TÜRKİYECİLİK PUTPERESTLİĞİNİN EHL-İ SÜNNET İSTİSMARCILIĞI

 





Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan bugünkü (26 Kasım 2024 tarihli) yazısında şuları diyor:

… ODA TV, benim, Aydın Ünal’ın ve Hüseyin Likoğlu abilerin peş peşe yazdığı ve odaklarında devlete kılıç çeken teğmenlerin olduğu yazılar üzerinden “hedef teğmenler değil, hedef Atatürk” manşeti atarak yine o meşhur meseleyi konuşulamaz hale getirmeye çabaladı. Kamalizm tarafından berkitilen ve yaşatılan müesses nizamın tartışmaya açılmaya çalışıldığı her sekmede böyle oluyor durum. Kamalistler hemen bu tartışma büyümesin, ölü doğsun diye Atatürk’ün arkasına siper alıp başlıyorlar yaylım ateşe. Oysa benim yazımda da, Ünal ve Likoğlu’nun yazılarında da hedef Atatürk değil, Atatürk maskesiyle müesses nizamın sürmesini arzu eden, akıllarına estiği gibi darbe yaparak memlekete nizam vereceklerini zanneden Kamalistler idi. Bu hakikati tam tersine çevirerek çektikleri numarayı anlamamak imkânsız. “Ayranları dökülmesin” diye Atatürk’ü sömürmekten bıkmayan bu beyzadeler bilmeliler ki hedefimiz Atatürk olsa hedefimizi Atatürk olarak belirleyecek mertlikte ve dürüstlükte insanlarız üçümüz de. Oysa hedef Atatürk değil, sizsiniz. Darbeci, üstüncü, kendini bir halt zanneden Kamalistler yani. Hedefimiz, eski Türkiye özlemiyle yanıp tutuşan darbeci asker takımı. Burada bir anlaşalım.

Sorun da burada..

Selanikli Kamal’ı (Mustafa Atatürk’ü) tartışmadan Kamalizm tartışması yapmanın çok fazla bir yararı yok.

Selanikli Kamal, bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “resmî put”u durumunda.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisini kendi resmî ideolojisi (Ki bu, İslam’a göre onun dini anlamına geliyor) açısından tanımlıyor ve “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı laik (siyasal dinsiz) bir devlet” olduğunu söylüyor. ("Resmî ideoloji"nin İslam'a göre din olması meselesi için TDV İslâm Ansiklopedisi'nin "Din" maddesine bakılabilir.)

Ancak bu, İslam açısından putperestlik demek.. Yani Selanikli Mustafa’nın putlaştırılması.

Bu durumda Kamal Atatürk’ü bırakıp Kamalistleri tartışmanın çok fazla bir yararı yok.

Sorunu kökünden ele almak ve çözmek gerekiyor.

*

Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke’de Ebu Cehil’in vs. şahıslarını değil, putlarını hedef almıştı: Hübel’i, Uzza’yı vs..

Bunların herhangi bir kutsallığının ve değerinin bulunmadığını ilan etmişti.

Günümüz Türkiye’sinde ise kutsal ilan edilenler Kamal’ın yatırı (türbesi, anıt/abide mezarı), Kamal’ın kurduğu devlet, ve bu devletin “vatan” toprakları.. Van'da Türkiye sınırını aşıp İran topraklarına yarım metre girdiğinizde kutsal vatanı terk etmiş oluyorsunuz.

(1994 yılında Mahmut Kaçar, Cumhurbaşkanı Demirel de tören için Anıtkabir'deyken bu putperest ayinlerini hatırlatan mantıksız, "hayatta en hakiki mürşit ilim"e ve bilime aykırı, İslam'ın da onaylamadığı, peygamberler için bile yapılmasını kabul etmediği irticaî [ortaçağ bile değil, ilkçağ karanlığına özgü] seremoniyi protesto etmiş ve tutuklanmıştı.. Merhum Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca, bir kitabına da alınan bir sohbetinde, Mahmut Kaçar'ın böyle yaparak emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'-l münker vazifesini yerine getirmiş, üzerinden vebali/sorumluluğu atmış olduğunu söylemişti.) 

Laik (siyasal dinsiz) devlete göre Allahu Teala’nın kitabı devlet açısından kaale alınacak birşey değil.. Vatan toprakları ise kutsal.

Vatan için savaşıp ölürseniz şehit oluyorsunuz, fakat Allahu Teala için savaşmaya kalkışırsanız adınız terörist olur.

Çünkü, laik (siyasal dinsiz) devlete göre (resmî ideolojiye göre) vatan kutsal, Allahu Teala değil.

Devlet, yerlerin ve göklerin, vatanın, ve de Selanikli Kamal'ın yaratıcısı Allahu Teala'nın dini ile öküze, ineğe, eşeğe vs. tapma dinlerine eşit mesafede.

Çünkü laik.. Kamalist..

*

İmdi, Ehl-i Sünnet (Sünnet ehli) müslüman olmak demek, 73 fırkadan biri durumundaki fırka-yı naciye (kurtulan fırka) olan topluluktan olmak demektir.

Ancak, geriye kalan 72 fırka da kendisinin hak üzere olduğunu, İslam'ı doğru anladığını iddia ediyor.

Fırka-yı naciyenin (Ki Ehl-i Sünnet taifesi bunlardır) özelliğini ya da niteliğini Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem açıklamış: Rasul s.a.s.’in ve ashabının üzerinde olduğu şey üzerinde olmak.

Evet, Ehl-i Sünnet'ten olmanın ölçütünü Sünnet'ten almadan ehl-i Sünnet (Sünnet ehli) olamazsınız.

Böylece "Ehl-i Sünnet" olma hususunda önümüze şu üç “referans noktası” çıkıyor: Kur’an, Rasul’ün sünneti, ve ashabın fıkhı (anlayışı).

Bunlar arasında Türkçülük, Türk vatanı, Türk devleti, Anadolu, Orta Asya, Anadolu Müslümanlığı, Türk İslamı vs. hurafeleri var mı?

Yok!

Dolayısıyla İslam anlayışımızda (Ehl-i Sünnet bahsinde), Türkiyecilik ve Türkçülük (Türk “devletçiliği”), aynı şekilde Arapçılık, Kürtçülük, İrancılık, Emevîcilik, Abbasîcilik, Osmanlıcılık vs. belirleyici olmamalıdır. (Hizmetlerini hayırla yad ederiz, etmeliyiz, o ayrı mesele.)

Ölçümüz sadece Kur’an, Sünnet, ve ashabın anlayışı olmalıdır.

Diyelim ki Şia’yı, Vehhabîler’i vs. tartışıyoruz.. Eğer derdimiz İslam ise, Ehl-i Sünnet ise, meseleyi sadece yukarıda aktardığımız referans noktaları üzerinden tartışmamız gerekir.

Mesela Şia, ashabın büyük çoğunluğuna cephe aldığı için yanlış noktada.. Böylece Sünnet'ten sapmış durumdalar. 

Ancak, günümüzde Şia’yı tartışan bazı kişilerin derdinin Ehl-i Sünnet’i savunma değil, Şiî İran’a karşı laik (siyasal dinsiz, Kamalist) Türkiye’yi savunmak olduğunu, asıl dertleri buyken, Ehl-i Sünnet anlayışını Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik  (siyasal dinsiz) taassubu için (Erdoğan’ın tabiriyle) “meze” yaptıklarını görmekteyiz.

*

Derin devlet" (Ki buna devletin istihbaratı da dahil), İslamî kesimin içine yerleştirmiş bulunduğu (yahut satın almış olduğu) kişilere bu şekilde Ehl-i Sünnet istismarcılığı yaptırıyor. 

(Bu satın alma her zaman “kadroya dahil edip maaşa bağlama” ile olmuyor.. Rüşvet anlamına gelen kolaylıklar, hediyeler, ikramlar, taltifler, ödüller, geziler, iş fırsatı sunmalar vs. ile yapılıyor.. İki taraf da ne istenildiğini ve ne yapılması gerektiğini biliyor, söze ve yazıya dökülmeden gereği yapılıyor. Tabiri caizse bakışlarıyla anlaşıyorlar.. Biz de böylelerini "sözlerinin üslubundan" tanıyoruz: "Dileseydik, onları (o münâfıkları) elbette sana gösterirdik de kendilerini muhakkak sîmâlarından tanırdın. Yine de onları mutlaka konuşma üslûblarından tanırsın. Allah, yaptıklarınızı bilir." [Muhammed, 47/30])

Merhum Necip Fazıl gibi ifade etmek gerekirse, bir Ehl-i Sünnetçiliğe çattık ki, Ehl-i Sünnet'e kurmuş pusu. 

*

Ehl-i Sünnet edebiyatı yapanlara bakın.. Kim ki Ehl-i Sünnet simsarlığı yaparken insanları Kur’an’a, Sünnet’e ve ashabın yoluna değil de son tahlilde laik (siyasal dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sadakate davet ediyorsa, o, Ehl-i Sünnet kavramını istismar eden bir şirk (putperestlik) hizmetçisidir.

Aparatıdır.

Onda şu veya bu ölçüde nifak (münafıklık) vardır.

Son tahlilde yöneldiği mihrab, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laikliğidir (siyasal dinsizliğidir).

Kamal'ın "ümmet"indendir (topluluğundandır).


SAVCI, SUÇSUZ OLDUĞUNU BİLDİĞİ ADAMI NİÇİN TUTUKLATMAK ZORUNDA?

 



ANITKABİR EYLEMCİSİ YAŞADIKLARINI ANLATTI 


​10 Kasım 1994 tarihinde Anıtkabir’de düzenlenen törende sarf ettiği sözlerinden dolayı 7 yıl cezaevinde kalan Mahmut Kaçar, yaşadıklarını anlattı.

10 Kasım 1994 tarihinde Anıtkabir'de düzenlenen tören esnasında ""Putlara tapmayın, Allah'a kulluk edin" sözlerinden dolayı 7 yıl cezaevinde kalan Mahmut Kaçar yaşadıklarını İlke Haber Ajansı'na (İLKHA) anlattı.

Yaptığı eylem sonrasında birçok haksızlığa maruz kaldığını söylen Kaçar, "Yaptığım eyleme hiçbir suç isnat edememelerine rağmen bana günlerce işkence edip, yıllarca hapishane hapishane dolaştırdılar." dedi.

"13 gün işkence gördüm"

1994'ten bu yana yaşadığı sıkıntıları anlatan Kaçar, "1994'te o eylemden dolayı gözaltına alındığımda 2 ay boyunca beni yargılamak için yasalarda herhangi bir madde bulamadılar. Çünkü orada suç unsuru olacak bir şey yoktu. Mustafa Kemal'in adını dahi anmadım, hakaret yoktu. En sonunda 5816. maddeden 4 buçuk yıl ceza verdiler. 23 ay içeride kaldım. Daha sonra tahliye edildim. Ondan sonra Urfa'da infazım yandı. Tekrar cezaevine girdim. Toplam 7 yıl yattım. 13 gün işkence altında kaldım. 5-6 cezaevi gezdim. İşkenceler gördüm. Tazyikli su, elektrik, Filistin askısı, sürekli çapraz sorgulamalar, yalan makinası gibi birçok işkence çeşidine maruz kaldım. Fiziki olarak da birçok sıkıntı yaşadık." dedi.

"İadeyi-i itibar istiyorum"

Şuanda kentte bulduğu bir işte çalıştığını ifade eden Kaçar, iadeyi itibar istediğini belirterek, "Tazminat hakkımız olursa maddi ve manevi tazminat davası açmayı planlıyoruz. Ayrıca iadeyi-i itibar olursa başvururum. Çünkü benim bir suçum falan yok. 17. Asliye Ceza Mahkemesi savcısı bile bana ‘Mahmut senin bir suçun yok ama seni tutuklamak zorundayım' dedi. Ben de içimden Allah'ım sen şahit ol dedim. Bana işkence bile yaptıklarında ‘hangi suçtan' diye sorduğumda ‘yanlış yerde konuştun' diyorlardı." diye konuştu.

Medya tarafından da ciddi bir baskı ve iftira propagandasıyla karşı karşıya kaldığının da altını çizen Kaçar, medyada yer alan bazı ifadelerin de kendisine ait olmadığını anlattı. (Murat Dalgın- İLKHA)

 

https://ilkha.com/gundem/anitkabir-eylemcisi-yasadiklarini-anlatti-24356


LAİKLİĞİN (SİYASAL DİNSİZLİĞİN) BATIL DİNİ: ATATÜRKÇÜ PUTPERESTLİK

Peygamber Efendimiz  sallallahu aleyhi ve sellem gelecekle ilgili haberler vermiş, istikbalde neler olacağını bildirmiştir. Kendisini  Atatü...