HEYKEL VE PUTLARI KORUMA KANUNU

 






KÂZIM KARABEKİR'İN DAMADI PROF. ÖZERGİN ANLATIYOR - 6



Teklif dergisinin Ağustos 1988 tarihli altıncı sayısında yayınlanan röportajda (Kâzım Karabekir'in damadı) Prof. Dr. Faruk Özergin'e yöneltiler sorulardan biri şöyle:

Hocam, hilafetin ilgası meselesinde Kazım Karabekir Paşa'nın tavrı ne olmuştu? Açıklayabilir misiniz?

Cevap şöyle:

Durun size Kazım Karabekir Paşa'nın tavrını okuyayım. ... aynen el yazısından daktilo edilmiştir ...:

"... Teceddüd (yenilenme) hareketlerine muhtaç olduğumuzu ve bunu yüksek mütehassıslar (uzmanlar) meclisine dayanarak ve halk (millet) meclisi kontrolünde olarak, planlı bir surette yapmak hususundaki teklifimde uzaktan yazı ile Mustafa Kemal ile anlaşıyoruz. O bunu, bu teklifimi beğenmiş görünmüyor, fakat itiraz da etmiyordu. Bursa'da Fevzi ve İsmet Paşa'ların da fikrini alacaktı. Ben mütalaamı bu arkadaşlara da söyledim. Onlar da ayrıca M. Kemal ile görüştüler. Ortaya da bir formül çıktı: Mustafa Kemal Paşa'yı en küçük bir şehzadeye hilafet ve saltanat naibi yapmak, aynı zamanda da diktatör yapmak. Naibliği İsmet, diktatörlüğü de bana Fevzi Paşa söyledi. Ben de iç ve dış mahzurlarını uzun uzadıya ispat ettim. Ve bir şehzadeye naipliğin, hilafet ve saltanat makamına çıkmak için bir basamak olacağını, ... milletimizin vasiye muhtaç olmadığını izahla bu gibi geri fikirlere ordu kumandanı sıfatıyla zahir olmamaklığım (arka çıkmamaklığım) lüzumunu ileri sürdüm."

(Abdurrahman Dilipak, İnönü Dönemi, İstanbul: Beyan Y., 1989, s. 161.)

Yani Osmanlı hanedanından iki üç yaşında bir çocuk Sultan Vahideddin'in yerine atanacak, Atatürk de onun adına ülkeyi yönetecek. Fakat diktatör konumunda olacak, lafının üstüne söz söylenmeyecek.

Demek ki İsmet İnönü ile Fevzi Çakmak'ın aklında cumhuriyet yoktu. Osmanlı'nın, mevcut devletin devam edeceğini düşünüyorlardı.

Fakat, fiilen ipleri eline almış olan Mustafa Kemal'in de ödüllendirilmesi gerektiğine inanıyorlardı.

İnönü, "Hanedanın yaşlılarını kenara atalım, bir bebeği ya da çocuğu padişah yapalım, Mustafa Kemal onun adına padişahmış gibi ülkeyi yönetsin" diyor.

Fevzi Çakmak ise, "Yetmez" karşılığını veriyor, "aynı zamanda diktatör konumunda olsun, kimseye hesap vermesin" diye konuşuyor.

*

Aslında mesele şu: Millî Mücadele'yi ilk başlatan isimler belli.. Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Cemal Mersinli, Cafer Tayyar gibi paşalar.. Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü harekete sonradan bin bir naz ve niyaz ile katılmışlar. Katılmak zorunda kalmışlar.

Başından beri Millî Mücadele'nin içinde yer alanlar, Mustafa Kemal'i o kadar da önemsemiyorlar. Çünkü Mustafa Kemal'inkinden de büyük fedakârlık yapmış durumdalar. Atatürk vatanı savunmaya Osmanlı Hükümeti'nden uzun pazarlıklarla Anadolu genel valiliği anlamına gelen yetkileri alarak gelmiş, bunlar ise fedakârlıkta bulunarak, avantaj değil dezavantajlarla gelmişler. 

O sırada Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü (Ki ikisi de İstanbul'da askerî bürokrasinin tepesindedir) rahatlarını bozup Anadolu'ya geçmeyi kabul etmemektedir. Sonradan hadiseler onları sürükler.

Meselenin düğüm noktası da işte tam burası.. 

Bu ikisi, "Mevzubahis olan vatansa makam ve mevkilerimiz, İstanbul'daki rahatımız teferruattır" diyemedikleri, Mustafa Kemal'i adam yerine koymamış oldukları için, diğer komutanların aksine ona karşı boyunları eğridir. Suçluluk psikolojisi içinde kendilerini Atatürk'e beğendirme çabası içindedirler. 

Ve Atatürk de bunu gayet iyi kullanır.

İşin bir başka ilginç tarafı da şu: Bir gizli gündem harikası ve takiyye kralı olan Atatürk, Mazhar Müfit ile Süreyya Yiğit adlı yağdanlıklarına daha Erzurum Kongresi sırasında niyetinin Osmanlı Devleti'ni yıkmak ve cumhuriyet ilan ederek millete ilerici kutsal şapkayı giydirmek olduğunu açıklamışken, İsmet ile Fevzi'ye, "İleride bunları yapacağım" dememiştir.

O yüzden onlar, kendilerini darı ambarında zanneden aç tavuklar gibi gelecek hayalleri kurmakta, Mustafa Kemal'a saltanat naibliği ve diktatörlük bağışlamaktadırlar. Halbuki Atatürk'ün kafasındaki formül "saltanat naibliği ve diktatörlük" değil, "cumhurbaşkanlığı ve diktatörlük"tür.

 Prof. Özergin'e yöneltilen bir sonraki soru şöyle:

Fevzi Paşa mı onun diktatör olmasını teklif etmiş?

Cevap:

Tabii. Şimdi aslında Fevzi Paşa hakkında bilgiler de çok az. ... memleket istila olmuş, İstanbul'a İngilizler gelmiş, almışlar. Bir avuç adam çıkıyor, bunlar en başta Ali Fuat, Kazım Karabekir, Ali İhsan (Sabis) ve Cafer Tayyar (Paşalar).. Onlar istiklal harbi taraftarı. Mustafa Kemal bile istiklal harbi taraftarı değil.  O İstanbul'da Harbiye nazırı (Milli Savunma bakanı) olup, siyasetten durumu kurtarma taraftarı. Albay İsmet hiç Anadolu'ya gitme taraftarı değil. "Bu iş bitmiştir" diyor. Fevzi Paşa Anadolu harekâtının tamamen aleyhinde ve İstanbul'da Harbiye nazırı iken Anadolu harekâtına karşı "Sergerdeler, bunlara uymayın!" diye telgrafları var. Daha sonra Sivas toplantısında (kongresinde) Mustafa Kemal Paşa'yı kandırıp geriye götürmek ve Sivas'taki kumandanlar toplantısında bu hareketi önlemek için Heyet-i Nasıha (nasihat kurulu) olarak gelmesi var. Mustafa Kemal Paşa aleyhine son derece ağır raporları var. İstanbul'a dönmüştür, gelmemiştir. Ve 1920'de TBMM toplandıktan sonra 27 Nisan'da gelmiştir. (s. 161-2)

Fevzi Çakmak, Atatürk'ü tutup İstanbul'a götürmek için geldiğinde Kâzım Karabekir'e, "Sen bilmiyorsun, bu adam berbat bir adam, senden başka da destekçisi yok, desteğini çek de bunu götürelim" demiş, Karabekir'i ikna edememiştir.

Daha Erzurum'dalarken Karabekir'e  İstanbul Hükümeti tarafından telgrafla "Mustafa Kemal'in yetkilerini sana devrediyoruz, onu İstanbul'a yolla" denildiğinde de sözünden dönmeme ve arkadaşını satmama adına bunu kabul etmemiş bulunuyordu.

*

Mustafa Kemal Atatürk, sonraki yıllarda kendi özgün ve ilginç karakterinin bir tezahürü olarak Karabekir'e gereken teşekkürü fazlasıyla yapmıştır. Murat Belge 8 Ekim 2022 tarihli "Atatürk ve demokrasi" başlıklı yazısında Mahmut Goloğlu'nun Devrimler ve Tepkileri (s. 204) adlı kitabından İzmir Suikasti davasıyla ilgili şu bilgileri aktarmış bulunuyor:

...Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa'nın [mahkemede söylenmiş] bu sözlerini duyunca çok sıkıldı ve böyle bir konuşmaya müsaade ettikleri için de İstiklal Mahkemesi'ne kızdı... İstiklal Mahkemesi Çeşme'ye getirildi. Mustafa Kemal Paşa onları balo salonunun yanındaki bir odaya aldı ve çok şiddetli bir şekilde azarladı. Mahkeme Kurulunun artık baloda duracak hali kalmadı. Mustafa Kemal Paşanın önünden geçip gitmeye de cesaret edemedi. Pencereden atlamak suretiyle ancak dışarıya çıkabildiler ve kimseye görünmeden İzmir'e gittiler.

Mantığa bakın, adam idamla yargılanıyor, can pazarı, ve savunma yapmasına izin verilmemeliymiş.. 

"Adalet mülkün temelidir" diyen Hz. Ömer gibi konuşmak kolay da, sadece bir gün bile onun gibi yaşayabilmek zor. (Atatürk'ün düşmanın elinden savaşla kurtardığı topraklar Ege ile sınırlı. İstanbul ile Trakya İngiltere'ye verilen başka tavizler karşılığında alındı. Hz. Ömer'e gelince, onun döneminde İslam orduları zamanın süper gücü İran devletini yıkıp topraklarına sahip oldular. Aynı şekilde Bizans'ın elinden de Suriye, Mısır ve Güneydoğu Anadolu alındı.  İslam Devleti, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Hz. Ebubekir döneminde çok fakirdi, Hz. Ömer döneminde ganimetlerle zenginleşti. Bununla birlikte Hz. Ömer miras olarak ne çiftlikler, ne de banka hisseleri bıraktı. Kişisel borcunu, fakirliğini, ve yamalı cübbesini miras bıraktı.)

Atatürk, Karabekir'e karşı başlattığı bu teşekkür harekâtına öldüğü Kasım 1938'e kadar kesintisiz biçimde devam etti. 

Biz Prof. Özergin'in cevabına dönelim:

... Olaylar budur. M. Kemal Paşa yanına ikiyi aldı: Biri Fevzi Paşa, diğeri İsmet Paşa. Birini Genelkurmay Başkanı, diğerini Harbiye Nazırı, daha sonra cephe kumandanı.. Çünkü ikisinin de M. Kemal Paşa'ya karşı boynu bükük. Her emrine başüstüne diyecektir. Ama Ali Fuat, Kazım Karabekirler, işi ilk başlatanlar, onların boynu bükük değil ki. Onlar direniyorlar, karşı duruyorlar. Ama onun boynu bükük. Her dediğine peki dediler. (Dilipak, s. 162)

Ve memlekete bir diktatörlük depremi hediye ettiler.

Hâlâ da diktatörlüğün artçı şoklarından kurtulamıyoruz. 

Nitekim bu minvalde bir Atatürk'ü Koruma Kanunu icat edildi, uygulamada işlevi Atatürk heykellerini koruma kanunu.. 

Adam çıkıp "Ya hu kardeşim, ben müslümanım, siz değil Atatürk'ün, Allahu Teala'nın son peygamberi Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin aslına uygun heykelini yapsanız ben ona bile karşıyım, bir müslüman olarak yıkılmasını isterim, bunun Atatürk'e karşı olmakla bir ilgisi yok, ben inancım gereği ilke olarak heykellere tazime karşıyım" dese bile hükmü yok.

Sonra da Soner Yalçın gibi kimlerin borazanlığını yaptığı malum adamlar "Atatürk'ün Sünnî Devleti"nden söz ediyorlar.

Bu heykeller Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin mi sünneti, yoksa Nemrut ve Firavunların mı?

Sen hangi sünnetten, kimin sünnetinden söz ediyorsun?

Türkiye'de Atatürk'ü koruma kanunu, heykel ve putları koruma kanunu haline gelmiştir. İşlevi budur.

Nemrutların sünnetini koruma ve yaşatma kanunu..

Firavunların halkın sırtına yük hobi ve kapris geleneğini sürdürme kanunu. 


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...