Türkiye eğer bir devletse, bir devlet refleksine
sahipse, “devlet aklı” denilen ne idüğü belirsiz nesneden
biraz nasibi varsa, İsrail’in
kendisi için bir ulusal güvenlik tehdidi olduğunu görüyor olmalıdır.
Başbakanları Netanyahu
daha geçen gün İşaya (Yeşaya) kehanetlerinden bahsediyordu.
Adamların uzun vadedeki hedefi Nil’den Fırat’a uzanan
bir devlet haline gelmek.
İsrail’in başbakanı İşaya kehanetinden bahsediyor, politikasını
bu kehanetler üzerine oturtuyor, ABD ve Avrupa da onları destekliyor.
Peki Türkiye’de bir baş(ba)kan mesela hadîslere
dayanarak Mehdî’den söz eder mi?
*
Etmez!
Etmek bir tarafa, eden adamın siyasî kariyeri sona erer,
devlet hizmetinden tard edilir.
Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından Adnan Tanrıverdi Paşa’ya yapıldığı gibi.
Sırf Mehdî kelimesini ağzına aldığı için istifa etmek
zorunda bırakıldı. Kibarca kovuldu.
Evet, Türkiye’nin İsrail’den farkı burda..
Türkiye, laik (siyasal dinsiz) ve çağdaş bir devlet..
İsrail, ABD ve Avrupa Birliği gibi dinci değil..
Yani Erdoğan’ın sözünü ettiği (Atatürk soyadını alarak kendisini Türklerin atası ilan eden
şahıstan miras kalmış olan) “muasır medeniyet seviyesi”ni aşma hedefi
gerçekleşmiş durumda.
İsrail’i, ABD’yi, AB’yi sollayıp geçti.
O yüzden de, bir yandan “yüzeydeki” devlet Adnan
Tanrıverdi Paşa gibi Mehdî’den söz edecek kafa yapısındaki kişileri “devletten
tasfiye” ederken, “derin”deki
devletçiler de ilahiyatlardaki, medyadaki vs. kuklalarına “Mehdî diye bir şey yok,
varsa bile çoook zaman sonra gelecektir” türküsünü söyletiyorlar.
Nurcular için
de oynayıp mutlu olacakları bir oyuncak imal etmişler.
Onlara da “Mehdî Bediüzzaman hazretleriydi, öldü gitti,
Mehdî meselesi de kapandı” dedirtiyorlar.
(Evet, Nurcular’ın nerdeyse tamamı bu
kafada.. Medine’de son peygamberi
bekleyen, fakat gelince sırf İsrail soyundan değil diye kabul etmeyen Yahudiler’i
andıran bir vaziyetteler. Yarın Mehdî çıksa “Sahte Mehdî” diye Deccal’in safında yer almayacaklarının
garantisi yok ne yazık ki.. Ve onların bu hale gelmesinin baş sorumlusu, şu
anda da Türkiye siyasetine yön vermekte olan derin devletçi yapı..)
*
Evet, Türkiye’nin bugün de siyasetine yön veren derin
devletçi yapının birtakım “sabite”leri
(değişmezleri) var.
Bu sabiteler için İslam’ın sabiteleri ile
oynuyorlar. Oynadılar.
Derin sabitelerin esasını Anayasa’daki
“değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler temsil ediyor gibi görünse de, bunu tek bir
öğeye irca etmek mümkün: Atatürk’e tanrı muamelesi yapılması, o da
olmuyorsa (hatasız, masum, günahsız, her işi hikmetli) peygamber gibi kabul edilmesi.
Nasıl İslam itikadî (zihniyet düzeyindeki) bozukluk (küfür) ile amelî bozukluk (günah) arasında ayrım
yapıyorsa, derin devletçi Atatürkçülük de benzer bir ayrım yaparak itikaden
(inanç bakımından) Atatürkçü olma ile amelen (pratikte) Atatürkçü olma arasında
ayrım yapıyor.
Adam kelime-i şehadet getirip de küfür
söz söylemedikçe amelinden (gâvur gibi günaha batmasından) dolayı nasıl tekfir edilmiyorsa (kâfir kabul edilmiyorsa),
derin devletçi Atatürkçülük de vatandaşlardan rejimin kelime-i şehadeti olan şu türden sözleri
söylemelerini istiyor: “Atatürk’e minnet borçluyuz, vatanı kurtardı.. Atatürk
aleyhinde konuşmak caiz değildir.”
Bazılarına da (İskenderpaşa Cemaati’nin
Sağduyu Partisi’nde olduğu gibi) şunu söyletiyorlar: “Önemli olan müslüman olup
olmaman değil, bağımsız mısın, sağduyulu musun, önemli olan bu.” (Böylece
Atatürkçü olduklarını söylemeseler de İslamcılığı bırakıyor, sırat-ı müstekîmi
terk ederek Atatürkçü söylemler kulvarındaki yerlerini almış oluyorlar.)
Atatürk’ün akşamları çilingir sofra
kurup rakı içme, balolarda dans etme gibi müekked sünnetlerini, şapka gibi farzlarını terk türünden “rejimsel günahlar”a gelince..
Atatürkçülük
ideolocyasında bu türden amelî “günah”lar adamı Atatürkçülük ideolojisinden
ihraç etmek (Atatürkçü tekfire tabi tutmak) için geçerli bir neden değil.
Atatürk'ü seven, rejimin kelime-i şehadetini benimsemiş bir adam olmak yeterli görülüyor.
*
Yazımıza başlarken İsrail’in Türkiye
için bir ulusal güvenlik tehdidi olduğunu söylemiştik..
Devlet aklının (varsa eğer) bunu
görüyor olması gerekiyor.
Dolayısıyla Türkiye, laikliği (siyasal
dinsizliği) gereği dinî kaygılar taşımıyor olmakla birlikte, “ulusal güvenlik” endişesiyle
(nefsi müdafaa eksenli) bir duruş sergilemek ve İsrail’in Gazze gibi
beldelerdeki operasyonlarına tepki göstermek zorunda.
Diyelim ki İsrail’in Gazze ve Suriye’de
ayağına taş değmedi.. Sıra Türkiye’ye gelecektir.
Ancak Türkiye gayet rahat..
Bunun nedeni, İsrail’in 75 senede çok
fazla bir mesafe kat edememiş olması.. Ve giderek daha büyük bir direnişle
karşı karşıya gelmesi..
Dolayısıyla Türkiye “İsrail benim sınırlarıma
dayanamaz” diye düşünüyor.
O yüzden de İsrail’e gösterdiği tepki “Dostlar
alışverişte görsün, avara kasnak gibi gezdiğimizi düşünmesin” türünden “söylemsel”
triplerin ötesine geçmiyor.
Tribünlere
oynanıyor, (petrolü, doğalgazı,
doları bol olan) Arap dünyasının hatırı için slogan atılıyor.
Diplomatik anlamda gerçek bir tepki
yok.. Mesela İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi, büyükelçinin
çağırılması vs. söz konusu değil.
Dövüşmeden söz etmiyoruz, burada
mevzubahis olan küsme.. Türkiye
İsrail’e küsmüyor bile..
“Siz Kürtler’in YPG’sine, Fetullah’ın FETÖ’süne
terörist demiyorsunuz he mi, aha da ben de Hamas’a
terörist demiyorum” demek o kadar da büyütülecek birşey değil.
*
Tarih Ocak 2004.
Yaklaşık 20 yıl önce.
Erdoğan Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde..
TOBB-DEİK İş Konseyi'nin yemeğine katılarak Türk ve Suud işadamlarına hitaben bir konuşma yapıyor.
Şunları diyor:
Altını çizerek bir şey söylemek istiyorum. Yalnız, yanlış anlaşılırım endişesini de taşıyorum. Ben İslam Ortak Pazarı anlayışını doğru bulmuyorum. Çünkü, ne olursa olsun bu birliktelikleri ne etnik, ne dini kökene ne de coğrafyaya bağlı olarak düşüneceğiz. Artık dünyada bunların hiçbirisi kaldı mı?
Ekonomi ilişkilerde böyle bir şey var mı? Kuruluşları böyle oluşturmaya kalktığımız anda kamplaşmalar başlar, münasebetler kesilebilir. Biz, şöyle bir şey koyabiliriz; ekonomik ve ticari alanda ortak kalkınan ülkeler birliği diye bir şey oluşabilir. Burada ortak payda dayanışma olabilir. Dünyadaki küreselleşmeyle doğru orantılı veya paralel olmalıdır.
(https://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/politika-haberleri/erdogan-islam-ortak-pazari-olmaz_ID477735/)
İslam ortak pazarı anlayışını doğru bulmayan adam, NATO benzeri bir ortak savunma teşkilatını hiç doğru bulmaz.
Birliktelik olmalı ama dinî kökene dayalı olmamalı.
Neye dayalı olmalı peki?
Ekonomik dayanışmaya dayalı olmalı. Para mevzuları önemli.
Birliktelik küreselleşmeyle, yuvarlaklaşmayla paralel gitmeli.
Tam laiklik.
*
Erdoğan bu tarihten 14 yıl sonra "güncellenmiş İslam"dan söz edecektir.
Hakkını yemeyelim, ara sıra İslam hakkında çok doğru sözler de söylüyor.
Fakat yaptığı yıktığını karşılıyor mu, mesele burada.