BEN NE DİYORUM, TANBURAM NE ÇALIYOR!







Yeni Şafak gazetesinin kıdemli ve tecrübeli Erdoğan yağcısı yazarı Prof. Hayrettin Karaman'ın son yazısı (ve de o yazıdan aldığı ilhamla heyecana kapılıp yağın dozunu kaçıran Ömer Lekesiz'in zırvaları) olmasaydı, şimdi bu satırları, bu yazıyı okumuyor olacaktınız.

Bu beyzadeler, (Erdoğan'ın tabiriyle) "şahsım" gibilerin Erdoğan eleştirisini yanlış anlıyor ya da yanlış anlıyor görünerek çarpıtıyorlar.

Erdoğan'a "Türkiye'ye Şeriat getir" dediğimiz yok. Onun Türkiye siyasetinde bugünkü konumuna hangi iç ve dış çevrelerle ne tür görüş alışverişleri yaparak geldiğini biliyoruz.

Ona diyoruz ki, Türkiye'nin laikliğini tutup Mısır ve Tunus'a ihraç etmeye, onları da Şeriat'ten vazgeçirmeye çalışma!

Siz nasıl kalem erbabısınız ki bu kadar açık ve net birşeyi anlayamıyorsunuz?

Ya da şöyle mi demek lazım: Siz nasıl utanmaz adamlarsınız ki bu kadar akla ziyan çarpıtmalar yapabiliyorsunuz.

*

Bu beyler böyle yazılar yazdıkça bizim gibilerin de Erdoğan konusunda bazı hatırlatmalar yapması gerekiyor.

Yapmazsak vebalde kalırız diye düşünüyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devirdiği o kadar çok çam var ki, hangi birini düzeltesin..

Neredeyse bütün ölçülerle oynuyor, altüst ediyor.

Bir misal: Zamanında iktidar için papaz elbisesi bile giymeyi savunabilmişti..

Şeriat getir demiyoruz, papaz elbisesi giyme diyoruz.

Papaz elbisesi giymek nedir?.. Papaz gibi yaşamak, papaz gibi davranmaktır.

Konuyla ilgili haber şöyleydi:

Recep Tayyip Erdoğan’dan yeni kaset:

Gerekirse papaz elbisesi bile giyerim

İSTANBUL Milliyet

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kaseti daha ortaya çıktı. Erdoğan, 1995’teki konuşmasında, verdikleri mücadelenin iktidara gelmesi uğruna papaz elbisesi bile giyebileceğini söylüyor.
Star TV’de yayınlanan kasette Erdoğan, kurallarını kendi inancı dışındaki yapının koyduğu bir toplumda yaşadıklarını belirterek, “O kuralları değiştirip kendi nizamımızı getirmenin mücadelesini veriyoruz” diyor. Ardından Erdoğan mücadelenin yöntemini şöyle açıklıyor: “Biz bu toplumun içinde yeni bir nizamı hakim kılmanın mücadelesi içindeyiz. Neydi o mücadele? Zamana ve zemine göre değişmeyen doğrunun iktidar olmasıdır. Bu mücadeleyi iktidara getirme noktasında gerekiyorsa ne yaparım dedim. Papaz elbisesi dahi giyerim. Bu var mı usulün içinde? Var tabii ki.”
Erdoğan yine aynı dönemde bir başka kasette de laikliği “Dinsiz bir zihniyetin zulmüdür, bu ülkede müslümanlara yapılanlar” sözleriyle yorumluyor.

(http://www.milliyet.com.tr/2002/05/30/siyaset/siy07.html)

“Zamana ve zemine göre değişmeyen doğru”nun, zamana ve zemine göre değişmeyen bir usulü de vardır.

Beyefendi, kafasından usul icat ediyor.

“Bu mücadeleyi iktidara getirme noktasında gerekiyorsa ne yaparım dedim. Papaz elbisesi dahi giyerim. Bu var mı usulün içinde? Var tabii ki” diyor.

Tabiri caizse, kafadan atıyor..

“Bu mücadele”, eğer bizim bildiğimiz “o mücadele” ise, onun usulü içinde papaz elbisesi giyme yoktur.

“Bu mücadele”, Mısır ve Tunus'tan Şeriat'i silip atma ve yerine laikliği (siyasal dinsizliği) oturtma ise, onda gerçekten de papaz elbisesi de vardır, "şapka devrimi" de, frak da, smokin de..

*

Öncelikli derdi dünya olan, bunun için dini istismar etmekten kaçınmayan, insanların dinî duygularını kullanmayı "ilm-i siyaset" kabul edenlerin usulünde bunların hepsi bulunuyor olabilir, birşey diyemeyiz.

Ki, Tayyip Erdoğan, yıllar önce, geçmişte dini istismar etmiş olduğunu da itiraf etmişti.

Okuyalım:

“…Recep Tayyip Erdoğan 3 Mart 2004 tarihinde şu sözü söylemiştir, ’Biz din istismarı yaptık, din istismarı hataydı. Din adına parti kurmak dine kötülük yapmaktır’ demişti. İstismarın karşılığı sömürmektir. Demek ki Erdoğan, Türk milletinin dini inançlarını sömürerek başbakan oldu. Bunu ben söylemiyorum kendisi diyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/4370575_p.asp)

Sonradan AKP milletvekili olarak vatana “hizmet” eden Mehmet Metiner de, 6 Temmuz 2003’te şunları yazmıştı:

“Dünün Erdoğan’ı yok artık. O ‘İslami devlet’ diyen Erdoğan gitmiş, yerine ‘Din devletine karşıyım, dinsel milliyetçiliğe hayır!’ diyen bir Erdoğan gelmiş.” 

(http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=2341)

İşte, dediğimiz özetle bu: 

Türkiye'yi İslam devleti yap demiyoruz, fakat din devletine karşı olma, karşı çıkma!.... 

Böyle konuşma! 

Değmez!

*

İktidar olmak için papaz elbisesi bile giymeyi içine sindirebilen, bunun için kafasından usul icat eden birinin geleceği nokta ancak bu olabilir: İktidara gelir, ve gelmesini sağlayan “din” merdivenine tekmeyi vurur, ardından da, “Biz din istismarı yapmıştık, ne kötüydü!” diye pişmanlık sergiler.

Ne yazık ki, Erdoğan, daha sonra da, işine geldiği zaman dini istismar etmeye devam etti.

Ediyor.

Faydaları ve hizmeti de oluyor, inkâr etmiyoruz, fakat üzerine bol kepçe istismar sosu döküyor, karşılığını oy şeklinde tahsil ediyor.

Fakat, asıl söylemek istediğimiz bu değil, kendisi itiraf etmemiş olsa istismar "top"una girmeyi de düşünmezdik. Asıl önemli mesele şu:

Papaz elbisesi, bir küfür simgesidir.. 

Böylesi bir elbiseyi bir müslüman ancak, ölüm (ya da azalara zarar verecek şekilde şiddetli dövme) tehdidi altındayken giymeyi kabul edebilir. 

Giymezse öldürülecekse, kendisini öldürme tehdidinde bulunanlar bunu fiilen gerçekleştirmeye muktedirse (Salt tehdit yetmez), işte bir müslüman ancak o zaman, papaz elbisesi giymeyi kabul edebilir. 

Yoksa, durduk yere aşkla şevkle bunu savunmaz.

Aliya gibi düşünür: "Biz 'bu mücadele'yi öldüğümüz zaman değil, düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz." 

Böyle düşünüp papaz elbisesini tehditlere rağmen giymeyi kabul etmez de öldürülürse, yani ruhsat yerine azimeti tercih ederse, şehit olur.

Buna karşılık, dünya nimetlerinden daha fazla yararlanmak için böylesi birşeyi kabul ederse, dünyayı ahirete, küfrü imana tercih etmiş demektir.

O yüzden, Ehl-i Sünnet’in akaid kitaplarında, mesela zünnar (papaz elbisesinin bir parçası, ipe benzeyen kuşak) takmanın küfür olduğu belirtilir. (Bakınız: Bir Vehhabî'nin değil, bir "mutasavvıf müderris"in, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî rh. a.'in Ehl-i Sünnet İtikadı adlı kitabı.)

Bunu ben söylemiyorum, Ehl-i Sünnet’in akaid kitapları söylüyor. 

Ehl-i Sünnet konusundaki “derin” hassasiyetleriyle öne çıkanlar, nedense, mevzubahis olan Cumhurbaşkanı olunca, Ehl-i Sünnet’ten olmayı teferruat olarak görüyorlar. 

*

Evet, Ehl-i Sünnet akaidi kitaplarında verilen bilgiler çerçevesinde düşünüldüğünde, Erdoğan’ın “İktidar için papaz elbisesi bile giyerim” sözü, savunulabilir bir söz değildir.

Papaz elbisesini giyerken bir taraftan da Ehl-i Sünnet itikadını terk ediyorsanız bunu da açıkça söyleyin, bilelim.. 

Ehl-i Sünnet hassasiyeti bir tek Suud'u ve İran'ı döverken aklınıza geliyorsa, buna da ancak "Sünnîlik istismarı" denilebilir. 

Şu sözler de Erdoğan'a ait: 

“Çağımızda ideolojik partiler bitmiştir. Dini esaslara dayalı devlet istememiz, müdafaa etmemiz mümkün değildir.” (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=68052)

"Türkiye'yi dinî esaslara dayalı devlet haline getirmemiz mümkün değildir" dese, anlayacağız. Aciz adamdan gücünden fazlası istenmez. (Aciz değil de muktedirse, durum değişir.)

"Türkiye'yi dinî esaslara dayalı devlet haline getirmek için çalışmamız mümkün değildir" dese, yine anlayacağız. 

Allah yolunda cihat "Ben de liderim, hem de dünya lideriyim" diyen her babayiğidin harcı değil. 

Kendi yapamadığımız şeyi başkasından isteyecek halimiz de yok.

Fakat, "dinî esaslara dayalı devleti istemediğini" söylemek zorunda değilsin.

İsteyeceksin, müdafaa da edeceksin, (Hadi müdafaadan vazgeçtik) en azından isteyeceksin, çünkü senin neyi isteyip istemediğine ancak sen karar verebilirsin. 

Neyi isteyeceğine bile sen kendin karar veremiyorsan, sana hür denilebilir mi?!

Bu acizlikten de beter bir durumdur. 

İradesizliktir.

Yoksun ya da hiçsin demektir.

*

Bu tür uyarıları "şahsım" gibiler değil, Karaman'ın yapması gerekirdi.

Niye yapmıyor?

Bunu "şahsım"ın burada sormam önem taşımıyor, fakat ahirette ona elbette sorulacaktır.

*

Bu millet bir Kılıçdaroğlu'nun dinî konulardaki laflarından etkilenmez. "Yolsuzluğu hırsızlığı olmamış diye biliyoruz ama camiye yolu uğramayan Tuncelili bir Alevî" der geçer.

Merhum Özal'ın laflarından da kimse etkilenmiyordu.. Kapitalist Sabancı'nın yanında, Dünya Bankası'nda vs. çalışmış, Semra Hanım'ın eşi olmasıyla dikkat çekmiş bir adamdı. 

Erdoğan ise gençliğinden beri Millî Görüşçü Erbakan "Hoca"nın yanında olmasıyla tanınmış bir imam hatipli.. 

Fırsat buldukça kameraların önünde Kur'an okuyup "hocalığını konuşturan" bir hatip..

Millet onun laflarından etkileniyor. Sözlerini benimsiyor.. Onun gibi düşünmeye başlıyor.. Başladı..

Arap atasözünde haklılık payı var: İnsanlar, hükümdarlarının dini (inancı) üzeredir. 

Öyle ki, "şahsım" gibi kıyıda köşede kalmış birkaç kişi tutup Erdoğan'ın sözlerindeki hatalara dikkat çektiğinde yadırganıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yanlış sözleri değil, o sözleri tenkit edenler yadırganıyor. Erdoğan ne söylese bir yaldızlı kulp takılıyor.

Cumhurbaşkanı kendi vebaliyle beraber kendisine uyanlarınkini de üzerinde taşımakta.. 

Ve Karaman gibiler de aynı vebale ortak oluyorlar.

Hayrettin Bey'e diyeceğimiz şudur: 89 yaşındasın, ölüm var, ölüm var, ölüm var! Hesap var!


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...