GAZZE’Lİ SORULARDAN KORKMAK

 





Hayır, “Soru sormak cevap bulmaktan daha önemlidir” şeklindeki budalaca çağdaş ezberi tartışacak değilim.

Mevzu başka.

Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal (Ki Erdoğan’ın eski metin yazarı ve AK Parti eski milletvekilidir) bugünkü (26 Nisan 2024 tarihli) yazısında, Deutsche Welle muhabirinin Erdoğan’a yönelttiği soruyu konu edinmiş.

Ünal’ın yazısının ilk iki paragrafı şöyle:

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ile ortak basın toplantısında, Alman Devlet Medyası Deutsche Welle’nin (DW), ismi Türkçe olan muhabiri Erkan Arıkan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Almanca bir soru yöneltti, çevirisi şöyle: ‘İsrail’e karşı sesinizi yükseltiyorsunuz ama yoğun ticari ilişkileri ayakta tutuyorsunuz, bu çelişkiyi nasıl açıklarsınız?’

Erdoğan bu soruya ‘O iş bitti’ diye cevap verdi ama konumuz öncelikle bu değil.

Evet Ünal, konuyu değiştiriyor, işi “şahsiyat”a döküyor..

Sorulan soru yerine, soruyu yönelten şahsın kişiliğini, mesleğini vs. sorguluyor.

DW muhabirinin, o kadar sıcak gündem maddesine ve kısıtlı soru imkânına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu soruyu yöneltmesinin üzerinde durmak gerekiyor” diyerek, soru ile dikkat çekilen “ticaret” konusunu bir tarafa bırakıp, bu sorunun sorulmuş olmasını tartışma gündemine taşıyor.

Erdoğan’a sorulmasını istediği başka mevzular var.. Bunları sıralamış:

“Türkiye ile Almanya arasında onlarca sıcak gündem maddesi var: Almanya’daki vatandaşlarımız, onların sorunları, artan ırkçılık, sayıları artan ve kimi zaman katliama dönüşen ırkçı saldırılar, Almanya’nın FETÖ, PKK, DHKP-C gibi eli kanlı örgütlere sahip çıkması, bu örgütlerin militanlarını koruması ve beslemesi, Türkiye’deki muhalif hareketleri desteklemesi, ‘Ali’siz’ ya da ateist Aleviliği teşvik etmesi, NATO, Ukrayna, Avrupa Birliği, iki ülke [Almanya ve Türkiye] arasındaki ticaret ve daha nicesi…

*

Gerçekten de bunlar, Türkiye ile Almanya arasındaki önemli sorunlar..

Dolayısıyla, gazeteciler tarafından gündeme getirilmeyi hak ediyorlar.

Ancak, Ünal’ın “Alman devlet medyası” olarak nitelendirdiği DW’nin muhabirinden Erdoğan’a bu tür sorular sormasını beklemek bir parça aşırı hayalcilik gibi duruyor.

Doğal olarak, Türkiye nasıl Almanya’nın Türkiye ve Türkler’e yönelik bazı politikalarından rahatsızsa, Almanlar da Türkiye’nin Almanya’daki Türkler eliyle yürüttüğü bazı faaliyetlerden (MİT güdümlü organizasyonlar vs.) rahatsızlar.

DW muhabiri Türkiye-Almanya arasındaki ilişkilere dair bir soru yöneltmek istese, (durduğu yerin hakkını vermek için) bunları sorar..

Sormamış.

*

Ünal, DW muhabirinin, o kadar sıcak gündem maddesine ve kısıtlı soru imkânına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu soruyu yöneltmesinin üzerinde durmak gerekiyor. Madde madde gidelim diyor.

İlk madde şöyle:

“Önce muhabir… Türkiye’de ya da yurt dışında yabancı medya kuruluşları için çalışan gazeteciler, ücret karşılığında bir iş yaptıklarını unutuyor, emeklerini satmak yerine genellikle ruhlarını satıyorlar. Yabancı bir medya kuruluşunun maaşlı çalışanı olmaktan çıkıp o ülkenin gönüllü ajanına, hatta yılışık, sahibini memnun etmek için yerli yersiz havlayan bir köpeğe dönüşüyorlar.”

Görüldüğü gibi, Ünal’ın “emeğini satanlar”a sözü yok, fakat “ruhunu satanlar”a öfkeli..

Maaşlı çalışan” olmakla “gönüllü ajan” olmak arasında ayrım yapıyor.

İkincileri yılışık, yerli yersiz havlayan köpek olarak nitelendiriyor.

Olaya bir de DW açısından bakalım..

Bu tür kuruluşlara MİT’in de adam sızdırması mümkündür.. Sızdırmaya çalışır.

Dolayısıyla, DW muhabiri, Ünal’ın gönlünden geçen türden bir soru yöneltmiş olsa, Almanlar şöyle değerlendirirler: “Bu, maaşı bizden alıyor, fakat Türkiye’nin gönüllü ajanlığını yapıyor.”

“Bize havlıyor” demeseler de, “Bize kazık atıyor” derler.

Aydın Ünal’ların akıl ettiğini herhalde onlar da ediyorlardır.

*

Ünal’ın “ikinci madde”si şöyle:

“Ülkesi aleyhine bir başka ülkenin gönüllü ajanlığını yapanların akıbetleri bellidir: İşleri bitince kenara koyuluverirler. En nihayetinde sadece işlerini kaybetmekle kalmaz, istismar edilmiş, onur, şeref, haysiyetlerini de yitirmiş halde öylece kalıverirler.”

Türkiye’de böyle “ülkesi aleyhine bir başka ülkenin gönüllü ajanlığını yapanlar” çok..

Özellikle Osmanlı’nın son döneminde sayıları fazlaydı..

Jön Türkler’in önemli bir bölümünün durumu buydu.. Bazıları da çağdaş uygarlık heveslisi, kendi kültüründen ve medeniyetinden utanan kullanışlı budalalardı..

Osmanlı bürokratlarının durumu da berbattı.. Kimisi İngiliz hayranıydı, kimisi Moskof, kimisi Fransız, kimisi Alman..

İttihat ve Terakkiciler de aynı durumdaydılar.. Önemli bir bölümü aynı zamanda masondu.. Bu gizli örgüt eliyle yularlarını dış güçlere teslim etmişlerdi..

Selanikli Mustafa Atatürk de, Mondros Mütarekesi’nin ilanından sonra İstanbul’da geçirdiği ilk altı ayın başlarında gazetelerde İngilizler’e “yağ çekmiş”, ayrıca İngiliz Gizli Servisi’nin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi Robert Frew ile başbaşa gizli görüşmeler yapmıştı.

Selanikli Atatürk’ün yaptığının yanında DW muhabirinin sorduğu soru ne ki!..

Fakat aralarında şöyle büyük bir fark var: Selanikli’nin onur, şeref ve haysiyeti için koruma kanunu mevcut.. Türbesi de resmî tören mahalli..

DW muhabiri yılışık köpek için özel koruma kanunu yok.

*

Ünal’ın “madde”leri bu minvalde gidiyor.

Bazılarının içinde hakikat kırıntıları var gibi görünüyorsa da genel toplam iflas türküsü söylüyor..

Yazı uzamasın diye atlayarak gidelim. Sekizinci maddesi şöyle:

“Bugün şu da net bir şekilde anlaşılıyor ki, İsrail’le ticaret üzerinden siyasi rant elde etmeye çalışanlar, İran ve Almanya başta olmak üzere Türkiye’nin hasımlarının borazanı, papağanı olmuşlardır.

Kibar adam, havlayan yılışık köpek demiyor, borazan ve papağan diyerek hesabı kapatıyor.

Şaka bir yana, Aydın Ünal, bu AK Parti taifesinin en aklı başında ve vicdanlı olanlarından..

Ve yazdığı bu..

Yazdıkları, “En akıllıları Deli Bekir, o da zincirde yatur” deyişini hatırlatıyor.

Lafı dolandırıyor, elindeki çubuğu şimşek hızıyla sallıyor, gözlerini belertiyor, hokuspokus abrakadabra okuyor, ve şaşkın bakışlarımız arasında gösterisini (iktidarı İsrail’le ticaret konusunda eleştiren) herkesi DW muhabiri yılışık köpekle aynı torbaya doldurma numarasıyla bitiriyor.

İster istemez kendi kendimizi sorgulama moduna giriyoruz: “Ben de mi DW muhabiriyim abi?.. Hatırlayamıyor muyum, hafızam bana bir oyun mu oynuyor?”

Evet, Ünal, sergilediği eşsiz algı sihirbazlığı numarasıyla alkışı hak ediyor.

O kadar etkileyici ki, Erdoğan’ı İsrail’le ticaret konusunda eleştirmiş olmaktan derin bir utanç duymadığımız için kendimizi suçlu hissetmeye başlasak yeridir.

Kendi kendimize milletçe şunları söylememiz gerekiyor belki de: “Erdoğan İsrail’le ticaret yapmışsa yapmıştır, yapar tabiî, ticaretten anlamadığımız için onu kıskanmadığımız nerden belli?!.. Nazar etmeyelim ne olur, çalışalım bizim de olur.”

*

Ünal’ın son maddesi şöyle:

Erdoğan’ın Filistin meselesindeki samimi sözlerini ve çabalarını boşa çıkaracak, İstanbul’da Meşal ve Heniye ile kucaklaşma fotoğrafını gölgeleyecek, Almanya ve İran’a malzeme verecek şekilde, 1 koyup 6 alma hesabı yapan [AK Parti] Genel Başkan Yardımcısı başta olmak üzere sorumlulara hesap sorulmadan bu söylentilerin, bu operasyonların sonu gelmeyecektir.”

Dedim ya, Ünal bunların en vicdanlılarından.. O yüzden bunları yazabiliyor.

Risk alıyor.

Meşal ve Heniye ile kucaklaşmak iyi de, kucaklaşmak tek başına neyi çözer?

Bir faydası olacaksa bu milletin sayısız ferdi sabah akşam Meşal ve Heniye ile kucaklaşmaya hazır.

Sen koskoca bir devletin büyük iddialar sahibi bir devlet başkanısın, elinden gelen sadece buysa, boş ver..

Senin yerine kucaklaşacak o kadar çok adam var ki..

Senin yapman gereken, yapabileceğin bir sürü şey var.. Bunları biz mi sana öğreteceğiz?!..

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı’nın “Venedik taciri” pozuna gelince..

Resmin bütününe baktığımızda ortaya çıkan manzaranın şöyle bir şey olduğunu görüyoruz: Erdoğan ya “Ne şiş yansın ne kebap” politikası izliyor ya da partisine hakim değil..

Hangisi?

Adam sıradan bir partili değil.. Genel başkan yardımcısı..

Soru şu: Erdoğan ve yardımcıları kendi aralarında bu türden “muhabbetler” yapmasalar, bu yardımcı başkan böyle konuşma cesareti sergileyebilir mi?

Sergileyebilir miydi?

*

Ünal’ın yazısının başında iş yoksa da sonu mükemmel:

Alman Devlet Medyası DW’nin yüzsüzlüğü ve soykırımı örtme çabaları karşısında cesur bir duruşa, cesur, somut adımlara ihtiyaç var. Hemen, şimdi.

İşte sorun burada: Erdoğan ve şürekâsında nutuk var, laf var, peynir gemisi var (İsrail’e de uğruyorlar mı bilmiyorum), kucaklaşma var, miting var, slogan var, fakat cesur bir duruş yok.

Kayda değer cesur ve somut adım hiç yok..

Yazısının sonuna bakılırsa, Ünal’ın DW muhabirinden ‘İsrail’e karşı sesinizi yükseltiyorsunuz ama yoğun ticari ilişkileri ayakta tutuyorsunuz, bu çelişkiyi nasıl açıklarsınız?’ şeklindeki soru yerine şöyle bir soru beklediği düşünülebilir:

“Zalımların korkulu rüyası, mazlumların umudu, ezilenlerin gür sesi, dünya lideri Sayın mı Sayın Erdoğan, İsrail’e karşı sesinizi yükseltiyor, kulaklarımızın zarını patlatıyorsunuz, helali hoş olsun, peki bu yükselen sesi hangi cesur duruşlar, hangi cesur ve somut adımlar izleyecek?”

DW muhabiri gönüllü ajan mı, havlayan yılışık köpek mi, adı dışında birşeyini bilmediğim için birşey diyemem, fakat yeteneksiz bir gazeteci olduğunu söyleyebilirim.

Soru sorma sanatını öğrenememiş..

*

Gelelim asıl mevzuya..

Duruşundan, görüşlerinden, siyasetinden, tavrından emin olanlar, haklılığından şüphe duymayanlar, tartışmaktan da, sorulara muhatap olmaktan da korkmazlar.

Tartışma ve sorular, yanlış ve zayıf fikirlerin büyüsünün bozulmasına, havasının inmesine, renginin solmasına, sesinin soluğunun kesilmesine yol açar.

Doğru ve sağlam fikirler ise, eleştiriler ve sorular sayesinde kendilerini daha iyi ifade eder, daha güçlü hale gelirler.

Nasıl kaslar çalışma sayesinde gelişip güçlenirse, doğru fikirler de tartışma, münazara, münakaşa ve sorular ile serpilip güçlenirler.

Ebenstein, John Stuart Mill’in şu sözlerini aktarıyor:

“ ‘Biri hariç, bütün insanlık aynı kanaatte olsalar ve yalnızca bir kişi zıt kanaate sahip olsa, insanlık bu insanı susturmakta haklı olamaz, tıpkı onun iktidarı ele geçirdiğinde insanlığı susturmasının haklılaştırılamayacağı gibi.’ Ortodoks olmayan kanaati susturmak, sadece yanlış değil, aynı zamanda zararlıdır; çünkü insanlığın elinden bir fırsatı gasp eder; bu fırsat hakikat olması, doğru olması veya kısmen doğru olması mümkün olan düşüncelerle insanlığın tanışabilmesidir. ‘Tartışmanın her susturuluşu bir yanılmazlık varsayımıdır.’ ” 

(William Ebenstein, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, çev. İ. Özel, İstanbul: Şule Y., 1996, s. 251.)

*

Erdoğan’a yöneltilmiş olan soruya gelince..

Bu, gerçekte çok basit, suya sabuna dokunmayan, İsrail’e ihraç edilen bazı ürünlere getirilen son kısıtlamalar çerçevesinde kolayca savuşturulabilecek, “çanak soru” denilebilecek kadar sıradan bir soru:

‘İsrail’e karşı sesinizi yükseltiyorsunuz ama yoğun ticari ilişkileri ayakta tutuyorsunuz, bu çelişkiyi nasıl açıklarsınız?’

Erdoğan bu soruya, “Yoğun ticari ilişkileri ayakta tutma gibi bir tavrımız olmadığını, getirdiğimiz kısıtlamalar gösteriyor” diyerek karşılık verebilirdi.

DW muhabiri, Erdoğan’ın bu tarz bir cevap vereceğini herhalde tahmin ediyordur.

Fakat bizimkiler, imtihana hiç çalışmamış kronik tembel öğrenciler gibi, bu kolay mı kolay soruya bile “kıl oldular”.

Erdoğan’ın verdiği “O iş bitti” şeklindeki cevaba gelince.. “Evet, bu bir çelişkiydi, fakat yoğun ticari ilişkileri bırakıyor, çelişkiden kurtuluyoruz” demiş oluyor.

Bundan sonrasına bakmak gerekiyor, o iş gerçekten bitti mi, bitecek mi?

*

İmdi, eğer sizin Gazze konusunda gerçekten samimi bir duyarlılığınız, sahici bir hassasiyetiniz varsa, Erdoğan’ın bu tür sorulara muhatap olmasından memnuniyet duymanız beklenir.

Çünkü bu tür sorular, ister iyi niyetle sorulsun isterse kötü niyetle, sonuçta Gazze lehine ve İsrail aleyhine tavır sergilenmesine vesile olurlar.

Şayet iktidar bu türden hiç eleştiri ve soruyla karşılaşmazsa, “El elin eşeğini türkü çağırarak arar” hesabı sadece miting (sadece ve yalnızca miting) yapar, sonra da kulaklarının üstüne yatar.

Siz iktidar yandaşları yandaşlığın gereği olarak bu tür sorulardan uzak durursanız, yandaş olmayanlar da “Neme lazım, bunların gözünü kan bürümüş, benim gibilere ya Almanya’nın ya da İran’ın gönüllü ajanı demek için pusuya yatmış bekliyorlar, iftira mitralyözünü kurmuş, keskin algı operasyonu nişancılarını her köşe başına dikmişler, aman Allah şerlerinden saklasın, dertsiz başıma iş almayayım” diyerek susarlarsa, iktidarın silkinip kendisine gelmesini ne sağlayacak?

Bunun için mahşer gününü mü beklememiz gerekiyor?!


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...