İHTİRAS RÜZGÂRLARI

 




ATATÜRK'ÜN KARAKTERİ (HALİDE EDİB ADIVAR'IN ŞAHİTLİĞİNE GÖRE) -2


Dr. Seyfi Say 


Halide Edib'in Atatürk için yazdıklarını okumaya devam edelim:

Benim ve herkesin Mustafa Kemal Paşa hakkındaki fikrimiz bu devrede [İstiklal Harbi öncesi devrede] şöyle ifade edilebilir: Çanakkale'de Anafartalar kahramanı; padişahın yaveri; ve olağanüstü bir zekâ ve ihtirası olan bir insan diye tanınıyordu.

(Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı I, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1998, s. 21.)

Yani muhteris ya da harîs diye tanınıyormuş.

Bunu, Falih Rıfkı da doğruluyor:

İttihatçıların daha Selânik’te iken vurdukları damga üstündedir: ‘Haris’dir, hiçbir rütbe ve makamla doymaz. İnsanca yaşamayı, eğlenmeyi ve içmeyi sevdiği için o devir anlayışına göre ‘sefih’tir.”

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. s. 20.)

 Evet ona, “sarhoş, ahlâksız ve haris” damgasını vurmuş bulunuyorlardı (A.g.e., s. 158).

*

Halide Edib'e göre, Atatürk'ün bir başka özelliği, "siyasî meselelerde çok hassas" olması:

Bütün dünyada kuvvetli bir etki yapan ve yenilmiş milletlere biraz umut veren Wilson prensipleri bizi de büyük çapta etkiledi ve istanbul'da Wilson Prensipleri Cemiyeti tanınmış yazarlar ve avukatlar tarafından kuruldu. ... İki ay içinde de ortadan kalktı.

Çünkü, Doğu Anadolu ta başlangıçtan beri bunun aleyhindeydi. Erzurum'da 1919'da Rusların Ermeni generali Antranik halkı göçe zorlayan kıtaller (toplu öldürmeler) yaptırmıştı. Amerika'nın sadece bizim Ermenilere karşı daha önceden (ta Abdülhamit zamanından beri) yapmış olduğumuz kıtal ve tehcirlerden dolayı tamamıyle Ermeni taraftarı olduğu görülüyordu.

Halkın Amerika'ya karşı bu devirdeki duygularını Erzurum Kongresi'ndeki bir olay açıkça anlatır. Burada Mustafa Kemal Paşa Türk toprakları üzerinde gözü olma'yan büyük bir devletin bize iktisadi, teknik ve siyasi yardım etmesi lüzumundan söz etmişti. O zaman İngiltere, Fransa, hatta İtalya da Türk topraklarını işgal etmiş bulunduklarından, bu teklifin Amerika'yı kastettiği hissediliyordu. Erzurum Kongresi'nde Doğu Anadolu'yu temsil edenlerden biri ayağa kalkarak, Mustafa KemalPaşa'nın hangi devleti kastettiğini sormuştu. Siyasal meselelerde çok hassas olan Mustafa Kemal Paşa, Doğu Anadolu'nun Amerika'ya karşı hislerini sezdiği için hangi devleti kastettiğini söylememişti.

(Adıvar, s. 22-23.)

Başka bir devleti kastetseydi herhalde söylerdi.

*

Halide Edib'in bir İngiliz allbayı ile arasında geçen konuşma, İngilizler'in Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı topraklarında yaşanmasını istedikleri gelişmeler hakkında bir fikir vermektedir: "Milleti temsil eden" (yani bir millet meclisine dayanan) hükümeti, mutlakiyete (padişahlığa) tercih etmektedirler.

Ayrıca, İstanbul'daki önemli simalara yönelik tutuklama politikalarına bakılırsa, Mustafa Kemal'i (sonradan Atatürk soyadını alacaktır) "kahraman tabiatlı" görmedikleri sonucuna varılabilir.

Çünkü, tutuklamak bir yana, onun Samsun'a olağanüstü yetkilerle gitmesi için önüne vize halısını döşemişlerdir.

Okuyalım:

Rumelihisarı'nın yokuşunu tırmanırken saat dokuz buçuktu. ... Mahmure abla geldi ve  

«Dün gece Kolonel Heathcote Symythe geldi, seni görmek istedi. Şimdi sen gelmeden önce de geldi, tekrar geleceğini söyledi.»

Kolonel H. Symthe, Amerikalı Galthorp'un sağ koluydu ve Rumelihisarı'da bize komşuydu. ...

Kolonel H. Symythe, saat on biri geçe geldi. ... 

İngiltere [İstanbul'da düzenlediğimiz] bu millî hissiyatı, yani mitingleri çok beğeniyormuş. Bundan başka da, İngiltere'nin milleti temsil eden bir hükümeti mutlakiyete tercih edeceğini de ekledi.

«Sizin bu düşüncede olan adamları Malta'ya göndermiş olduğunuzu haber aldım,» derken içimdeki alayı zor tutuyordum.

«Onlar İttihatçıydılar.»

«... Meselâ bugün İttihatçılara muhalif olan Fethi [Okyar] bey [tutuklanıp Malta'ya gönderildi].»

«Şu Trablusgarp kahramanı, değil mi?»

Demek kahraman tabiatlılar aforozluydular. ...

«Aynı zamanda Sultanahmet'teki gibi bir miting daha yaparak padişahı seçime ve Meclis'i açmaya zorlamak istiyormuşsunuz.»

Bu sefer ben şaşırdım. Gerçi böyle bir fikir aramızda konuşuluyorduysa da, bunu kongrenin toplantısında söylememiştik. Böyle bir karar alırsak, bunu İngilizlere söyleyecektik ama, onlar bunu nereden haber almışlardı? Yüzümdeki şaşkınlığı anlamış olacak ki, zafer kazanmış bir gülümsemeyle:

«Buna devam ediniz. Büyük bir miting yapınız. Meclis'in iadesine karar verirseniz, İngiltere de sizi tutar ve halkın temsilcileriyle anlaşmayı padişahla anlaşmaya tercih eder.»

Ben: «Bakalım» dedim.

Nihayet bize başarı diledi ve gülümseyerek ayrılırken:

«Bunu dostlarınızla konuşunuz» dedi.

Bunu kimseye açmadan önce Kolonel Symythe'in söyledikleri üzerinde hayli düşündüm. Acaba, bu resmî makamların ilhamı mıydı [Padişah'a olan muhalefetimizi onayladıkları için yol mu gösteriyorlardı]? Acaba İngiltere doğudaki siyasetinden bahsederek, [kafamızı karıştırıp] halkın hareketine engel mi olmak istiyordu? Yoksa, Kolonel H. Symythe sadece benim ağzımı mı arıyordu? İçimdeki bu sorulara ben cevap bulamadım (Kolonel Symythe bir gün hatıralarını yazarsa, her halde okuyacağım.)

(A.g.e., s. 43-5.)

*

Evet, İngilizler'in istihbaratı kuvvetli, kimin nerede ne konuştuğunu anında öğreniyorlar. 

Halide Edib'in "içindeki sorular" lüzumsuz, çünkü, olayların seyri ortada soru bırakmadı.

Daha sonraki süreçte İngilizler'in istediği türden bir "millete dayanan hükümet" ortaya çıktı.

Başlangıçta "Padişah'a dayanan" birileri sonradan "millete dayandıklarını" söylemeye başladılar, "Hayır, siz bize dayanmıyorsunuz, bize dayanan, Padişah" diyen millet fertlerini de kendi icatları "Hıyanet-i Vataniye" (vatan hainliği) Kanunu gereğince asıp kestiler, doğrayıp biçtiler.

Ve Lozan'da İngilizler'le anlaştılar.

Aynı İngilizler Padişah'ı da bir gemiye bindirip beş parasız İtalya topraklarına attılar. 

Onunla anlaşmadılar.

*

Halide Edib, asıl şu soruya cevap aramalıydı: 

Albay Symythe'in kendisine söylediklerini, Anadolu'ya gitmesinden önce Atatürk'le (onun Nutuk'taki itirafına göre bir iki, Fethi Bey ile Cevat Abbas'ın tanıklığına göre iki üç kere) başbaşa mahrem görüşmeler yapan İngiliz İstihbaratı'nın (gizli servisinin) İstanbul şefi Rahip Robert Frew da, bu "ihtiraslı" paşaya söylemiş olabilir miydi? 

"Bir şekilde Anadolu'ya güçlü bir biçimde gider ve orada millete dayanan bir hükümet kurarsan İngiltere de sizi tutar ve halkın temsilcileriyle anlaşmayı padişahla anlaşmaya tercih eder" demiş olabilir miydi?

Yoksa, İngiliz İstihbaratı'nın İstanbul'daki şefi, Mustafa Kemal Atatürk'ün, Shakespeare'in İngiliz edebiyatına katkıları konusundaki ince ve derin fikirlerini mi merak etmişti?


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...