UĞUR
MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 43
Bir önceki bölümde ulu yalan, çakma ata Türk, ricatların
önderi Selanikli Mustafa Atatürk’ün, İngiliz Gizli Servisi’nin (istihbarat
teşkilatının) İstanbul şefi Robert Frew ile gerçekleştirmiş olduğu (yalnız, başbaşa,
mahrem, gizli) görüşmeleri konu edinmiş ve bu görüşmeler hakkında yaptığı “karartma”ya dikkat çekmiştik.
Basit, “sergüzeşt-cû” (macera arayan) iyi kalpli
egzantrik bir hristiyan din adamı gibi gösterdiği Frew (Nutuk’ta
Fro diye geçer) ile olan görüşmesi hakkında Falih Rıfkı’ya, “Onunla Pera
Palas’ın müdürü Mösyö Martin’in evinde bir defa görüştüm, bir daha da
görüşmedim” demişken, bir yıl sonra TBMM’de okuduğu Nutuk’unda kendisini yalanlayacak, “bir iki defa” görüştüğünü itiraf edecektir.
Evet, yalancının iyi bir hafızaya sahip olması gerekir.
Ancak, Selanikli’nin her iki beyanı da yalan.. Gerçekte
daha çok görüşmüş durumda.. Çünkü arkadaşı Rauf Orbay “iki üç defa”,
yaveri Cevat Abbas ise “fasılalı tarihlerde” görüştüğünü söylüyor.
Fasılalı tarih denilebilmesi için sayının en az üç olması
gerekir.. Ancak, sayı daha fazla da olabilir.. Selanikli'nin, Frew ile, Orbay’ın ve
Abbas’ın bilgisi dışında da görüşmüş olması ihtimali var.
*
Selanikli Nutuk’unda
Frew’dan, onun “İngiliz muhibbi” Sait Molla ile olan ilişkisi bağlamında
bahsediyor.
Ancak, Sait Molla’ya İngiliz ajanı diye saldırırken,
(İngiliz Büyükelçiliği’nin rahibi sıfatıyla kendisini kamufle eden baş ajan)
Frew’yu safderun bir “sergüzeşt-cû” (macera arayıcı) olarak anıyor,
ondan saygıyla söz ediyor.
Bu Sait Molla meselesini, daha önce başka bir blogda yazmıştık.. Öyle anlaşılıyor ki, Frew, kendisiyle bağlantılı olan Sait Molla’yı Selanikli’nin deşifre etmesini sağlayarak, heybesindeki asıl büyük turp olan Mustafa Kemal üzerindeki “İngiliz ajanlığı” şüphelerini dağıtmış durumda..
Hintli ajan Mustafa Sagir olayı da aynı mahiyette.
Şah için vezir de feda edilir, kale de, fil de.. Atın ve piyonun hiç lafı olmaz.
Şu bir gerçek, bu İngiliz keferesi, istihbarat satrancını çok iyi biliyor.. Sağ gösterip sol vurmanın, "oyun içinde oyun" kurmanın ustası.
*
Evet, birilerinin bize “eşi bulunmaz bir dahi” olarak tanıttıkları Selanikli Mustafa Atatürk, İngiliz’in Türkiye’deki baş ajanı Frew karşısında nasıl bu kadar aptal, budala ve salak hale gelebilmişti?
Onun ajan olduğunu nasıl anlayamamıştı da saf bir maceraperest zannetmişti?
Adamla defalarca görüşmüş, çözememiş, daha sonra Sait Molla'nın onunla olan bağlantısı ortaya çıkınca Molla'nın İngiliz ajanı olduğunu derhal anlamış, fakat sarı kafasındaki ankesör paslanmış olduğu için sıra Frew'ya gelince jeton bir türlü düşmemiş.
Öyle olunca, bu denklemde Frew'nun payına deha, Selanikli'ninkine ise salaklık düşüyor.
Osmanlı padişahı Vahideddin’le olan görüşmelerinden
bahsederken, onun her lafından başka bir anlam çıkardığını söyleyerek sözde
üstün zekâsını göstermeye çalışan yerli-milli deccal Mustafa Atatürk
(Deccal, “çok yalancı” anlamına geliyor), İngiliz papazın karşısında nasıl bu
kadar ahmak, bön, salak, angut, budala, akılsız ve avanak hale gelebiliyor?
Gerçekte hiç de salak değil.. Bütün bir Türk milletini
salak yerine koyuyor, koydu.
Çünkü, Frew'nun İngiliz ajanı olduğunu bildiğini söylese, kendisinin Sait Molla'nın molla olmayan versiyonu olduğunun düşünülmesi ihtimali var.
O yüzden, salak yerine koyarak yalan söylediği milletin, sergüzeşt-cû bir aptal rahiple lüzumsuz görüşmeler yaparak hoşça vakit geçirdiğini düşünmesini istiyor.
Onun Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün heykelleri, devlet
dairelerindeki fotoğrafları, Türk milletinin boynuna asmış olduğu salak yaftasını bu "necip millet"in kabul etmiş bulunduğunun belgesidir.
*
Osmanlı Devleti’nin yıkılış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş sürecini anlamada en önemli noktayı, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke
(ateşkes) döneminde (yani Samsun’a çıkışından önce İstanbul’da geçirdiği altı
aylık sürede) neler yaptığı, kimlerle ne tür bağlantılar kurduğu hususu
oluşturuyor.
Burada ilk söz hakkını Selanikli’ye tanımak, öncelikle onun
açıklamalarına kulak vermek, bilimsel objektifliğin gereği durumunda.
Ancak, o günleri yaşayan herkes söz hakkına sahip, ve gerçeğin
bilinmesi, doğru bilgiye ulaşılması açısından herkesin tanıklığı önem
taşıyor.
Bir başka önemli husus şu: Tarihî gelişmelerin doğru bir
şekilde değerlendirilmesi, salt süreç içindeki olayların tek tek sıralanması ve
herkesin tanıklığının üst üste yığılmasıyla yapılabilecek birşey değildir.
Değerlendirmemiz çerçevesinde ortaya koyduğumuz açıklama
modeli ya da teorik analiz şayet olan biten herşeyi anlamlı bir
bütün olarak izah edebiliyor, aklımıza gelen her soruya mantıklı ve tutarlı
cevaplar verebiliyorsa, işte o açıklama modeli, bilimsel bir değere sahip
demektir.
İstiklal Harbi, Kurtuluş
Savaşı ve Millî Mücadele gibi adlar verdiğimiz tarihî olayı en anlaşılır
biçimde izah eden bir açıklama modeli, Selanikli’nin sağ kolu, gözde adamı,
başbakanı ve halefi durumundaki (Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı) İsmet
İnönü tarafından ortaya konulmuş bulunuyor:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de
bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
*
Evet, olaya bu “açıklama modeli” çerçevesinde
baktığımızda bütün taşlar yerine oturuyor, akla gelen her soru cevap buluyor.
Cumhuriyetin ilanından sonra yaşanan olaylar ile
İstiklal Harbi sırasında dillendirilen söylem arasındaki devasa uçurum,
muazzam tezat da böylece makul bir izaha kavuşuyor.
Yine, Selanikli Mustafa Atatürk’ün Osmanlı Devleti
düşmanlığı da anlaşılır hale geliyor.
Ayrıca, Selanikli’nin zorla dayattığı, adına Atatürk ilke
ve inkılapları denilen, gerçekteyse Curzon (ya da İngiliz) ilke ve
inkılapları olan icatlar da beklenmedik şeyler olmaktan çıkıyor, sürecin doğal parçası haline geliyor.
Ekme biçme yasasının hükmünü icra etmesi, parayı verenin düdüğü çalması, kapitalizmini emperyalizm ile taçlandıran İngiliz'in, Selanikli'ye açtığı kredinin karşılığını, ilke ve devrimler adı altında faiziyle tahsil etmesi şaşırtıcı değil.
Evet, Selanikli’nin müslüman Türk’ün medeniyetine,
kültürüne ve tarihî mirasına karşı başlattığı savaş, İnönü'nün açıklama modeli çerçevesinde akla ziyan bir sürpriz olmaktan
çıkıyor.
*
İstiklal Harbi denilen olayı İnönü kadar veciz, özlü, anlaşılır, mantıklı, tutarlı, doğru ve gerçeğe sadık biçimde tek cümlede özetleyen başka biri yok.
Gerçekten, İsmet İnönü tarafından dile getirilmiş olan
açıklama modeli, üç beş kelimeden oluşan kısa bir cümleyle, yaşanmış olan hemen
herşeyi izah ediyor, anlaşılır hale getiriyor.
Bütün taşlar yerine oturuyor, akla gelen her soru cevap buluyor.
Bilimsellik işte budur.. Bütün büyük ve gözde teoriler (ya da açıklama modelleri)
böyledir, az sözle pekçok şeyi (ilgili her olayı) izah etmeyi
hedefler. (Mesela Newton’un teorisi şu basit cümleyle herşeyi izah etme iddiasındadır: İki cisim
birbirlerini, kütlelerinin çarpımı ile doğru orantılı, aralarındaki uzaklığın
karesi ile de ters orantılı olarak çekerler.)
Eğer elinizde doğru bir açıklama modeli (teori) varsa,
yapacağınız şey, gözlemlediğiniz olayı o teori çerçevesinde “hesap kitap”
konusu yapmak olacaktır. (Newton’un teorisi çerçevesinde konuşursak, Dünya ile
Ay arasındaki münasebeti, kütlelerine ve aralarındaki uzaklığa göre
değerlendirmek durumundayız.. Ay’a gönderilecek bir araçla ilgili hesaplamalar
da buna göre yapılacaktır.. Newton’un teorisi böylesi hesaplamalarda işe yarasa da Merkür gezegeninin Güneş’in
etrafındaki yörüngesi söz konusu olduğunda “çuvallıyor”, fakat konumuz bu değil.)
İsmet İnönü’nün açıklama modeli (Merkür'ün yörüngesi söz konusu olduğunda "çuvallayan" Newton teorisinin aksine), Kurtuluş Savaşı öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşanan gelişmelerin hepsini izah ediyor.. Hesaplar yerine oturuyor, bilanço açık vermiyor.
Öyle ki, Selanikli’nin mütareke dönemindeki (açık ve gizli) münasebetleri ve görüşmeleri de İnönü'nün açıklama modelinde ait oldukları yere cuk diye oturuyorlar.
*
Buna karşılık, Atatürkist/Kemalist taifenin “İngilizler ve müttefikleri ulu önder Atatürk’ten tırsıyorlardı, hatta Bandırma Vapuru’nu batırmak istediler” vs. şeklindeki palavraları, o süreçte yaşanan gelişmeleri anlaşılmaz hale getiriyor.
O kadar anlaşılmaz hale getiriyor ki,
İngilizler’in Selanikli’ye ve kendisine refakat eden 30'a yakın adama niçin vize verdikleri de,
İngilizler’in Samsun’da Selanikli’ye niçin selam durdukları da, birer “şu yılgın
İngilizler” masalına dönüşüyor.
Olay, "Alice Harikalar Diyarında"yı aratmayan bir "Yüzüklerin Efendisi Selanikli Harikalar Yaratıyor" efsanesi halini alıyor.
Ve de bu “yılgın ve de ahmak İngilizler” masalı
çerçevesinde Selanikli, “imkânsızı başaran” bir masal kahramanı haline geliyor.
Böylece, Selanikli’nin (senaryosunu İngilizler’in yazdığı, Yunan
Kralı Konstantin’in senaryo dışına çıktığı için gerçekçi bir görünüm
kazanan) malum tiyatrodaki "işbirlikçilik" rolünü "kurtarıcılık" gibi göstermek için, olan biten herşeyi şöyle bir “açıklama
modeli” ile “mucize yaratan tanrısal adam” şirkine bağlıyorlar: “Atatürk
imkânsızı başardı.”
Selanikli imkânsızı başarmadı, İngilizler’le bir olup Osmanlı Devleti'ne öldürücü bir kazık attı ve de Türk
milletinin zekâsıyla alay etti.
*
Bugün de Atatürkistler aynı şekilde Türk milletinin aklıyla
dalga geçiyorlar.
Mesela, Sinan Meydan diye biri var, Selanikli
hakkında kitaplar yazmış durumda.. Fatih Altaylı’nın programında söylediği
şu:
“Fatih Altaylı: Atatürk
aslında imkânsızı mı başarmıştır?
“Sinan Meydan:
Baktığınızda tablo bunu gösteriyor. Ben bazen konuşmalarımda ve yazılarımda kendim
de şaşırarak diyorum ki, yaa bu yapılanları bir filmde görsek…
“F. A.: Yok artık deriz.
“S. M.: Senarist amma
abartmış deriz….”
İşte bu, İsmet İnönü ile Fatih Altaylı ve Sinan Meydan gibi tipler arasındaki fark.
İnönü, bizzat yaşadığı, bir parçası olduğu olaylarla ilgili olarak gerçeği söylüyor, bunlar ise gerçeğe inanmamak için "imkânsız" masallar üretiyorlar.
Hindistan'da yaşıyor olsalardı ineğin yüceliği hakkında kim bilir ne edebiyatlar paralıyor olurlardı.
*
Evet, Türkiye’de Selanikli hakkında yazılanlar maalesef uydurma
masallar durumunda..
Senaristler “Yok artık!” denilecek şekilde
abarttıkça abarttılar.
Sonra da, bu senaryodaki “imkânsız”a “imkânsız”
diyecekleri susturmak, korkutup sindirmek, başlarını ezmek için “koruma kanunu” çıkardılar.
Halbuki, İsmet İnönü’nün Newton’un teorisinden bile
daha doğru ve sağlam, gerçeğin tıpatıp kendisi olan açıklama modeli ortada “imkânsız”
diye birşeyi bırakmıyor, herşeyi anlaşılır ve "imkân dahilinde, sıradan ve basit" hale getiriyor:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de
bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
*
Selanikli’de öyle abartıldığı kadar büyük bir deha vs. yok..
Tarih ondan, rüzgârın estiği yöne doğru yürüme, suyun aktığı istikamete doğru yüzme, "kazanacak at"a oynama, kaybedenlerin değil kazananların peşine takılma uyanıklığı ve kıvraklığı göstererek Osmanlı Devleti’ne ihanet etmiş bulunan bir İngiliz işbirlikçisi olarak
bahsedecek.
Bu yazı dizisinde bunu, zekâsı masal dinleme yaşında kalmamış olanlar için “inkârı imkânsız” delillerle dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Selanikli’yi İngilizler’in nasıl kolladığını, önünü nasıl açtıklarını anlattık: Meclis-i Mebusan’ı kapatarak, Osmanlı Genelkurmayı'nı basıp kapısına kilit vurarak, Anadolu’daki askerî ve idarî makamları ve memurları yönlerini Ankara’ya çevirmek zorunda bırakarak, Selanikli’ye biat etmeyip zorluk çıkaracak adamları tutuklayıp Malta’ya sürerek, Vahideddin’e ve Osmanlı hükümetine Ankara karşıtı açıklamalar yapma yönünde baskıda bulunup onları vatan haini konumuna düşürerek, Filistin'de İngilizler'in önünden palas pandıras kaçan Selanikli’yi onların korktuğu kahraman gibi göstererek bunu yaptılar.
Dahası, Selanikli kongreleri toplayıp yeni bir meclisin altyapısını hazırlayıncaya ve TBMM'yi Ankara'da toplayıp aktif hale getirinceye kadar Yunan'a Milne Hattı ile İzmir dağlarında çiçek toplattı, ot yoldurdular.
Fransızlar’la savaşanlar, Maraş, Urfa ve Antep halkıydı, Selanikli
değil.. Selanikli, Halep gibi Misak-ı Millî sınırları içindeki
vatan topraklarını hediye ederek onlarla Ankara Antlaşması’nı yaptı..
İtalyanlar, geride birçok silah bırakarak kendiliklerinden
çekip gittiler.
*
Selanikli yedi düvelle (yedi devletle) değil, sadece Yunan’la savaşmak zorunda kaldı.
Yunan’ın karşısında Ankara’yı bırakıp Kayseri’ye
kaçmamasını sağlayan, TBMM’deki “İngiliz ajanı olmayan” samimi vatanseverlerdi.
Anadolu'nun Yunan karşısında talihinin dönmesini sağlayan Sakarya
Savaşı da Fevzi Çakmak sayesinde kazanıldı, yoksa Selanikli Filistin
cephesinde olduğu gibi firar emri vermiş durumdaydı.
Selanikli’nin bütün yaptığı, Yunan’ı Ege’den kovmasıdır..
Hadiselerin seyri içinde buna mecbur kalmıştır.. Yoksa, Ankara'yı bırakıp Kayseri’ye dünden
kaçmıştı.
*
İmdi, bir Sultan Alparslan bütün bir Anadolu’yu Türk’ün
önüne sermiştir.. Selanikli ise sadece Ege’yi kurtarmış.. Ve Selanikli yere
göğe kondurulamıyor.
Fatih Sultan Mehmet, bölgesel güç görünümündeki devleti cihan imparatorluğu haline getirmiş.
Yavuz Sultan Selim Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu, Suriye, Mısır ve Arabistan’ı hakimiyeti altına almış.. Onun yanında Selanikli silik ve önemsiz bir figür.
Selanikli’nin bütün hayatı işbirlikçilik, yalan dolan, hile, ihanet ve aldatma
üzerine kurulu.. Yavuz Sultan Selim ise karakter abidesi.
Mesela, Kırım Hanı, babası Bayezid’e karşı onu
destekleme şartı olarak, padişah olduğunda bazı olağanüstü yetkilerle iktidarına
ortak olmayı teklif ettiğinde bunu reddetmiştir.
“Şimdi kabul edeyim, köprüyü geçince dayıyı
sırtımdan atarım” dememiştir.
Ne demişti oğluna adam, “Sana vali olamazsın demedim,
adam olamazsın dedim” mi demişti?
Bahtın yaver gider, şu veya bu gücün desteğiyle bir yerlere gelirsin, fakat adam olmak her babayiğidin harcı değildir.
Adam gibi adamların “koruma kanunu”, tarihin bizzat
kendisi, ve Himalayalar haşmetindeki bağımsız ve hür karakter ve şahsiyetleridir.