Sabah gazetesi,
23 Ağustos 2016 tarihinde, “içinden Fethullah Gülen ve Naim Süleymanoğlu geçen”
bir haber yayınlamıştı.
Diğer haber siteleri de, Sabah’ı kaynak
göstererek bu haberi okurlarına aktarmışlardı.
Haberde belirtildiğine göre, Süleymanoğlu şunları söylemiş bulunuyordu:
“Gülen, 1990’da aranırken Burdur’da yakalanıp
İstanbul’a getiriliyor. MİT’in Beşiktaş Yıldız’daki merkezinde sorguya
çekiliyor. Onu sorgulayan da, şu an emekli olan MİT’çi bir akrabam. İfadesinde
‘Şeker ve tansiyon hastasıyım’ demiş. Bir süre sonra da Ankara’dan gelen bir telefonla serbest bırakılmış.
Benim akrabam da birkaç tokat vurmuş. ….”
(https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/08/23/fetoyu-reddettim-kafayi-bana-taktilar)
Adam MİT’çi olunca, başkalarına birkaç
tokat vurması serbest.
Çünkü MİT’in vurduğu yerden
gül biter.. İşkence sayılmaz.. Terbiye.. Dayaksız terbiye olmaz.
Vatandaşlar için MİT’e “Eti
senin, kemiği kendilerinin” denilmiş de olabilir, bilmiyoruz.
Adam hakkında yakalama kararı
varsa, bu zaten, adlî makamlarca verilmiş bir karardır.
Burada yapılması gereken, adamın
adlî makamlara teslim edilmesidir.
Devlet faşist bir polis
devleti, bir istihbarat devleti değil de hukuk devletiyse, yapılması gereken
bu.
Hayır, MİT İstanbul Bölge
Müdürlüğü öyle yapmıyor, adamı tekme tokat (daha doğrusu tekmesiz, sade suya
tirit tokatla) sorguluyor.. Aşağılıyor.
Süleymanoğlu’nun akrabası bir
istihbaratçıdan ziyade, yol yordam bilmez acemi bir polis gibi refleks göstermiş.
*
Sonuçta adam, beğenin beğenmeyin, anlı şanlı bir “kanaat önderi”.
Gezi Parkı eylemleri türünden bir sokak anarşistliği yapıp otobüs duraklarına vs. zarar verirken yakalanmış yeni yetme toy bir çocuk değil.
Geniş kitlelerce “hoca efendi” denilerek peşinden gidilen, yazıları konuşmaları dikkatle takip edilen biri..
Adama sen, üstelik hasta olduğunu da söylemişken böyle muamelede bulunursan, yarın onun,
kendisini pohpohlayan, uçurup kaçıran CIA’cilere “walk-in” yapmayacağından (kendi isteğiyle irtibat kurmayacağından) nasıl
emin olabilirsin?!.
Türk tipi istihbaratçılık..
Ve bu da matah birşeymiş gibi
gazetede yayınlanıyor.
Merd-i Kıptîlerin nesli tükenmez.
*
Her neyse.. Bunları geçelim.
Sözü edilen olaydan, MİT’in
işlerindeki gizlilik saklılığın, Ankara’daki merkezin tellerine dokunduğu
çalgıdan çıkan sesler ile İstanbul’daki ayağın “çığırdığı” türkü arasında makam
uyuşmazlığına yol açabildiği anlaşılıyor.
Ankara’dan gelen telefon, MİT
merkezinden gelen telefon demektir.
İstanbul’daki MİT’çiler
işgüzarlık yapmışlar, Ankara’dakiler de şu talimatı vermişler:
“Elleşmeyin, bırakın gitsin!”
Şöyle şeyler söylemiş de
olabilirler: “ ‘Aranıyor, yakalanması isteniyor’ demek, gerçekten
aranması, yakalanmak istenmesi demek değildir.. Bazı göstermelik yasaklar ve
aramalar, olaya cazibe ve gizem katmak, müşteri kızıştırmak için yapılır.”
Nitekim, Fethullah Gülen
hakkında yapılan bu “Aranıyor ha, yakalandı ha, yakalanıyor ha, yakalancak ha!”
yaygarası meyvelerini verdi, adam neredeyse “İkinci Bediüzzaman, İkinci
Said-i Nursî” haline getirildi.
Bir efsaneye dönüştürüldü.
Başının etrafında bir gizem
halesi ve havası oluşturuldu.
Böylece pekçok Nurcu onun peşine
takıldı..
Ve etrafında yeterli kalabalık
oluşunca bu “Aranıyor, taranıyor” tiyatrosuna son verildi.
“Büyük devlet büyükleri”
(Demirel, Alparslan Türkeş, Ecevit, Tansu Çiller, Erdoğan vs.) onunla
kameralara poz vermeye başladılar.
*
Ankara’dan, MİT’in merkezinden
Fethullah için “Elleşmeyin, bırakın gitsin” diye talimat gelmiş olması normal.
Çünkü, Fethullah’ın MİT’le
eskiden gelen bir tanışıklığı var.
Anadolu Ajansı’nın 7 Ağustos
2016 tarihinde yayınladığı bir haberde Latif Erdoğan’ın bu konudaki iddialarına
yer veriliyordu:
Latif
Erdoğan: Gülen'e 16 yaşından sonra özel eğitim verildi, maaşlar CIA tarafından
ödendi
Yazar Latif Erdoğan, Fetullah Gülen'in 16
yaşında iken dönemin MİT elemanları tarafından özel bir eğitime tabi
tutulduğunu, bunun arkasında ise CIA desteği olduğunu belirterek,
"Bunların İslam'la alakası kalmadı. Tamamen iktidar hırsıyla, başa geçme
ihtirasıyla hareket etmişlerdir. Gülen, halife olma kavgasını veriyor."
dedi.
Latif Erdoğan, terör örgütü elebaşısı
Fetullah Gülen'in yanında 45 sene kaldı. "Küçük Dünyam"
isimli ve Gülen'i pozitif olarak anlattığı kitabını 1990'da yazan Erdoğan,
aradan geçen 26 yılın ardından "Şeytanın Gülen Yüzü"
isimli kitaba imza attı.
AA muhabirine açıklamalarda bulunan
Erdoğan, bu kitabında Gülen'in nasıl bir yapı oluşturduğunu bütün
ayrıntılarıyla anlatıyor. FETÖ lideri Gülen'in, "Şeytanın Gülen Yüzü"
olduğunu 15 sene önce fark ettiğini söyleyen Erdoğan, cemaatin her geçen gün
bozulma ve yozlaşmasına şahitlik ettiğini vurguladı.
17-25 Aralık olaylarından sonra Gülen'e
yönelik tenkitlerini açıktan yapmaya başladığını kaydeden Erdoğan, sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Gülen, 1990 yılında 3 ay boyunca
bütün hayatını bana anlattı. 1996-1997 yılına kadar böyle bir söyleşi yine
yaptık. Onunla ilgili her şey arşivimde duruyor. Başkasında yok. Ayrıca onu
tanıyanlarla da görüşüldü. Geçmişte onun hakkında hüsnüzan ile hareket ederek
müspet tarafını yazdım. 17 Aralık'tan sonra elimde olan belgeleri yeniden
gözden geçirdim. O dönem bana anlattığı hususların, bugün için çok anlamlı
olduğunu gördüm. O zaman fark etmediğim olumsuz hususları şimdi bu kitapta
yazmış oldum."
"ÖZEL EĞİTİME TABİ
TUTULDU"
Gülen'in 16 yaşından sonra özel eğitime
tabi tutulduğunu, bunu da dönemin MİT elemanlarının gerçekleştirdiğini söyleyen
Erdoğan, şunları ifade etti:
"1950 yıllarındaki MİT, CIA
demektir. O zamanlar maaşlar CIA tarafından ödenmiştir. Daha sonra Gülen,
İzmir'de cemaatini kurdu. CIA'yla yakın temasa geçtiği anlaşılıyor. Ordu, sıkı
yönetim zamanında bile CIA'nın isteği nedeniyle Gülen'in üzerine gitmiyor.
Hatta önü açılıyor. 1976'dan sonra bilindiği halde askeri okullara talebe
gönderip yetiştirmesine göz yumuluyor. …" …
"ÜÇ MÜSLÜMAN ÜLKEYİ
BİRBİRİNE KIRDIRACAKLARDI"
FETÖ'nün darbe girişimine yüzde 100
başarıya ulaşacağına inandığı için kalkıştığını dile getiren Erdoğan, devletin
kılcal damarlarına nüfuz ettikleri için sürecin tamamlandığı düşüncesiyle
çılgınlığa imza attıklarını vurguladı.
"Ertesi gün darbe olsaydı devleti
tamamen ele geçirir, yönlendirirlerdi ve devlet içinden de karşı çıkan
olmazdı" diyen Erdoğan, şu düşünceleri dile getirdi:
"Başarılı olsaydılar Gülen Türkiye'ye
gelecekti. Halife olarak kabul edilecekti. İran ile savaşa gireceklerdi.
Suriye'ye doğrudan müdahale edilecekti. Çünkü DAEŞ'in başındaki Ebubekir el-
Bağdadi ile savaşırdı. Yani iki halife birbirine girmiş olacaklardı. ...
Amerika emrederse her şeyi yapabilirler. Kendileri için bir şey ifade etmez.
Amerika nereyi ele geçirmek isterse bunlar üzerinden yapabilir."
(https://www.haberturk.com/gundem/haber/1277656-latif-erdogan-gulene-16-yasindan-sonra-ozel-egitim-verildi-maaslar-cia-tarafindan-odendi)
*
Küçük
Dünyam, röportaj şeklinde
kaleme alınmış bir kitap.. Latif Erdoğan sormuş, Fethullah cevap vermiş durumda..
1950’li
yıllardaki MİT, CIA demekse, ve o dönemde MİT’le ilişki içine girenler aynı zamanda CIA’in
adamı olabiliyorduysa, aynı şekilde, o 1950’li yıllardaki MİT görevlilerinin
teşkilata alıp yetiştirdikleri bir sonraki kuşağın içinden bazılarının da CIA’in adamı haline
gelmiş olabileceklerini düşünmek gerekebilir.
Fakat
aslında Latif Erdoğan bundan daha fazlasını söylüyor, 1980’li yılların TSK
komuta kademesinin CIA’den emir aldığını iddia ediyor.
Ona
göre, Fethullah’ı, CIA'in yerli şubesi demek olan MİT yetiştiriyor, CIA’den emir alan TSK da
palazlanmasını sağlıyor.
Eğer
CIA ile işbirliği yapmak ve ondan emir almak vatana ihanetse, Latif Erdoğan’a
göre, bunu MİT ve TSK zaten doya doya, tıkına tıkına yapmış.
*
8 Ağustos 2016 tarihli bir
haber ise, Latif Erdoğan’ın Fethullah’ın
MİT bağlantısı konusunda ayrıntıya girmiş olduğunu gösteriyor:
Latif Erdoğan'dan
MİT-Gülen-Koç iddiası
Latif Erdoğan, Gülen'in bir dönem Ankara'da
"Vehbi Koç'un evinde Fuat Doğu'dan aldığı direktiflerle cemaat örgütlenmesine
girdiğini" söyledi...
Bir dönem Fethullah Gülen'in en yakınlarından biri
olan ve askerlerin 'imam'lığını da yapan Yeni Akit yazarı Latif Erdoğan,
Cemaat'in ABD tarafından kurdurulduğunu ileri sürdü. Latif Erdoğan, Gülen'in bir dönem Ankara'da "Vehbi Koç'un evinde Fuat
Doğu'dan aldığı direktiflerle cemaat örgütlenmesine girdiğini" söyledi.
FETÖ'YÜ MİT ARACILIĞIYLA ABD KURDURDU
CNN Türk'te Didem Arslan Yılmaz'ın programına katılan
Erdoğan, Gülen Cemaati'nin bir dönem MİT tarafından destek gördüğünü
belirterek, "Bu konuda kesin bir ifade kullanmak istiyorum. MİT,
bir dönem Gülen Cemaati'ni destekledi. Cemaat'i, MİT aracılığıyla ABD
kurdurmuştur" diye konuştu.
(https://www.takvim.com.tr/guncel/2016/08/08/latif-erdogandan-mit-gulen-koc-iddiasi)
*
Fethullah’ın MİT’le ilişkisine dair bir başka
şahitliği Kadır Mısıroğlu aktarıyor.
Süleymancılar (ya da Süleymanlılar) cemaatinin önemli
isimlerinden eski ahbabı Hilmi Türkmen’in Gülen’le ilgili bir anısını Gurbet
İçinde Gurbet (s. 190) ve Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri adlı
kitaplarına almış durumda.
Mısıroğlu, Türkmen’in şu sözlerini aktarıyor:
“… Ben Manisa’da kurs müdürü idim. Zannediyorum 1965
veya ‘66 yıllarında idi. Bu [Fethullah], gayet perişan bir vaziyette bana
geldi. İstanbul’daki arkadaşlarının kendisini beş parasız sokağa attıklarını ve
bundan dolayı da gayet sıkıntılı durumda bulunduğunu söyleyerek benden iş
istedi….
“O zaman İzmir’in Kestane Pazarı’ndaki Kuran-ı Kerim
Kursu’nun idarecilerini tanıyordum. Onu çocuk okutmak üzere oraya yerleştirdim.
Beş on gün sonra halini-hatırını sormak için yanına uğradığımda, başbaşa bir
kimseyle fiskos ettiğine rastgeldim. Konuştuğu adam, beni görünce yaydan çıkmış
ok gibi fırlayıp kaçtı. Kendisine:
“ -‘Bu kimdir?’
diye sorduğumda:
“ ‘Bir talebe velisi!..’ diye cevap verdi.
“Bu söz
doğru değildi. Tahkikatım da onu göstermiştir Bu adam, böyle bir karşılaşmadan
beş-altı ay evvel bana gelmiş ve MİT’ci hüviyetini gösterdikten
sonra, benimle açıkça bir meseleyi konuşmak istediğini söylemişti. Söylediği
söz şuydu:
“ – ‘Bizim teşkilat (MİT’i kastediyor)
Müslümanların M. Kemal Paşa’ya menfi (olumsuz) bir tavır almasından
rahatsızdır. İstiyoruz ki, bu münafereti (nefretleşmeyi) giderelim.
Sen, en büyük dini cemaatlerden biri olan Süleymancı cemaati içinde söz sahibi
bir kimsesin. Sizin cemaat de M. Kemal Paşa hakkında ‘Deccal’ ithamında
bulunmakta ve ağza alınmayacak sözler söylemektedir. Sen bunu düzeltebilirsin.
Bunu yaptığın takdirde, bizden ne istersen iste. Seni Diyanet İşleri Başkanı
yapalım!.., ilh..”
Kendisine yanlış kapı çaldığını, benim bahsettiği
cemaat içinde böyle bir şey yapacak gücüm olmadığını, bunu ancak Kemal Kaçar Bey’in
yapacağını söyledimse de ikna olmadı ve:
“ -‘Sen bilirsin biz seni seçmiştik. Anlaşılan sen
bunu yapmak istemiyorsun. Amma biz bu işin peşini bırakmayacağız. Bu işi,
birisini bularak muhakkak yapacağız!..” diyerek ayrılmıştı.
Şimdi anlıyordum ki, buldukları adam Fetullah
Gülen’di. Fakat o sıralarda Fetullah Gülen sapı silik bir adamdı. Bunu nasıl
becerebilecekti?!… İşi takip ettim. MİT güdümlü olarak nasıl nafiz (nüfuzlu,
etkili) bir mevkiye getirildiğine safha safha şahit oldum…”
(Kadir Mısıroğlu, Tarihten
Günümüze Tahrif Hareketleri, C. III, İstanbul: Sebil Yayınevi,
2012, s. 326-7.)
*
MİT’çilerin
“amentü”sünün ilk maddesi Selanikli Mustafa Atatürk.
12
Eylül darbesinin ardından Yeni Asya grubunun lideri Mehmet
Kutlular’a yaptıkları işbirliği teklifinde şart koştukları üç şeyden
birincisi, Atatürk konusunda söylem değişikliğine gitmeleriydi. (Diğer iki şart
muhtemelen dikkat dağıtmak için yapılmış “süsleme” ya da gölgelemeydi.)
Atatürk
hakkında hiç konuşmayan, övmeseler de “deccal” vs. de demeyen cemaatlere
gelince.. Onlardan daha başka şeyler istiyorlar.. Şöyle şeyler:
Laikliği
(siyasal dinsizliği) ve demokrasiyi (Allah’ın indirdiği ile değil,
halkın/milletin sindirdiği ile yönetilmeyi) vs. benimseme..
Şeriat
vurgusu yapmak yerine riyakâr ahlâk edebiyatıyla milleti oyalama, sanki “Şeriat’siz
ahlâk” olabilirmiş gibi “Şeriat’e karşı ahlâk, Şeriatçı katılığa karşı Anadolu
irfanı” safsatası ile maval okuma.
Devletin
resmî milliyetçiliğini (Türkçülüğü, yoz boz kurtçuluğu) özümseyip
içselleştirme.
Evet, MİT’in
her cemaatten Atatürkçülük istemesi gibi, bazı cemaat lideri ya da “kanaat
önderleri”nin, saftirik dindar kitleler gölüne çaldıkları maya tuttuktan sonra Atatürkçülük yapmaya başlamaları tesadüf değildir.. (İlk akla gelenler
Haydar Baş belası, Mustafa İsyanoğlu, Cübbeli Zahmet, Cevat Akşit..)
*
Merhum
Hilmi Türkmen’in sözlerine dönelim..
MİT'çiler ona
gitmeden önce Kemal Kaçar’a da mutlaka gitmişler, onu da
yoklamışlardır.
Öyle anlaşılıyor ki, onu ikna edememişler.. “Kaçar olmazsa Türkmen olur, o da olmazsa başka biri” diye düşünmüş olabilirler.. (Kaçar'ın durumunu bilmiyorum.. Şayet onunla anlaşmayı başardılarsa, Kaçar MİT'çilere, "Bu konuda bana yardımcı olması için Türkmen'i ikna edin" demiş olabilir.)
Hilmi
Türkmen, “Buldukları kişi Fethullah’tı” diye düşünmekle hata etmiş..
Fethullah’ı Nurcu taife için bulmuşlardır.. Süleymancılar için başka isim
aramışlardır.. (Bulmuşlar mıdır, bilemem, o cemaat hakkında bilgim yok.)
Ancak Fethullah, Nurculara açıkça “Arkadaşlar, Selanikli Mustafa Atatürk için artık deccal (çok yalancı) demeyelim” diyemezdi.. Bediüzzaman rh. a.’le açık biçimde ters düşmüş olacağı için ona şüpheyle bakılırdı.. Nurcular arasında kredisi sıfıra inerdi.
Strateji ve taktik gereği böyle birşeye kalkışamazdı.
Onun
yerine “otoriteye itaat, devlete sadakat, devlet-i ebed müddet, hoşgörü,
insanların kusurunu söylemeyip affetme, muhabbet fedailiği” vs. edebiyatıyla
Selanikli meselesinin üstünü örttü.
*
Evet,
Hilmi Türkmen, Fethullah’ın Kestanepazarı’na yerleşmesini sağlıyor, ve beş on
gün sonra ziyarete gittiğinde onu MİT’çi ile birlikte görüyor.
Buradan
anlaşılıyor ki onun Hilmi Türkmen’den iş talep ederek orada kendisine bir yer
kapması MİT’in yönlendirmesi ve planı çerçevesinde olmuş.
Nasıl
Hilmi Türkmen “Durumlar ne alemde?” diye merak etmişse, MİT’çiler de
vaziyetlere bir göz atma gereği duymuşlar ve onu ziyaret etmişler.
Fethullah'ı ziyaret için tam da Türkmen'in geleceği zamanı seçme, başka zaman ziyaret etmeme gibi bir mecburiyetleri de yok.
Bu görüşmelerin öncesi ve sonrası hakkında birşey bilmiyoruz.
*
Peygamber
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Hasta görünmeyin, hasta olursunuz”
buyuruyor. (Böyledir, çünkü bu, “Beni hasta etti” diye Allahu Teala’ya
iftirada bulunmadır, cezasız kalmaz.)
Hz.
Ali’nin de “Fakir görünmeyin, fakir olursunuz” şeklinde bir sözü var.
“Aranıyor" görünme konusunda da herhalde aynı şeyi söylemek gerekiyor.
Fethullah MİT’in ve askerî istihbaratın bir oyunu olarak aranıyor göründü, fakat kaderin
adaleti sonunda tecelli etti, 2010’lu yıllarda gerçekten “aranıyor” olma
bahtiyarlığına erişti.