İRAN’IN DANIŞIKLI DÖVÜŞÜ MÜ?

 



Bazıları İran’ın ABD ve İsrail ile olan danışıklı dövüşünden söz ediyorlar.

Delil olarak da mesela İran’ın Kasım Süleymani’nin ölümünden sonra verdiği karşılığı (Trump’ın açıkladığı üzere) önceden ABD makamlarına bildirmiş olmasını gösteriyorlar.

İmdi, danışıklı dövüş böyle tek taraflı olmaz.. Bu nasıl bir danışıklı dövüş ki, bir taraf, diğer tarafın Kasım Süleymani gibi bir adamını öldürüyor?!

Bu nasıl bir danışıklı dövüş ki, İsrail İran’ın önde gelen bir generalini ve yanı sıra birçok önemli subayını öldürüyor?!

Bir kavganın danışıklı dövüş olmaması için illa da “kesintisiz sıcak savaş” olarak cereyan etmesi mi gerekiyor?

Benzer durum bazen bireyler arasında da yaşanır.. Mesela aynı işyerinde çalışan iki kişi kediyle köpek gibi birbirleriyle hırlaşırlar, fakat asla yumruk yumruğa kavgaya da girmezler.. Kan dökülmemesi, aralarındaki hırlaşmanın danışıklı dövüş olması anlamına gelmez.

Kaldı ki İran’a atfedilen danışıklı dövüşte kan da var.

*

Burada olay, İran’ın dayak yiyor olmasına rağmen başına daha büyük bela almamak için çekingen, ihtiyatlı ve temkinli davranmasından ibaret.

Adamlar açıkça korkuyoruz demiyorlar ama korkuyorlar işte..

Mesela İran’ın Kasım Süleymani’nin ölümünden sonra verdiği tepkiyi alalım.. Bu bir danışıklı dövüş olsa, Trump onların ABD’ye yaptığı bildirimi ifşa etmezdi..

Mahallenin astığı astık kestiği kestik, cinayet, haneye tecavüz vs. türünden eylemleriyle meşhur namlı kabadayısı ile gariban birinin kavga ettiğini düşünelim, kabadayı bunun gözünü çıkarıyor (Ki Süleymani’nin öldürülmesi böyle birşeydir), gariban da (önceden haber vererek, “Onurumu korumak için bunu yapmak zorundayım” deyip) bir yumruk atıyor.

Kabadayı, adamın gözü gitti diye buna ses çıkartmıyor, fakat sonradan “Karizmayı mı çizdirdim acaba?” diye düşünerek, “Aslında ona acıdığım için yumruğuna karşılık vermedim” şeklinde bir açıklama yapıp o garibanı rezil ediyor.

Bu, danışıklı dövüş müdür?!

*

Evet, İran’daki Şiîlik taassubu kabul edilebilir birşey değil.. Dış politikadaki birçok hamlesi ya da hamlesizliği de bize göre yanlış..

Kimi konularda sergiledikleri takiyye de riyakârlığın ta kendisi..

İşlerine geldiğinde kıvrak manevralar yapabiliyorlar..

Fakat bütün bunlar, onların her hareketinde bir kötülük aramayı gerektirmez..

Onu mevcut kusurları üzerinden eleştirmek yeterlidir, ayrıca her yaptığına bir kulp takarak kusur icat etmeye çalışmak ayıptır, insafsızlıktır, merhametsizliktir, adaletsizliktir.. Bunun sonu iftiracılığa kadar varır.

*

Danışıklı dövüş görmek istiyorsak Birinci Dünya Savaşı’ndaki düşmanlarımız (İngiltere, Fransa, İtalya) ile Selanikli Mustafa Atatürk’ün ilişkilerine bakmak yeterlidir.

İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı, Selanikli'nin başbakanı, sağ kolu, kendisinden sonraki halefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1973 yılında cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle Milliyet gazetesine verdiği demecinde, Selanikli Mustafa Atatürk ile işgalci düşmanlar arasındaki danışıklı dövüşü (ve de perde arkasındaki işbirliğini) şu şekilde açıklamıştı:

"İstiklal mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

Danışıklı dövüş öyle olmaz, böyle olur!..

Söyleyen adam dikkate alındığında bunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî açıklaması olarak kabul etmek mümkündür.

Kolaysa, buyur sen de İran gibi İsrail ve ABD ile “danışıklı dövüş” yap!..

Şimdi İranlılar tutup senin aylarca düşünerek, taşınarak, kaşınarak, öksürerek, yutkunarak, titreyerek bekledikten sonra İsrail’e birkaç kalem malı satmaktan vazgeçmeni danışıklı dövüş olarak nitelendirseler, sen buna razı olur musun?!

İncinmez misin?!

İşin aslı şu: Ne İran’ınki danışıklı dövüş, ne de Türkiye’ninki..

İkisinin de korkuları ve vazgeçemedikleri, zarar görmesini istemedikleri dünyevî menfaat hesapları var..


GELECEĞİN DEĞİL GEÇMİŞİN "BİLİM-KURGU"SU (TARİHSEL BİLİM-KURGU): DARWIN'İN EVRİM TEORİSİ

 


Darwin’in teorisi gerçekte “bilim-kurgu” mahiyetinde bir çalışma durumundadır.

Bildiğimiz bilim-kurgu eserlerinden farkı, bunun çalışmasının geleceğe değil de geçmişe yönelik bir “tahmin” niteliği taşıyor olmasıdır.

Bu yönüyle yazdıkları bir “tarihî roman” olarak da kabul edilebilir.

Mevcut tarihî romanlardan farkı ise bunun bildiğimiz insan türünün değil de genel olarak canlıların tarihinden bahsediyor olmasıdır.

Bir tarihî roman tümden kurgu üzerine inşa edilemez.. O zaman ortaya Yüzüklerin Efendisi türünden saçmalıklar (romanımsı modern masallar) çıkar.

Evet, bir tarihî romanın hem zaman, hem mekân, hem insan toplulukları (kavimler), hem de kurumlar (devletler vs.) düzeyinde birtakım gerçekleri temel alıyor olması gerekir.

Mesela Tarık Buğra’nın Küçük Ağa romanını alalım.. Romanın baş kahramanı kurgusal olsa bile, genel çerçeve birçok tarihî gerçeği ihtiva etmektedir.

İşte, Darwin’in yazdıklarının durumu da budur.. Söylediklerinin birçoğu doğrudur, fakat bilim-kurgu kategorisinde değerlendirilmesi gereken tarihî romanını tartışmalı hale getiren özellik, zoolog ve botanikçilerin bulgularının üzerine kendi uydurma, yakıştırma ve tahminlerini giydirmiş olmasıdır.

*

Nitekim, Darwin’in kitabının giriş bölümünün ilk paragrafı, bunun böyle olduğunu ortaya koyuyor (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, çev. Öner Ünalan, 3. b., İstanbul 2012):

“Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlılarının yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular [fosiller] gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular, elinizdeki kitabın ilerdeki bölümlerinde de göreceğiniz gibi, büyük filozoflarımızdan birinin sırların sırrı dediği “türlerin kökeni”ne ışık tutacağa benziyordu. 1837’de, yurda dönerken, bununla herhangi bir ilişkisi olabilecek bütün olguları sabırla derleyerek ve titizlikle karşılaştırarak söz konusu soruya eksik de olsa bir yanıt bulunabileceğini düşündüm. Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya (speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’te bunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucun taslağını elde ettim. Aynı konuyla o zamandan beri hiç aralıksız uğraştım. Bu türlü kişisel ayrıntılara girmemin bağışlanacağını umuyorum, çünkü bunları, bir sonuca varmak için pek de ivecen [aceleci] davranmadığımı belirtmek için yazıyorum.”

Böyledir.. Roman yazmak aceleye gelmez.

Mesela Victor Hugo Sefiller’i 17 yılda yazmış bulunuyor.

Tolstoy Harp ve Sulh’u biraz aceleye getirmiş, yedi yılda yazmış.

Darwin ise romanını beş yılda tamamlamış..

Görüldüğü gibi, düşüncelerinin kurgu (spekülasyon) olduğunu söylüyor.

Ve ihtimalden/olasılıktan (probability) söz ediyor.

Yani dediği şu: “Geçmişte şöyle şöyle birşeyler yaşanmış olması muhtemeldir.”

*

Derler ki, “Taktik bir yalan, cahillerin elinde stratejik bir hakikate dönüşür”.

Bediüzzaman’ın da şöyle bir sözü var: “Mecaz, ilmin elinden cehlin (cehaletin) eline düşse hakikate inkılap eder (dönüşür).”

İşte, Darwin’in “kurgu”su (spekülasyonu) da maymunluk heveslisi cahillerin elinde tarihî hakikatler/gerçekler haline gelmiş durumda.

Onun olası gördüğü, muhtemel (ihtimal dahilinde) kabul ettiği bir durum, aptal cahillerin elinde “asla sorgulanamaz, doğruluğu tartışma konusu yapılamaz kesin bilimsel gerçek” halini almış.

O oturup beş yıl zarfında bir tarihî roman yazmış, cahiller ise “İşte gerçek tarih bu!” demişler.

*

Darwin’in kitabının giriş bölümünün ikinci paragrafı şu cümleyle başlıyor:

“Şimdi (1859) yapıtım [kitabım] aşağı yukarı bitti; ama tamamlanması daha birçok yılımı alacağı için, ve sağlığım bozulduğu için, bu özeti yayımlama zorunluğunu duydum.”

Gerçekte buna özet demek mümkün değil, çünkü bu özet (tercümesi itibariyle) 300 sayfaya yakın hacimde.

“Bitti, özetliyorum” dediği asıl “büyük kitab”ı, sonraki yıllarda yedi ayrı kitap olarak şu adlar altında yayınlandı: 

Orkidelerin Döllenmesi, 

Evcilleştirme Altında Hayvanların ve Bitkilerin Değişimi, 

İnsanın Türeyişi ve Cinsiyete Göre Seçilim, 

İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi, 

Böcekçil Bitkiler, 

Sebzeler Aleminde Çapraz ve Kendine Döllenmenin Etkileri, 

Bitkilerde Hareketin Gücü.

*

Darwin, kitabının giriş bölümünün üçüncü paragrafında ise şunları söylüyor:

“Şimdi yayımladığım bu özet zorunlu olarak eksiktir. [Herşeyden önce,] Burada, başvurduğum kaynakları ve yetkili kişileri anamıyorum; okurun biraz da [o kaynaklardan ve yetkili kişilerden öğrediklerimi doğru aktardığım konusunda] benim doğruluğuma güveneceğini ummak zorundayım. Her zaman yalnızca gerçek yetkililere [alanında yetkinlik kazanmış uzmanlara, otoritelere] güvenmeye özen gösterdiğimi umuyorsam da, hiç kuşkusuz, yanılgılarım olmuştur. Burada ancak pek çok durumda yeterli görüleceğini umduğum birkaç açıklayıcı olguyu ve [bunlardan hareketle] vardığım genel sonuçları verebiliyorum. Bütün olguları, vardığım sonuçların dayandığı kaynaklarla birlikte, ilerde, ayrıntılı olarak yayımlamanın gerekliliğini hiç kimse benden daha çok önemseyemez; bunu bir gelecek kitabımda yapmayı umuyorum. Çünkü, bu yapıtta, görünüşte çoğu zaman benimkilere [benim vardığım sonuçlara] doğrudan doğruya karşıt sonuçlara yol açan olguların gösterilemeyeceği bir tek nokta yok gibidir. Güvenilir bir sonuca, bir konunun iki yönüyle ilgili olguların tam olarak ortaya konup karşılaştırılması ile varılabilir; ve bu, burada olamaz.”

Burada aslında ustaca bir mugalata var..

Tezlerinde (kurgu ve tahminlerinde) görülecek eksiklikleri tezlerinin bizzat kendisine değil de, özetin yol açtığı kısıtlılığa bağlıyor. Bu, makul ve inandırıcı bir bahane değil.

İkinci cümle, sözünü ettiği eksikliğin “başvurulan kaynakların ve yetkili kişilerin anılamaması” noktasından olduğunu gösteriyor. Bu, intihal olarak yorumlanabilecek bir tavra karşılık geliyorsa da, sadece akademik etik ya da meslekî ahlâk açısından önemlidir, araştırılan konunun özü bakımından önem taşımaz.

Bir bilgi ya da fikir doğruysa, kaynağın anılması ona fazladan bir doğruluk kazandırmaz. “Yetkili kişiler”in (Ne demekse?) anılması için de aynı durum söz konusudur.

Görüldüğü gibi, Darwin, kraldan fazla kralcı Darwinistlerin aksine, yanıldığı noktaların olabileceğini de kabul ediyor.

*

Öte yandan, hazırladığı özet kitaptaki temel eksikliğin, olguların tamamını veremiyor olmasından kaynaklandığını düşündüğü anlaşılıyor:

“Burada ancak pek çok durumda yeterli görüleceğini umduğum birkaç açıklayıcı olguyu ve vardığım genel sonuçları verebiliyorum. Bütün olguları, vardığım sonuçların dayandığı kaynaklarla birlikte, ilerde, ayrıntılı olarak yayımlamanın gerekliliğini hiç kimse benden daha çok önemseyemez; bunu bir gelecek kitabımda yapmayı umuyorum.”

Yeterli görüleceğini umuyorsan, mesele yok demektir.. Lafı çoğaltmak anlamsız olur..

Ancak, bir sonraki cümle, asıl sorunun başka olduğunu gösteriyor:

“Çünkü, bu yapıtta, görünüşte çoğu zaman benimkilere [benim vardığım sonuçlara] doğrudan doğruya karşıt sonuçlara yol açan olguların gösterilemeyeceği bir tek nokta [bile] yok gibidir.”

Demek ki, Darwin’in, görüşlerinin kanıtı/delili olarak ileriye sürdüğü olgular, karşıt görüşü savunmak için de kullanılabilir mahiyette..

Üstelik, bunun istisnası bile bulunmuyor, “bir tek nokta bile yok gibidir”.

Bir sonraki cümle de, yine mugalata kabilinden bir kurnazlığa karşılık geliyor:

Güvenilir bir sonuca, bir konunun iki yönüyle ilgili olguların tam olarak ortaya konup karşılaştırılması ile varılabilir; ve bu, burada olamaz.”

Neden olamaz?.. 

Niye olmasın ki?..

Bu, yazdıklarının güvenilir olmadığını kabul etmesi anlamına geliyor.

Üstelik, bu cümle ile bir önceki cümle, birbiriyle çelişiyor.. Burada farklı sonuçlara varmayı sağlayacak olgulardan söz ederken, önceki cümlede aynı olguların iki zıt iddia için de delil olarak kullanılabilecek durumda olduklarını ileri sürüyor.

Buradan anlaşılıyor ki, iddialarını savunmak için, salt kendi tezini ispata yarayacak, karşıt görüşe açık kapı bırakmayan herhangi bir “olgu” bulamamış.

Bulsaydı, onlardan bahsetme vazifesini ileride yayınlayacağı "büyük yapıt"ına bırakmaz, bu özette sıralardı.

*

Bu “olguların karşıt sonuçlara varılmasını da mümkün kılan iki yönlülükleri (ya da belirsizlikleri)” meselesi üzerinde durmakta fayda var.

Konuyu benzer bir örnek üzerinden daha anlaşılır hale getirmeyi deneyelim.

İmdi, Darwin’in çalışmasının özünü “evrim” meselesi oluşturuyor. Biz, fen bilimleri değil de sosyal bilimler alanında “değişim” kavramını eksen alan benzer bir çalışma yaptığımızı düşünelim.

Mesela konumuz “Türkiye toplumunda sosyal değişme” olabilir.. Tabiî değişim, çok geniş, uçsuz bucaksız bir mesele, biz bunu “Türkiye toplumunda bireyselleşme mi, cemaatleşme/gruplaşma mı yaşandı?” sorusu etrafında ele almayı deneyebiliriz.

Eğer Darwin’in çalışma yöntemini benimsersek şunu yaparız: Türkiye’de bugüne kadar yapılmış bütün sosyolojik araştırmaları toplayıp onlardaki verileri tasnif eder, bunlardan hareketle mesela “Türkiye’de bireyselleşme yaşanmış” deriz.

İşte, Darwin’in sözünü ettiği “olguların bizim vardığımız sonucun tam aksi yöndeki sonuçlar için de kullanılabilmesi” durumu burada ortaya çıkabilir.

Bir başkası pekâlâ aynı bulgulardan ve verilerden hareketle “Türkiye’de cemaatleşme yaşandığı” sonucuna varıyor olabilir. Yine, olayı, “Değişim tek yönlü değil, karmaşık, bazen o yönde, bazen bu yönde” diyerek çok daha farklı bir biçimde yorumlayanlar da çıkabilir.

*

Aslında herkes, böylesi durumlarda, kendi vardığı sonucu haklı gösterecek verilere ulaşma imkânına genelde sahiptir. Bu noktada farklı sonuçlara yol açan verileri ve bulguları (olguları) karşılaştırmak da sorunu çözmez. Genelde böyle bir durumda herkesin, kendi vardığı sonucun aksi yöndeki sonuca yol açan verileri belirli etkenlere bağlayarak önemsizleştirme, değersizleştirme, görmezden gelme veya “Bu ayrı bir tartışma konusu” filan diyerek kenara itme imkânı bulunur.

Bu, bilimsel çalışmalarda (ne yazık ki) her zaman yapılan birşeydir. Mesela, Newton'un yerçekimi (ya da evrensel kütleçekim) yasasını/teorisini alalım.. Şu ifadeler, Vikipedi’nin “Newton’un evrensel kütleçekim yasası” maddesinde yer alıyor:

“Newton’un teorisi gezegenlerin, özellikle Merkür’ün, yörüngelerinin güneşe en yakın noktalarının (günberi) yalpalamalarını tam olarak açıklamaz. Newton'un [teorisinin] tahminler[iy]le, gözlenen [gözlemlenen] yalpalama arasında, diğer gezegenlerin çekimsel sürüklemelerinden kaynaklanan, 43/3600 derecelik(43 arcsecond) bir uyumsuzluk bulunmaktadır.

“Newton’un teorisi kullanılarak tahmin edilen sapma gözlenenin sadece yarısıdır. [Einstein’ın] Genel görelilik [teorisinin tahminleri] ise gözlemlere daha yakındır.

“Çekimsel ve ataletsel kütlelerin tüm kütleler için aynı olmasıyla ilgili gözlenen gerçek, Newton’un sisteminde açıklanamamaktadır [teoriyle uyuşmuyor]. Genel görelilik [ise] bunu bir varsayım olarak alır [tabiri caizse topu taca atar, sorunu görmezden gelir].”

(https://tr.wikipedia.org/wiki/Newton%27un_evrensel_k%C3%BCtle%C3%A7ekim_yasas%C4%B1)

*

Kısacası, bilimsel teorilere sadece bilimin ne olduğunu bilmeyen cahiller kesin gerçekler olarak inanırlar.

Bilim adamı kabul edilenlere gelince.. Bunların bir kısmı gerçekte cahildir, dolayısıyla cehaletlerinin bir sonucu olarak bilimsel teorilere sarsılmaz bir imanla bağlanırlar. Bazıları ise düpedüz aptal oldukları için böylesi bir tavır sergilerler.

Darwin’in teorisine bilimsel gerçek olarak iman edenlere gelince..

Bunların bir kısmı cehalet ile aptallığı mezcetme başarısı göstermiş “sonradan görme, ne oldum delisi görgüsüz bilimperest”lerdir.. Bir kısmı da “İslam’a, dine karşı olsun da isterse çamurdan olsun, ben onun yanındayım” diyen “kesin inançlı” mutaassıp ve fanatik akılsızlardır.  

Konuya dönersek, Darwin gibi yapıp söz konusu (“değişim”le ilgili) sosyolojik araştırmalardaki bulguları üst üste yığarak cilt cilt kalın kitaplar yazabilir, sonra da bunları bir kitapta özetlemeyi deneyebiliriz, ancak kitaplardaki malzeme bolluğu vardığımız sonuçların doğruluğunu gösterme açısından gerçekte hiçbir değer taşımaz.

Fakat, bunun psikolojik etkisi büyük olur.. Herkes “Adam bu mesele üzerinde bu kadar çok şey yazdığına göre herhalde birşey biliyor ki yazmış” der.

İkincisi, kimse bu kitapları oturup baştan sona okuma sabrını gösteremez, dolayısıyla birçok kimse şöyle düşünür: “Okuduğum kadarında beni etkileyen, bana önemli gelen fazla birşey yok ama diğer kısımlarda belki önemli şeyler bulunuyor olabilir.”

Darwin’in “büyük kitab”ının, yani sonradan yayınladığı yedi kitabın durumu aslında budur.

Yazdıklarının çoğu sağdan soldan yaptığı lüzumsuz “alıntı ve aktarmalar”lardan ibarettir.. Bunların üzerine giydirdiği kendi iddiası ise delilden yoksun bir zan ve tahmin olmanın ötesine gitmiyor.

*

Darwin, bu özet kitabının son bölümüne “Özet ve Sonuç” başlığını atmış.. Yani özetin özeti..

Orada önce, iddialarına yöneltilen eleştirileri sıralıyor.. Verdiği cevaplar, ne yazık ki mugalata kabilinden söz oyunlarından ibaret.. Bunları tek tek sıralarsak yazı çok uzar.. Onun için geçiyoruz.

Sonra da şöyle diyor:

“Teoriye karşı haklı olarak yöneltilmiş itirazların ve teorinin karşılaştığı güçlüklerin başlıcaları bunlardır; bunların yanıtlarını ve açıklamalarını elimden geldiği kadar kısaca özetledim. Ve bu güçlüklerin ağırlığı altında yıllarca, ve onların ağırlığından kuşkulanamayacak kadar çok ezildim. Ama daha önemli itirazların, bilmediğimizi açıkça itiraf ettiğimiz sorunlarla ilişkili olması özellikle dikkate değer; ve ne denli bilgisiz olduğumuzu da bilmiyoruz. En basit organla en yetkin organ arasındaki olanaklı geçişsel aşamalanmaları bilmiyoruz; bin yıllar boyunca yayılmanın çeşitli yollarının neler olduğunu, ve yerbilimsel belgelerin hangi ölçüde eksik olduğunu bildiğimiz de öne sürülemez. Bu itirazlar önemli olabilir, ama bence, değişiklik geçirerek türeme teorisini yıkmaya asla yetmez.”

Temelini bilgisizlik ve delilsiz inanç oluşturan bir takıntıyı kim nasıl yıkabilir ki?!

Mesela bazı akıl hastaları kendilerini Napolyon, peygamber vs. zannediyorlar.. Böyle bir şahsın kişisel inancını nasıl çürütebilirsiniz ki?!

Darwin’in akıl yürütüş biçimi de aynı..

Görüldüğü gibi, kendisine yöneltilen eleştirilerden kolay bulduklarına kendince cevap vermeyi denemiş, asıl can alıcı soruları ise bu şekilde geçiştiriyor.

Birşey bilmiyor, en temel sorunlar hakkında söyleyebildiği hiçbir şey yok, fakat, bilmiyor oluşunu sanki bir kanıtmış gibi ortaya sürecek kadar da kurnaz..

Böyle bir numarayla işin içinden sıyrılmayı herkes akıl edemez..

Böylece, o noktalardan yapılacak saldırıların önünü kesmiş oluyor.. “Tamam, haklısınız, fakat Darwin zaten bunu söylemişti” denilecek..

Yerbilimsel dediği delilllere de sahip değil, ortada teorisini doğrulayan hiçbir şey yok, fakat yine de “Bu itirazlar önemli olabilir, ama bence, değişiklik geçirerek türeme teorisini yıkmaya asla yetmez” diyerek kuyruğu dik tutmayı sürdürüyor, zaferini ilan ediyor.

Sen herhangi bir kanıt getiremediğinde ortada teori mi kalır ki, yıkmaya ihtiyaç duyulsun?!

Fakat şunu itiraf etmek gerekiyor, adam olağanüstü zeki.. Retorik ustası.. Bilgisizliği bile kanıt gibi kullanabilmek, herkesin üstesinden gelebileceği bir beceri değildir.

*

Darwin’in yaptığı kurnazlıklardan biri de, Newton’un kendisini eleştirenlere verdiği cevaba sığınıyor olması.

Kitabının “Özet ve Sonuç” bölümünde şu satırlar yer alıyor:

Yanlış bir teorinin, yukarda belirtilen çeşitli büyük olgu gruplarını doğal seçme teorisi gibi pek doyurucu bir  tarzda açıklayacağı hemen hemen hiç düşünülemez. Yakınlarda bunun güvenilir bir kanıtlama yolu olmadığı öne sürüldü; oysa bu, yaşamın alışılagelen olgularının içyüzünü araştırmada kullanılan bir yöntemdir; ve en büyük doğa filozofları çoğu zaman bu yöntemi kullanmışlardır. Işığın dalga hareketiyle yayılması teorisine; ve dünyanın yakın zamanlara dek hemen hemen hiçbir kesin kanıtı bulunmayan o kendi eksenindeki dönüşüne olan inanca aynı yoldan varılmıştır. Yaşamın özü ya da kökeni problemini, çok daha çetin bir problemi, bilimin şimdiye dek hiç aydınlatmamış olması, geçerli bir itiraz değildir. Yerçekiminin özünün ne olduğunu kim açıklayabiliyor? Bugün, bu bilinmedik çekim öğesinden çıkarılmış sonuçları kabul ederken hiç kimse duraksamıyor; oysa Leibnitz, Newton’u “felsefeye anlaşılmaz nitelikler ve mucizeler sokmak”la suçlamıştı.”

Yani “Bazı teorileri oluşturmak için kesin kanıt bulmamız da, teorinin temelini oluşturan kavramın mahiyetini/özünü açıklayabilmemiz de gerekmiyor” demek istiyor.

Bu mesele Vikipedi’nin “Charles Darwin” maddesinde şu şekilde aktarılıyor:

"Yaşamın kökeninin açıklanamadığı yönündeki itirazlara yanıt olarak Darwin, yerçekiminin  nedeni[nin] bilinmemesine [Newton'un bu konuda bir açıklama getirememesine] rağmen Newton yasasının kabul edilmesine işaret etmiştir. Bu konudaki eleştiri ve çekincelere rağmen, 1871'de Hooker'a yazdığı bir mektupta yaşamın kökeninin "sıcak küçük bir gölde" meydana gelmiş olabileceğini ileri sürerek ileri görüşlü bir fikir ortaya atmıştır.

Görüldüğü gibi, Darwin bilim-kurgu romanı (ya da tarihî roman) yazmayı hiç bırakmamış..

Yaşamın kökeni sıcak küçük bir gölde meydana gelmiş olabilirmiş.. Nasıl olmuşsa?.

Olmuş işte, sorma!..

Sorma ki iş gelip Allahu Teala’nın yaratması bahsine dayanmasın.

 

SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...