SÖZÜN TAMAMI






 

UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 49

 

Önceki bölümde, (kendi itirafına göre “büyük ihtiraslar”ın adamı olan) Selanikli Mustafa Atatürk’ün, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un Doğu Sorunu’nu (Şark Meselesi, The Eastern Question) çözmek için (en ince ayrıntısına kadar düşünerek inceden inceye planlayıp) hazırladığı projede baş rolü kapmış yetenekli ve mahir bir aparat olduğunu görmüştük.

İttihatçılara ve arkadaşlarına göre (Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sında aktardığı üzere) “ahlâksız, haris, sarhoş, sefih, fırsatçı, menfaat düşkünü ve muhteris” olmak gibi sıradışı özelliklere sahip olan birinin, İngiliz Gizli Servisi’nin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi Robert Frew vasıtasıyla kendisine yapılan teklifi kabul edip anılan özelliklerinin hakkını vermiş olmasına şaşırmamak gerekiyor.

Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi komutanı, Selanikli'nin başbakanı ve sağ kolu İsmet İnönü, onun Lord Curzon’un projesindeki yerini, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümünde şu beyanıyla açıklamış bulunuyor:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur." 

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

*

İngilizler, Selanikli’ye verdikleri sözde durdular, Selanikli de onlara verdiği bütün sözleri müsrifçe bir cömertlikle sonuna kadar yerine getirdi.

Üzerinde Güneş Batmayan Sinsi Hilekârlık, Osmanlı’ya isyan eden Şerif Hüseyin gibi Arapları açıkça, Selanikli’yi ise bir danışıklı dövüş mizanseni çerçevesinde ‘örtülü’ biçimde, çaktırmadan, sağ gösterip sol vurarak destekledi.

Selanikli de bir yandan sıkı hilafetçi, Misak-ı Millîci ve mücahit görünürken, istismarcı, gösterişçi ve riyakâr dindarlığın hakkını sıradışı bir takiyye kabiliyetiyle verirken, diğer yandan da İngiliz emperyalistiyle mücadele ediyormuş numarası yaparak Misak-ı Millî’yi İngiltere’nin emperyal hedefleri doğrultusunda lime lime ve delik deşik etmiş, bir paçavraya çevirmiş durumda.

Asıl misyonu Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı.. Şerif Hüseyin Osmanlı’nın bacağını kesmişti, Selanikli ise başını kesti.

*

İşte, Samsun’a çıktıktan sonra “Bekle beni Yunan! İzmir’e doğru geliyorum, dişlerini sökeceğim” diyerek silaha sarılmak yerine Erzurum senin Sivas benim havalarında avara kasnak gibi dolaşmasının ve bol bol nutuk atmasının nedeni buydu.

İngilizler üzerlerine düşeni yapıp Yunan’ı “Milne Hattı” ile İzmir dağlarında durdurup çiçeklerin açısını seyretmeye, ot yolmaya mahkum etmiş durumdaydı.

Selanikli de yönünü doğuya çevirip Erzurum’a postu serdi.. Sanki millet ne yapılması gerektiğini bilmiyormuş gibi kongre düzenliyor, Firdevsî’nin ifadesiyle “Nişestend u goftend u berhâstend” (Oturdular, konuştular, dağıldılar) geleneğini ihya için ter döküyordu.

Bu arada, Lord Corzon’un yeğeni İngiliz subayı Rawlinson da ona refakat ediyor, bir “kayyum”, teknik direktör ya da noter olarak "yolda düzülen kervanı" izliyor, halay başı Selanikli'nin performansı için not veriyor.. Dilipak’ın kitabından okuyalım:

“[Selanikli] Erzurum kongresinin sonunda Albay Rawlinson’la tekrar uzun bir görüşme yaptı. Mustafa Kemal’in bu görüşmede Rawlinson’a Misakı Milli’den sözettiği belirtiliyor. 11 Ağustos’ta görüşmeleri ile ilgili olarak İngiltere Harbiye Bakanlığına bir rapor gönderen Rawlinson şöyle diyordu: Konferansın [Kongre’nin] son günü Mustafa Kemal’le iki saatten fazla görüştüm. Sonuç olarak görüşüm şu: Bu hareketin büyük bir başarı sağlaması için fırsat var.

(Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, İstanbul: Beyan Y., 1989, s. 46.)

İki saatten fazla..

İnsan samimi bir dostu ile bile bu kadar uzun konuşmaya katlanamaz.. En sürükleyici film bile iki saati bulduğunda insanı bezdirir.

İngiliz’in, işgalci düşmanın subayı ile bu Selanikli iki saatten fazla neyi konuşuyor?

Rawlinson’un raporundan anlaşıldığı kadarıyla ona Erzurum Kongresi ile ilgili olarak ayrıntılı tekmil vermiş, mufassal sözlü rapor sunmuş, İngiliz subayın gönlüne su serperek, onun hükümetine, bekledikleri müjdeyi vermesini sağlamış: Bu hareketin büyük bir başarı sağlaması için fırsat var.

Selanikli, Rawlinson’a şöyle şeyler demiş olabilir miydi: “Aziz dostum, bu Kâzım Karabekir enayısini de kafaya aldım, Kongre’de ‘Allah, ümmet, Muhammed, hilafet, cihat, vatan, millet, Sakarya’ filan diyerek, müftü gibi dua ederek dangalakların aklını başından aldım. Müsterih olun, herşey planladığımız gibi gidecek, ‘millet iradesi’ diye diye bu aptal milletin iradesinin canına okuyacağım.”

Neler dediğini tam bilmiyoruz, fakat Rawlinson’u ikna etmeyi başarmış: “Bu hareketin büyük bir başarı sağlaması için fırsat var.

*

Peki bu neyin başarısı, nasıl bir başarı?

Yunan’a, işgalci İngiliz, Fransız ve İtalyan güçlere karşı mı bir başarı?

Hayır, Osmanlı Devleti’ne karşı bir başarı.

Lord Curzon’un kafasındaki plan, önceki bölümlerde aktardığımız gibi, Osmanlı Devleti’nin yerini alacak yeni bir Türk devleti kurulması, başkentinin (ona imparatorluk mirasçılığı ve görüntüsü veren) İstanbul değil, (onu Lidyalılar, Frigyalılar ve Selçuklu sonrası Anadolu beylikleri gibi eften püften, derme çatma bir devletimsi gibi gösterecek şekilde) Anadolu’daki bir şehir olması, hilafetin (Türkler’in elindeki, tüm dünya Müslümanları üzerinde nüfuz sahibi) siyasal bir makam olmaktan çıkarılması, ve bütün bunlar sayesinde Türkler’in İslam dünyasındaki itibarının beş paralık hale getirilmesi.

Curzon’un projesinin ana hedefleri bunlar.

Rawlinson “Bu hareketin büyük bir başarı sağlaması için fırsat var” diye müjde verirken bütün bu hedeflerin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu söylemek istiyor.

Benzer şekilde, Erzurum Kongresi’nin beşinci günü, 27 Temmuz 1919’da Amiral Calthorpe, hükümeti için hazırladığı raporunda “Anadolu’da müstakil [bağımsız, istiklal sahibi] bir hükümet kurulmasına mani olunamaz!” diye yazmış durumda. (A.g.e., s. 46.)

İngiliz’in derdi, Anadolu’da kurulacak yeni bir hükümet, ve de ona bağlı olarak, devlet.

*

Selanikli Mustafa Atatürk’ün kafasındaki gizli gündem de bu.

Fakat Erzurum Kongresi’nde millete bunu söylemiyor (Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit hariç), yalanlarla aldatarak, palavralarla dolmuşa bindirerek alıştıra alıştıra, kazıklaya kazıklaya gidiyor.. Şimdilik söylediği, Sivas’ta daha geniş katılımlı bir kongre düzenlenmesinin faydalı olacağından ibaret.

Bir de, dokuz kişilik bir Heyet-i Temsiliye (temsilciler kurulu) oluşturuyorlar ve (tahmin edilebileceği gibi) başkanı Selanikli oluyor.

Bu Heyet-i Temsiliye üyeleri hiçbir zaman biraraya gelip bir toplantı yapamıyor, fakat ne gam, Selanikli başkan sıfatıyla millete emir yağdırmak, “7 Ağustos günü Erzurum Kongresi’ni tamamladık, şimdi sıra, 28 gün, yani dört hafta sonra Sivas’ta yapılacak kongrede” diye sağa sola yazı yazmak için bir gün bile beklemiyor.

Sivas’ta da yeni bir hükümet ve devletten bahsetmeyecek, bir millet meclisi kurulması gerektiğini söylemekle yetinecektir.

İngiliz, Fransız, İtalyan beklemektedir.. Yunan da.. 

Lafın tamamı ahmağa söylenir demişler.. Ama ahmaklar da merhameti hak ediyorlar.. İsmet İnönü ahmaklara acıdığı için sözün tamamını söylemiş:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur." 

*

Evet, Sivas’ta, bir millet meclisi toplanması için karar alınıyor.

Gerisini Dilipak’tan dinleyelim:

“28 Eylül’de, Mustafa Kemal, Sivas’tan vilayetlere yazı göndererek milletvekili olmak isteyenlerin isimlerini iki gün içinde bildirmesini istemek sureti ile, Anadolu’yu da fiilen, resmen ve hukuken kendisine bağlamak ve yeni meclisi teşkil etmek için harekete geçmiş bulunuyordu. Heyet-i Temsiliye adına gönderilen yazıda tanınan iki günlük süre, bu kişilere düşünme ve araştırma yapma [İstanbul Hükümeti’ne sorma] fırsatı vermemekte idi. Bu gelişmeler üzerine Amiral J. de Robeck. Lord Gurzon’a gönderdiği mesajında şöyle diyordu: ‘Mustafa Kemal’in tesiri gittikçe artıyor.’ Bu arada İngilizler, bölgedeki kuvvetlerini takviye etmeleri beklenirken, 4 Ekim’de Samsun’daki müfrezelerini geri çektiler.” (A.g.e., s. 51.)

İngilizler dört gün önce, 30 Eylül’de de Merzifon’dan çekilmiş bulunuyorlardı. (A.g.e., s. 50.)

Normalde, resmî tarihin (ve de Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarının) anlattığı masala göre, İngilizler’in, Selanikli Mustafa Atatürk’ün faaliyetlerinden rahatsız oldukları için baskıyı artırmaları gerekiyordu ama kazın ayağı öyle anlatıldığı gibi değil.

İngilizler’in cömertlik ve fedakârlığı Karadeniz bölgesiyle de sınırlı kalmadı. Peyderpey hem Güneydoğu Anadolu’dan hem de İç Anadolu ve Ege’den çekildiler. Samsun’u boşalttıktan 28 gün (dört hafta) sonra, 1 Kasım 1919’da da Antep, Maraş ve Urfa’yı terk ettiler; yerlerini Fransızlar aldı. (A.g.e., s. 52.)

Evet, kazın ayağı anlatıldığı gibi değildi.. İşin aslının resmî bir ağızdan söylenmesi için 1973 yılını ve İsmet İnönü’nün dilinin çözülmesini beklemek gerekiyordu:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur." 

*

Görüldüğü gibi, işin aslında, İngilizler birbirlerine keyifle müjde yetiştiriyorlar.

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral J. de Robeck. Lord Gurzon’a, keyiften ağzı kulaklarında olduğu halde ‘Mustafa Kemal’in tesiri gittikçe artıyor’ muştusunu veriyor.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi..
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi.
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yabanlar;
Semave’yi boşaltıp
Save’yi dolduranlar.
Atını hendeklerden -bir atlayışla-
Aşırdı aşıranlar.
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!


DÜZELTME VE ÖZÜR

  "Sen Utanmazlığın ve Karaktersizliğin Resmini Yapabilir misin Abidin?" başlıklı yazımız şu satırlarla başlıyordu:  MİT’i (Milli ...