ATATÜRK’ÜN “BÜYÜK İNSAN” OLMAYA, “DEVLET CİDDİYETİ”NE YAKIŞMAYAN, BİLİNMESİ “HOŞ OLMAYACAK” HALLERİ

 

                                                            Ali Rıza Erdim


Evet, Selanikli Mustafa Atatürk’ün “büyük insan” olmaya, “devlet ciddiyeti”ne yakışmayan, bilinmesi “hoş olmayacak” halleri varmış.

Bunu kim diyor?

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi mi?

Hayır!

Bediüzzaman Said-i Nursî mi?

Yine hayır!

Şeyh Said olabilir mi?

Hayır, o da değil.

Kim peki?... Acaba Kadir Mısıroğlu olabilir mi?

Gene hayır, gene hayır!

Bunu diyen, Selanikli’nin en yakınında bulunmuş bir adam.

Kâtib-i has’ı, yani özel/hususi katibi.

İsmi, Ali Rıza Erdim.

*

Erdim’in başlığa aldığımız sözlerine geleceğiz, fakat önce, Hürriyet’te yayınlanmış olan röportajında söylediği bazı sözler üzerinde duralım.

Röportaj 7-8-9 Kasım 2010 tarihlerinde yayınlanmış. Ancak yapıldığı tarih eski, 1973 yılı. Ve o tarihte Erdim 73 yaşında (vefat tarihi 1995). Röportajı yapan, gazeteci Seyfettin Turhan. Hürriyet gazetesi röportaj kasetlerine, vefat etmiş bulunan Turhan’ın üvey kızı Prof. Dr. Belkıs Menemencioğlu vasıtasıyla ulaşmış (babası Bülent Menemencioğlu).

Söyleşiden, Atatürk’ün Nutuk’u kaleme alışı sırasında yanında olan iki kişiden birinin bu Ali Rıza Erdim olduğunu öğreniyoruz. (Diğeri Memduh Atasev. Yazımı iki ay sürmüş.)

Erdim, Atatürk’ün diğer bazı önemli kararlarında da yanında bulunmuş. Mesela İsmet İnönü’nün başbakanlıktan ayrıldığını duyuran izin yazısı onun kaleminden çıkmış.

*

Erdim kendisini şöyle tanıtıyor:

“… yetim büyüdüm. Babam Balkan Harbi’nde askerdi; şehit haberini aldık. Konu komşuların yardımlarıyla rüştiyeyi, ardından yatılı olarak idadiyi bitirdim. Hükümet kurulduğu zaman da Büyük Millet Meclisi’nde (BMM) münhal [açık, boş] bulunan bir kadroya talip oldum. … 19-20 yaşlarındaydım. Sonra, BMM’nin Riyaset [başkanlık] makamına sahip olan Mustafa Kemal Paşa’nın Kalem-i Mahsusu’nda [özel kaleminde] çalıştım. ... O şekilde kaldım. 1962 senesine kadar da [Cumhurbaşkanlığı’nın] Kalem-i Mahsus’ta 40 sene devam ettim. Atatürk’ün seyahatlerine iştirak ettim.”

Erdim, “Onu en son ne zaman gördünüz?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermiş:

“Dolmabahçe’deyiz [1938 senesi], yedek subaylar, özellikle öğretmenler maaşları verilmediği için Gülhane Parkı’nda toplanmışlardı. Polisler bir ayaklanma falan zannetmişler. Saraya aksettirilmiş mesele. Subaylar saraya yürüyeceklermiş. Ben de o gün nöbetçiyim. Bu askeri toplantılardan, yürüyüşlerden Atatürk kuşkulanmış. Orduya, “Bana bağlılığınızı bildirin” diye tamim göndermiş. Her taraftan bağlılıklarını bildiren yazılar geliyor. Yazılar o kadar çok ki, yoruldum, bıktım.... Saat; [gece] 2.00-3.00. …”

*

Başlıktaki mevzuya gelelim.

Atatürk’ün “büyük insan” olmaya, “devlet ciddiyeti”ne yakışmayan, bilinmesi “hoş olmayacak” halleri neler olabilir?

Bilmiyoruz.

Anlatılmıyor.

Anlatılamıyor.

Demek ki, bu millet gerçek Atatürk’ü tanımıyor.

Gerçek Atatürk bu millete anlatılmıyor.

Kitap ve nutuklarda efsane kabilinden hayali bir Atatürk var.

İnsan olmaktan çıkarılıp tanrılaştırılan Atatürk.

Odatv.com‘da 21 Mayıs 2019 tarihinde yayınlanan Ergun Türkcan imzalı yazıda yer alan bazı ifadeler şöyle:

Cumhuriyet’in “19 Mayıs 19” ekinde Miyase İlknur’un hazırladığı “Atatürk’ün Özel Katiplerinden Ali Rıza Erdim, Atatürk’ün Daha Önce Bilinmeyenlerini Anlattı” başlıklı, iki sayfalık özel hatıra derlemesi beni 1970’lere götürdü. Yazının girişinde sadece, bu hatıraların Seyfettin Turan’ın [Turhan] kızı Prof. Dr. Belkıs Menemencioğlu’nun babasından kalan teyp kayıtlarının çözümünün bir kısmı olduğu ve bir kitap olarak basılmasının düşünüldüğü de belirtiliyor. (…)

ALİ RIZA ERDİM “AMCA”

Gelelim Ali Rıza Erdim “amcamıza”…. Arada kayınpederlere yaptığı ziyaretlerinde, haberim olursa ben de gelip sohbete katılıyordum.  Kuşkusuz bu sohbetlerde, Atatürk ve Çankaya sakinleri konuşuluyor, olmadık biçimde tarihi hatıralar gün yüzüne çıkıyordu; dört cumhurbaşkanının (Cemal Gürsel gelince emekliliğini istemiş) yanında katib-i has olarak kalmak olağan üstü bir görev durumudur….

… Ben de bir şekilde Seyfettin Bey ile tanışmıştım….

… Yıllardan 1973-4 olmalı, ya Seyfettin Bey bizi, galiba eski bir WV olan arabasıyla Cebeci’den topluyor ya da ben [Ali] Rıza Bey’i taksiyle getiriyordum…. [Ali] Rıza Beyin aklına gelen konular, yemekte konuşulan bir meseleler, kimi siyasi kimi ailevi (tabii Atatürk ile ilgili) anlatılıyordu….

Bazen [Ali] Rıza Bey eliyle bir işaret yapıp, Seyfettin Beye veya bana “şunu kapatın”diyor, teybi durduruyorduk. Çünkü bazı hatıralar, bilgiler, ona göre, o “Büyük İnsan”ın ruhunu, devletin ciddiyetini zedeler, yayınlanmasa bile kayda geçmesi hoş olmazdı. Bunları başka birtakım şeyleri açıklamak için “mecburen” ortaya saçtığını, bizim de unutmamızın münasip olacağını, hissettirirdi. Devlet kavramı veya varsa derin devletin en iyi temsilcilerinden biriydi; çünkü devletin en gizli evrakına, olaylarına şahit olmuş, kim bilir hatırlamadığı veya bize anlatmadığı ne büyük devlet sırlarını mezarına götürmüştü; Allah rahmet eylesin.

… Bilindiği gibi, Atatürk konusunu da efsanelere, prefabrik hikâyelere indirgemiş, bir doğrunun yanına bin katarak icra-i ticaret etmekteyiz. Hiç olmazsa benim neslim bunun dışında kalmalıdır.

(https://www.odatv.com/kultur-sanat/ataturkun-katibinin-yazilmamis-anilarinin-bilinmeyen-hikayesi-161670)


OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...