SELANİKLİ'NİN MEHTER YÜRÜYÜŞÜ: İKİ ADIM İLERİ, BİR ADIM GERİ, FAKAT SONUÇTA DAİMA İLERİ..

 







UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 10

 

Bir önceki bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün, daha önce müştereken alınmış kararın aksine, saltanatla birlikte hilafeti de Osmanlı hanedanının elinden almaya yönelik bir yasa tasarısı hazırlatmış olduğunu, fakat buna, zamanın başbakanı Rauf Orbay’ın bile “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?” diye bağırarak itiraz ettiğini görmüştük.

Böylece Rauf Orbay, İzmir Suikasti girişimi bahanesiyle idamla yargılanmayı garantilemiş oluyordu.

(Hamidiye kahramanı Rauf Orbay, Selanikli değildi. Babası, Bahriye Birinci Feriki [Oramiral] ve Ayan Meclisi üyesi Mehmet Muzaffer Paşa'ydı. Orbay, Ekim 1918'de Osmanlı hükümetinde Bahriye Nazırı [Denizcilik Bakanı] olarak vazife aldı. Temmuz 1922 - Ağustos 1923 tarihleri arasında ise TBMM hükümetinin başbakanı olarak görev yaptı. Yargılama sırasında tedavi için yurtdışındaydı, gıyabında 10 yıl kalebentliğe [sürgün ve hapis cezasına] mahkum edildi. Ayrıca medenî haklardan mahrum edilmesine karar verildi. Fakat bunlar, Selanikli’nin yüreğini soğutmaya yetmiyordu, ayrıca mallarına el konulup sersefil edilmeli, ölümden beter bir yoksulluğun ızdırabını yaşamalıydı. Sadece sürgün ve hapis, ve medenî haklardan mahrumiyet yetmezdi. O nedenle mahkeme, mallarının haczine hüküm verdi. Orbay, yurda dönmedi, gurbet ellerde süründü. Yıllar sonra, Selanikli bu cihandan yıkılıp gidince, 12 Aralık 1940 tarihinde, söz konusu mahkûmiyeti ile ilgili olarak Millî Müdafaa Vekaleti [Milli Savunma Bakanlığı] aleyhine dava açtı. Askeri Temyiz Mahkemesi 23 Temmuz 1941 tarihli ve 1342 esas sayılı kararı ile söz konusu mahkûmiyetin haksızlığını tescil etti. Ba'de harabi'l-Basra.. Basra harap olduktan sonra..)

*

Selanikli, hilafet konusunda geri adım attı.

Asıl önemli olan Osmanlı Devleti’nin varlığına son vermekti, ve o, çantada keklikti.

Dolayısıyla, hilafet meselesinde taviz verebilirdi.

Verdi.

Söz konusu altı maddelik kanun teklifinin altıncı maddesinde değişiklik yaptı.

Teklifin oylamaya sunulduğu 1 Kasım 1922 günü yine takiyye sancağını göndere çekti, yalan dolan bayrağını Ankara ufuklarında dalgalandırdı.

*

Uğur Mumcu, kanun teklifinin yasalaştığı günle ilgili olarak Karabekir’in şu sözlerini aktarıyor (Kazım Karabekir Anlatıyor, 17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 63):

İlk sözü Gazi [Selanikli] aldı.

Peygamberimizi ve hilafeti medh ve sena etti. Çok uzun süren sözlerinin sonlarında:

“Bundan sonra makam-ı hilafetin dahi Türkiye devleti için ve bütün İslam alemi için ne kadar feyizkâr olacağını da istikbal bütün vuzuhla gösterecektir.. Türk ve İslam âlemi devleti bu iki saadetin tecelli ve tezahürüne menba ve menşe olmakla da dünyanın en bahtiyar devleti olacaktır” dedi.

Yalandan kim ölmüş, at martini Debreli Hasan, dağlar inlesin!

*

Selanikli Karabekir’e, bu süreçte oynadığı rol dolayısıyla öfkelidir, gıyabında onun için “Karabekir’le çok çetin uğraşacağım” der (Mumcu, s. 61).

Gıyabında böyle konuşur, fakat yüzyüze geldiklerinde fazla renk vermez.. “Çok çetin uğraşma” günlerini geleceğe bırakır.

O çetin uğraşma, İzmir Suikasti girişimi bahane yapılarak başlatılacak, Selanikli’nin ölümüne kadar devam edecektir.

O sırada bir geçiş dönemi yaşanmaktadır ve Selanikli, Karabekir’i “yakın markaj”a alır.

Mumcu, Karabekir’in şu sözlerini naklediyor (s. 64):

“İsmet Paşa'nın gaybubeti (yokluğu) müddetince yanından ayrılmamaklığımı istemeleri ve beni her seyahatlerinde beraberinde gezdirmeleri de sulhten (barıştan) sonrası için de birlik ve beraberliğimiz için ümit verici bir beşaret (müjde) telakki ederek emniyetlerini daha ziyade kazanacak vechile samimi müşaviri (danışmanı) olmuştum.”

Evet, Karabekir, Selanikli’nin güvenini kazanma ümidiyle ona karşı samimi davranıyor, düşünce ve kanaatlerini olanca açıklığıyla dile getiriyor.

Peki, Selanikli aynı şekilde samimi mi?

Takiyyeci ve “gizli gündemci” (iki yüzlü, hatta üç beş yüzlü) karakteri dikkate alındığında bunu söylemek zor.

Hatta imkânsız.

O, karşısındakini konuşturuyor, kendisi konuşmuyor.

Nitekim Mumcu, Karabekir’in şu sözlerini naklediyor (s. 65):

“Gazi'nin ne yapmak istediğini herkes merakla bekliyordu. Bunu ben de çok merak ediyordum. Siyasi bir fırka (parti) teşkil etmek fikrinde olduğunu öğrendim.”

Selanikli, sonradan yanına bile yaklaştırmayacağı, bir karış suda boğmak isteyeceği Karabekir’i o günlerde niçin yanında dolaştırıyor olabilirdi?

Nedeni belli: 

Kontrol altında tutmak, gündemini bağımsız biçimde belirlemesine fırsat vermemek, meşgul edip yönlendirmek, kendi haline bırakmamak, muhalifleriyle biraraya gelmesine mani olmak, kullanmak için.

Ayrıca, iki ordu komutanının, Doğu Cephesi Komutanı Karabekir ile Batı Cephesi Komutanı İsmet’in kendisinin hazır olmadığı bir ortamda biraraya gelmelerini engelliyor.

Çünkü ikisi arasında çok eski bir dostluk ve samimiyet var.. 

Ve Karabekir, görüşleriyle İsmet’i etkileyebiliyor. 

(Nitekim İnönü, Karabekir’in İzmir Suikasti girişimi bahanesiyle yargılanmasına tepki göstermiş, bunun üzerine, "olağanüstü yetkili", astığı astık kestiği kestik İstiklal Mahkemesi tarafından tehdit edilmiştir. Selanikli öldükten sonra İnönü, Karabekir’i TBMM başkanı yapacaktır.)

*

Uğur Mumcu, Karabekir’in şu sözlerini de naklediyor (s. 67):

“9 Ocak'ta telefonla, yakında seyahate birlikte çıkacağımızı, verecekleri nutuklar hakkında esaslar hazırlamaklığımı bildirdiler. 10 Ocak’ta … Akşam üzeri Gazi de Meclis’e geldi. Seyahat için hazırladığım notlarımı verdim. …”

Görüldüğü gibi, Selanikli herkesi kullanabildiği kadar kullanıyor, oyalayabildiği kadar oyalıyor.

Böyle yanına çekip kontrol altına almak ve kullanmak istediği isimlerden biri, Bediüzzaman Said-i Nursî rh. a..

Ancak, kendisinin takiyye ve yalancılıktaki dehasına karşılık doğrulukta dahi olan Bediüzzaman’ı kullanması mümkün olmuyor.

Bediüzzaman, Ankara’dakilere laf anlatmanın bir yolunun bulunmadığını görünce Van’a gidip inzivaya çekiliyor.

Fakat onu (Karabekir’e açıkladığı milleti “namussuzlaştırarak ve dinsizleştirerek” zenginleştirme “misyon”u için) bir “tehdit” olarak gören Selanikli, peşini bırakmıyor.

Bediüzzaman’ın kalan ömrü sürgün, yargılanmalar, hapislik ve zehirlenmelerle geçiyor.

*

(Bu “muhalifleri meşgul edip oyalama” taktiği, istihbarat teşkilatlarının [gizli servislerin] ve kurt politikacıların çok başvurdukları bir hiledir.. Sizin önünüze maskeli/örtülü biçimde, kendilerini belli etmeden, taşeronlar vasıtasıyla, meşrebinize, kabiliyetinize, eğilimlerinize ve zevkinize uygun, fakat konusunu kendi belirledikleri, maddî kazanç veya manevî tatmin sağlayan projeler getirirler ve böylece sizi kontrolleri altına alırlar. Türkiye için konuşmak gerekirse, günümüzde mevcut parti, cemaat ve tarikatlar da bu kontrol ve yönlendirme ameliyesinin bir parçası olarak kullanılmaktadır. Cemaat ve tarikatları tamamen sayılabilecek şekilde kontrol altına alma, laik [siyasal dinsiz] devletin 80 senesini aldı, fakat başardılar. Bu sözde “sivil” özde “devlet güdümlü” yapılar liderlik düzeyinde kontrol altında tutuluyor ve o yapılara katılanlar, otomatik olarak kontrol altına alınıp sınırlandırılmış oluyor. Bu yapıların içinde uzun süre kalanlar, birşeylerin ters gittiğini farketseler bile, ayrılmaya, sosyal, ailevî ya da maddî etkenler yüzünden cesaret edememektedirler. Aynı durum, belirli yayın organlarında yazan çizen, eserlerini yayınlatan, kitaplarını bastıran yazar çizerler için de söz konusudur. Dışlanmamak için otosansür uygulamak durumundadırlar. Peki, kontrol altına girmezseniz, girmeyi kabul etmezseniz ne olur?.. Yalnız kalırsınız.. Sizinle, “uğraşmıyor” gibi görünerek uğraşabilirler. “Hayatın olağan akışı” içinde, zehirleme ya da trafik kazası gibi yöntemlerle “doğal” kabul edilen bir ölümle isminizin üstüne çarpı çekmeyi deneyebilirler. İstihbarat teşkilatlarının ve derin devlet çetelerinin operasyonlarında bazen terör örgütlerini ve mafyayı taşeron olarak kullandıklarını da akılda tutmak gerekir.)


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...