UĞUR
MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 46
Önceki iki bölümde gördüklerimizden
şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:
Selanikli Mustafa
Atatürk mütareke (ateşkes) döneminde (Samsun’a çıkışından önce)
İstanbul’dayken, Fethi Okyar’la birlikte, işgalci İtalya’yı temsil eden
bir “İtalyan şahsiyet”le görüşüp, Osmanlı
Devleti’ne ve hükümetine ihanet hususunda ondan adeta akıl ve talimat almış
durumda.
İtalyan şahsiyet bunlara “Hükümetin[inizin] acizliği yüzünden bu memleketin
nasıl fena akıbetlere sürüklendiğini görüyorum. Sizin bunları düşürecek
ve yeni bir hükümet kurabilecek teşkilat ve adamlarınız var mıdır?" diye sormuş.
Buradan anlaşılıyor ki, Osmanlı Hükümeti, işgalci güçlerin her talebine “Evet” deme konusunda “acizlik” sergilemiş.
İşgalci düşman İtalyanlar ile müttefiklerinin (İngilizler ve Fransızlar'ın), taviz
konusunda “acizlik” göstermeyecek (iç ve dış siyasetinde, eğitimden kültüre
kadar bütün politikalarında Batı’ya teslim olacak, milletin dinini imanını
“satacak” hain bir) “yeni hükümet”e ihtiyaç duyuyor olmaları "hayatın olağan akışı"na uygundur.
*
İtalyan şahsiyete cevabı Fethi vermiş, bu işi yapacak
ölçüde “kuvvetli olduklarını ve kuvvetli arkadaşlarının da bulunduğunu” söylemiş. (Bkz. Falih Rıfkı Atay, “M. Kemal’in Mütareke
Defteri ve 19 Mayıs, haz. Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni Gün Haber
Ajansı Basın ve Yayıncılık, Mayıs 1999, s. 133.)
Yani teşkilatları da,
adamları da var.
Fethi orada şahsı adına konuşmuyor,
“teşkilat”ları adına konuşuyor. (Teşkilatları da, önceki bölümlerde
aktardığımız gibi, Selanikli liderliğinde kurmuş oldukları “ihtilal komitesi”..
Bu çeteyi “ihtilal komitesi” olarak adlandıran da yine Selanikli.)
Teklifine olumlu cevap alan
İtalyan şahsiyetin başka birşey söylemesine gerek kalmamış, onlara başarılar
dilemekle yetinmiş.
“O halde, kendinizi
göstermelisiniz?" demiş.
Emir büyük yerden.
*
Bunları anlatan ne Necip
Fazıl Kısakürek, ne de Kadir Mısıroğlu.
Padişah Vahideddin de “İstihbarat
teşkilatımızın bana bildirdiğine göre, hain Selanikli, işgalci düşman güçler
adına konuşan bir İtalyan şahıs ile, devletimiz ve hükümetimiz aleyhine
işbirliği içine girmiş, böyle bir görüşme yapmış, mutabık kalmışlar” diyor değil.
Bunları anlatan, Selanikli’nin
kendisi.
Muhtemelen içkili olduğu
bir sırada “Şecaat arzederken merd-i Kıptî sirkatin söyler” (Kıptî’nin
merdi yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler) babından ihanetini açıklamış.
Dumanlı kafalılıkta
ondan geri kalmayan (sosyal bünyedeki “ata tür kist” durumundaki) Atatürkistler
de onun bu tür kahramanlık öykülerini ballandıra ballandıra anlatıyor, “Benim
atam devletine nasıl ihanet eder, hem de nasıl, sen biliyon mu?” dercesine bundan bir övünme
payı çıkarmayı bile başarıyorlar.
*
Selanikli, söz konusu
“ihanet görüşmesi”nden sonra yaptıkları değerlendirmeye ilişkin olarak şunları
söylüyor:
“Herhalde
İtalyanların bir başka maksatları olmalı idi. Arkadaşlarla bu maksadın ne
olabileceğine hükmettik: Antalya ve havalisinden başka İzmir ve havalisine
de hâkim olmak! Buraları Yunanlılara bırakmamak!” (Atay, s. 134.)
İlginç..
Çok çok ilginç.
İlginçlik şu soruyla
açığa çıkıyor: Selanikli İzmir ve havalisinin Yunanistan’a bırakılacağını
o sırada nereden bilmekte ve nasıl böyle bir değerlendirme yapabilmektedir?
İki bilinmeyenli
denklemdeki iki “bilinmeyen”i de, hiçbir matematiksel işlem yapmadan şıppadanak
biliyor.. Maşallah.
Bilinmeyenlerden biri,
İzmir ve havalisini Yunan’ın işgal edeceği.
İkincisi, İtalya’nın da
İzmir’de gözünün olduğu.
Bilindiği gibi Yunan
ordusunun İzmir’i işgal tarihi 15 Mayıs 1919.. Bir gün sonra da (16 Mayıs’ta)
Selanikli İstanbul’dan ayrılıyor, ve üç gün sonra, 19 Mayıs’ta Samsun’a varıyor.
İtalyanlar’ın Antalya’yı
işgal tarihi ise 28 Mart 1919.
Bu duruma göre,
Selanikli ile Fethi Okyar’ın söz konusu “İtalyan şahsiyet” ile 28 Mart’tan
sonraki günlerde görüşmüş olması gerekiyor.
Eğer bu tarihten önce
görüşmüşlerse, denklem üç bilinmeyenli hale geliyor.. Fakat ne gam, Selanikli (gaipten
haber almış gibi) üçüncü “bilinmeyen”i, İtalya’nın Antalya ve havalisini işgal
edeceğini de biliyor.
Biz, görüşmenin 28 Mart’tan
sonra gerçekleştiğini ve denklemin iki bilinmeyenli olduğunu varsayalım.
Ortada henüz İzmir’in
Yunan ordusu tarafından işgali diye birşey yok, fakat Selanikli bunun
yaşanacağını biliyor.. Değerlendirmesini ona göre yapıyor.
Kimden (ya da kimlerden)
öğrenmiş olabilir?
Gaipten haber almış,
hatiften bir ses duymuş olabilir mi?
(Aramızda sır olarak
kalsın, kimseye söylemeyin: İngilizler sayesinde biliyor.. İngiliz Gizli
Servisi’nin İstanbul şefi Robert Frew sayesinde.)
*
Selanikli ile
arkadaşlarının yaptığı değerlendirme, bu ilginçliklerin yanı sıra bir de şöyle
bir muamma içeriyor:
“İtalyan şahsiyet”in
bunlara yaptığı (ve bunların itiraz etmeyip kabul ettiği) “Osmanlı
hükümetini yıkıp devlete hakim olmaları” teklifi ile, “İtalyanlar’ın
Antalya ve havalisinin yanı sıra İzmir ve havalisine de hakim olmayı istemeleri”
arasında nasıl bir ilişki ya da bağ var ki, Selanikli söz konusu
tekliften hareketle böyle bir değerlendirme yapabiliyor?
Selanikli’nin bu soruya
bir cevabının bulunuyor olması gerekiyor, fakat söylemiyor.
Onun yerine şunları
söylemiş:
“Bazı
hadiseler bu kanaatime kuvvet verdi. İtalyan şahsiyeti bizden, fakat Arnavut
aslında [Arnavut asıllı Osmanlı vatandaşı] bazı kimselerle de temas ediyormuş.
Onlara şöyle bir sır da emanet etmiş: "İzmir
ve havalisini Yunanlılara işgal ettireceklerdir. Türkiye şüphesiz bundan
memnun olmaz. İtalya da aynı endişededir. Onun için İzmir ve havalisinde
Yunan istilasına karşı silahlı teşkilat yapmalısınız. Yunanlıları
İzmir topraklarına sokmamaya çalışmalısınız. Eğer bunda muvaffak olamazsanız,
hiç olmazsa dostunuz İtalya'yı tercih etmelisiniz!" Bu iş için İtalya'nın
istenildiği kadar silah ve malzeme vereceğini de temin ediyormuş.”
(Atay, s. 134.)
Görüldüğü gibi “İtalyan şahsiyet” İtalya devleti adına konuşuyor.. İtalya’nın birilerine “istenildiği kadar silah ve malzeme vereceği” vaadinde bulunabiliyor.. Böyle bir konumda.
(İlk anda bu “şahsiyet”in, İtalya’nın “mümessil”i olarak İstanbul’daki
işgal gücünün başında bulunan ve sonradan dışişleri bakanı olan Kont Sforza
olduğu izlenimi uyanıyorsa da, Selanikli’nin sonraki açıklamaları onun İtalya’nın
İstanbul Büyükelçiliği’nin bir yetkilisi olduğunu gösteriyor.)
Bir başka husus,
Selanikli’nin, “İtalyan şahsiyet”in temas kurduğu Arnavutların ismini vermiyor
oluşu.. Bunu sır olarak saklıyor.. Neden?
Görüldüğü gibi, bu
Arnavutlar, içtikleri su ayrı gitmiyor olacak ki, “İtalyan şahsiyet”in
kendilerine emanet ettiği bir sırrı Selanikli ile paylaşabiliyorlar.. Ona bu
kadar yakınlar.
Söz konusu sır şu: "İzmir
ve havalisini Yunanlılara işgal ettireceklerdir.”
Tamam da, kim ya da
kimler işgal ettirecek?
Cevap belli: İngilizler.
Fakat nedense Selanikli
İngilizler’in ismini telaffuz etmekten kaçınıyor.
“Özne”yi denklemden
düşüren edilgen çatılı bir cümle ile işi geçiştiriyor.
Az uyanık değil.
*
Söz konusu İtalyan
şahsiyetin, Arnavutlar’a söylediklerini, daha önce görüşmüş ve “Osmanlı
hükümetini devirecek bir teşkilat” kurma aklı vermiş bulunduğu Selanikli
ile Fethi’ye de söylemiş olması ihtimali var.
Bu ihtimali geçerli
kabul edersek şu soruyla karşılaşırız: Selanikli yaptıkları görüşmenin
içeriğini neden eksik anlatıyor, neden bazı şeyleri saklıyor?
İmdi, İtalyan şahsiyet Osmanlı hükümetini “aciz” buluyor, Türkiye’nin hayrı için yeni bir teşkilat kurulması ve aciz hükümetin yerini alması gerektiğini söylüyorsa, bu İtalyan makarnasına bir de vatanseverlik sosu dökmüş olması gerekir.
Şöyle:
"İtalyan şahsiyet"in Selanikli ile Fethi'ye, “Hükümetinizin İzmir ve
havalisini Yunan’a karşı savunmaktan aciz kalacağı belli, siz madem ki
bir ‘teşkilat’sınız, hem de kuvvetli ve de kuvvetli arkadaşlara sahip bir
teşkilat, o halde kendinizi gösterin, Yunan'a karşı vatanınızı savunan bir teşkilat olarak o aciz hükümeti devirip düşürme hakkınızın bulunduğunu, hatta bunun bir sorumluluk, bir zaruret olduğunu milletinize gösterin, hükümetinizin ayağını kaydırın” demiş olması gerekir.
Dememiş olması, “hayatın
olağan akışı”na aykırıdır.
Adamın olayı rasyonalize etmesi, yalın ve çıplak bir "devletini satma ve vatana ihanet" faaliyeti olmaktan çıkarıp ona vatanseverlik kulpu takması ve teklifini yadırganmayacak "rasyonel" bir ambalaj içinde sunmuş olması beklenir.
Peki neden Selanikli
deccal (çok yalancı) burada yine sanatını konuşturuyor ve algı operasyonu ile şaşırtmaca yapıyor?
*
Cevabı basit:
Anadolu’da Yunan
karşıtı bir silahlı direniş hareketi organize etme fikrini ya da talimatını, (Osmanlı Devleti'ni böyle bir direniş hareketi eliyle tarih mezarlığının kıraç toprağına gömmeyi kafaya koymuş olan) işgalci güçlerden (yani İtalya, Fransa ve İngiltere'den) almış bulunduğunu gizlemek için.
“Önce söz vardı, işgalci
düşmanların sözü” denilmesini engellemek için.
"Herşeyi ben düşündüm, ben yaptım, arkamda işgalciler yoktu, onların işbirlikçi taşeronu değildim, hatta onlar bana düşmandılar, beni tehlike olarak görüyorlardı" diyebilmek için.
(İsmet İnönü'nün 1973 yılında 'Haydi Abbas, vakit tamam' diyerek sırrı ifşa edeceğinden haberi yok tabiî.)
*
Önceki bölümlerde ayrıntılı biçimde anlattığımız gibi, o sırada durum şu:
İngiltere Dışişleri
Bakanı
Lord Curzon, Anadolu’da yeni bir millet meclisi, yeni bir hükümet, ve
ardından da yeni bir devlet kurulmasını, başkentin de Anadolu’daki şehirlerden
birisi olmasını kararlaştırmış ve bunu müttefikleri Fransa ve İtalya’ya kabul
ettirmiş durumda.
Ancak bunun kendilerinin
(Osmanlı Devleti’ni ve hilafet kurumunu tarihe gömme gayesine yönelik) bir projesi ve operasyonu
değil de spontane (kendiliğinden ortaya çıkmış) bir hareket olduğu
izlenimini vermek istiyorlar.
Yunanistan’ın İzmir’i
işgali burada, böylesi bir gelişme için mazeret ve gerekçe üretmek üzere
kurgulanmış, senaryoya eklenmiş durumda.
Yunanistan’a İzmir’i işgal bahanesini veren de İtalyanlar.
Yunan hükümeti, onların Antalya’yı "durduk yere" işgalini bahane edecektir. Vikipedi’nin “İtalya’nın Antalya’yı işgali” maddesinde olay şöyle anlatılıyor:
“İşgal öncesinde Antalya'da bir telgraf ağı kuran İtalyanlar,
şehirde bir İtalyan okulu açmak üzere birçok rahip, rahibe ve öğretmen
getirdiler. İşgali meşrulaştırmak ve halkın desteğini kazanmaya
yönelik çeşitli taktikler kullandılar. Bu taktiklerden biri, Antalya esnafının
bir İtalyan kruvazörüne davet edilmesi ve onlara iyi muamele yapıldığını
belirten bir kağıt imzalatılmasıydı. Esnaf, bu kağıdın ne anlama
geldiğini bilmeden imzaladı ve daha sonra İtalyanlar tarafından, şehrin
işgaline halkın davetkâr olduğunu kanıtlamak amacıyla kullanıldı.”
*
Selanikli’nin sözlerinin
devamı şöyle:
“[İtalyan
şahsiyetten] Bu teklifi [gelecekteki Yunan işgaline karşı silahlı teşkilat
kurulması teklifini] dinleyenler [yani Arnavutlar] arasında makul görenler,
hatta İtalyan deniz vasıtaları ile İzmir'e giderek telkinlere
başlayanlar bile olmuştur. Gene onlar [Arnavutlar] böyle bir mukavemet (direniş)
teşkilatının başına geçebilecek bir kumandan bile bulmuşlar: Ben!
Bunu da kendileri ile görüşen zata söylemişler.
"-
Bunu yapar mı?" diye sormuş.
"-
Emin olunuz", cevabını vermişler.” (Atay, s. 134.)
Görüldüğü gibi, İtalyan
işbirlikçisi Arnavutlar, böyle bir işbirlikçiliğe en yatkın “kumandan”
olarak Selanikli’yi bulmuşlar.
İşbirlikçiler kırk kişiler, birbirlerini biliyorlar.
Öyle ki, adamlar Selanikli'ye sormadan
onun adına teminat (güvence) verebiliyorlar.
Bilmedikleri ise şu:
Selanikli böyle bir
işbirliği anlaşmasını İngilizler’le zaten yapmış durumda.
İngiliz İstihbarat
Teşkilatı’nın İstanbul şefi (İngiltere Büyükelçiliği’nin rahibi görünümü altında
kendisini kamufle eden) Robert Frew ile anlaşmış ve mercimeği fırına çoktan
vermiş.
Dolayısıyla İtalyan
marka bir işbirlikçilik için karnı tok.. Yemek beğenmez havalarda.
İsmet İnönü’nün dediği gibi, İngilizler İtalyanlar’ı Selanikli’yi desteklemeye
zaten mecbur edeceklerdir; Selanikli bunu çok iyi bilmektedir:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin
buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Selanikli, Falih Rıfkı'ya bunları
söyledikten sonra, hamamın namusunu kurtarmak için şunu ilave etmeyi unutmamış:
“Her
halde beni tavsiye edenler [Arnavutlar], bu işte yalnız Türk menfaatini düşüneceğimi hesaba
katmış olacaklar.” (Atay, s. 134.)
Yani şunu demek istiyor:
Ey Falih Rıfkı, evet bu Arnavutlar İtalyan işbirlikçiliği için beni
uygun görmüşler, fakat benim yalnız Türk menfaatini düşüneceğimden şüphen
olmasın.. Bunu böyle yaz!
Ancak, sırdaşı
durumundaki bu Arnavut angutların, (İzmir’i işgal edeceği iddia edilen Yunan’dan
önce,) Antalya’yı zaten işgal etmiş bulunan İtalyanlar’a karşı bir direniş
hareketi organize etmeleri gerektiğini idrak etmekten aciz budalalar
olduklarını söylemiyor.
Şunu diyor:
“Bir
gün, arkadaşlarımızdan biri tarafından Beyazıt taraflarından ve
tasavvurlarından, fakat onları yalmz bir dostluk yardımı şekline sokarak,
bahsettiler [Bu Arnavutlar, İtalyan şahsiyetle birlikte kotardıkları
“İtalyan işbirlikçisi” tasavvur ve tasarıları “yalnız bir dostluk yardımı
şekline sokarak”, Beyazıt taraflarında oturan bir arkadaşımız vasıtasıyla bana
bildirdiler]. Hatta o zat ile mülakat (görüşme) gününün tespit olunduğunu da
haber verdiler. Güldüm:
“-
Çok safsınız, dedim. Bununla beraber kendisi ile konuşacağım!"
Çok saf oldukları doğru.
Selanikli’nin işgalci
düşman güçleriyle irtibat kurmak için kendilerinin şefaatine ve aracılığına
muhtaç olduğunu zannedecek kadar saflar.
Selanikli’nin daha Adana'dan İstanbul’a geldiği günün ertesi günü, İngiliz subaylarıyla temas kurmak üzere
araya İngiliz gazeteci Ward Price’ı koymuş ve akabinde İngiliz Gizli
Servisi’nin İstanbul şefi Frew ile samimiyeti koyulaştırmış bulunduğundan
haberleri yok.
Evet, çok saflar.. Selanikli'nin direkt cepheye gideceğini, düşman karşısına çıkıp mermi yağdıracağını zannediyorlar.
O saflığı Çerkez Ethem yapar, Selanikli yapmaz.
*
Çok saflar, Yunan'ı İngilizler'in, "Milne Hattı" ile Selanikli hesabına İzmir dağlarında durduracaklarını, "Burada açan çiçekleri yolun, ot toplayın" diyeceklerini tahmin edemiyorlar.
Selanikli'nin de taa Erzurum'a gideceğini, Erzurum senin Sivas benim diyerek (Osmanlı Mecis-i Mebusan'ının yerini alacak) yeni bir millet meclisi kurmak için aheste aheste, sakin sakin, yavaş yavaş, hiç acele etmeden "teşkilat" ağını öreceğini bilmiyorlar.
Çok saflar.
Selanikli gülmesin de ne
yapsın!
“Çok safsınız” diyor ve
meseleyi kapatıp gülüyor..
“A be angutlar, bir
işgalci hesabına onun emri altında diğer bir işgalciye karşı direniş örgütleme
budalalalığına siz vatan müdafaası mı diyorsunuz?! Benim böyle bir tarakta
bezim olabilir mi?!” bile demiyor.
“Tamam, görüşürüm”
diyor.. Gevrek gevrek gülüyor.
Gülmesin de ne yapsın: Körün istediği bir göz,
Allah vermiş iki göz.. Biri İngiliz, diğeri İtalyan.