İSMAİLAĞA CEMAATİ, CÜBBELİ AHMET, SİYASAL İSLAM VE SİYASAL DİNSİZLİK

 


Ekran "bağımlısı" Cübbeli Ahmet, Habertürk TV’de Fatih Altaylı’nın sunduğu Teke Tek programına katılmış.

Daha doğrusu, merhum Mahmut Efendi'nin yeğeni Sadettin Ustaosmanoğlu tarafından köşeye sıkıştırılan Cübbeli'ye Altaylı can simidi uzatmış.

Ne de olsa eski "kanka"lar.

Programı izlemiş değilim. 

Ancak, odatv.com Cübbeli'nin bazı laflarını aktarmış:

Cübbeli Ahmet, şu anda Siyasal İslam’a karşı uyarılar yaptığını aktararak Akit gazetesi ve çevresinin yanı sıra hem cemaat içerisinde hem de diğer cemaatlerden kendisine yönelik saldırıların olmasının sebebinin bu olduğunu anlattı. 

Daha önce FETÖ’nün “Dinlerarası Diyalog” projerelerine yönelik yaptığı uyarı dönemlerinde benzer saldırılar aldığını hatırlatan Cübbeli Ahmet, şimdi de Vahabilik ve Siyasal İslam uyarısını yapmasının ardından tepkiler gördüğünü anlattı. 

*

Malum, Cübbeli, yeni yetme, sonradan görme Kemalistlerden.

Çiçeği burnunda Atatürkçü.

Acer Kemalistliğiyle Siyasal İslam karşıtlığı birbiriyle uyumlu.. Tutarlı adam.

Sadece tutarlı değil, aynı zamanda kurnaz. 

Hinoğlu hin.

*

Hinoğlu hinliği, hiç alâkası yokken lafı FETÖ'ye getirmesinden belli..

Sadettin Ustaosmanoğlu ve arkadaşları ondan bin misli fazla FETÖ karşıtıydılar.

Kendisinin FETÖ'cülerle "diyaloğu" vardı, onların yoktu.

Şu sıralarda FETÖ düşmanlığı izdihama dönüştüğü, "zamanın ruhu" gereği herkes avaz avaz "Ben de FETÖ'ye düşmandım, hatta 15 yıl önce içimden Fethullah'ın sahtekâr olduğu düşüncesini geçirmiştim" türünden beyanlarda bulunduğu için, bu yükselen dalga üzerinde sörf yapmaya çalışıyor. 

"FETÖ karşıtlığım doğru olduğuna göre, Siyasal İslam karşıtlığım da doğrudur" şeklinde mantıken yanlış, fakat duygusal bakımdan etkileyici bir mesajı insanların bilinçaltına gönderiyor.

Aynı zamanda, "FETÖ'cüler nasıl hainseler, Siyasal İslamcılar da aynı potansiyele sahiptir" subliminal mesajını veriyor.

Söylemediği ise şu, kendisinin Siyasal İslam lafını hiç ağzına almadığı yıllarda FETÖ, Siyasal İslam'ın baş düşmanı olarak hizmet veriyordu.

Fethullah ve Cübbeli.. Aynı dağın yeli..

Islandıkları yağmur aynı.

*

Siyasal İslam kavramını açalım.

Siyasetin ta kendisi olan devletin emrine verilmiş İslam (hem de
İslam devleti ya da laik/dinsiz devlet olup olmadığına bakmaksızın verilmiş İslam), Siyasal İslam'dır.

Devletin (rejimin istihbaratının, gizli servisinin, kurumlarının, Siyasal Partiler Kanunu'na göre kurulan partilerinin) emrine girmeyen, referans olarak Kur'an ve Sünnet'i esas alan İslam ise, mücerret/yalın/katışıksız/sahih/has halis İslam'dır.

Ve bu Cübbeli'nin şu anda savunduğu İslam, laik rejimin emrindeki Siyasal İslam'dır.

İstismar edilen, kullanılan İslam.

*

Kişisel ya da kolektif (millî, ırkî, devletsel) siyasî emeller, kaygılar, hedefler söz konusu olmaksızın... 

Sırf Allahu Teala'nın kitabı Kur'an'da emir buyurulduğu için... 

(Siyasal tanımı içine giren) emir ve yasaklar konusunda hassasiyet sergileyen insanların duyarlılıkları, özü itibariyle dinîdir.

Özü bakımından siyasal nitelik taşımaz. 

Mesela sırf Allahu Teala'nın emri olduğu için başını örten bir kadın veya genç kız, siyasal bir tavır sergilemiş olmaz.

Fakat, başkalarının indî ve ben-merkezli siyaset anlayışı çerçevesinde bu, onlara siyasal bir tavır olarak görünebilir.

Bu, başını örtenin değil, başörtüsü karşıtının sorunudur.

Burada başörtüsü özü itibariyle dinî bir konuyken, başörtüsü karşıtlığı hem özü hem de şekli/formu bakımından siyasaldır.

Bu, dine hayat hakkı tanımayan Siyasal Dinsizlik'tir, dinsizlik siyasetidir.

*

Türkiye'de şu anda Siyasal İslam hükümferma durumda.

Daha doğrusu, Siyasal Dinsizlik'le koalisyon kurmuş durumdalar.

Laiklik birleştirici ya, onun istediği türden bir "birlik ve beraberlik" ruhuyla gül gibi geçinip gidiyorlar.

Evet, bugün Siyasal Dinsizlik'le elele vermiş Siyasal İslam'la yönetiliyoruz.

Din istismarıyla..

Çünkü din, laik (yani dinsiz, dini olmayan) siyasetin (siyasî bir kurum olan devletin) emrine sunulmuş durumda. 

Bu yüzden, laik (dinler arasında tarafsız) olan devlet için ölen kişi (inancına, niyetine bakılmaksızın) şehid ilan ediliyor, cenazesinde bol keseden Cennet müjdesi veriliyor.

Fakat aynı kişi, yaşarken "mücahid" olamıyor.

Yaşarken cihaddan, Allah yolunda savaşmaktan, zalim/saldırgan/mütecaviz kâfirlerle mücadeleden söz etse Siyasal İslamcı terörist olarak mahkemelerde sürüm sürüm sürünür, Halis Bayancuk ve Alparslan Kuytul'dan bin beter hale düşer.

*

Evet, İslam, "Biz siyasetmiş, konjonktürmüş, siyasî dengelermiş, şuymuş buymuş bilmeyiz, mevzubahis olan Allahu Teala'nın emri ve Resulü'nün sünneti ise gerisi teferruattır" denilmesini gerektirir.

Hz. Ebubekir r.a. (Allahu Teala bizi onun şefaatine nail eylesin, onunla haşreylesin) böyle diyenlerin ilkiydi. 

En kritik zamanda, "Resulullah s.a.s. vefat etti, belirsizlik var, Üsame komutasındaki orduyu Suriye'ye gönderme, burada tut" diyenlere, "Ben Allah Resulü'nün yola çıkardığı orduyu geri çevirmem" dedi.

"Zekât vermemek için başkaldıranlara şimdilik göz yum, siyasî ve askerî bakımdan muhataralı bir dönemdeyiz" diyenlere, "Ben, Resulullah s.a.s.'e verdikleri bir deve yularını bile vermeyenle savaşırım" diye konuştu.

Siyaset yapmadı, din ne diyorsa onu yaptı. 

Bu da bir siyasetti, fakat niyet, siyasî değildi.

Hz. Ebubekir'in tutumu formu bakımından siyasal olmakla birlikte, özü itibariyle siyasal değildi.

*

Cübbeli'nin katıldığı programla ilgili aynı haberde, “ 'Araştırmalara göre Türkiye'de selefiliğin oranı %3,6'ya kadar yükseldi. 8-10 ilde selefi oranı %10'u buluyor' ifadelerini kullanan Cübbeli Ahmet..." şeklinde bir ifade de yer alıyor.

Bunu ilginç buldum.. Çünkü, Pew Research Center adlı bir Amerikan kuruluşu her yıl İslam ülkelerindeki Şeriat'le yönetilmek isteyenlerin oranına ilişkin kamuoyu araştırması yapıyor.

Afganistan'da oran yüzde 90'larda..

Genelde bütün İslam ülkelerinde yüzde 50'nin altına pek düşmüyor.

Türkiye'de ise oran yüzde 9 civarında..

Ancak, Kur'an'daki (hırsızın elinin kesilmesi gibi) spesifik emirler gündeme geldiğinde oran yüzde 3'e kadar düşüyor.

*

Habere dönelim..

Cübbeli şöyle konuşmuş:

Dış güçlerin yönettiği bir kadro varsa diyalog olamaz. Bizimkilerin devamlı tavsiyesi, büyütmeyelim, abartmayalım. FETÖ meselesini ilk burada yaptık. Fatih Bey sağ olsun bizi çıkarmaya cesaret etti. O zaman FETÖ'cüler çok uğraştı. O güvenle çıktık Mahmut Efendi Hazretleri de "Çık" dedi. Ertesi gün gittim, tebrik etti. Onun tasvipi olmasa cesaret edemezdim. İslami camianın tümü o zaman beni fitne ile suçladı. Bana yapmadıkları kalmadı.

İlk cümleden başlayalım..

"Dış güçlerin yönettiği bir kadro varsa diyalog olamaz" ise, bugünkü "Aman da AB üyesi olalım, Avrupa'dan (dış güçler tarafından) yönetilelim" diyen devletle nasıl bir diyaloğun olacak?

Lafta Peygamber Ocağı olan TSK, NATO'ya girmekle dış güçler tarafından (Afganistan'da olduğu gibi belli konularda ve kısmen de olsa) yönetilmeyi kabul etmiş..

MİT'in sicil kaydı daha berbat.. Tek Parti döneminin son yıllarından Menderes döneminin son aylarına kadar ve de 27 Mayıs Darbesi'ni izleyen yıllarda, resmen değilse de fiilen CIA'in emrine girmiş..

O kadar girmiş ki, MİT'i (o zamanki adıyla MAH'ı) yöneten, CIA, yani dış güçler; ve de devletin başındaki isim, Menderes, yıllarca bundan haberdar edilmemiş..

Etmez, ne de olsa "milli" bir kurum, yerli ve milli, "milli piyango"da olduğu gibi isminin başında "milli" var.

Demek ki, Cübbeli'ye göre, bu AB heveslisi, "Aman da bizi dış güçler yönetsin" diyen laik devletle müslümanın diyaloğu olmaz.. Olmamalı..

Ama görünüşe göre Cübbeli'nin diyaloğu gayet iyi.. "Devlet sevicisi" olmayı bile başarmış.

*

Fatih Bey onu televizyona çıkarmaya cesaret etmişmiş..

Fatih Bey dediği Fatih Altaylı, MİT'le irtibatlı olduğu MİT eski yetkililerinden Mehmet Eymür tarafından açıklanmış bir isim..

Burada bir ara verip geçmişe gidelim..

1980'li yılların ikinci yarısı..

Vefa Yayıncılık tarafından çıkarılan İslâm, İlim ve Sanat, Kadın ve Aile ile Gülçocuk dergilerinin yayın kurulu toplantısındayız.

Toplantıyı merhum Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca yönetiyor.

Şöyle birşey demişti:

"Benimle röportaj yapmak istiyorlar, kabul etmiyorum. Çünkü bunlar ya bizi vasıta yapıp tirajlarını (reytinglerini) arttırmak, bizi kullanmak, ya da bizi ihbar etmek (bize karşı birilerini harekete geçirmek) için bunu yapıyorlar."

Soru şu: Fatih Altaylı mı Cübbeli'yi kullanıyor(du), Cübbeli mi Fatih'i?..

(Cevabı iki şıkka hapsetmeyelim, "İkisi de birbirini" şeklinde bir üçüncü şık mevcut).

*

Medyatik Cübbeli, hocasından izin almışmış..

"Ben bu konuda icazetliyim, her zaman çıkar konuşurum" demeye getiriyor:

Fatih Bey sağ olsun bizi çıkarmaya cesaret etti. O zaman FETÖ'cüler çok uğraştı. O güvenle çıktık Mahmut Efendi Hazretleri de "Çık" dedi. Ertesi gün gittim, tebrik etti. Onun tasvipi olmasa cesaret edemezdim. 

Cesaret edemezdi, o kesin..

Fakat, bence Mahmut Efendi ona izin vermekle iyi yapmamış.

(Mahmut Efendi'nin ilminin bulunduğundan, önemli hizmetler yaptığından şüphe yok.. Ancak, masum bir peygamber, hatadan masun bir kul değildir. Bundan 10-11 yıl önce onunla ilgili bir rüya görmüş ve bu rüyadan hareketle onun siyasî konulardaki tutumuna itibar etmemek gerektiği sonucuna varmıştım. Tabiî ki bu rüya delil olmaz, benden başkasi için de bağlayıcılığı yoktur. Şunu da belirtelim, değil Mahmut Efendi gibi zatlar, peygamberler bile eksik bilgi ile yanlış kararlar alabilirler. Nitekim Peygamber Efendimiz s.a.s. ayet-i kerime ile "Bir fasık bir haber getirdiğinde araştırın" ikazına muhatap olmasına yol açan bir karar almıştı. [Peygamberlerin hataları mutlaka düzeltilir, aksi takdirde başka eylem ve söylemleri de "yanlışlığı muhtemel" hale gelirdi. Ulemanın ise böyle bir garantisi yok.] Mahmut Efendi'nin izin vermesi Cübbeli'nin yaptığı işin mutlaka doğru olması anlamına gelmeyeceği gibi sonuçlarının hayırlı olacağını düşünmek için de yeterli değildir.)

*

Cübbeli'nin ilgili haberdeki ifadelerine dönelim:

FETÖ meselesi... Şimdi hükümetçi olan adamlar [benim uyarılar yaptığım zaman], "Saptırıyor" diye telefonla [konuştuğum televizyon programına] bağlandı. "Bu adamlar din hainidir, devlet sevicisi olamaz" diyordum. 

Din haini..

Devlet sevicisi..

Vehbi'nin kerrakesi böylece ortaya çıkmış oluyor.

Adamın kıstası/ölçütü/mihengi/mi'yarı bu: Devlet sevicisi olmak..

Sonra da Siyasal İslam'dan bahsediyor.

Siyasal İslam bundan başka birşey midir, a kabak kafa?!

Seni sevici seni!..

Seni devlet sevicisi seni!..

Devletini de al git, İslam'dan elini ve dilini çek!

Git başka yerde, Siyasal Dinsizlik bahçesinde ve Kemalizm balosunda sev devletini!..

*

Cübbeli'nin başka zırvaları da var:

Diyanet'in DEAŞ raporu var. Ondan sonra Türkiye'de Selefiliğin durumunu Hilmi Demir Hoca, ben sizin kanalda dinledim. 2020'de Selefiliğin nüfusa oranının 3.6'ya kadar yükseldiğini söylüyor. Bazı vilayetlerde yüzde 8-10. Bu vilayetlerdeki durum... Orada hangi hocanın da dinlendiği söyleniyor. Diyelim AK Parti'nin fazla olduğu yerde Nihat Hatipoğlu. Ben Türkiye ikinciliğini kaybetmemişim. Konya, Adıyaman... 10 vilayet ismi veriliyor bu raporda. Yüzde 8-10 ne demek biliyor musunuz? Ben burada sokağa çıktığım zaman yüz kişiden 8'i, 10'u benim kanımı, canımı, karımı helal sayıyor. yani beni gavur sayıyor. Bundan büyük nasıl tehdit olacak? Orada kim fazla dinleniliyor, misal Nurettin Yıldız.

Nurettin Yıldız'ı ihbar ediyor.

DEAŞ, CIA'in aparatıydı, kullandı attılar. 

Selefîliğe gelince.. Selefîler, tıpkı (İmam Matüridî'yi okumadan) Matüridîyiz diyenler gibi, yekpare bir grup değil..

Selefî olmak, özü itibariyle yanlış birşey değildir, gereklidir, şarttır. Matüridî ve Eş'arîler de özü itibariyle selefîdir, selefin (Allah Resulü'nün ashabının) yolunda gitme iddiasında ve arayışındadır.

Bu anlamda selefî olduğunu (Matüridî ve Eş'arî olmadığını, onların sonradan tartıştıkları konulara girmeyip salt selefin söyledikleriyle yetindiklerini) söyleyen sufîler de mevcuttur.

Mesela Halid-i Bağdadî rh.a...

Türkiye'deki bütün Nakşîlerin tarikat silsilesi Mevlana Halid rh. a.'e dayanır.

Bediüzzaman Said-i Nursî'nin belirttiği gibi, yaşadığı asrın müceddididir.

Osmanlı coğrafyasında İslamî duyarlılığı ayağa kaldırmıştır.

Bugün yapılan hizmetlerin büyük çoğunluğu onun toprağa attığı tohumların yeşermesinin ürünüdür.

O, (Türkçe tercümesi yayınlanmış olan) Mektubat'ında yer alan bir mektubunda açıkladığı gibi itikaden selefiîliği benimsemişti. 

Bunu, (mektuplarını derleyen) yeğeni Şeyh Esad Sahib de belirtiyor, itikaden selefî olduğunu söylüyor.

*

Sanırım Sadettin Ustaosmanoğlu Cübbeli için "Kezzabî" (çok yalan söyleme tutkunu) olduğunu söylerken abartmıyor.

Çünkü, selefî olmak, kâfirlerin mutlak olarak canlarının, kanlarının, karılarının helal sayılmasını gerektirmez.

Halid-i Bağdadî rh. a. bunu mu savunuyordu?!..

Mesela şu anda Türkiye Cumhuriyeti, bazı PKK'lıların kanlarını ve canlarını "helal" sayıyor. 

Ama her PKK'lının değil.. Silahı eline alıp fiilen savaşan, asker öldüren PKK'lının..

Ayrıca, böylesi PKK'lının kanı ve canı herkes için de "helal" değildir, bunun için "yasal yetkili" güvenlik görevlisi olmak gerekir.

Mesela Cübbeli, katil bir PKK'lıyı sokakta görüp teşhis etse, yapabileceğinin en fazlası devlete ihbardır, kendisi öldüremez ya da hapsedemez.

*

Mutlak (kayıtsız şartsız) olarak her kâfirin kanı ve canı müslümana helal olmaz.. 

Şeriat'e göre eşyada mübahlık, insanda ise (her konuda) haramlık esastır. 

Eşyanın haram olması belirli şartların varlığıyla ortaya çıkar, insanın canı ve kanının helal olması da bunun gibidir. (Mesela, haksız yere cinayet işleyen kişi kısas olunur. Ya da İslam devletinde, evet laik devlette değil İslam devletinde, bir müslüman, baştan beri kâfir olan değil bir müslüman, küfrünü ilan eder, sonra da tevbeye davet edildiği halde küfrünü ilan etmekte ısrar ederse, aklî melekeleri yerindeyse mahkeme kararıyla ve yasal/resmî görevliler eliyle idamla cezalandırılır. Bu, laik devletteki "vatan hainliği" suçunun muadilidir. Vatan denilen taş toprak nerde, o vatanın, yerlerin ve göklerin yaratıcısı Allahu Teala nerde!.. Bu ülkede İstiklal Harbi yıllarında Atatürk'e biat etmeyi kabul etmeyip Osmanlı Devleti'ne sadakatini sürdürdüğü için "vatana ihanet" suçuyla az adam asılmadı. Atatürk nerde, onu Ali Rıza ile Zübeyde'nin çocuğu olarak yaratan Allahu Teala nerde!)

Hiçbir selefî böyle aptalca, Şeriat'e açıkça aykırı birşeyi savunmaz, savunamaz. (Selefî olduklarını söyleyenlerin de ciddî hatalarına ve cahilliklerine rastlanıyor, fakat bu, onlardan değil.)

Ha, selefîliği içeriden bozmak ya da imajını yerle bir etmek için aralarına sızmış ajanlar böyle şeyler söyleyemez mi?.. 

Söyleyebilirler.

Ancak, Cübbeli gibi iftiracı ve kışkırtıcı yaygaracıların bulunduğu yerde böylesi ajanlara ihtiyaç da kalmaz, o da ayrı mesele..



SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...