DİNDE ZORLAMA YOKTUR, ATATÜRKÇÜLÜKTE DE OLMAMALIDIR!

 











Bakara Suresi’nde buyurulduğu gibi “Dinde zorlama yoktur”.

Dinde zorlama olmadığı gibi dinsizlik, densizlik, Kemalizm ve Atatürkçülükte de zorlama olmamalıdır.

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür olmanın gereği budur.

O yüzden, bireylerden, vatandaşlık haklarından yararlanmak için Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini etmeleri istenmemelidir.

Vatandaşlık haklarından yararlanmak için Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olmak, ayrıca bunu bir de yemin ile sağlam kazığa bağlamak zorundaysanız, yani hür iradenize ipotek konulmasına onay vermek mecburiyetinde kalıyorsanız, sizin fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir birey olduğunuz söylenebilir mi?!

Böylece size şu denilmiş oluyor:

Ya vatandaşlık haklarından yararlanmak istiyorsanız fikren takiyyeci, vicdanen kör, irfanen esir olmayı kabul edeceksiniz, ya da vatandaşlık haklarından mahrum birer parya, serf ve köle olmaya razı olacaksınız.

*

Hayır, “millet iradesi”nin efendileri insanların fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olmasına razı değiller.

Fakat sahtekârlıkta çağı yakalamış hatta aşıp geçmiş oldukları için bir de tutup bunun edebiyatını yapabiliyor, özgürlükçülükten dem vurabiliyorlar.

Hem sözde “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmayı savunuyorlar, hem de millete Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini dayatmasında bulunuyorlar.

Onlara göre dinde zorlama olmayacak, fakat Kemalizm’de olacak..

Mesela azgın ve şirret Kemalistler çıkacak “Cuma hutbesinde Atatürk’e niçin her fırsatta rahmet okunmuyor?! Her fırsatta okunmalı, yoksa size camide bile rahat vermeyiz” diye zorlamada bulunacaklar.

Türkiye’de olan maalesef bu..

“Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!”

Kurtların bile “Bu kadarı da olmaz!” diyerek şaşkınlıktan küçük dillerini yutacakları bir acayip “düzen”de yaşıyoruz, fakat gözlerimizi böyle bir dünyaya açtığımız için bize bu anormallik doğal geliyor, “hayatın doğal akışı” gibi görünüyor.

Düşmanın bile insaflısı halimize bakıp acıyor, insafsızı ise gülüyor.

*

Normalde Diyanet’in Atatürk hakkında aydınlatıcı fetva vermesi ve milleti onun İslam’la ilgili lafları konusunda uyarması gerekir.

İslam’ı ve imanı savunmak için bunu yapmak zorundadır.

İmanın altı şartından biri “kitaplara iman”dır.

Soyadı kanununu çıkardıktan sonra Atatürk soyadını alan Ali Rıza ile Zübeyde’nin oğlu Mustafa ise “kitaplar” hakkında “gökten indiği sanılan” diyebilmiş, imansızlığını açıklamış bir adam.

İmanın bir diğer şartı “peygamberlere iman”..

Bu adam ise, Kâzım Karabekir’in şahitliğine göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hakkında “Arap oğlu” diye konuşup saygısızlık yapabilmiş..

Peygamberlere iman bahsinde durumu bu..

Kur’an için de “Arap oğlunun yaveleri” diyor, böylece hakaret ve aşağılama portföyüne yerleri ve gökleri, kendisini, ana ve babasını, başında bulunduğu ülkeyi ve milleti yaratan Allahu Azîmüşşan’ı da ekliyor.

Diyanet, imanı olmayan böyle bir adamı camide cuma hutbesinde rahmetle anmanın caiz olmadığını millete açıklamak zorundadır.

Bunu yapmadığı gibi bir de adını anıp sanki bir peygambermiş gibi rahmet okuyor.

Yetmedi bir de, daha fazla anmadığı için, hariçten gazel okuyan arsız ve şirret tiplere özür beyan ediyor.

Neden?

*

Nedeni şu: Türkiye’de gerçek bir din ve vicdan hürriyeti mevcut değildir.

Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olmanın önemi dinsizlik mevzubahis olduğunda hatırlanmaktadır.

Kimse bir dinsize ya da Atatürkçüye bu ülkede “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i rahmetle anacaksın, ona salavat okuyacaksın” diyemiyor.

Diyemez.

Deme ihtiyacı da duymaz.

Fakat laik (siyasal dinsiz) Atatürkçü bunu müslümana der.

Diyor. Diyebiliyor.

Demekle kalmıyor, bunu yaptırıyor.

Ardından da “İşte size laiklikle gerçek din ve vicdan hürriyetini getirdik” diyerek müslümanla alay ediyorlar.

*

Atatürk, bir askerdi, ordu komutanlığı yaptı..

Askerdi diye TSK'da Atatürk'ü istediğiniz kadar anıyorsunuz. Asker değildi diyenimiz yok.

Fakat bir İslâm âlimi, bir din bilgini değildi. 

Dini, İslam'ı önemseyen bir adam da değildi.

Camiden cemaatten bucak bucak kaçardı.

Fakat içki meclislerini, akşam sofralarını, şarkı türkü fasıllarını çok severdi. Müdavimi, tutkunuydu.

Peki bu yüzden meyhanelere, barlara, gazinolara Atatürk'ü anma yükümlülüğü getiriyor musunuz?

Plajları şenlendirmeyi de unutmazdı.. Bundan hareketle spor salonlarına, yüzme havuzlarına Atatürk'ü anma ödevi yüklüyor musunuz?

Dansla valsle vs. de arası iyiydi.. Dans salonlarına Atatürk'ü etkinliklerinde anma talimatı veriyor musunuz?

Vermiyorsunuz.

Peki niye adamın, kapısının önünden bile geçmek istemediği camide anılması için dayatmada bulunuyor, şirretlik ve arsızlık sergiliyorsunuz?

Neden Türkiye'de camiler; barlar, gazinolar, dans salonları, plajlar vs. kadar bile hür ve bağımsız değil?

*

Diyanet’e gelince..

Atatürk hakkında yapılması gereken açıklamayı yapmayarak “dinî” vazifesini ifadan kaçınıyor.

Onu rahmetle anmak suretiyle, dinen caiz olmadığı halde, laik (siyasal dinsiz) devletin dayattığı “resmî” vazifesini yapıyor.

Milletin laik efendilerine “Dinde zorlama yoktur, Atatürkçülükte de olmamalıdır” diyemiyor.

Buna da “kıyamet alâmeti” deniyor.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...