MEHMED ZAHİD KOTKU K. S. VE MEHMET ŞEVKET EYGİ

 



İSLAMCILIK DÜŞMANLIĞI VE AJANLIK

 

Yarım asır önce, zahirde İslamî/İslamcı kesimde yayıncılık faaliyeti yapıyor gibi görünen, gerçekte ise, Soğuk Savaş’ın İslam’ı Komünizm’e ve Sovyet Bloğuna karşı kullanma konsepti çerçevesinde “derin” güçlere çalışmış olan bir yazar, Soğuk Savaş sonrası “Yeni Dünya Düzeni”nde, farklı bir kulvarda görevine devam etti.

Mehmed Şevket Eygi'den söz ediyorum.

(Bu şahsın devletin ajanı olduğunu eski içişleri bakanlarından ve başbakan yardımcılarından Faruk Sükan’ın açıklamış olduğunu Ünal Tanık yazmıştı. Daha sonra Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin de bunu açıkladı. Ancak, bu adamın ajan olduğunu anlamak için onların itiraflarını beklemek gerekmiyordu. Yazılarından belliydi.)

1989 yılında Sovyet Bloğu çökünce, Batı, Komünizm’in yerine İslam’ı “yeni düşman” olarak seçmişti.

Ancak, sözde “din olarak İslam“la savaşıyor gibi görünmemek için, ısrarla İslamcılık (Islamism) kavramını kullandılar.

İslamcılık tanımlarına bakıldığında ise, bunun, İslam’ın sosyal, siyasal ve ekonomik boyutlarının hayata geçirilmesi olduğu görülüyordu.

“Din olarak İslam” ise, müslümanların, yaşadıkları küfür rejimlerinde “devletlerine sadık iyi vatandaşlar” olarak, bireysel ibadetlerini, yine “küfür rejimlerinin izin verdiği sınırlar içinde” ifa etmeleri demek oluyordu.

*

Bu kadarının o küfür rejimlerine bir zararı yok.

Müslüman kimseye zarar vermeyecek, herkese iyilik yapacak, yardım edecek, çalıp çırpmayacak, hırsızlık yapmayacak, iyi bir yönetilen (ya da güdülen davar olacak) fakat “siyaset”e müdahil olmak, “İslam’a göre yönetmek” isterse, “İslamcı” diye hedefe konulacak.

Tabiî ki İslamcılık’la mücadele edenler sadece Batılılar değil. Onların “yerli ve milli” laik/dinsiz (din dışı) müttefikleri de canla başla uğraşıyorlar.

Kaleyi içerden işgal edip çökertmek için de, “riyakârlık ve düzenbazlık yolunda merhale katetmiş” medenî/medineli elemanları kullanıyorlar.

Yazımızın başında sözünü ettiğimiz duayen boşboğaz bunlardandı.

*

Sözünü ettiğimiz şahsın yazılarına bakıldığında, psikolojik savaş, manipülasyon/yönlendirme ve propaganda tekniklerini çok ustaca kullandığı farkediliyordu.

Propaganda faaliyetinin en temel ilkesini, bir fikri tartışmaksızın, salt iddia düzeyinde ileri sürme oluşturur.

Çünkü tartışmaya başladığınızda, şayet fikriniz temelsiz ise, zaafları ortaya çıkar. Tartıştıkça, çırpındıkça batarsınız. En basit bir karşı çıkış, sizi yerle bir edebilir.

Bu yüzden, propaganda faaliyetinde sadece iddialar ortaya atılır ve sanki bunlar, ispatlanmasına ihtiyaç bulunmayan apaçık gerçeklermiş gibi bir izlenim verilmeye çalışılır.

İkinci ilkeyi, iddianın en basit, yalın, kısa ve öz biçimde dile getirilmesi, en düşük zekâ seviyesine hitap edecek şekilde sloganik formatta tutulması oluşturur. (“Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” sözü gibi.. Mevzubahis olan vatansa, başka insanların canı da, malı da, hürriyeti de, şahsiyeti de, namusu da teferruat mıdır?! Bir insan için bir vatana sahip olmanın anlamı nedir?.. Bunlar olmazsa, vatanın bir anlamı var mıdır?.. Mesela Hz. İbrahim a.s., “Mevzubahis olan vatan, o halde, başımızdaki Nemrut‘a itaat edelim” mi demeliydi?!)

Propaganda faaliyetinin temelini oluşturan üçüncü ilkeyi, söz konusu iddia ya da iddiaların inat ve ısrarla sürekli tekrarlanması, bozuk plak gibi yinelenmesi, temcit pilavı gibi sürekli sofraya getirilmesi oluşturur.

Çünkü genelde insanlar, bir propaganda ustası olan Hitler‘in Kavgam’ında fade ettiği gibi, bir yalanın sürekli tekrarlanacağına ihtimal vermezler. Pekçok insan, bir iddiaya, sırf sürekli tekrarlandığı için inanır.

Hatta, insanlar, böylesi sık tekrarlanan büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha kolay inanırlar.

Çünkü, o kadar büyük bir yalanın uydurulabileceğini ve böyle pervasızca tekrarlanabileceğini düşünmek istemezler.

*

Sözünü ettiğimiz şahsın, psikolojik savaş tekniklerini çok ustaca kullandığını söylemiştik.

Asıl görevi ya da hizmeti İslamcılık’la mücadele, fakat bunu “yutturmak” için, yanına Kemalizm ve Moiz Kohen eleştirisi koymayı da ihmal etmiyordu.

Ona yazdıran “derin”ler için bunun bir zararı yoktu. Çünkü hitap ettiği kesim zaten bunlara karşı.. Fakat çoğu, sırf sevmedikleri Kemalizm’e ve Moiz Kohen’e de çatılıyor diye, İslamcılık düşmanlığı yapılmasına razı olacak kadar da kendilerinden ve dünyadan habersizler.

Bir başka kurnazlığını, reformculuk, Fazlurrahmancılık vs. gibi bir yığın bozuk akımı sıralayıp araya İslamcılığı da sokuşturması oluşturuyordu.

*

Küfre düşmeyi umursamadığı da malumdu..

Çünkü, bütün İslamcılıkların sapıklık olduğunu yazabilecek kadar azgınlık ve şirretlik sergiledi.

“Bütün” kelimesini kullanmasa tevil kapısı açık kalacaktı.

Fakat buna gönlü razı olmadı, o kapıyı kendisi kapattı.

İslamcılığa “mutlak” olarak karşı çıktı, “takyid” etmedi.

İslamcılığı bu şekilde aşağılamanın son tahlilde İslam’ı aşağılamak olduğunu anlayamıyor muydu?

Rüşvetcilik kötüyse, bunun nedeni rüşvetin kötü olmasıdır. Rüşvetin iyisi olmaz, dolayısıyla rüşvcetciliğin de iyisi olmaz.

Eczacılık iyidir, çünkü ecza iyidir, faydalıdır.

Siyasetcilik kavramı ise nötrdür, çünkü siyasetin iyisi de, kötüsü de olur.

 “Bütün İslamcılıklar sapıklıktır” diyen bir adamın ise, İslam’ı değer bakımından nötr bir şey olarak da görmediği, tümden sapıklık olarak gördüğü anlaşılır.

Allahu Teala onun maskesini Genelkurmay İstihbarat Dairesi başkanlığı yapmış bir generalin eliyle düşürmeseydi bile, aklı olan, bu çarpıtmayı ancak bir ajanın yapabileceğini anlardı.

*

Bu şahıs, “Şeytanî ve deccalî şer güçleri İslamı bozmak, tahrif etmek, içinden yıkmak için; … İslamcılık, … cereyanı çıkartmışlardır” diyordu.

Tabiî, İslamcılık tabirinin önüne ve ardına başka şeyler ekliyor ki, aldatabilsin. Zehiri bal içinde sunarlar, altın kâse de onun suç ortağı.

Ancak, İslamcılık cereyanı ile “seytanî ve deccalî şer güçler” arasındaki ilişkiyi açıklama, gösterme ve ispat etme ödevini, “yalan”a dayalı propagandanın bir sonucu olarak, ısrarla ve inatla, ifadan kaçındı.

Oysa, iddiasını ispat etmesi, İslamcılığın sapıklık demek olduğunu ve şeytanî güçlerle bağlantısının bulunduğunu delilleriyle kanıtlaması gerekirdi.

Delil getiremediği için, kendi satılmışlığını ve şerefsizliğini belgelemiş oldu.

Aslına bakılırsa, şerefsizlik kelimesi, bunun karakterine nisbetle bir asalet unvanı gibi durmaktadır.

Ona şerefsiz demekle, şerefsiz kelimesine zulmetmiş, bu kelimeyi ziyan etmiş oluyoruz.

*

Bu, kimlerin ajanı olduğunun gizli kalmasından dolayı zıvanadan çıkan uygar şımarığa göre, İslamcı olan Babanzade Ahmed Naim BeyŞeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Mehmed Akif vs. “sapıklık” cereyanının öncüleri..

Ve, bu sapığın iddiası çerçevesinde düşünülürse, bu saygıdeğer isimler, “seytanî ve deccalî şer güçler” tarafından ortaya sürülmüş kişiler. 

Kendisi ise değil.

Böylece, İslamcılığa savaş açmış olan Haçlı Batı dünyası da, bu “seytanî ve deccalî şer güçler”le mücadele eden kutlu ve mübarek güç olmuş oluyor.

*

16 Kasım 2021 tarihinde yeniakit.com.tr’de “Merhum Mehmet Şevket Eygi'nin pişmanlığı: İki şeyhi dinlemedim, başıma gelmeyen kalmadı” başlığıyla bir haber yayınlanmıştı.

Haberde şöyle deniliyordu:

2019 senesinde Hakk'a yürüyen gazeteci-mütefekkir Mehmet Şevket Eygi'nin bilinmeyenlerine dair dikkat çeken bir yazı kaleme alındı. Aydın Başar, "İrfan Dünyamız" internet sitesinde yayınlanan yazısında, Eygi ile anılarını kaleme aldı.

Eygi’nin laflarını kaydeden Aydın Başar’ın şu cümleleri dikkatimizi çekti:

Kelimesi kelimesine not aldığım dikkat çekici sözlerinden birisi de şuydu: “İki büyük şeyh efendinin sözünü dinlemedim, başıma gelmeyen kalmadı. Bütün gazetelerim elimden çıktı, gırtlağıma kadar borca battım. Birincisi Mehmed Zahid Kotku Efendi; ‘Gazeteyi hemen bırak, başkasına sat’ dedi. Sami Ramazanoğlu Efendi de beni hususi yanına çağırtıp ‘Çok eleştirilerde bulunuyorsun bunu yapma’ dedi. İkisini de dinlemediğime çok pişman oldum.”

Onun başında bulunduğu gazetenin çıkmasına vesile olan zat, Mehmed Zahid Kotku rh. a.’di.

Eygi’nin gazeteden elini çekmesini isteyerek onu mu kurtarmaya çalışıyordu, yoksa müslüman kitleyi mi onun şerrinden halas etmek istiyordu, bilemem.

Ancak, merhum Mahmud Sami Ramazanoğlu rh. a.'in de onun faaliyetinin bir provokatörden beklenecek türden olduğunu düşündüğü anlaşılıyor.

*

Adam, “mutlak” ifade kullanmak yerine “Bazı İslamcılıklar bozuktur, şöyledir böyledir vs.” dese, ifadelerini “takyid” etse, gerçek niyetinin ve artık azmanlaşıp azgınlaşmış olan bozgunculuğunun farkında olduğumuz halde, yaptığını görmezden geleceğiz.

(Aslında kimin uşağı olduğu da bizi ilgilendirmiyor, Cehennem’e kadar yolu var. Fakat bir piyon olarak “İslam karşıtı operasyon”da yer alır, “Bütün İslamcılıklar sapıklıktır” diyerek İslamcılığa saldırırsa, üstüne üstlük iddiasını ispat yükümlülüğünü bile iftiralar eşliğinde hakaret ettiği kesimlere yıkmaya kalkışırsa, muhataplarının ona cevap verme hakkı, daha önemlisi sorumluluğu doğar.)

Fakat, İslamcı kesimin basiretsizliği, firasetsizliği, cahilliği, vurdumduymazlığı, nemelazımcılığı, unutkanlığı, saflığı vs. yüzünden o kadar gemi azıya almıştı ki, lafı dolandırmaya bile lüzum görmüyordu.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...