PROFESYONEL VATANSEVERLER CUMHURİYETİ




Hangi kitabı olduğunu unuttum, Mehmed Zahid Kotku rh. a., İslam dünyasında işlerin profesyonel orduların ortaya çıkmasıyla bozulduğunu yazmış durumda.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında profesyonel ordu ve askerlik yoktu.. Savaş zamanında eli silah tutanlar cepheye koşuyorlardı.. Barış zamanında ise herkes işinde gücündeydi.

Türk tarihinde de durum budur.. Selçuklular başlangıçta sadece bir aşirettiler, devlet değildiler.. Gazneli Mesud’un onlara gadretmesi yüzünden Gazneli Devleti ordusuyla çarpışmak zorunda kaldılar ve galip geldiler.. Çaresizlikten savaştılar.. Kaçacak, sığınacak yer kalmamıştı.

Bu olay, onların bağımsız devlet olarak ortaya çıkmalarına yol açtı.

Aynı durum Akkoyunlular Devleti için de söz konusu..

Bunlar da bir aşiretti, liderleri de Kara Yülük Osman’dı.. Sivas’a hükmeden Kadı Burhaneddin bunlara gadretti, peşlerine düştü, onlar da kendilerini savunmak ve savaşmak zorunda kaldılar, ve Kadı’yı mağlup ettiler.

Çaresizlikten dolayı savaşmışlardı.. Firavun’un Hz. Musa aleyhisselam ile ashabını takip etmesi gibi Burhaneddin de onları kaçarlarken takip etmişti.

Yakalandılar ve savaştılar.

Bu galibiyet onların devletleşmesine yol açtı. Fatih Sultan Mehmet’le boy ölçüşüp savaşan (ve Şah İsmail’in annesinin babası olan) Uzun Hasan, Kara Yülük Osman’ın torunudur.

Osmanlılar da başlangıçta bir aşiretti.. Düzenli bir profesyonel orduları yoktu.. Aşiret fertleri savaşmak gerektiğinde savaşıyor, diğer zamanlarda kendi işlerine bakıyorlardı. Profesyonel ordu Yeniçeri Ocağı ile başladı, ve bu ocak daha sonra devletin başına bela oldu.

*

Kurumsallaşma (kabuk) gerekli, fakat bir zaman sonra “öz”ün yok olmasına neden olabiliyor.

Bu kabuk-öz, profesyonellik-ihlas (iyi niyet) dengesini kurmak ve sürdürmek çok zor.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde anlattığı gibi, kurum bir araçken zamanla amaç haline gelmeye başlayabiliyor ve kurum çalışanları kurumlarının (ve dolayısıyla kendilerinin, şahıslarının, menfaatlerinin) bekası için çalışmayı gerçek misyonları haline getirebiliyorlar.

Dinî ilimlerde de durum budur.. Medreselerin ve okulların teşekkülüyle birlikte dinî eğitim-öğretim faaliyetleri sistematik ve düzenli hale gelmişse de, siyasal otoriteye karşı hakkı söyleme noktasından zaafiyet ortaya çıkmıştır.

İmam-ı Azam, İmam Malik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel gibi zatlar ve İmam Buharî gibi alimler, devlet(ler)den bağımsız faaliyet gösterdiler.. Kimseden maaş almıyorlardı.

Maaş olayı medreselerle birlikte başladı.. Bununla birlikte, bütün medreseler devletin himayesi ve güdümünde değildi. Mesela Nakşbendî-Halidî geleneği çerçevesinde faaliyet gösteren “tekke/dergâh medreseler” sivil kurumlar olarak varlıklarını sürdürdüler.

Böyle olmakla birlikte, devletin kontrolü altındaki medreselerden de hak ve hakikati kimseden çekinmeden söyleyebilen alimler yetişmekteydi.

Kâzım Karabekir’e "Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız diyerek namussuzluk ve dinsizlik hareketi başlatan Selanikli Mustafa Atatürk’ün medrese ve tekkeleri iyi-kötü demeden toptan hedef almasının nedeni buydu.

*

Evet, geçmişte devlet, Nizamülmülk’ün yaptığı gibi, medreseler kuruyorduysa da, onlara özerklik tanımaktaydı.

Ayrıca o medreselerde eğitim ve öğretimle meşgul olan ulema da gerektiğinde devlet başkanlarına hak ve hakikati söylemekten geri kalmıyorlardı. Mesela Molla Güranî, mesela Zenbilli Ali Efendi.

Nitekim İmam Gazâlî’nin Büyük Selçuklu Devleti vezirlerine çok sert uyarılarda bulunmuş olduğunu görüyoruz.. Onlara gönderdiği mektuplarında şu ifadeler yer alıyor:

“Şunu biliniz ki, bir insana atfedilen ve onu göklere çıkaran unvanlar şeytan icadı olup, bunlar muttaki bir Müslümanın kabul edemeyeceği şeylerdir….

“… Sonuç olarak, insanın ‘emîr’ (yönetici) kelimesinin hakiki anlamını bilmesi çok önemlidir…. İslam’ın emrine göre emîr, nefsine ve tutkularına hakim olandır." (Abdül Kayyum, İmam Gazzâlî’nin Mektupları, çev. Gürsel Uğurlu, İstanbul: İnkılâb, 2002, s. 24.)

“… Netice olarak, zahidane bir hayat sürmenizi, Allah’tan korkmanızı ve hesap gününü düşünerek hayırlı işler yapmanızı öğütlerim….” (s. 30)

“İslam, zengin-fakir, avamdan-eşraftan kim yaparsa yapsın, adaletsizliğin araştırıldığı ve hükme bağlandığı bir sistem öngörür.

“… Kendinizi halktan kesinlikle farklı görmeyin….

“… Unutmayın, adaletsiz davranan küfür üzere davranmıştır…. Şu anda mevta olan vezirler (başbakanlar), halkın faydasına teklif edilen şeyleri dinlemeye hiç yanaşmadılar ve insanların kendilerinden bekledikleri işleri yapmaktan kaçındılar. Hayatlarına, sağlıklarına ve zenginliklerine güvendiler. Dalgaların üzerine bina dikmeye uğraştılar…. Şimdi bu vezirlerin bütün izleri yok oldu." (s. 45)

İbadet edenler türlü türlüdür. Bazıları kendilerine, bazıları servetine, bazıları hanımına, bazıları çocuklarına, bazıları amirlerine ve işlerine perestiş ederler…." (s. 54)

“…. Allah’ı arayanlar da, O’na götüren yollar da pek çoktur, ancak O tektir. Eğer bir tek dinî vecibeyi yerine getirmekte zaaf gösterir veya geceleri çok derin uyursanız veya büyük bir günah işlemekle suçlanırsanız veya geniş topraklarınızda yaşayan bir tek köylünün bir gece aç uyuduğunu duyarsanız, Allah’ın gazabının size ulaşacağını ve geri kalan günlerinizi, bu vurdumduymazlığınıza dövünerek geçirmek mecburiyetinde kalacağınızı hatırlayınız…." (s. 55)

“… Istırap çeken insanlığa hizmet etmek isterseniz, bir insanın zengin olmadan ve gurur alameti olan süslü elbiseler giymeden de yaşamasının mümkün olduğunu anlarsınız. Kadın elbiseleri giyerek bir erkek kadın olur mu? Bu mümkün değilse siz kadın elbisesi [kadın gibi süslü elbise] giyerek onlara nasıl benzersiniz? Süslü elbiseler giyenler daha taşkın ve kadınsı davranırlar. Hiçbir şey kadın gibi görünmeye çalışan birisinden daha sefil değildir…. İnsanlar size iyi davranıyorsa, bu yalnızca kendi amaçlarına hizmet etmek içindir. Birçok kimse size aşırı sevgi gösterir, çünkü bir vezir (başbakan) olarak, (onlar için) siz bir makam ve servet ilahısınız. Şu anda size medh ü senada bulunanlar, vazifeyi bırakıp yerinize başkası tayin edildiğinde, sizi suçlayıp yeni geleni methetmeye başlayacaklardır. Sizi metheden birisini gördüğünüzde, bilin ki, o bir yalancıdır ve sizin için muhtemel bir tehlikedir…." (s. 77-8)

“… Hükümdarların hizmetini kabul edenler, hâlâ kendi arzularının kölesidirler; bu insanların mutluluğu ve üzüntüsü diğer insanlara bağlıdır…." (s. 79)

“Ey vezir (başbakan), kendini ve aileni akıl ve irfan sahibi kimselerin dualarından mahrum etme! Şimdi ahirette olan diğer vezirler hataya düşerek, takva sahibi insanlarla yollarını ayırdılar ve kaçınılmaz olarak, dehşetli son onları altetti….

Geçmiş vezirlerin hiç birinin, kötü amelleriyle sizin kadar dile düşmediğini belirtmeliyim. İdareniz neticesinde halkın çektiği sefalet ve perişanlık hesaba gelmediği gibi siz hâlâ ıstırap içindeki Tûs ahalisine acımıyorsunuz…." (s. 85)

“Hiçbir gurur duygusunun, yaptığınız ölümcül ve korkunç hatayı itiraf etmekten sizi alıkoymasına müsaade etmeyin. İşleri yerli yerine oturtacak, ilim irfan sahibi tek devlet adamı yok…." (s. 86)

*

Evet, profesyonellik (kurumsallaşma ve kabuk bağlama) bir süre sonra “öz”ün ihmal edilmesine, önemsiz görülmesine, hatta çürüyüp kaybolmasına yol açabilmektedir.

Buna “din adamlığı”nda da, askerlikte de rastlanabiliyor.

Din bilgini profesyonelleştiğinde tek derdi alacağı maaş ve yazacağı kitaplarla kazanacağı şöhret olur. Zülf-ü yâre dokunacak gerçekleri açık ve net biçimde söyleyemez.

Asker profesyonelleştiğinde ise, millete hizmet etmek için görevlendirildiğini unutur, milletin ağasıymış, babasıymış, vasisi ve velîsi imiş gibi ahkâm kesmeye, artistlik yapmaya başlar.

Tankının namlusunu (İsrail gibi) düşmanlara değil, düşmanlarla işbirliği yaparak milletine çevirir.

Kılıcını düşmana değil, kendisini yedirip içirip giydiren, beline kılıç takan millete sallar.

Geçenlerde “Mustafa Kemal’in askeri” teğmenlerin şımarıkça korsan gösteri düzenleyip millete kılıç sallamalarında olduğu gibi.

Sanki analarından bellerindeki kılıçla birlikte doğmuşlardı.. Onlara o kılıcı veren, bu millet.. Ve bu millet, o kılıcı verecek başka adam bulamıyor da değil.

Buna tepki gösterilmesi karşısında birileri hemen yaygarayı kopardılar: Siz Mustafa Kemal düşmanı mısınız?

*

Peki, birkaç teğmen de kılıçlarını çekip “Allah’ın askerleriyiz” diye bağırsalardı bunu da tabiî ve normal karşılayacak mıydınız, yoksa “Laiklik can çekişiyor, yetişiiin!” diyerek şirretlik yapıp yaygara mı koparacaktınız?

Buna karşı, “Siz Allah düşmanı mısınız ki onların Allah’ın askerleri olduklarını söylemelerinden rahatsız oldunuz.. Bu size niye battı?” diyebilecek miydik?!

Türkiye’de böyle birşey olmuyor, çünkü Türkiye’nin müslümanı sindirilmiş, korkutulmuş, ezilmiş, ezikleştirilmiş.

Buna karşılık, İslam düşmanlığını, dinsizliğini ve imansızlığını Selanikli ölü Mustafa Atatürk kalkanıyla koruma altına alan her densiz millete kılıç sallayabiliyor.

Densizlik, şımarıklık ve haddini bilmezlikleri Arş-ı Alâ'ya ulaştı.

*

Çok zekîler ya, “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş niye kılıçla hutbe okudu?” diyorlar.

Bunun dinde yeri var, fakat korsan gösterinin askerlikte yeri yok.

Ali Erbaş ne yapmış?.. Cuma namazından sonra ikinci kez minbere çıkıp korsan hutbe mi okumuş?!.. Usule aykırı olarak icat mı çıkarmış?!

Kılıcını kınından sıyırıp cemaate mi sallamış?!.

Kimse teğmenler için “Neden bellerinde kılıç vardı?” demiyor.. “Kılıcınızı böyle sallayarak Adnan Menderes ile arkadaşlarını, 28 Şubat’ta İsrail’in hatırı için aşağılanan dönemin başbakanı Erbakan’ı mı millete hatırlatıyorsunuz?! Bize 'Anlarsınız ya!' kıvamında vermek istediğiniz mesaj ne?” deniliyor.

Mustafa Kemal’in askerleriymiş.. Madem bunda birşey yok, o zaman o yaygaranızın zekâtı kabilinden bir kerecik de “Allah’ın askerleriyiz” diye bağırın.

Allahu ekber!” deyin.

Hayır!.. Onu, gariban müslüman subay cephede kurşuna hedef olurken söyleyecek, fakat Mustafa Kemal’in askerleri o gariban müslüman subayların sırtına basarak millete artistlik yapıp kılıç sallayacak.

Düzeni iyi kurmuşlar.

*

Doğu Perinçek diye bir uçak pervanesi fırıldak tip var.. Yanar döner siyaset bukalemunu..

MİT’çi Mehmet Eymür’e göre, İngiliz istihbaratıyla da irtibatlı bir CIA ajanı..

Yine eski MİT’çi merhum Necdet Küçüktaşkıner de Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, Perinçek’in yabancı istihbarat servisleriyle irtibatlı olduğunu tespit ettiklerini beyan etmişti.

Perinçek fırıldağının zamanında dergisinde Turan Dursun’a yazdırarak İslam’a ve müslümanlara küfrettirmiş olması sebepsiz değildir.

Nerde bir fay hattı varsa, Perinçek oradadır.

Nerde bir kaşınacak yara varsa, Perinçek yine oradadır.

Nerde bir benzin dökülecek yangın varsa, Perinçek hemen hazırdır.

*

Teğmenlerin densizliğini fırsat bilen Turan Dursungillerin hemen tarikat vs. diyerek İslam'a vurmaya başladıkları görüldü.

Türk milletinin yüz akı kutup şahsiyetlerden Ahmed-i Yesevî de tarikatçıydı, tarikat şeyhiydi.

Mevlana Celaleddin-i Rumî de tarikatçıydı, Yunus Emre de, Osman Gazi'ye bilgece öğütler veren Şeyh Edebali de.. 

Gidip mezarı başında tören yaptığınız Hacı Bektaş-ı Velî de tarikatçıydı.

Fatih'e İstanbul'u fetih cesareti ve azmi aşılayan Akşemseddin de tarikat şeyhi.

Emir Buharî de, Aziz Mahmud Hüdayî de, Kafkaslar'ın hürriyet güneşi Şeyh Şamil de tarikat şeyhi.

İstiklal Harbi'nde Türkiye'ye yardım gönderen Afganistan, Pakistan, Hindistan müslümanları da genellikle tarikatçı.

Anadolu'ya gelip İstiklal Harbi'ne vaazlarıyla destek veren Şeyh Senusî de tarikat şeyhi.

Türk tarihinden tarikatı, tasavvufu, dergâh ve tekkeleri çıkarın, geriye sadece şu mahut teğmenlerde görülen türden densizlik, şımarıklık, artistlik ve gösterişçilik kalır.

Tasavvuf ve tarikatın Türk tarihi için ne ifade ettiğini tam anlamak isteyenler, tarihte hüküm sürmüş 16 Türk devletinden biri olan Babür İmparatorluğu'nun kurucusu Babür Şah'ın hatıratını okusunlar.

*

Bunlar bir de Selanikli ölü Mustafa Atatürk'ün uydurma bir lafını naklediyorlar.

Güya demiş ki: "Bu yapılar Selçuklu'yu ve Osmanlı'yı batırdığı için yasakladık."

Hayır, bu yapılar, Selanikli'nin çağdaşlaşma, Batılılaşma ve laiklik (siyasal dinsizlik) hedeflerine uymadığı için yasaklandı. 

Böyle bir iddianın hayatta en hakiki mürşit ilim çerçevesinde sorgulanması gerekir. 

Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılmasına, farklı Türk aşiret ve boylarının devlete baş kaldırması neden oldu. 

Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasına ise Moğol istilası.

Osmanlı'yı yıkan ise Birinci Dünya Savaşı'nda üzerimize gelen İngiliz, Rus, Fransız ve İtalyan ordularıydı.

Tabuta son çiviyi ise saltanat ve hilafeti kaldırarak Selanikli çaktı.

*

Doğu Perinçek denilen tip, bazen doğruları da söyler.. Sebebi, bir ucundan yamanarak hareket ve söylemleri sulandırmak, şirazesinden çıkarmak, varlığıyla kirleterek gözden düşürmektir..

Ya da aşırılaştırarak “Aşırılaşan herşey zıddına inkılab eder” kaidesince “destek suretinde köstek” olur.

Çok nadiren maskesini indirir, gerçek yüzüyle arz-ı endam eder.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın densiz teğmenler için “hukuk”un işletileceğini söylemesi karşısında paniğe kapılıp maskesini indirdiği görülüyor.

Çok rahatsız olmuş.. Demek ki güvendikleri dağlara kar yağıyor.

*

Bir de Özgür Özel adlı, siyaseti ilkokul müsameresine çeviren tip var.

Neden sekiz gün beklenmiş de sonra böyle bir açıklama yapılmışmış; bunu soruyor.. Erdoğan’a böylece hesap sormuş oluyor.

Onun ne zaman konuşacağına sen mi karar vereceksin?

Bunun sebebi, o sekiz günde darbe heveslilerinin bitlerinin şimşek hızıyla kanlanması, şımarıklık ve azgınlıklarının sabır taşını çatlatacak noktaya gelmiş olması olabilir mi?!

Bu noktada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ülkesinin ve milletinin selametini düşünen bir devlet adamı olgunluğu sergilemiş olduğunu belirtmemiz bir hakşinaslık borcudur.

Kendisi için küçük, fakat milletin selameti için büyük bir beyanda bulunmuş durumda.


DÜZELTME VE ÖZÜR

  "Sen Utanmazlığın ve Karaktersizliğin Resmini Yapabilir misin Abidin?" başlıklı yazımız şu satırlarla başlıyordu:  MİT’i (Milli ...