AKPARTİ’NİN RUHU: HÜSEYİN KOCABIYIK

 




"Erdoğan, sen aslında kendine darbe yaptın haberin yok" demiş.

Diyen, AKPARTİ’nin demirbaşlarından biri.. Partinin eski İzmir milletvekili.. 

Bu sözü üzerine, kesin ihraç talebiyle AKP Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edilmiş.

Vikipedi, bu şahsı Türk gazeteci, yazar ve siyasetçi olarak takdim ediyor.

16 Ocak 1963'te Konya’da doğmuş, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Bölümü’nden mezun olmuş, Atılım Üniversitesi’nde (Böyle bir üniversite varmış) Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden master derecesi almış. 

*

Siyaset macerasına gelince…

Her devirde adam olmayı değilse de her devrin adamı olmayı başarmış.

5354 ve 55. Hükümetlerde Başbakan Başdanışmanlığı yapmış.. İlkinin başbakanı Mesut Yılmaz, ikincisinin Erbakan, üçüncüsünün ise (Ki 28 Şubat hükümeti) yine Mesut.

AKPARTİ iktidara gelince yıldızı iyiden iyiye parlamış..

25.ve 26. dönem İzmir milletvekili olmuş.

Eşi Funda da AKPARTİ tarafından 2018 ila 2022 yılları arasında Uşak valisi olarak taltif edilmiş.

*

Bu şahıs, eşi Funda Kocabıyık Uşak valisi olunca, medyada eski fanatik Fethullahçılığıyla gündeme gelmişti.

Odatv.com'un onunla ilgili haberinin başlığı şöyeydi: 

AKP'li Hüseyin Kocabıyık: ‘Son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü’”

Evet, Hüseyin Kocabıyık, Fethullah Gülen için bunu demiş: "Son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü".

Fakat nasılsa FETÖ’cü damgası yememeyi başarmış.

*

(Demek ki “derin”liklerde bayağı sıkı bir “torpil”i ya da “bağlantısı” var.

Duruma göre Mesutçu da olabiliyor, Erbakancı da, Erdoğancı da, Fethullahçı da, İmamoğlucu da.. Tam bukalemun.

Belki de görev icabıdır bu, bilmiyoruz.

Son "operasyonel çıkış"ına gelince..

Bir cepheyi çökertmenin yollarından biri, oradan bazı kişilerin göstere göstere firar etmesini sağlamaktır.

Çünkü cesaret de, korku da, panik de bulaşıcıdır.. 

Bir yerde bir kişi saldırdığında genelde herkes saldırır, bir kişi kaçtığında da kimi zaman herkesin topluca kaçmaya başladığı görülür.

Akıntıya karşı yüzmek, rüzgâra karşı yürümek zordur, her kişinin kârı değildir, er kişinin kârıdır. 

Bu Hüseyin Kocabıyık’ın hiçbir şeyin netleşmediği böylesi bir belirsizlik ortamında böyle bir “risk” alması ve velinimeti Erdoğan’a kafa tutması “hayatın olağan akışı”na uymuyor.)

*

Odatv’nin bu Hüseyin’le ilgili haberini aşağıya alıyoruz.

O haber üzerine tenbihwordpress.com’da bu şahısla ilgili bir eleştiri yazısı yayınlamıştık.

Nedeni, bu fırıldağın “dincilik-dindarlık” ayrımı ekseninde İslamcılık (dolayısıyla İslam) düşmanlığı yapmış olmasıydı.

Şunları yazmıştık:

AKP İzmir eski milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın böyle gündeme gelmesinin nedeni, eşi Funda Kocabıyık’ın Uşak valisi olması..

Funda hanımın asıl mesleği felsefe öğretmenliğiymiş..

Önce Milli Eğitim Bakanlığı’nda genel müdür yapılmış, şimdi de vali..

Vali olarak atanması isabet olmuş, böyle başa böyle traş..

*

İmdi, Fethullah Gülen için “Son bin yılın (100 yılın, 500 yılın da değil) en büyük Türk büyüklerinden biri” “saptamasını” yapan bir adamın milletvekili olması, yani bu milletin vekili olması, hem de AKP’den vekil olması, bu memleketin durumunu çok güzel anlatıyor.

Bunlardaki firaset, basiret, akıl, fikir, izan işte bu..

Ha, Recep Tayyip Erdoğan hazretleri Hüseyin efendiden daha mı iyi durumda derseniz, aklıma 2013 yılı Türkçe Olimpiyatları’ndaki “Bitsin bu hasret!” şarkısı gelir.

*

Odatv, Hüseyin Efendi’nin Yeni Asır gazetesinde yayınlanmış bir yazısını aktarmış..

Tarih, 12 Aralık 2009..

Bu Hüseyin, Fethullah‘ı yağlayıp cilalayarak başladığı yazısında, “Dindarları sever, dincilerden nefret ederim” diyor.

Kafa bu olduğu için, karısı valiliği hak ediyor. Hem “derin devlet“e göre, hem de “Arap Baharı’nın laiklik havarisi ‘Aziz Atatürk'çü Recep“e göre bir adam.

Tam bu düzen için biçilmiş kaftan.. Bundan iyisi Şam’da kayısı..

Dindarları severmiş, dincilerden nefret edermiş..

*

Dindar, Fethullah.. (Övünmek gibi olmasın, ben dinciyim.)

Silahdarları severmiş, silahçılardan nefret edermiş.

Hazinedarı severmiş, hazineciyle arası yokmuş.

Kincilerden nefret edermiş de, kindarlara sempati duyarmış..

Yakışanı bu, böyle geri zekâlılardan ancak dinci-dindar aptalca ayrımını yapmaları beklenir.

Ve de dincilerden nefret etmeleri..

İşte ben de böyle, Fethullah gibi birini son bin yılın en büyük Türk büyüğü ilan edebilen geri zekâlılardan nefret ediyorum. 

Elimde değil.

Fırıldağı geçtik, helikopter pervanesi gibi döneklik yaparak, aynı adama şimdi de son bin yılın en büyük şeytanı muamelesi yapan bu geri zekâlı yağ tulumlarından (bidon da diyebilirsiniz), evet, iğreniyorum.

*

Bu geri zekâlı döneğe, uçak motoru pervanesine göre, Fethullah Gülen “Evrensel Türk Rönenansını başlatan bir Türk mucizesi“ymiş..

Fethullah’ta mucize değilse de harikuladelik anlamına gelen bir taraf olduğunu ben de kabul ediyorum.

Bu AKP taifesinin nasıl bir angutlar ve dönek pervaneler koleksiyonu olduğunu inkâra mahal bırakmayacak şekilde belgeledi.

Onun karşısında fazla dönmekten feleklerini şaşırdılar, ne diyeceklerini de bilemez hale geldiler.

Sarkacın “Ne aldatan olduk, ne aldanan” ucunda mı, “Maalesef aldatıldık, aldandık” tarafında mı duracaklarını bilememenin sarhoşluğunu hâlâ üzerlerinden atabilmiş değiller.

*

Bu AKP milletvekili, Fethullah’ı eleştirenler için bazı iltifatlar da yağdırmış..

Onları “ceviz büyüklüğünde beyinli” olmakla suçluyor.

Bence haksızlık ediyor.

Fethullah’ı en çok eleştirme rekorunu kırmış olan Recep Tayyip Erdoğan‘ın beyni bence diğer insanlarınki kadar.

*

Hüseyin fırıldağına (pervanesine) göre, bu büyük Türk (yani Fethullah) aleyhine psikolojik savaş taktikleri kullanılarak tezvirat yapılıyormuş. (Psikolojik savaştan da anlıyormuş.)

Sıradan insanların bu ağır taarruza duygularını ve algılarını kapatabilmesi kolay değilmiş.

Ama bu büyük Türk‘e kem gözler ve kem sözler zarar veremezmiş.

Bu büyük Türk Sokrat, Galile, İmam-ı Azam, Hallac-ı Mansur ve Pir Sultan Abdal gibi biriymiş.

*

Hüseyin fırıldağı örneklerini özene bezene seçmiş..

Sokrat, kendi devleti tarafından cezaya layık görülüp idam edildiyse ne gam!..

Hallac-ı Mansur zamanın mahkemesi tarafından idama mahkum edildiyse ne çıkar!

İmam-ı Azam hapiste öldüyse, kaybeden taraf mı sayılır!

Bu durumda, şimdi Fethullah’ı suçlayan çevrelere (en başta da Recep Tayyip Erdoğan‘a) bu sözler çerçevesinde Engizisyonculuk vs. rolü düşüyor demektir.

Aslına bakılırsa, bu ülkede, bu Hüseyin’in yazdıklarının benzerlerini söylediği için FETÖ’cü damgasını yiyerek pişmiş tavuğun maceralarının tadına bakan dünya kadar insan var şu anda.

Maşallah bu Hüseyin kedi gibi hep dört ayak üstüne düşmüş.

*

Hüseyin, “Bazen değer düşmanı bir toplum olduğumuz duygusuna kapılıyorum” diyor.

Neden kapılıyormuş?

Şundan: Tarihin bize bahşettiği olağanüstü insanları (Burada Fethullah oluyor) kendi ideolojik önyargılarımız yüzünden anlamıyormuşuz.

Hatta marazi bir biçimde düşman belliyormuşuz.

Kendi içimizden çıkmış ve bütün dünyayı insanlık değerleri adına etkileyen büyük bir insana böylesine hoyrat davranacak kadar ideolojik hastalıkların pençesinde kıvranan bir toplummuşuz.

*

Bence, Recep Tayyip Erdoğan bu suçlamaları hak etmiyor.

Ve Hüseyin fazla karamsar, fazla kötümser..

Halbuki hiç gerek yok.. Hayat güzel..

Bakın, fırıldak (pardon pervane) Hüseyin’in ve onun bulunmaz Hint kumaşı eşinin değerini Recep Tayyip Erdoğan (ve tabiî ki bizim “derin devlet”imiz) pek âlâ anlamış.

*

AKP'li Hüseyin Kocabıyık: "Son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü"

AKP İzmir eski milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın eşi Funda Kocabıyık Uşak valisi oldu.

AKP'li Hüseyin Kocabıyık: "Son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü"

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün resmi gazetede yayımlanan kararnamesindeki atamalara göre, MEB’in iki önemli yöneticisi vali oldu. AKP İzmir eski milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın eşi Funda Kocabıyık Uşak valisi olurken, MEB Destek Hizmetleri Genel Müdürü Salih Ayhan ise Sivas valisi oldu.

AKP’li eski vekillerin ya da yakınlarının üniversite ve devlet kurumlarına atanmaları tartışmalara neden olurken, eşi Uşak’a vali tayin edilen AKP’li eski vekil Hüseyin Kocabıyık’ın FETÖ lideri Fethullah Gülen’e övgüler sıraladığı yazıları tekrar gündeme geldi.

TBMM’de kurulan, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi ve faaliyetlerini araştırma komisyonunda da yer almış Hüseyin Kocabıyık, Fethullah Gülen için, “1000 yılın en büyük Türk büyüklerinden birisidir” diye yazmıştı.

İşte Hüseyin Kocabıyık’ın farklı zamanlarda kaleme aldığı, FETÖ lideri Fethullah Gülen’e övgüler sıraladığı o yazılarından bazı örnekler…

Tarih 20 Aralık 2009.

Hüseyin Kocabıyık, hükümete yakın Turkuvaz grubunun bünyesinde bulunan Yeni Asır gazetesinde o dönemde köşe yazarlığı yapıyordu. Yazısının başlığı “Büyük Türk'ün başardıkları...”

Fethullah Gülen hakkında Kocabıyık bakın neler yazıyor:

“Vicdani sorumluluğumun gereği olarak belirtmem gerekir ki, Fethullah Gülen Hocaefendi belki de son 1000 yılın en büyük Türk büyüklerinden birisidir. Yeryüzünün her köşesinde Türklüğe yaptığı büyük hizmetleri kendi gözlerimle ve hayranlıkla gördüm. Onu ve arkadaşlarını tehdit gibi görenler, bu vatana hamasi laflardan başka hangi yeryüzü başarısını tattırdılar ki? Fethullah Gülen, Türklerin büyük işler başarabileceğini gösterdi herkese. Ona düşmanlık edenlerin utanması ve oturup bin kere düşünmesi gerekir.”

Tarih: 28 Ocak 2011.

AKP’li Kocabıyık ve 70 milyonun “utanç duyması” gerektiğini iddia ettiği durumu şöyle dile getiriyor:

“Fethullah Gülen Hocaefendi'nin durumu böyledir mesela. Türklerin tüm tarihleri boyunca oluşturdukları en büyük sivil toplum hareketinin mimarı olan Fethullah Gülen, kendi ülkesinde kendi vatandaşlarının bir kısmı tarafından hala tehlikeli, zararlı, tehdit edici bulunuyor. Oysa bu insan, Anadolu coğrafyasının mütevazı insanlarının yüreklerinde var olan potansiyel enerjiyi bir hareket enerjisine dönüştürmüş ve Türklerin ilk küresel organizasyonu kurmuştur. Bu büyük insanı kendi ülkesinden çekip gitmeye zorladık, 70 milyonun utanç duyacağı bir durumdur bu.”

Tarih: 1 Temmuz 2011.

AKP Milletvekili Kocabıyık Yeni Asır gazetesindeki köşesinden, Fethullah Gülen hakkında “Evrensel Türk Renösansı'nı başlatan bir Türk mucizesi” diyor. Yetmiyor, dünyaca ünlü İngiliz yazarı Shakespeare ile Gülen'i karşılaştırıyor. “Şekspir nasıl ki İngilizce yazmış, İngiliz gibi düşünmüş ama bütün insanlığın ortak duygularına hitap etmişse, o da bir Müslüman Türk gibi yazan, konuşan ve bir Müslüman Türk gibi düşünen biri olarak tüm insanlığın ortak duygularına, ortak sorunlarına, ortak acılarına hitap ediyor” diyen Kocabıyık, hızını alamıyor ve “Bu insanlarla Gülen Hocaefendi'yi konuşurken, ceviz büyüklüğünde beyinleriyle Fethullah Gülen üzerine küfür romanları yazan bizim sözde muharrirlerimiz ne kadar komik geliyor insana, bir bilseniz” diye de ekliyor.

AKP'li Hüseyin Kocabıyık: "Son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü" - Resim : 1
AKP'li Hüseyin Kocabıyık: "Son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü" - Resim : 2

AKP'li Hüseyin Kocabıyık: "Son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü" - Resim : 3

Odatv.com

HAYRETTİN KARAMAN'IN SÜNNETSİZ EHL-İ SÜNNETÇİLİĞİ VE SAHİH OLMAYAN "SAHİH İSLAM" ANLAYIŞ(SIZLIĞ)I

 



… Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. 

(Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin 

sözlerine benzetiyorlar. 

Allah onları kahretsin (kahretme hükmü vermiştir)! 

Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!”

(Tevbe, 9/30)

 

Muhyiddin ibn Arabî’nin en başta gelen şeyhi, eski Yunan filozofu Plotin’dir.

Vahdet-i Vücud "felsefe"si (hâl değil, felsefe) ya da zırvasının (evet, bir "felsefe" olarak vahdet-i vücutçuluğun) kökü Plotin’e, onun “sudûr” teorisine dayanır. 

(Bazılarının yaşamış oldukları sübjektif bir "hâl"e vahdet-i vücud adını vermeleri ise bir önem taşımaz.. Eğer sen kendi "hâl"ini delil olarak getirirsen başkası da kendi "hâl"ini delil olarak ortaya sürme hakkı kazanır. Peygamberlerin tebliği ve tasdiği dışında keşf ü keramet, rüya, ilham vs. dinde delil olmaz.)

Prof. Dr. Mahmut Kaya, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Sudûr” maddesinde, bu kavram için şunu söylüyor:

Sözlükte “doğmak, meydana çıkmak, sâdır olmak, zuhur etmek” anlamında masdar olan sudûr kelimesi felsefe terimi olarak kâinatın meydana gelişini yorumlamak üzere tasarlanan, yoktan ve hiçten yaratma (halk) inancından farklı olduğu ileri sürülen teoriyi ifade eder.

Prof. Kaya, Plotin’in İslam dünyasındaki ilk müritlerinin Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozofluk heveslileri olduğunu dile getiriyor.

Dediğine göre,  “Semavî dinler tarafından evrenin Allah’ın mutlak irade ve kudretiyle sonradan ve yoktan yaratıldığına dair verilen bilgilerin birtakım mantıkî açmazlara sebep olduğu gerekçesiyle Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar, evrenin ortaya çıkışını çelişkilerden uzak ve daha anlaşılabilir bir sistemle açıklamak üzere kaynağını Plotin’den alan sudûr teorisini benimsemişlerdir”.

Bu filozofluk meraklılarının işkembeden farksız beyinlerine göre, Mutlak Bir’in (Allahu Teala’nın) “salt akıl olması, kendi zâtını bilmesi ve düşünmesi sayesinde irade ve ihtiyarına gerek kalmadan bu varlık tabii bir zorunlulukla O’ndan çıkarak (sudûr) meydana gelmiştir”.

*

Böylece irade ve ihtiyarı (seçimi, tercihi) Allahu Teala’nın elinden alıyorlar.

Ancak, zorunluluk bahsini bir kelime oyunu ve mugalata ile sözde çözüme kavuşturmayı da ihmal etmiyorlar.

Prof. Kaya şöyle diyor:

“Yalnız buradaki zorunluluk mantık bakımından değil Allah’ın zorunlu varlık oluşundan kaynaklanmaktadır. İlk olanın (Allah) kendi zâtını düşünmesi ve bilmesi bütünüyle varlığı ve varlıktaki muhteşem düzeni bilmesi demektir. Şu halde bilme ve düşünme bir eyleme sebep teşkil etmiştir. Bu bakımdan Fârâbî’ye göre bilme ile yaratma aynı anlama gelmektedir. İbn Sînâ ise irade sıfatını ilim sıfatına indirgediğinden Allah’ın kendi zâtını bilmesinin var oluşun ve varlıktaki düzenin iradeyle gerçekleştiğini belirtmektedir.”

Kaya, bu zırvaların mantıkî sonucunu ise şöyle dile getiriyor:

Şüphesiz bu teori evrenin ezelî olduğu düşüncesini de beraberinde getirir. Çünkü Allah’ın bilgisi zâtı gibi ezelî olduğuna ve O ezelden beri kendini bildiğine göre bu bilmenin sonucunda meydana gelen varlığın da ezelî olması mantıkî bir zorunluluktur.

Dolayısıyla sudûrun semavî dinlerdeki, “Evren Allah’ın mutlak iradesiyle yaratılmıştır” ilkesiyle bağdaşan bir yanı yoktur. Gerçi sudûrcu filozoflar âlemin zaman bakımından ezelî, fakat mertebe yani ontolojik açıdan sonradan olduğunu savunursa da zaman dışı ve müteâl olan o yüce kudreti evrenle zamandaş saymak bir çelişkidir.

*

Plotin bir de akl-ı evvel (ilk akıl) falan icat etmiş durumda. (Ki Plotin’in bu uydurması bizim bazı tasavvuf kitaplarımıza kadar sızmış bulunuyor.)

Bu hurafeye göre, Kaya'nın ifadesiyle, “Allah’ın kendi zâtını düşünmesi ve bilmesi sonucunda O’ndan mânevî bir cevher olan ilk akıl çıkmıştır”.

Daha sonra (birbirinden türeyen) akılların sayısı 10’a kadar ulaşıyor. Kaya’dan dinleyelim:

“İlk aklın Allah’ı düşünmesinden ikinci akıl, kendisinin mümkün varlık oluşunu düşünmesinden birinci göğün (atlas feleği) nefsi ve maddesi meydana gelmiştir. … İkinci akıl da ilk akla göre zorunlu, özü bakımından mümkün olduğundan Allah’ı düşünmesiyle üçüncü akıl, mümkün olduğunu düşünmesiyle sabit yıldızlar küresinin nefsi ve maddesi meydana gelir. Böylece her akıl kendinden sonra bir başka aklı ve nefsiyle birlikte bir gök küresini oluşturur. Bu sistemde nefsin işlevi gök kürelerini dairesel hareket ettirmektir. Böylece sudûr olgusu güneş sistemindeki gezegenlerin sayısınca devam ederek ay küresinin aklı olan faal akılda son bulur. Faal akıl ay altı âlemdeki her çeşit fizikî, kimyevî, biyolojik ve fizyolojik oluş ve bozuluşun ilkesi sayıldığından ona “vâhibü’s-suver” (dünyadaki her varlık türüne belli bir şekil ve sûret veren) denilmektedir. Sudûr hiyerarşisinde bir önceki akıl bir sonrakinden Allah’a yakınlığı ve aldığı feyiz itibariyle daha üstün sayılmaktadır. Faal akıl Allah’a en uzak, dünyaya en yakın akıldır.”

“Bu akla ziyan saçmalık ve zırvalara kim inanır?” demeyin.. Büyük filozof Fârâbî efendi inanmış, iman etmiş.

*

Kaya’nın ifadesiyle, Fârâbî, Allah ile maddî kâinat arasında aracılık işlevi gören akılların sonuncusu olan faal aklın vahiy getiren melek Cebrâil’e tekabül ettiğini iddia etmekteyse de İslâm dininde Cebrâil’e vahyi tebliğ dışında dünyayı yönetme gibi bir görev verilmiş değildir”.

Ha bir de “beşerî akıl” var. 

Kaya’nın dediğine göre, “Fârâbî ve İbn Sînâ gibi Meşşâî filozofların sudûr yorumlamalarındaki çıkış ve yükseliş yayı beşerî aklın faal akılla ittisâliyle tamamlanmaktadır”.

Kaya şu değerlendirmeyi yapıyor:

Plotin’in sudûr teorisi, topyekün varlığı bir sıra düzeni içinde insanın önüne serdiğinden özellikle hıristiyan teolojisi ve teosofik felsefe için ilham kaynağı, dinle felsefeyi uzlaştırmak isteyen Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar açısından ise değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak görülmüştür. Ancak bu teorinin Batlamyus astronomisinin içini doldurmak ve onu anlamlandırmak üzere geliştirilmiş olduğu da düşünülebilir.

*

Peki İslam alimleri bu sudûr zırvası için ne demişler?

Kaya bu konuya da değiniyor:

Başta Gazzâlî olmak üzere sudûr teorisi İbn Rüşd, Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî ve Takıyyüddin İbn Teymiyye gibi kelâmcı ve filozoflarca çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Şöyle ki:

1. Allah’ın varlığını ve O’nun kendi zâtını bilmesini kâinatın O’ndan taşıp çıkması için yeter sebep saymak, diğer bir ifadeyle sudûr olayının zorunlu olduğunu savunmak Allah’ın irade ve ihtiyarını inkâr veya en azından onu sınırlamak anlamına gelir. Bu da pasif bir tanrı anlayışına yol açtığından teolojik açıdan kabul edilemez.

2. Bu teoriyi temellendiren filozoflar her ne kadar sudûrun zaman dışı olduğunu söylüyorsa da sudûr bir olgu ve eylem olduğuna göre belli bir süreçte gerçekleşmesi gerekir. Onlar yaratma fiilinde zaman problemini çözemedikleri için bu teoriyi benimsemişlerdir. Halbuki zaman bakımından yaratma ile sudûr arasında herhangi bir fark yoktur.

3. Mânevî, yalın ve salt olan varlığın fiili de bir ve tektir; dolayısıyla, “Birden ancak bir çıkar” hipotezinden hareketle, “Allah’tan ilk sudûr eden bir olan ilk akıldır” derken mânevî birer varlık olan bu akılların göksel varlıkların cismini ve nefsini, faal aklın da heyûlâyı meydana getirdiği iddia edilmektedir ki bu apaçık bir çelişkidir.

4. Bu sistemde Allah sadece kendi zâtını bildiği halde O’ndan sudûr eden akıllar hem Allah’ı hem kendi varlıklarının sonradanlığını bilmektedir. Bu, akılların bilgisinin Allah’ın bilgisinden daha çok ve daha kapsamlı olduğu anlamına gelir ki bu durum ulûhiyyet kavramıyla ve Allah’ın mutlak kemaliyle bağdaşmaz (Gazzâlî, s. 125-130; İbn Rüşd, s. 226-234; Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, III, 156-158).

Bu sudûr zırvası ya da sapıklığı tasavvufa da bulaşmış. Kaya şöyle diyor:

“Bu sistemle Meşşâî felsefesi yeni Eflâtuncu unsurlarla eklektik bir görünüm arzederken Sühreverdî el-Maktûl ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi mistik ve teosofik düşünürlerin varlığın oluşum ve işleyişini yukarıdan aşağıya, metafizikten fiziğe ya da mânevî ve ruhanî olandan süflî ve maddî olana doğru bir sıra düzeni içinde yorumlamaları farklı isimlerle de olsa âdeta bir gelenek olmuştur. Bu teorideki akl-ı evvel, akl-ı kül, akl-ı küllî, nefs-i kül ve nefs-i küllî kavramları Şiî-bâtınî düşüncesinde, tasavvuf ve edebiyat alanlarında farklı bağlamlarda yaygın biçimde kullanılmaktadır…. (bk. Seyyid Şerîf el-Cürcânî, II, 329-331).”

*

Gelelim Hayrettin Karaman’ın “sahih İslam” anlayışına..

Yeni Şafak gazetesinin 16 Mart 2025 tarihli sayısında yayınlanan “Kitaba ve sünnete sarılmak ne demek?” başlıklı yazısında şöyle diyor:

Kendileri âlim olmayan Müslümanların önünde dört temel yorum (İslam anlayışı) var: 1. Kelam ve fıkıh âlimlerinin (Tefsir buraya dahildir) yorumları, 2. Sûfîlerin yorumları, 3. İslam filozoflarının yorumları, 4. Ehl-i Sünnet dışı yorumlar.

Bu yorumların ilk üçü, “Kitaba, sünnete, ehl-i beyte, hulefâ-i râşidîne” uyduklarını söylüyorlar; şu hâlde bu temel kaynaklara uymak demek, âlimler için ilimlerine, bilmeyenler için bilenlere uymak demek oluyor ve bunların hepsi birden İslam oluyor.

Adamın İslamî ilimlere vukufu işte bu kadar.

Ne İslam filozofu denilen taifenin neyi savunduklarından haberi var, ne Ehl-i Sünnet’ten.

Karşımızda duran, cehl-i mürekkebin tecessüm etmiş hali.


BU YAZI, DR., DOÇ. VE PROF. UNVANLI (CEHL-İ MÜREKKEPTEN MUZDARİP) BAZI KATMERLİ CAHİLLER İÇİN: BİLİM, BİLİMSELLİK, DARWIN, NEWTON, YERÇEKİMİ VE EVRİM

Darwin’in teorisi gerçekte “ bilim-kurgu ” mahiyetinde bir çalışma durumunda. Bildiğimiz bilim-kurgu eserlerinden farkı, bunun çalışmasının ...