KÂZIM KARABEKİR'İN
DAMADI PROF. ÖZERGİN ANLATIYOR – 12
Kâzım Karabekir'in damadı Prof. Dr.
Faruk Özergin’in Teklif dergisinin
Ağustos 1988 tarihli altıncı sayısında yayınlanan röportajında şu ifadelerin
yer aldığını görmüştük:
Ben bir de tarihçilerden, Mütareke [Mondros Ateşkesi]
zamanı, o bir seneye yakın kısa bir süre içinde, İstanbul'da, ilerde
söz sahibi olacak kimselerin faaliyetlerini tam olarak meydana çıkartmalarını arzu
ederim. Tam belgeleriyle.. Bunda görülür ki M. Kemal Paşa [Mütareke zamanı
İstanbul'da] "Beni kim tutarsa, onun taraftarıyım" şeklinde
çalışmıştır.
Bir taraftan Saray'da zaten yaverdi, Saray'da yükselme
gayretleri içindeydi, bir taraftan Hükümet'i devirip [yeni bir hükümet kurmak
için] Meclis'e [Meclis-i Mebusan'a] girip çıkmıştır. Hatta onun için Anadolu'ya
gönderdiler, Hükümet'i devirme gayretleri içindeydi. … [Atatürk] bir
taraftan İngilizler'le sıkı ilişkiler içindeydi, bir taraftan
İtalyanlar'la sıkı temastaydı, herkesle sıkı temastaydı.
M. Kemal Paşa’nın bu faaliyetleri
olunca, İstanbul’da da kuşku başladı. Ve Vahideddin aslında vatan haini değil,
Vahideddin kurtuluş nerede olacak bilemiyor, şaşkına dönmüş, saray
İngilizler’in elinde, İngilizler’in avucuna düşmüş.. Genç, kuvvetli komutanlar
var. İngilizler bunları çağırmışlar, toplamışlar İstanbul’a, hepsini
toplamışlar, hepsi İstanbul’da. Ve (Vahideddin) bunları tayin ettirmekten
korkuyor, tayin emrini çıkarmaktan da korkuyor. O hengâme içinde M. Kemal Paşa
zaten, aşırılıkları bilindiği için, bir taraftan kuşkulanıyorlar, bir taraftan
da güveniyorlar.”
(Abdurrahman Dilipak, İnönü
Dönemi, İstanbul: Beyan Y., 1989, s. 170-1.)
*
Olayların seyrini hatırlayalım.
Vahideddin
3 Temmuz 1918’de padişah oldu.
İki buçuk ay sonra Filistin’de İngilizler’le Nablus
(Megiddo) Savaşı yaşandı.
Selanikli
Mustafa Kemal bu savaşta üstün firar ve kaçış
yeteneğini sergileyerek Osmanlı ordusunun hezimetine büyük katkı sağladı.
Selanikli, Nablus’ta bulunan Yedinci Ordu’nun
komutanıydı.
İngiliz 20’nci Kolordu birlikleri Nablus’a yürüyünce
Selanikli Eylül’ün 20’sini 21’ine bağlayan gece Nablus’u boşaltmaya başladı.
Resmen kaçtı.
“Ya
istiklal, ya ölüm!” demedi.
Şimdi Hamas’ın
Gazze’de yaptığı türden bir direniş sergilemek yerine tabanları yağladı.
Peki kurtuldu mu?
*
Kendisi kurtuldu da, ordusu, tıpkı Anafartalar’daki 57’inci Alay örneğinde
olduğu gibi, kurtulamadı.
21 Eylül günü bir İngiliz uçağı kaçmakta olan Yedinci
Ordu’nun bir bölümünü tespit etti.
Bunun üzerine İngiliz uçakları Yedinci Ordu’yu
bombalamaya başladı.
Askerlerin büyük bölümü öldü, kalanlar bütün askerî
malzemeyi geride bırakarak canlarını kurtarmaya çalıştılar.
İngilizler arkada bırakılan 87 top, 55 kamyonet, 4 motorlu araç, 75 araba, 837 dört tekerlekli
vagon ve çok sayıda su arabasını, sonradan, meyve bahçesinden elma toplar
gibi topladılar.
Bunlar, Selanikli’nin İngilizler’e bir tür hediyesiydi.
Meşhur Lawrence
bu konuda şunu yazdı:
“RAF
(Kraliyet Hava Kuvvetleri) dört askerini kaybetti. Türkler ise bir kolordu
kaybettiler.”
Bu rezalet ve facia, Selanikli’nin yere göğe
sığdırılamayan efsanevî askerî dehasının eseriydi.
İngilizler açısından bakılırsa bu, kendilerine yapılmış dahiyane bir hizmet..
*
Filistin cephesindeki yenilginin en büyük sorumlusunun
Selanikli Mustafa Kemal olduğu görülüyor.
Nedeni, Nablus’u hemen terk edip kaçmaya başlaması..
Gerekçesi de şu: Nablus’ta kalsaymış düşman tarafından
kuşatılacakmış..
Zavallı deha, tabiî ki kuşatılacaksın, boru değil bu,
savaş..
Tiryaki
Hasan Paşa da Kanije
Kalesi’nde kuşatılmıştı. Emri altında 9 bin asker vardı. Kendisini kuşatan
Avusturya Ordusu ise neredeyse 10 katıydı.
Hasan Paşa kaleyi bırakıp kaçmadı.
Gazi
Osman Paşa da Plevne’de
kuşatılmıştı..
O da büyük bir kahramandır, fakat Tiryaki
Hasan Paşa gibi karşısındaki orduyu (Rus ordusunu) mağlup etmiş değildi..
Sonunda teslim olmak zorunda kalmıştı.
Başarısı, Rus ordusunu 1877 yılında tam 145 gün
(yaklaşık beş ay) Plevne önlerinde
tutmuş, oyalamış olmasıdır.
O bunu yapmayıp kaçsaydı, daha sonra Ayastefanos’a (İstanbul’un Yeşilköy
semtine) kadar gelen Rus ordusu kim bilir daha nereye kadar giderdi..
*
Eğer Selanikli Mustafa Atatürk de Nablus’u bırakıp kaçmasa,
savunma hattı oluşturup Nablus’ta dursaydı, Filistin cephesi bu kadar kolay
çökmezdi.
Nereye kaçıyorsun zavallı deha, İngiliz’in arkandan
gelmeyeceğini mi sanıyorsun?
İngiliz uçaklarının peşine düşeceğini hesap etmeyen,
bu kadar öngörüsüz ve basiretsiz bir adama askerî deha demek için ahmak olmak gerekiyor.
“Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!”
*
Bu pejmürde dehanın palaspandıras kaçışı “domino etkisi” yaptı, diğer Osmanlı
birliklerinin de moralman çökmesine neden oldu.
İngiliz generali Allenby, savaşla ilgili raporunda
şunları yazmıştı:
“Operasyonlar birbirini takip eden beş
aşamadan oluşuyor.
“İlk aşama kısa sürdü.
“Otuz altı saatte, 19 Eylül 04:30 ile 20
Eylül 17:00 saatleri arasında 8. Türk Ordusu’nun büyük bir kısmı altüst
olmuştu. 7. Ordunun birlikleri, çıkışları
süvarilerimin elinde olan Samiriye tepelerinde tam olarak geri
çekiliyorlardı.
“İkinci aşamada bu başarının meyveleri
toplandı.
“Geri çekilen düşmanın arkasına
acımasızca bastıran piyade, onu
süvarilerimin kollarına itti ve sonuç olarak neredeyse 7. ve 8. Türk Ordusu’nun tamamı silahları ve nakliye
araçlarıyla ele geçirildi. Bu aşama aynı zamanda Hayfa ve Akka’nın ele
geçirilmesine ve Taberiye’nin ve Celile Denizi’nin güney ve batısındaki
toprakların işgaline de sahne oldu. 7. ve 8. Orduların bozguna uğratılması
sonucunda Ürdün’ün doğusundaki 4. Türk Ordusu geri çekildi ve Maan tahliye
edildi.
“Üçüncü aşama, … 4. Ordunun takibi ile
başladı ve Amman’ın ele geçirilmesi ve teslim olan Maan garnizonunun geri
çekilmesinin durdurulmasıyla sona erdi.
“Dördüncü aşama, Çöl Atlı Kolordusunun
Şam’a ilerlemesine, 4. Türk Ordusu’nun ele geçirilmesine ve XXI. Kolordu’nun
Hayfa’dan Beyrut’a kıyı boyunca ilerlemesine sahne oldu.
“Beşinci aşamada birliklerim muhalefet görmeden Humus ve
Trablusşam’a ulaştı. Süvarilerim daha sonra Halep’e doğru ilerledi ve 26
Ekim’de o şehri işgal etti.”
*
Savaşın özeti bu..
Bunlardan anlaşılan şu: Filistin yenilgisinin (Ki
Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı defterini mağlubiyetle kapatmasına yol
açmıştır) mimarı, çürük çarık askerî deha Selanikli Mustafa Atatürk’tür.
Savaşın ilk merhalesinde 8’nci Ordumuz “altüst”
oluyor, ve bunu gören Selanikli Atatürk ona yardıma koşmak yerine tabanları yağlıyor.
Dahiyane bir fikir..
Sözümona öyle öngörülü, öyle basiretli, öyle hesaplı
planlı bir askerî deha ki, kuşatmadan kurtulayım derken ordusunu tam da
düşmanın kucağına itiyor.
Kendisi ise askerini bırakıp kaçıp gidiyor.
Ardına bile bakmadan.
Sonrası zincirleme rezalet..
Başlama düdüğünü çalan ise kaçma sanatının büyük virtüözü Selanikli Atatürk.
*
Bu noktada aklıma Barbaros'un ağabeyi büyük kahraman Oruç Reis geldi.
Cezayir'in doğusundaki Tilimsan'da İspanyollar tarafından kuşatılmıştı.
Yedi aylık bir savunmadan sonra batıya gitmek üzere düşman güçlerini yarıp çıktı..
Düşman takip ediyordu.
Önlerine gelen nehri geçtiler, fakat 20 kadar Türk levendi, nehri geçemeden İspanyollar'a yakalanmışlardı.
Bunu gören kolsuz kahraman Oruç Reis, kurtulma ümidi olmadığını bildiği halde, nehri gerisin geriye geçerek leventlerine yardıma koştu.
Ve çarpışa çarpışa şehit oldu.
Selanikli Atatürk ise Filistin'le ilgili hatıralarında kahramanlık olarak, kaçış sırasında sergilediği maharet ve beceriyi anlatıyor.
Görgüsüz deha..
*
Selanikli'nin en büyük
marifeti iyi kahramanlık nutukları atması, savaş meydanlarında değil fakat
barış meyhanelerinde dumanlı kafayla yiğitlik söylevleri vermesiydi.
Cepheden kaçıyor, cephe gerisinde ise “Vuralım,
kıralım, savaşalım, vatan toprağı kutsaldır, ya istiklal ya ölüm, hattı (sınır
çizgisini) müdafaa yoktur sathı (bütün yüzeyi) müdafaa (savunma) vardır,
vatanın bir karış toprağı bile kan dökülmeden terk olunamaz” diye ahkâm kesiyor.
Kaçtıktan sonra hemen sağa sola kahramanca vatansever telgraflar çekiyor..
Kerameti kendinden menkul deha.
Dehasının şahidi de yine kendisi.
*
Kaçma konusundaki dehasını İstiklal Harbi sırasında da
gösterdi.
Samsun’a çıktıktan sonraki bir yıl boyunca düşmana
attığı tek bir kurşun yok.
Bu arada Yunan da Ege’de bekliyor. Çünkü Selanikli
Atatürk’ün İngiliz dostları bunlara (General Milne’nin adından hareketle) Milne
Hattı denilen bir sınır belirlemişler, “Burada bekleyeceksiniz” demişler.
Bekleyecekler, çünkü Selanikli’nin, Osmanlı Devleti’nin
altını oyması için kongreler tertip etmeye, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının
(Millet Meclisi’nin) yerini alacak bir meclis oluşturmaya ihtiyacı var..
İngilizler tam da TBMM’nin açılışından bir ay önce
İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ı basıp kapatacaklar, Selanikli Mustafa’yı
adamdan saymayan tecrübeli ağır topları Malta’ya sürgün edecekler, döküntülerin
ise TBMM’nin doğal üyesi olarak Ankara’ya geçmelerine ve böylece ona meşruiyet
kazandırmalarına göz yumacaklardır.
İngilizler’in (Filistin’de kendilerine beleş ve kolay
bir zaferi altın tepsi içinde sunan) Selanikli Atatürk’e hizmetleri bununla da
sınırlı kalmayacaktır, Osmanlı Milli Savunma Bakanlığı’nı ve Genelkurmay’ın
basarak Anadolu’daki bütün mülkî amirlerin ve askerî yetkililerin tek otorite
olarak Ankara’yı görmelerini sağlayacaklardır.
Tezgâh iyi kurulmuştur.
*
Ne diyorduk?.. Selanikli savaş meydanından kaçıp kaybolma alanındaki dehasını İstiklal Harbi
sırasında da gösterdi dedik, söz başka tarafa kaydı.
Selanikli Atatürk TBMM’yi açınca İngilizler devreye
girdiler, Yunan’a “Sizi Ankara ile barıştıralım” dediler. (Bunların teferruatı
için Kurtuluş
Savaşı’nın Sansürsüz Tarihi kitabımıza bakılabilir.)
İngilizler, Selanikli Atatürk’ü riske atmak
istemiyorlardı. Ne olurdu ne olmazdı, belki Yunan’a yenilirdi.
Kendileri açıkça Selanikli’nin yanında yer alsalar o
da olmazdı, o güne kadar oynadıkları oyun açığa çıkar, Selanikli’nin
kendileriyle işbirliği içinde olduğu anlaşılırdı. (Bu işbirliğini İsmet İnönü, önceki yazılarda aktardığımız gibi, Cumhuriyet'in 50'nci yıldönümü münasebetiyle Milliyet gazetesine verdiği demecinde itiraf edecekti.)
Ancak Yunanistan’da hükümet değişmişti, İngilizler’in
teklifini kabul etmediler. “Bizim için Milne Hattı artık bitti” dediler.
Ve Ankara önlerine, Polatlı’ya kadar geldiler.
*
İşte tam bu noktada Selanikli Atatürk, kaçış ve ricat alanındaki eşsiz yeteneğini tekrar sergilemeye koyuldu.
TBMM’yi Kayseri’ye taşıyacaktı, aldığı karar buydu.
Sonradan Kayseri Lisesi olarak hizmet gören tarihî bina, yeni TBMM binası olarak
hazırlandı, bazı milletvekilleri hemen Kayseri’ye gittiler.
Selanikli kaçış dehası, Ankara’yı da bırakıp kaçma derdindeydi.
Fakat TBMM’nin Kemalperest değil vatansever olan
üyeleri, “Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” diye palavradan
kahramanlık taslayan Selanikli’nin aksine “Hiçbir yere gitmiyoruz, savaşacağız”
dediler.
Selanikli baktı ki kendisi bırakıp gitse TBMM
gitmiyor, yeni bir başkan seçip yollarına devam edecekler, mecburen olduğu
yerde kaldı.
Fakat ricat sanatının gereğini Sakarya
Savaşı’nda da sergiledi.
Kâzım Karabekir’in ve Rıza Nur’un yazdığına göre, savaş uzayınca canı sıkıldı, eski huyu depreşti, yine ricat emri verdi..
Fakat Mareşal Fevzi Çakmak bu emri uygulatmadı, orduya tebliğ etmedi, bekletti.
O arada Yunan ordusunun çekilmeye başladığı anlaşıldı.
Çünkü gıdasızlık ve yanlış beslenme
vs. yüzünden ordularında ishal salgını başgöstermiş, perişan olmuşlardı.
Namağlup komutan General İshal’in korkunç saldırısının
ve Mareşal Fevzi’nin sebat ve teennisinin eseri olan bu zafer, sonradan
Selanikli’nin olmayan askerî dehasının kazanç hanesine yazıldı.
Ve bu gerçeği yazma cesaretini sadece Kâzım Karabekir gösterdi.
(Rıza Nur da yazdıysa da, ölümünden sonra yayınlanmasını istediği
hatıratında yer aldığı için cesaret sayılmaz.)
*
Bu konuya girmişken Selanikli dehanın bir başka kaçış hikâyesini daha anlatalım.
(Deha olduğu doğru da, kaçma konusunda deha.. Fakat
Nablus’ta bunu da yüzüne gözüne bulaştırdı, doğru dürüst kaçmayı bile
beceremedi.. Geriye kala kala takiyye, gizli
gündemcilik, süs püs düşkünlüğü,
heykelini yaptırıp hava atma merakı, İngiliz tarzı giyinip
fotoğraf çektirme tutkusu gibi "deha" türleri kalıyor.)
Neyse, sözkonusu kaçış hikâyesini biz anlatmayalım.
İpek Çalışlar anlatsın.
Kemal Sunal’ın kara çarşaf giydiği bir filmi var..
Selanikli Kemal de kara çarşaf giyip düşmanlarının önünden kaçmış..
Okuyalım:
…
28 martta [1923] mecliste İkinci Grup diye
anılan muhaliflerin lideri ola rak bilinen Ali Şükrü kayboldu.
…
Mecliste
sert tartışmalar oluyordu. Eleştiri oklarının hedefi meclisin önderi
olarak Mustafa Kemal’di.
Ali
Şükrü Bey’in kaybolduğu akşam Karaoğlan Çarşısı’ndaki Kuyulu Kahve’de oturduğu,
daha sonra Osman Ağa’nın müfreze sinden Mustafa Kaptan’la
kol kola yürüdükleri görülmüştü. Ayrıca Şükrü Bey’in kaybolduğu gece Osman
Ağa’nın evinden çığlıklar duyulmuş, ertesi gün de evin kapısına eşya nakli
bahanesiyle bir araba getirilmişti.
Topal
Osman Giresunluydu. Mustafa Kemal 1919 mayısında Samsun’a geldiğinde, Pontus
Rumlarını ezmek üzere Millî Mücadele’nin emrine girmiş, gönüllü alayları
oluşturmuştu. Karadeniz yöresinde acımasızlığıyla ün yaparak 5 000 kişilik silahlı gücüyle öne çıkmış, yarbaylığa kadar yükselmişti. Ama cahil ve
ümmiydi.
Cinayete
kurban giden 39 yaşındaki Ali Şükrü Bey, Trabzonluydu. İkinci Grup’un
temsilcisi olarak mecliste bulunuyordu. İhtisasını Amerika’da yapan
Ali Şükrü Bey, mükemmel İngilizce bilen, bilgili bir aydındı. (…)
Ali
Şükrü Bey’in kaybolması Ankara’da şok etkisi yaratmıştı. Her taraf didik didik
aranıyordu. Beşinci günün sonunda, 2 nisanda, sineklerin uçuştuğu bir toprak
kümesinin altında Ali Şükrü’nün cesedi bulundu.
Ali Şükrü güçlü kuvvetli bir adamdı, Topal Osman ise cılız… Olay sırasında
direndiği, sekiz on kişinin boynuna çadır ipi geçirmesi
sonucu boğulduğu anlaşılıyordu. Ceset, Çankaya’ya çok yakın bir yere, Topal Osman’ın
Papazın Bağı diye bilinen yazlık evinin bahçesine gömülmüştü.
Osman
Ağa ve Mustafa Kaptan için tutuklama kararı verildi.
Çankaya’da
resmî muhafız kıtası kurulmadan önce Mustafa Kemal Topal Osman ve
çetesi tarafından korunuyordu. Bu görevi devralmak üzere
düzenli bir muhafız taburu kurulmuş, başına da İsmail
Hakkı (Tekçe) getirilmişti. Topal Osman’ın çetesine artık ihtiyaç
kalmamıştı, ama bunu onlara bir türlü kimse cesaret edip de söyleyemiyordu.
Sonunda korkulan olmuş Topal Osman çetesi Mustafa Kemal’i hedef almıştı.
Topal
Osman çetesi Çankaya’yı kuşattı. Latife’nin kız kardeşi Vecihe de oradaydı. Vecihe İlmen yıllar sonra yakın akrabalarına o gün
yaşadıklarını anlatmıştı. Bu anlatım Topal Osman olayının bilinmeyen bir yönünü
gün ışığına çıkartıyor:
“Millî
Mücadele’nin lideri tehdit altındaydı. Kısa bir tartışma yaşandı. Önemli
olan Mustafa Kemal Paşa’nın yaşamıydı. Ona bir şey olursa
zaten hiçbirimiz hayatta kalamazdık. Dışarıdakilerle pazarlık başladı. Âdet
olduğu üzere ‘Kadınlar ve çocuklar önden çıksın’ dediler. Plan şuydu. Mustafa
Kemal Paşa kılık değiştirerek kadınlar ve çocuklarla birlikte dışarı çıkacaktı. Fakat
evin içinde de birilerinin kalması gerekiyordu. Latife muhafızlarla birlikte
evde kalmaktan yanaydı. ‘Ben onları oyalarım’ diyordu. Mustafa Kemal Paşa önce
şiddetle itiraz etti. Ancak Latife’nin inadını bilirdi. Bir çarşaf buldum
getirdim. Mustafa Kemal çarşafı giydi benimle birlikte dışarı çıktı.
Latife
de bu arada onun kalpağını kafasına
takmıştı. Erlerden birine ‘Mutfaktaki portakal sandıklarını getir’ dedi.
Sandıkları pencerelerin önüne dizdiler. Evde ışıklar yanıyor ve bahçeden bakıldığında içerdekiler fark ediliyordu. Boyunun kısalığı dışardan fark
edilmemeliydi. Latife, portakal sandıkları üzerinde bir ileri bir geri yürüyor,
dışarıdan gelen habercilerle iletilen mesajları evde Mustafa Kemal varmış gibi
alıp cevap veriyordu. Ölüm tehdidi altında çeteyi oyalamayı sürdürüyordu. O
sırada Mustafa Kemal, Topal Osman’a karşı yürütülecek harekâtı planlıyordu.
Sonunda Topal Osman’ın adamları eve kurşun yağdırmaya başladılar.
Ardından eve girdiler. Mustafa Kemal’in gittiğini anlayınca çılgına
dönüp ne buldularsa parçaladılar. Onların aradığı Mustafa Kemal’di. Ama
ellerinden kaçırmışlardı. O sırada Topal Osman çetesi muhafız taburu tarafından
sarıldı.”
Osman
Ağa ve altı yardımcısı öldürüldü.
Topal
Osman gömüldüğü mezardan çıkartılıp meclisin kapısına topuğundan
asılmış, bütün dünyanın dikkatle izlediği Türkiye Büyük Millet
Meclisi dünya önünde bir yara almış, Çankaya’daki huzurlu ortam kesintiye
uğramıştı.
Latife
ölümün eşiğinden dönmüştü….
(İpek Çalışlar, Latife Hanım, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2006, s. 55-7; https://docplayer.biz.tr/37789905-Latife-hanim-yazan-ipek-calislar.html)