DEVLET AKLI, İSTİHBARATÇI AKLI

 




Odatv.com’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “Erdoğan Cübbeli’ye kızdı: Geveze... 45 dakikalık ses kaydı”.

Yazı şöyle:

Çocuklar biliyorsunuz İsmailağa Cemaati’nde “post çekişmesi” var.

Pek bir popüler isim olduğu için Cübbeli Ahmet (Mahmut Ünlü) Hoca’nın bir kanatta olduğunu biliyorum. Şunu da eklemeliyim bizim “laikçi kızlar” bana kızacak ama Cübbeli Hoca’nın özellikle Atatürk’e değer veren sözlerini, ulusalcı çıkışlarını önemsiyorum.

Geçtiğimiz günlerde kendini “arabulucu” olarak gösteren bir kişi İsmailağa merkezi ile Cübbeli Hoca’yı barıştırmak için kolları sıvıyor. Cübbeli Hoca’yı ziyaret ediyor. Sohbet ediyorlar. Hatta Cübbeli Hoca “arabulucu beye” o kadar güveniyor ki aile içi hayatını bile anlatıyor. İsmailağa merkezindeki bazı kişilerin kendisi için ne kötülükler yaptığını söylüyor.

Fakat samimi sohbetin bir yerinde Cübbeli Hoca’nın söyledikleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kızdırıyor.

Diyeceksiniz ki, Sayın Erdoğan ikili arasındaki sohbeti nereden biliyor? Cübbeli Hoca’nın o sözleri ettiğini nereden biliyor?

Yanıt çok basit: “Arabulucu” 45 dakikalık sohbeti kayıt altına alıyor… Bizim zamanımızda teyp kaydı olurdu çocuklar, şimdi nasıl yaptılar bilemiyorum.

“HEP GEVEZELİK YAPIYOR”

Evet çocuklar, sohbet kaydı İsmailağa cemaati merkezi tarafından Sayın Erdoğan’a ulaştırılıyor.

Peki Erdoğan’ı kızdıran sözlerde ne var?

Cübbeli Hoca diyor ki; “Mahmut (Ustaosmanoğlu) Efendi döneminde rahmetli Erbakan ziyaretimize gelirdi. Ben o dönem Efendi hazretlerinin ‘sır katibi’ idim. Görüşmeye rahmetli Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan ile de gelirdi. Ben Tayyip Beyin odaya girmesine izin vermezdim. İkili görüşme yapmalarını sağlardım..”

Kısaca özetlediğim ses kaydı Sayın Erdoğan’a dinletilince, Cübbeli Hoca için “yine gevezelik yapmış” diyor!

KAVGANIN SEBEBİ

Çocuklar bu kulisi bana anlatan kişi cemaatlere yakın bir isim. Ondan duyduğuma göre Sayın Erdoğan milli gördüğü İsmailağa Cemaati’nin bölünmesine karşı çıkıyor. İçlerindeki tartışmaların da bir an önce bitmesini istiyor.

Diğer yanda İsmailağa Cemaati içinde kimi FETÖ içinde yetişmiş kişilerin olmasını da endişeyle karşılıyor.

Çocuklar 45 dakikalık kasetin bana ulaşması için çok istekli oldum, bakalım gelecek mi?

Bu olay bana ikisi rahmetli olmuş Erbakan ile Esat Coşan’ın Gümüşhanevi “postnişin” tartışmasının ses kaydını hatırlattı.

Bir “gelenek sürüyor” dedim içimden!

Haydi hayırlısı…

(https://www.odatv.com/yazarlar/hurrem-elmasci/cumhurbasani-recep-tayyip-erdogan-cubbeli-ahmete-kizdi-geveze-45-dakikalik-ses-kaydi-120071772)

*

Yazarın” Geçtiğimiz günlerde kendini ‘arabulucu’ olarak gösteren bir kişi İsmailağa merkezi ile Cübbeli Hoca’yı barıştırmak için kolları sıvıyor” şeklindeki cümlesi ile “… Sayın Erdoğan milli gördüğü İsmailağa Cemaati’nin bölünmesine karşı çıkıyor. İçlerindeki tartışmaların da bir an önce bitmesini istiyor” şeklindeki lafını bir araya getirdiğimizde şu sonuca varırız:

Söz konusu “arabulucu” büyük ihtimalle “devlet” tarafından görevlendirilmiş bir kişi.. 

Ama “durumdan vazife çıkaran bir hayırsever (ya da işgüzâr)” numarası yapıyor.

Peki niçin böyle bir “operasyon” yapılıyor derseniz, tahminim şu: Turfanda Kemalist Cübbeli’nin Güneş görmüş kar yığını gibi yavaş yavaş eriyip gideceği anlaşılmış olmalıdır.

Merkezle barıştırılıp Kemalist aşının bünyede tutulması “derin devlet” açısından önem taşır..

Emeklerin zayi olmaması bakımından.

*

İki gün önce Prof. Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak’taki tarikatlar konulu yazısını ve atıfta bulunduğu Mahmut Bıyıklı’ya ait (haber7.com’da yayınlanan) “Tarikatlarda neler oluyor!” başlıklı makaleyi okuyunca, “Menzil, İsmailağa ve Süleymancılar için birşeyler planlıyorlar gibi” diye düşünmüş olduğumu saklamayacağım.

Hadi birşeyi daha itiraf edeyim:

Bu bıyıklı zata Ankara’dan birilerinin böyle bir yazı kaleme alması talimatı verdiklerini, ayrıca Hayrettin Hoca’ya da “Hocam, Mahmut kardeşimiz ağır bir yük yüklendi, siz de ucundan bir el verseniz minnettar kalırdık” denilmiş olabileceği aklıma geldi.

(Ne yapayım, benim Hürrem Nine gibi dedikodu, pardon kulis kaynaklarım yok, fakat kafamdan bazı şeylerin geçmesine engel olamıyorum.)

*

Nine rolü yapan sahte Hürrem, her ne kadar zahiren Cübbeli’ye “çakıyor” görünüyorsa da aslında “Evet çocuklar, sohbet kaydı İsmailağa cemaati merkezi tarafından Sayın Erdoğan’a ulaştırılıyor” diyerek İsmailağa Cemaati merkezinin sırtına hançeri dibine kadar batırmış durumda.

Hiç acımadan.. (Benim bildiğim, dürüst bir gazetecinin açıp onlara sorması lazım, "Siz mi ulaştırdınız?" diye.)

Böylece cemaat merkezi kamuoyu önünde “kasetçi ve ispiyoncu” konumuna düşürülüyor.

"Cemaat merkezi", işi yoksa ayıklasın pirincin taşını!

Hürrem efendinin (pardon hanımefendinin) “arabulucu”nun adından hiç bahsetmemesi de ilginç..

Arabulucunun adı yok.

Kim bu arabulucu?

Böyle bir olayda arabuluculuk yapabilmek için her iki tarafça da güven duyulan saygın biri olmak gerekir.

Böyle güvenilir ve muteber birinin ismi de saklanmaz.

Kimse saklama ihtiyacı duymaz.

Böyle hayırlı bir işe samimi bir şekilde soyunan saygıdeğer bir kişi isminin saklanmasını ister mi, bunu hiç dert eder mi, bundan kaygı duyar mı?!

*

İmdi, “Sayın Erdoğan milli gördüğü İsmailağa Cemaati’nin bölünmesine karşı çıkıyor. İçlerindeki tartışmaların da bir an önce bitmesini istiyor”sa, herhalde MİT’ten, İsmailağa’da neler döndüğüne ve de neler yapılabileceğine dair rapor da istiyordur.

İstemiyorsa, onda devlet (devlet adamı) aklı yok demektir.

Ama var.

Fazlasıyla..

Hatta bu aklın zekâtı bile acemi siyasetçilere yeter de artar.

*

Dolayısıyla, söz konusu arabuluculuğun Başkan Erdoğan’ın bilgisi dahilinde (ve de MİT’in değerli katkılarıyla) kotarılmış olması ihtimalini yabana atamayız.

Bu durumda Erdoğan, arabulucunun “milli” hizmetlerinin encamı hakkında bilgi sahibi olmayı isteyecek, ve ilgililer de gelişmeler konusunda onu bilgilendirmeyi ihmal etmeyeceklerdir.

Böylesi olaylarda “devlet aklı”nın bir alt başlığı olarak “istihbaratçı aklı” da devreye girer.

İstihbaratçı aklı çerçevesinde düşünüldüğünde, Cübbeli’nin gevezeliğinin Cumhurbaşkanı’na “Cemaat merkezi” tarafından ulaştırılmış olması algısı bir taşla bir düzine kuş vurulması anlamına gelir.

Hem Cumhurbaşkanı’ndan hiçbir şeyi saklamamış, şeffaf ve dürüst hizmet etmiş olursunuz, hem Cübbeli’yi bir ölçüde mağdur (kasetçilik ve ispiyonculuk kurbanı mazlum) haline getirirsiniz, hem de  “cemaat merkezi”ni “FETÖ”leştirir ve onları suçluluk duygusuna itersiniz.

Bunu sen ben beceremeyiz, fakat bir istihbarat teşkilatı için çocuk oyuncağıdır.. Cemaatin merkezine monte edilmiş istihbaratçılar (veya devşirilmiş elemanlar) güya cemaat merkezi adına bu hizmeti yapabilirler, ya da cemaat merkezi tarafından yapılmasını “etki ajanlığı” ile sağlayabilirler.

Tecrübeleri, zekâları, becerileri, kısaca "istihbaratçılıkları" buna yeter.

Bir istihbarat teşkilatı bu kadarını da yapamıyorsa kapısına kilit vur, kapat gitsin!..

Olayın böyle gelişmiş olduğunu elbette ispat edemeyiz.. Bilemeyiz de.

Ama “istihbarat aklı”nın devreye girdiği yerde herşey mümkündür.

İstihbarat aklı, devlet aklının (özellikle de "çağdaş ve uygar" devlet aklının) ayrılmaz bir parçası, mütemmim cüzüdür.

*

Öze gelelim..

Merhum Kadir Mısıroğlu’nun, kitaplarında ve konuşmalarında döne döne dile getirdiği (başka pekçok kişinin de bilmediği ya da bilmezlikten geldiği) bir "derin devlet kararı" yürürlükte:

Türkiye’de “laik (siyasal dinsiz) devlet aklı”, 1960 darbesinden sonra, “Selanikli Mustafa Atatürk ile müslüman halkı” buluşturmayı kafaya koydu.

“Derin devlet”, Türkiye Müslümanlarının şu iki hususu benimsemesini istiyor: Laik rejime iman ve Atatürk’ü hayırla yad etme.

O yüzden, laikliği (siyasal dinsizliği) onaylayacak (Şeriatsız/hukuksuz, salt ahlâk ve ibadete indirgenmiş, hristiyanîleştirilmiş) ve Atatürk’e “rahmet okunması”na cevaz verecek (hatta tenkit edilmesini haram ilan edecek) bir Türk Müslümanlığı (Türk İslamı, Anadolu İslamı) inşa edilmeye çalışılıyor.

Evet, bu “bid’at” Türk Müslümanlığı masasının bir ayağını Şeriat’ın (güncelleme, tarihsellik vs. alavere dalavereleriyle) rafa kaldırılması, ikinci ayağını ise “Atatürk’e rahmet okuyacak” bir “dinler ile yerli-milli dinsizlikler arası diyalog” oluşturuyor.. (Şeriat fiilen zaten rafa kaldırılmış da, zihniyet düzeyinde de yok edilmeye çalışılıyor.) 

Fakat bir masa iki ayak üzerinde durmaz, üçüncü bir ayak daha lâzım.. O da, Türk milliyetçiliği.. “Kâfirle çatışmayı göze alan müslümana Türk denir” palavraları bunun için üretiliyor.

Türkiye’nin derinlerinde alınmış olan "son karar" ise şu: Laikler imam hatip liselerine, başörtüsüne, sakala vs. laf söylemesin, buna karşılık dindarlar da laik (siyasal dinsiz) rejimi benimsesin ve Atatürk’e rahmet okusunlar.

Ve de Türk milliyetçiliğinde (laik Türkiyecilikte) birleşilsin.

*

Devletin Atatürk havarisi Haydar Başçı tarikatçılarla, Mustafa İslamoğlu ve Cübbeli gibi çiçeği burnunda Kemalistlerle, Cevat Akşit gibi Mustafa Kemal’i hayırla yad edenlerle, boz kurtçu neo-İskenderpaşacılarla bir sorunu yok.

Çünkü onlar, istenilen çizgiye (kimisi tam, kimisi kör topal) gelmiş durumda.


ANADOLU CAHİLLİĞİ VE MÜNAFIKLIĞI KARŞISINDA ŞEYH SAİD “ÖZ”Ü

  Yeni Şafak gazetesi yazarı Ömer Lekesiz, 16 Kasım 2024 tarihli yazısında, Yalçın Koç diye birinin Anadolu Mayası – Türk Kimliği Üzerine...