İMAM BUHARÎ VE İMAM MÜSLİM'E HADÎS DERSİ VERMEK

 






ANKARA SÜNNETSİZLER EKOLÜNÜN YEDİĞİ NANELERE YAKINDAN BAKIŞ - 20


"Ankara Ölü Goldziher Dölü Ekolü"nden Doç. İlyas Canikli'nin “Hilâfet Kavramıyla İlgili Hadislerin Tetkiki” başlığını taşıyan doktora tezimsisinin "sonuç" bölümünde şu satırlar da yer alıyor:

7. Halifelerin sayısı hakkında ileri sürülen üç, beş ve on iki sayılarının yer aldığı rivayetlerin daha sonraki dönemlerde siyasî amaçla Hz. Peygambere isnat edildiğini söylemek mümkündür. Çünkü rivayetler isnad bakımından zayıf olduğu gibi metin bakımından da birbirleriyle çelişmektedir. Bazı rivayetlerde “on iki emir” bazılarında ise “on iki halife” kavramları yer almaktadır. Ayrıca Emevî halifelerinin sayısının dahi 14 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, halifelerin sayısının Hz. Peygamber tarafından tespit edildiği iddiası realiteye de ters düşmektedir. Hadis kaynaklarında yer alan on iki imam ve benzeri hadislerin ortaya çıkmasında Şia’nın on iki imam anlayışının etkisinin büyük olduğunu söylemek mümkündür. (s. 242)

Sondan başlayalım..

Makul olan, (gaybı bilemeyeceğimiz için kesin konuşmak mümkün olmamakla birlikte) Şia'nın 12 İmam anlayışının 12 Halife (Emir) rivayetlerinin etkisiyle şekillenmiş olabileceğini, bir ihtimal olarak dile getirmektir.

Bu angut ise olayı tersine çeviriyor.

Oysa, yazdığı tezde (anlamadan aktardığı anlaşılan) şu satırlar yer alıyor:

On iki halife ile on iki imam arasındaki ilişkiye farklı bir yorum getiren Ahmed el-Kâtib, “İsnâ Aşariyye”nin on iki imam teorisini, sünnî hadis kitaplarından Buharî, Muslim ve diğerlerinin kitaplarında yer alan hadislerden istifade ederek oluşturduğu kanaatindedir. Ona göre, on iki imam veya halifeden ilk olarak bahseden Buharî (ö.256/870) yılında vefat etmiştir. Oysa on birinci imam olan Hasan el-Askerî (ö.260/874) yılında Buharî’den dört yıl sonra vefat etmiştir. Dolayısıyla bu teori tamamen Buharî’ye aittir. (s. 199-200)

Ahmed el-Kâtib aslen Şiî olduğu halde dürüstçe bunu söylüyor, Canikli budalası ise, sırf 12 Halife hadîsine çamur atmak, uydurma olduğunu sözümona kanıtlamak için (delilsiz biçimde) tam tersini (Ankara Ekolü tipi işkembe mamulü olarak) "yumurtlayabiliyor". 

*

Bu şapşal şahıs, görüldüğü gibi, "Halifelerin sayısı hakkında ileri sürülen üç, beş ve on iki sayılarının yer aldığı rivayetlerin daha sonraki dönemlerde siyasî amaçla Hz. Peygambere isnat edildiğini söylemek mümkündür. Çünkü rivayetler isnad bakımından zayıf olduğu gibi metin bakımından da birbirleriyle çelişmektedir" diyor.

Yalan söylüyor.

Farklı bağlamlarda verilen değişik rakamlar için çelişki suçlamasında bulunmak mantıklı olmaz.

Ayrıca, genelleme yapmaktan kaçınmak gerekir. Diyelim ki beş sayısının yer aldığı bir rivayetin zayıf veya mevzu olduğu tespit edildi, bundan hareketle sayı içeren bütün hadîslerin uydurma olduğu sonucuna varılamaz. 

Öte yandan, eğer siyasî amaçtan bahsediyorsan, bunun nasıl bir amaç olduğunu da ortaya koyman gerekir. 

Rakam vermenin kime nasıl siyasal bir faydası olabilir?

*

Söz konusu rivayetlerin (en azından 12 Halife hadîsine ait rivayetlerin) isnat bakımından zayıf oldukları da söylenemez. 

Çünkü Buharî ve Müslim'in birlikte rivayet ettikleri bir hadîs.. 

Üstelik Tirmizî, Ebu Davud ve Ahmed bin Hanbel de eserlerine almışlar.

Dahası aynı hadîs Tayalisî, İbn Ca'd, Şeybanî, Ebu Avâne, İbn Hibban, İbn Ebî Şeybe, Nuaym bin Hammad ve Bezzâr tarafından da rivayet edilmişken, nasıl zayıf olabilir?

Buharî ve Müslim'in sahih diyerek Sahih'lerine aldıkları bir hadîse sen hangi akılla zayıf diyorsun?

*

İmdi, söz konusu hadîs, dört ayrı sahabîden rivayet edilmiş. 

O sahabîlerden Câbir bin Semure r. a.'in rivayeti farklı sekiz kişi tarafından sonraki ravîlere ulaştırılmış.

Bu sekiz kişinin hepsi birden yalancı olabilir mi?!

Bu sekiz kişiden yapılan farklı rivayetlerin ravîleri arasında "zayıf" kabul edilen kişiler bulunsa bile, hepsinin şahitliği birlikte değerlendirildiğinde rivayet kuvvet kazanır.

Defolu Ankara Ekolü'nün kafası arızalı ve gönlü yamuk angutları anlamayacağı için ister istemez müşahhas örnek vermek gerekiyor:

Mesela Üsküdar'da bir gasp olayının yaşandığını düşünelim.. Olaya sekiz kişinin şahit olmuş bulunduğunu varsayalım. Bunlar karakolda ifade vermiş olsunlar. İmdi, bu sekiz kişinin durumu tek tek araştırıldığında, özel hayatlarında her zaman dürüst davranan dört dörtlük örnek vatandaşlar olmadıkları anlaşılsa bile, şahitliklerinin birbirini desteklemesi yüzünden bu olayda onlar için, gaspla suçlanan şahıs, "Ama bu insanlar güvenilir değil" diye itirazda bulunamaz.

Kaldı ki, söz konusu hadîs ayrıca üç sahabî tarafından da rivayet edilmiş ve farklı kanallardan bize ulaşmış.

*

Burada, hadîs usulünün, o usulden beklenen faydayı yok edecek şekilde akılsızca ve ahlâksızca istismarı söz konusu. 

Geçmiş rivayetlerin hepsine bu şekilde yaklaşılırsa tarih diye bir bilim dalı kalmaz. Çünkü geçmişte tarih kitaplarını kaleme alanların hemen hepsi o günkü siyasal otoritenin emri altında eser veren kişilerdir. 

Onların yazdıklarına birincisi yazarların güvenilirlikleri, ikincisi de siyasetin etkisi çerçevesinde bakıldığında ve hadîslere yönelik inkârcı/küfürcü (örtücü) metod(suzluk) bunlara uygulandığında, hadîs usulü ilmi çerçevesinde zayıfın da zayıfı rivayet olmaktan öteye gitmeyen söz konusu malumatı (rivayetleri) külliyen reddetmek gerekir. 

Mesela, hadîs usulü çerçevesinde bir ravînin durumu (Kimdir, nasıl biridir, güvenilir midir?) bilinmediğinde, bu cerh anlamına gelmekte ve hadîs isnad bakımından zayıf kabul edilmektedir.

Siz değil hadîs usulünün bütün ilkelerini, sadece bunu Herodot, Ksenefon ve Thukydides'e uyguladığınızda ortada "isnad bakımından sahih" tek bir paragraf (evet tek bir paragraf) bile kalmaz. 

O kadar ki, olaya böyle bakarsak, değil Oğuz Han gibi efsanevî şahıslardan, bir Göktürk Devleti'nden bile bahsetmek imkân dışı hale gelir. 

Mesela Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarını alalım.. 

Bunlar siyasetin etkisi altında yazılmış şeyler değil, siyasetin bizzat kendisi.. 

Eğer "siyaset" balyozuyla her rivayetin tepesine vurmayı "metin tenkidi" şaklabanlığı adına temel ilke kabul ederseniz, bu kitabeler daha baştan geçersiz hale gelir.

Fakat mesele bundan ibaret de değil.. Bilge Kağan ve Tül Tigin sonuçta tek kişiler, yani dürüstlüklerinin şahidi yine kendileri.. 

Dolayısıyla, hadîs usulü çerçevesinde olaya baktığımızda bu iki zat "hali meçhul" kişiler durumundalar.. Sözlerinin doğruluğu (cerhe uğramayan, ta'dîl edilip güvenilir bulunan) başka şahitler tarafından doğrulanmış değil.. Bu da sözlerinin otomatikman "zayıf söz" kategorisine dahil edilmesine yol açar.

Eğer bu Ankara Ölü Goldziher Dölü Ekolü'nün kirli mutfağında pişirilmiş oryantalistik maklubenin üstüne bir de kokuşmuş Schacht'iyen "metin tenkidi" sosu dökerseniz ortada ne kitabe kalır, ne yazıt, ne Bilge Kağan, ne Kül Tigin.

Hepsi, rüzgârda savrulan kül olup gider.

*

Canikli adlı Ekol yamağının nasıl "senet tenkidi" yaptığının anlaşılması bakımından bir örnek de verelim. 

Şöyle diyor: 

On iki halife rivayeti İbn Ebî Şeybe (ö. 235/849)’nin el-Musannaf’ında ise şu şekilde yer almaktadır: “Bu ümmetin on iki halifesi olacaktır.” Rivayetinin son kısmında ise, bu on iki halife içinde Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın isimleri de yer almaktadır. Bu rivayetin ravilerinden Hişam b. Hassan (ö. 147/765) hadis rivayetinde güvenilir kabul edilmektedir. İbn Uyeyne, “Hişam el-Hasenu’l-Basrî hadislerini en iyi bilen insanlardandı.” demektedir. İbn Sîrîn‘in hadislerini iyi bilirdi. İbn Adiy, onun hadislerinin sıhhatli olduğunu ve münker bir şey görmediğini dile getirmektedir. Bütün bunlara rağmen Yahya b. Saîd onun Atâ’dan rivayet ettiği hadisleri zayıf kabul etmektedir. Diğer bir ravi, Ukbe b. Evs es-Sedûsî, Basralı olup tabiînin az hadis rivayet eden kimselerindendir. Sika ravilerden kabul edilmektedir. (s. 177)

Görüldüğü gibi burada olumsuz sayılabilecek tek husus, Yahya bin Saîd'in, Hişam'ın Atâ’dan rivayet ettiği hadisleri zayıf kabul etmesi

Ancak, burada tartışma konusu olan hadîs Atâ'dan rivayet edilmiş değil. 

Yahya bin Saîd'in Hişam'ı mutlak olarak zayıf kabul etmediği, Atâ kaydının getirilmiş olmasından anlaşılıyor. Bu zayıflık, Atâ'dan yaptığı rivayetlerde yer alan ravîlerden kaynaklanıyor olabilir.

Rivayet silsilesine bakıyoruz, şunu görüyoruz: Hadîsi Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'tan Ukbe bin Evs rivayet etmiş. Ukbe'den rivayet eden ise Hişam.. Hişam'dan hadîsi dinleyip aktaran ise meşhur Muhammed ibn Sîrîn.. İbn Ebî Şeybe İbn Sîrîn'den dinleyip yazmış.

İbn Sîrîn Hişam'ın güvenilir olmadığını anlayamıyor, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e izafe edilen bir yalana ortak oluyor, öyle mi?!

Hişam'daki zayıflığı, onu tanıyan İbn Sîrîn anlayamıyor da, bu Canikli soytarısı anlıyor. Gel de gülme..

Hadîs sadece İbn Ebî Şeybe'nin eserinde yer alsa.. Buharî ve Müslim'de bile mevcut.

*

Bu şahıs, bu tarz bir senet tenkidinin (aptallığının) yanı sıra sözde "metin tenkidi" de yapıyor ve çelişki buluyor. Şöyle: 

Bazı rivayetlerde “on iki emir” bazılarında ise “on iki halife” kavramları yer almaktadır. 

Oysa bu, çelişki anlamına gelmez, halifeden kastın emir olması anlamına gelir.

Acemi mucitin bir başka keşfi ise şu:

Ayrıca Emevî halifelerinin sayısının dahi 14 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, halifelerin sayısının Hz. Peygamber tarafından tespit edildiği iddiası realiteye de ters düşmektedir. 

Önceki yazılarda, rivayetlerin "realiteye denk düştüğü" durumlarda bu angutun "Demek ki hadîs realiteyi meşrulaştırmak için uydurulmuş" anlamına gelen cılk yumurtalar peydahladığını görmüştük.

Goldziher ve Schacht iblislerinden miras kalmış kılıcının iki tarafı da keskin, realiteye denk düşünce de işe yarıyor, ters düşünce de. 

Görmezden geldiği ve gözlerden saklamaya çalıştığı husus ise şu: Hadîste Müslümanlar'ın işlerinin 12 halife döneminde  yolunda olacağı belirtiliyor. Yoksa, halifelerin sayısı 12 ile sınırlandırılıyor değil.

Bu kadar azgınca çarpıtmaları oryantalist kefere taifesi bile yapmıyor. 

*

Bu sersemin "sonuç" diye yazdıklarındaki saçmalıklar bunlarla sınırlı değil.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...