Vikipedi’de yer alan
“İskilipli Âtıf Hoca” maddesinde “Teâlî-i İslâm Cemiyeti üyeliği ve
Millî Mücadele aleyhine dağıtılan beyanname” başlığı altında şunlar söyleniyor:
19 Şubat 1919'da kurulan Müderrisîn
Cemiyeti'nin ikinci başkanı iken Cemiyet'in 24 Kasım 1919'da genel kurul
toplantısındaki karar gereğince Teâlî-i İslâm Cemiyeti ismini aldı
ve Mustafa Sabri Efendi'nin şeyhülislam olması
üzerine başkanlığa İskilipli Mehmed Âtıf Hoca getirildi. Cemiyet, ilk olarak İzmir'in Yunanlar tarafından işgalini
protesto eden ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm'e
(komünizme) ve işgal kuvvetlerine karşı beyannameler yayımladı. Anadolu'nun
çeşitli yerlerinde şubeleri açıldı. Teâlî-i İslâm Cemiyeti'nin Konya şubesi
1920 tarihli TBMM seçimlerine katılmak
istemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa da bunda bir mahzur
görmemiştir.
İstanbul hükümetinin
baskıları sonucu meşihat makamınca hazırlanıp Teâlî-i İslâm Cemiyeti adına Millî Mücadele aleyhinde dağıtılan bir
beyannâme cemiyeti töhmet altında bıraktı. Böyle bir beyannamenin
hazırlandığını öğrenen Tâhirü'l-Mevlevî,
İskilipli Mehmed Âtıf Hoca ve diğer bazı üyeler buna tepki gösterdiler.
Yapılan müzakerede Mustafa Sabri Efendi'nin damadı Bergamalı Zeki Efendi cemiyetin
beyannâmeyi kabul etmesini, aksi durumda vatana
hıyanet sayılacağını söyledi, ancak beyannamenin aleyhinde olanların daha
güçlü olduğunu görünce kabul edilse de edilmese de hükümetin bu beyannâmeyi
Anadolu'ya göndereceğini söyledi. Bu yoğun baskı altında yapılan oylamada kabul ve ret oylarının eşit gelmesi üzerine
o sırada başkan olan İskilipli Mehmed Âtıf Hoca'nın olumsuz oy vermesiyle
beyannâme usûlen reddedildi; buna rağmen mühürsüz ve imzasız olarak Yunan
uçaklarından Anadolu üzerine
atıldı.
Kimin elinin kimin cebinde olduğu
anlaşılmayan bir hengâme..
İngiliz, oyunu iyi kurmuş.
Önce, Yunan’a yeşil ışık yakıp Anadolu’ya gönderiyor.
(Benzer bir durum Irak’ta yaşanmıştı. 1990 yılında Saddam’a, Kuveyt’i işgali için ABD
Büyükelçisi April Glaspie tarafından yeşil ışık yakıldı. ABD, bu işgalin Irak’ın
komşusu olan bütün ülkeleri ve Arap dünyasını rahatsız edeceğini biliyordu.
Nitekim işgal üzerine bölgeye ‘kurtarıcı’ gibi geldi. Türkiye’yi de yedeğine
almıştı. Ve böylece Kuzey Irak’taki yeni
Kürt devletinin de temeli atıldı.
Irak’ın Kuveyt olayında yaptığı
hatayı Türkiye de Suriye’de
tekrarladı. Çünkü Türkiye’nin yöneticileri, istihbarat teşkilatı ve “derin”
adlı sığ ve zavallı yapılanması, Irak’taki muadillerinden daha iyi durumda
değildi. Bir taraftan Suriye’li yetkililerle Adana’da dostluk görüşmesi
yaparken diğer taraftan ABD’nin gazıyla akıllarınca Beşşar Esed’in ayağının
altındaki halıyı çekme planları yapıyorlardı. Bunu dönemin Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı General İsmail Hakkı Pekin 27 Ocak 2019 Pazar günü
Sabahattin Önkibar’ın Ulusal Kanal’da saat 11’de
yayınlanan televizyon programında açıklamıştı: “2011’in
Mayıs ayında Suriyeli güvenlik heyetiyle Adana Mutabakatı çerçevesinde
yapılması gerekenler için Marmara Köşkü’nde beraber yemek yedik. Suriyeliler
gidince Hakan Fidan bana ‘Amerikalılarla
anlaştık, beraber hareket edeceğiz’ dedi. Kuşkusuz Hakan Bey siyasi
iradenin kararını açıklamıştı. İşte o günden sonra Suriye ile kurulan güzel
ilişkiler çöpe atıldı ve Türkiye ABD’nın ardına takıldı. Bugünkü dramatik
noktalara gelindi...”)
Evet, İngiliz,
önce Yunan’ı Ankara’ya gönderiyor.
Ama öncesinde İngiliz
İstihbaratı’nın İstanbul şefi Robert Frew (Rahip Fru), Padişah Vahideddin’in
yaveri Mustafa Kemal ile İstanbul’da gizli/mahrem görüşmeler yapıyor. (Kaynağı,
Atatürk’ün Nutuk’u, Kadir Mısıroğlu değil.)
Artık gizli gizli ne planladılarsa?..
Vahideddin
de bu arada Anadolu’ya güvendiği bir adamını gönderip orada bir direniş hattı
oluşturma arayışı içinde.
Kâzım
Karabekir bu iş için ideal bir isim, üstelik gönüllü, fakat
Padişah’la bir yakınlığı yok.
Padişah’ın yakını, Berlin seyahatinde kendisine
refakat eden, güvendiği için yaveri yaptığı Mustafa Kemal. Onu gönderiyor.
Gönderme bahanesini üretenler de İngilizler.. Osmanlı
Hükümeti’nden, Samsun havalisindeki kargaşayı önlemek için Anadolu’ya bir adam
gönderilmesini istiyorlar.
Böylece, Padişah’ın yaveri Mustafa’nın önü açılıyor.
Ancak, Mustafa Anadolu’ya gider gitmez bu defa İngilizler,
“Bu adamı niye gönderdiniz, geri çağırın” diyorlar.
Ayrıca, Yunan’ı Aydın civarında Milne Hattı ile durduruyorlar, “Burdan ileriye geçmek yok”
diyorlar.
Mustafa da, kendisine verilen talimatı bir tarafa
bırakıp kongreler toplama, yeni bir Meclis kurma çalışmaları yapıyor.
Rahat, çünkü İngiliz, Yunan’ı Aydın’da durdurmuş.
Fakat Padişah rahat değil, çünkü İngilizler ona, “Bu
Müstafa’yı illa da geri çağracaksın” diyorlar.
Fakat aynı İngiliz, Yunan’a, “Ne duruyorsunuz lo,
Mustafa Anadolu’da size karşı hazırlık yapıyor, kendisini toparlayamadan gidip
başını ezin!” demiyor. “Zinhar bir adım bile atma, kıpraşma!” diyor.
Vahideddin’e ise, “Durma lo, Mustafa’yla uğraş” diye
baskı üstüne baskı yapıyor.
Böylece onu, “Millî Mücadele karşıtı, kongrelerde
nutuk atarak vatanı kurtaran Mustafa’yı engellemeye çalışan İngiliz
işbirlikçisi” haline getiriyorlar.
Mustafa’nın ise o sırada vatanı kurtarma diye bir
derdi yok, kongreleri kurtarmaya çalışıyor.
Samsun’a çıktığı tarih 19 Mayıs 1919, Meclis’I topladığı
tarih ise 23 Nisan 1920..
11 ay boyunca bütün yaptığı nutuk atmak.. Düşmana
atılan tek bir kurşun yok.
Bu arada İngiliz de boş durmamış.. Mustafa’nın Meclis’i
rakipsiz olsun, “Ne lüzum vardı yeni bir meclise?!” denilmesin diye İstanbul’daki
Meclis-i Mebusan’ı kapatmış.
Ayrıca, Anadolu’daki askerî makamlar Ankara’ya
bağlansın diye İstanbul’daki Osmanlı
Genelkurmayı’nı basıp kapısına kilit vurmuş.
Bizimkiler de, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli
olmayan bu hengâmede “Yok sen Milli Mücadelecisin, yok değilsin, yok sen vatan
hainisin, yok ben değil asıl sen vatan hainisin” diye birbirini yiyor.
İngiliz de kenardan kıs kıs gülüyor.
Kârlı çıkan o..
Bir de, İngiliz İstihbaratı’nın İstanbul şefi Frew’un mahrem
arkadaşı Mustafa.
Şapkacı, Şapkalı Mustafa.. (Sonradan Atatürk soyadını
alacaktır.)
*
Vikipedi’deki söz
konusu maddede “Yargılanması, idamı ve idamı ile
ilgili tartışmalar”
başlığı altında ise şunlar söyleniyor:
26 Aralık 1925'te, Frenk
Mukallitliği ve Şapka risalesini yayımlayan ve dağıtanlarla
birlikte, 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı
günü Ankara İstiklâl mahkemesinde yargılandı.
Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce yayımlamış olduğunu, içerikleriyle ilgili
görüşlerinden vazgeçmemiş olduğunu, bununla birlikte kanuna karşı bir harekette
bulunmadığı şeklinde bir ilk savunma yaptı. Mahkeme başkanının şapka ve
sarığı karşılaştırarak, ikisinin de bez parçasından ibaret olduğunu söylemesine
karşılık, hakimin arkasındaki bayrağı göstererek onun ham maddesinin İngiliz bayrağının ham maddesiyle aynı
olduğunu ancak birinin Türk, diğerinin ise İngiliz bayrağı olduğunu söyleyerek
cevap verdi.
Ceza hukukunun evrensel temel ilkelerinde biri “Kanunsuz suç olmaz” prensibidir. Kitabın
yazıldığı dönemde söz konusu kitabın suçlanmasına neden olacak bir kanun
bulunmadığı için suç mevzubahis değil.. İlke olarak böylesi kanunlar “makabline şamil” olamaz (öncesini
kapsayamaz).
Ancak, böyle bir kanun mevcut olsaydı bile, bu, hukukîlik anlamına gelmezdi. Buna ancak
despotizm, tiranlık ve zorbalık
denilebilirdi. Adı kanun olan zorbalık.. Çünkü bu, insanın istese de
vazgeçemeyeceği temel hak ve
hürriyetlerinin tanınmaması anlamına gelir. Hukuk, hak kelimesinin
çoğuludur, “haklar” anlamına gelir. Ortada hak bırakmayan, hakları ayaklar
altına alan düzenlemelere hukuk adını vermek, hukuka hakarettir.
Zaten, İstiklal Mahkemelerinin hukuk diye bir derdi de yoktu.
Yargıçları da genelde hukukçu olmayan, hukukun “h”sından habersiz Atatürk yağdanlık ve dalkavuklarıydı.
Vikipedi’deki maddeyi okumaya
devam edelim:
Savcı, İskilipli Âtıf için 3 yıl hapis
cezası istedi. Mahkeme, müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı. Ancak İskilipli
Âtıf savunma haklarından tümüyle vazgeçtiğini belirtti. Ertesi gün, mahkeme
reisi Ali Çetinkaya,
savunma yapmaya gerek görmeyen İskilipli Âtıf'ı idama mahkûm etti. İskilipli
Âtıf 1 hafta sonra Ankara Samanpazarı Meydanı'nda asıldı.
Savunmadan vazgeçmesinin nedeni, rüyasında Peygamber Efendimiz
s.a.s.’i görmüş olmasıydı.
Maddeye dönelim:
Hürriyet gazetesi yazarı Rahmi Turan 5
Aralık 2011 tarihli makalesinde Bülent Arınç'a
cevaben Âtıf Hoca'nın idam edilmesinin nedeninin Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı
risalesi olmadığını, vatan hainliği yaptığı iddiasıyla yargılandığını ve Âtıf
Hoca'nın bir savunma yapmadığını yazar. Rahmi Turan'a göre vatan hainliği ile suçlanmasının nedeni şuydu: Âtıf Hoca, Teâlî-i
İslâm Cemiyeti'nin başkanı idi, bu cemiyet tarafından hazırlanan ve Yunan
uçakları tarafından Anadolu'ya atılarak dağıtılan Millî Mücadele karşıtı bir beyannamesi
(fetva) sebebiyle yargılanmıştır. Ancak, muhtemelen Tahir'ül Mevlevi ve
Âtıf Hoca dışındaki cemiyet üyeleri tarafından imzalanarak Anadolu'ya dağıtılan
ve İstiklal Savaşı'nı yürüten Kuvâ-yi
Milliyeciler için çok ağır ifade ve ithamlarla dolu bu bildiri
sonrasında da Âtıf Hoca'nın cemiyet başkanlığında devam etmesi İstiklal
Mahkemeleri'nde suçlu bulunması için yeterli görülmüştür.
Yukarıda da geçtiği gibi, aslında Atıf Hoca’nın bu bildirinin
dağıtılmasında bir dahli yoktu. Karşı çıkmıştı.
Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesiyle ilgili ilk davada Giresun'da beraat eden
İskilipli Âtıf, kendisine yasak konulmasına rağmen kitapların dağıtımını
sürdürdüğü iddiasıyla ikinci kez Ankara'da yargılandığında geçmişi de tekrar
incelenir. Devlet, Şeyh Said
İsyanı'ndan sonra artık daha dikkatlidir. Bu nedenle TBMM'de 25
Şubat 1925 tarihinde kabul edilen "Dini ve Dinin Kutsal Kavramlarını
Siyasete Alet Edenler Hakkında Kanun"a göre dini kullanıp halkı kışkırtanların vatan haini sayılacakları
belirtilmiştir.
Vatan, Atatürk, laiklik vs. gibi kavramları kullanarak halkı kışkırtmak ise serbesttir.
Vikipedi’ye dönelim:
Kurtuluş Savaşı yıllarında ihaneti
görülmüş fakat sonradan affedilmiş kişilerle ilgili kayıtlar Şeyh Said
İsyanı'ndan sonra yeniden değerlendirilmiştir. İskilipli Âtıf'ın sicili de
gündeme gelmiştir. Sonuçta Ankara İstiklal Mahkemesi İskilipli Âtıf'ı Türk Ceza
Kanunu'nun 55. Maddesi'nin "TC'nin Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu'nun tamamen veya
kısmen tağyir ... veya ifayı vazifeden menine cebren teşebbüs edenler idam
olunur, diyen muharrer fırkası mucibince" vatana ihanet suçundan idam
etmiştir.
İskilipli Atıf Hoca, TC’nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun
(yani anayasasının) tamamen veya kısmen tağyiri (değiştirilmesi) için ne
yapmışsa?
Bu değiştirme ve tağyir işlemini (Meclis’e doldurduğu
dalkavukları eliyle) yapan Mustafa Kemal’di.
Mesela Anayasa’dan “Devletin dini, din-i İslam’dır” maddesini kaldırmak suretiyle
böylesi bir tağyiri yapmıştı.
Daha büyüğünü darbeciler 27 Mayıs 1960’ta ve 12 Eylül
1980’de yaptılar. Anayasa’yı tümden kaldırıp çöpe attılar.
Zavallı hoca, ceza hukukunun evrensel en temel
ilkelerinin bile kendisi için uygulanmasını sağlayamıyor, bu haliyle
kalkıp Anayasa’yı tağyir edecek..
Nerde o yoğurdun bolluğu..
Memlekette o sırada bol olan, Atatürk’ün sevmediği
kişiler için hazırda tutulan idam sehpaları, yağlı ipler, hapishaneler..