyorlar.

Bu görev de, Anadolu'da vatan savunmasının tek bir merkezin çatısı ve komutası altında yürütülmesinin sağlanmasından ibarettir. 

Karabekir, Vahideddin'in Yıldız Sarayı'nda Atatürk'e söylediği (ve Falih Rıfkı'nın Çankaya'sında Atatürk'ten naklettiği) "Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!" hitabının muhatabı haline gelmiştir.

*

Padişah ve Osmanlı Hükümeti, kongrelerdir, toplantılardır, nutuklardır, meclistir vs. denilerek patinaj yapılmadan direk göreve odaklanılmasını istemektedir.

Evet, her ne kadar Erzurum Kongresi sırasında Atatürk gerçek niyetini sadece Mazhar Müfit ile Süreyya Yiğit'e söylemiş, "Osmanlı Devleti'ni yıkacağız, cumhuriyet ilan edeceğiz, ardından Kur'an harflerini kaldırıp Hristiyan Avrupa harflerini alacağız, tesetttürü (İslamî örtünmeyi) kaldıracağız, millete şapka giydireceğiz" demiş, milletin önünde ise "müftü efendi gibi dua" ederek din istismarı ve takiyye yapmışsa da, İstanbul'dakiler de, baştan safça Atatürk'ü görevlendirmiş olmakla birlikte "sınırsız ve sonsuz salak" değillerdir. 

Miralay Refet'in Amasya'da farkettiğini herhalde onlar da görmekte "Bundaki niyeti anladık" demektedirler.

Atatürk'ün Mazhar Müfit ile Süreyya Yiğit'e söylediklerini kulaklarıyla duymasalar da...

Yürekleriyle hissetmektedirler.

*

Evet, Karabekir, "sözüne sadık kaldı", (İngiliz İstihbaratı'nın İstanbul şefi ile mahrem görüşmeler yapmış olduğunu bilmediği) Atatürk'ten emir almayı kabul etti.

Atatürk ise, sözüne sadık kalmadı. İstanbul'da "devlet"e vermiş olduğu bütün sözleri çiğnedi. (Rahip Frew'a da birtakım sözler verip vermemiş olduğunu, mahut kişi samimi itiraflardan oluşan bir hatırat yazmamış olduğu için bilemiyoruz. Ancak, İsmet İnönü'nün "İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur" demiş olduğunu biliyoruz. İngilizler bunu, Atatürk'e birtakım sözler vermiş oldukları için mi yaptılar, bunun cevabını da veremiyoruz.)

Atatürk, sonraki süreçte de, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde, TBMM'nin açılışında yaptığı bütün yeminleri, verdiği bütün sözleri sakız gibi çiğneyip tükürecekti.

*

Karabekir, İstanbul'dan aldığı emre isyan edip Atatürk'e emrinde olduğunu söyleyince, Selanikli Mustafa Kemal'e "altın Güneş" Erzurum'da "sırmalar saçmaya" başladı.

Yunan da zaten, Milne Hattı sayesinde "İzmir dağlarında oturdum kaldım" türküsünü "çığırarak" Ege Denizi'ne bakan tepelerin üstünde piknik yapmakta, İzmir dağlarında açan çiçekleri seyretmekle yetinmektedir.

Atatürk, "Osmanlı Devleti'ni yıkma, cumhuriyet ilan edip cumhurbaşkanı olma, Kur'an harflerini kaldırıp Hristiyan Avrupa harflerini alma, tesetttürü (İslamî örtünmeyi) kaldırma, millete şapka giydirme" gizli hedefi yolunda ihtiyaç duyduğu "büyük bir ordu"yu emri altına almıştır artık.

Karabekir sayesinde.

İlerleyen zamanda Karabekir önce bu ordunun başından uzaklaştırılacak, sonra partisi kapatılarak siyasetten tasfiye edilecek, ardından İzmir Suikasti davasıyla ecel terleri dökmeye mahkum edilecek, sonra da o günün en düşük emekli maaşıyla fakr u zarurete mahkum edilecek, ayrıca kesintisiz bir biçimde polis takibi altında tutulacaktır.

*

Halide Edib'ten yaptığımız alıntıda adı geçen "Necati, Hüseyin Avni ve Hoca Refet"e gelince..

Bunlar, Erzurum Kongresi delegeleridir.

Hüseyin Avni, Nurettin Topçu'nun kayınpederi Hüseyin Avni Ulaş'tır.

O da İzmir Suikasti davasında sanık sandalyesine oturtularak terbiye edilecek, payına düşen teşekkürü alacaktır.

Süleyman Necati de aynı akıbete uğrayacak, hissesine düşeni alacak, ihmal edilmeyecektir.

Herkes, ektiğini biçecektir.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...