Cumhuriyet gazetesi, ülkemizin
ilahiyat sirkinin yeni yetme şovmenlerinden biriyle röportaj yapmış.
Odatv de hemen
alıntılamış.
Objektife pişmiş kelle gibi sırıtan bu şovmenin adı İbrahim.
Soyadı lavaş vezninde Maraş.. (Maraş gibi kahramanlıkla özdeş bir ismi hak etmiyor.)
Kendisi küçük, aklı zayıf mı zayıf, fakat unvanı büyük: Prof..
Adamın laflarına, akademik çalışmalarına bakıyorsunuz, buna
kaliteli bir lisenin diplomasının bile fazla geleceği kanaatine varıyorsunuz.
*
Bu sırıtkan şovmen, söz konusu röportajda "Osmanlı son dönemindeki medrese artık kokuşmuş bir
yapıdaydı" diyor.
Kokuşmuşmuş..
Kokuşmuş olan sen misin yoksa medrese mi?.. O
koku, senin dimağından, içinde bulunduğun akademikimsi yapıdan geliyor olabilir
mi?..
Osmanlı medresesi son döneminde bile Şeyhülislam
Mustafa Sabri Efendi, Zahidü'l-Kevserî, Bediüzzaman, Ömer
Nasuhi Bilmen, Babanzade Ahmed Naim, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
gibi dünya çapında dev âlimler yetiştirdi..
Bana medrese sonrası dönemde yetişmiş bunlar
çapında bir ilim adamı göster, gösterebiliyorsan!
*
Dolayısıyla bu şovmen, medreselerin
kapatılmasını olumlu bir gelişme olarak görüyor.
"... kurulan yeni devlette Atatürk’ün
isabetle aldığı karardır tevhidi tedrisat" diyor.
Tevhid-i tedrisat, öğretimin birleştirilmesi/tekleştirilmesi demek
oluyor.
Bundan da maksat, İslamî eğitim ve öğretimi
yasaklamaktı.. Yapıldı.
Ancak doğuda medreseler, gayri resmî olarak
(devlet tarafından desteklenmeden, engellenmeye çalışılarak, yeraltında) varlığını sürdürdü.
Halil Günenç gibi değerli âlimler oralarda yetişti.
*
Bu acemi şovmen, Ankara İlahiyat'ta görev
yaptığı için, kendi "cemaat"ini (grubunu, tarikatını,
okulunu, ekolünü, çetesini, artık her neyse) övmekten, cemaatçilik
(ekolcülük, okulculuk, grupçuluk, tarikatçılık, mezhepçilik) yapmaktan
da geri kalmamış.
Sözleri şöyle:
Ankara Ekolü’nün temel özellikleri; ilmi objektiflik, bütün ilmi görüşlere yer vermesi, mezheplerüstü bir anlayışa sahip olması, akılcı, hayatla beraber giden bir din anlayışına sahip olması ve eleştirel ilmi bakışıdır. Bu bakış evrensel bir ilmi bakış olarak diğer İlahiyatlara da yansımıştır.
Objektifliği kendisinden menkul.
Kokuşmuş medreselerin
aksine, vatandaşın nümune-i imtisal cemaati (ekolü, tarikatı) bütün
ilmî görüşlere yer veriyormuş.
Oysa, asıl medreseler, bütün ilmî görüşlere yer
veriyor, tenkid süzgecinden geçirip muarızlarının iddialarını
cevaplandırıyorlardı.
Bütün ilmî görüşlere yer vermek, hepsini
onaylamayı gerektirmez.
*
Bu şovmenin ekol dediği cemaati (ya da
tarikatı) aynı zamanda mezhepler üstü bir anlayışa sahipmiş, öyle
diyor..
Mezhebli olmamaları anlamına geliyor bu. Mezhebli olmayı mezhepçilik olarak adlandırıyorlar.
Bu az gelişmiş zekâya "mezhepler üstü bir
anlayış"ın da tanım gereği bir mezheb olacağını öğretmeyi sağlayacak pedagojik formasyona sahip olabilmek çok zor.
Adam daha mezhebin ne demek olduğundan
habersiz, mezhepler üstü anlayıştan söz ediyor.
Bunun, bir siyasetçinin siyaset üstü
bir anlayışla politika yapma iddiasında bulunması türünden bir
saçmalık olacağını kavraması nasıl sağlanabilir, bilemiyorum.
Böylesi bir söylemin de, (geri zekâlılıktan ya da arsız
kurnazlıktan kaynaklanan) "siyaset üstülüğü kendinden menkul" bir siyaset
olacağını bir anlayabilse gerisi gelir de, anlayabilir mi?.
*
İmdi, dinî ilimler alanında her yaklaşım, ister
özgün olsun ister olmasın, mezheb olmaktan kurtulamaz.
Adam ehl-i keyf ya, "açık büfe mezheb" istiyor, adına da "menüler üstü (abur cubur) yemek" gibi "mezhebler üstü anlayış" diyor.
"Yaklaşım"ın özü şu: "Yok abi, bu sabah Hanefî mezhebini canım çekmedi, şuradan az pişmiş Bektaşîlik, biraz da az acılı Alevîlik alayım, yanında Batınîlik sosu da olursa iyi gider.. Hanbelîlik mi, aman aman kalsın, mideme oturur. İçecek olarak da evvela Atatürkçü yenilik alayım.."
Sözünü ettiğin o "mezhepler üstü anlayış" da bir mezheb oluyor taş kafa, yemek artıklarının döküldüğü çöp kovasındaki karman çorman karışım kabilinden ilkesiz, esassız, mantıksız, usulsüz "Saldım çayıra, Mevlam kayıra" türünden bir mezheb..
Uyduruk bir batıl mezheb.. Heva ve heves mezhebi.
Sen Türk mahkemesinde yargılanırken, "Hâkim bey, ben 'kanunlar üstü hukuk' taraftarıyım; tamam benim yediğim halt Türkiye'de suç, fakat birçok ülkede değil, ben bu davada "yasalar üstü anlayış"la yargılanmak istiyorum. Beni 'yasalar üstü bir anlayış'la yargılayın lütfen, 'yasacı' bir anlayışla Türkiye'nin yasalarıyla yargılamayın" diyebiliyor musun?!
Dedin diyelim, ve de hâkimler senin için 'kanunlar üstü anlayış'la bir hüküm verdiler, yani bir nevi yasama faaliyetinde bulundular ('yasa yapıcı' gibi davrandılar), o hükmün kendisi, fiilen bir 'yasa' işlevi görmüş olmayacak mıdır, sakar kâşif?!
Yani "yasa üstü" davranmak için yukarıya, üste sıçrasalar bile tepe üstü düşüp tekrar yeni icat bir yasaya kafalarını toslamaları kaçınılmazdır. Yerçekimi burada da hükmünü icra ediyor.
Bunu bile anlayamayan bir akılsız akılcılık bize lâzım değil, almayalım, kalsın.
Mezhep üstücü anlayış diye işi divaneliğe vurduğunda, kendi mezhebini kendin icat etmiş olursun..
Kendi çakma mezhebini mezhep üstücü anlayış olarak pazarlamaya kalkışman ise ya aşırı kurnaz bir akademikimsi dolandırıcı ve yankesici olduğunu, ya da ancak Afrikalı maymunlarınkiyle yarışabilecek düzeyde kıt bir zekâya sahip bulunduğunu gösterir.
Böylesi bir akademikimsi şovmene kimsenin çıkıp, "Lan oğlum bak git, sen bu kafayla ilahiyatta bırak prof. unvanıyla hocalık yapmayı, öğrenci olmayı bile hak etmiyorsun" dememiş olması ne kadar acıdır!
*
"Hayatla beraber giden bir din
anlayışı"ndan da söz ediyor bu beyni kokuşmuş şovmen..
Bu kafayla bir de "İlahiyat
dediğimizde işin içine felsefe, sosyoloji, psikoloji, pedagoji gibi modern
bilimler de giriyor" diyor.
Senin okuduğun sosyolojinin içine Melih Gökçek
bile tükürür. Daha normatif olan (hayata çekidüzen veren)
ile olgusal olan (hayattan öğrenilen) arasındaki farkı bile
kavrayamamışsan, okuduğun o sosyolojinin Lafonten masallarından farkı nedir?
Ha bir de "eleştirel ilmî bakış"tan
söz ediyor.
Ne var ki, eleştirellik biçerdöveri, Atatürk,
Cumhuriyet, Tevhid-i Tedrisat, modern okullar vs. söz konusu olduğunda,
hurdacıların bile dönüp bakmaya tenezzül etmeyeceği bir paslı demir yığınına
dönüşüyor.
Bu pas yığınının üstüne bir de "evrensel
ilmî bakış" levhası dikiyor utanmadan.
Haklı!.. Ahmaklık da, utanmazlık da, arsızlık
da, kepazelik de evrenseldir.
Hele de insanın aynadaki kendi yamuk
görüntüsüne hayran olması, kendini övmeyi ilmî faaliyet zannetmesi.. Bu marazî
gurur ve şuur, her çağın evrenseli..
*
Bu şahıs şunu da söylemiş:
2000’ler geldiğimizde İlahiyat Fakültelerinde binlerce yüksek lisans, doktora çalışmaları yapıldı, klasik kaynaklar neşredildi, tercüme edildi ve ciddi bir ilmi birikim oluştu.
Doğdudur, binlerce yüksek lisans ve doktora
çalışması yapılmıştır.
Bunlar içinde değerli olanlar da kuşkusuz
vardır.
Ancak, değer taşıyan pekçoğunun, o kokuşmuş denilen
medreselerin ürünleri üzerine yapılanlar olduğu kesindir.
Bu İbrahim Lavaş'ın (yani Maraş'ımsının) yüksek
lisans tezinin konusu da bir medreseli: Tokatlı Molla Lütfi.
Bir makale hacmini aşmayan bu zayıf tezde niye
"kokuşmuş" medresenin bir mensubunun hayatını, eserlerini ve
felsefesini konu edinmiş?
Klasik kaynakların
yayınlanmasından da söz ediyor.
O klasik kaynaklar, medresenin değil de
Tevhid-i Tedrisat'ın mı birikimi?
*
Şu laflar da onun:
Bu dönem, Türkiye’den Arap dünyasına çok sayıda lisansüstü öğrenci gönderildi. Önümüzdeki yıllarda onların dönmesiyle acıyı daha çok hissedeceğiz. Çünkü oradaki zihniyetle bizimki hiçbir zaman aynı olmadı. Eskiden yurt dışı dediğimizde ABD’ye Avrupa’ya gönderiyorduk. Arap ülkelerine de dil için elbette gönderelim, ama bilimsel metodoloji için Batı’ya göndermeliyiz, çünkü Batı bilimin merkezi. Batı’daki mevcut zihniyeti tevarüs ederek özümseyip yeniden bizim zihnimizle üretmeden hiçbir şey yapamayız.
Fakat bu şahıs, yüksek lisans tezi kadar zayıf
olan doktora tezi için Batı'ya değil, doğuya, Asya'ya yönelmiş.
Konusu İdil-Ural Türkleri'ndeki dinde
yenilikçilik (güncellemecilik) hareketi..
Evet adam akılcı olduğunu söylüyor, fakat bir
meziyeti daha var: Irkçı.. Kavmiyetçi..
Türk olursa al, Arap olursa at!
Mezhepler üstü olabiliyor, fakat ırklar
üstü olamıyor. Orada yenilikçi kafanın sigortaları atıyor, devreler
yanıyor.
Adamdaki "ilmî bakış"ın
derinliğine bakın da gözünüz ilmî ciddiyet görsün: Arap dünyasındaki
zihniyetle bizimki hiçbir zaman aynı olmamışmış..
Dolayısıyla şimdi de sırt çevirmeliymişiz.
Gözardı etme gerekçesi çok sağlam!
Adamdaki ilim zihniyetine bak da gözün ilim
görsün vatandaş!
Şu objektiflikteki sıradışılığı,
yenilikçiliği, bütün ilmî görüşlere yer vericiliği, hayatla
beraber giden anlayışı görüyor musunuz!
Aynı zamanda akılcı da.. Nasıl olmasın ki,
akılcılık bunun babasından kalmış genetik miras.
Doğrudur, bu kafanın zihniyeti, Arap
dünyasındaki (Peygamber Efendimiz s.a.s. ve ashabı zamanındaki de dahil)
zihniyetle hiçbir zaman aynı olamaz.
Bu zihniyet ancak papazların zihniyeti ile aynı
olabilir.
*
Adamdaki mezhep üstücülüğün, her ilmî görüşe
açıklığın su koyverdiği, kayış kopardığı yerlerden biri, şu cümlesinde ortaya
çıkıyor:
Batı’daki mevcut zihniyeti tevarüs ederek özümseyip yeniden bizim zihnimizle üretmeden hiçbir şey yapamayız.
Zihniyeti alıyor ama, zihin yine aynı kalıyor.
"Benim kafamı kesip çöpe atın, yerine bir Batılınınkini yerleştirin"
demiyor.
Yenilikçiliği "Organ nakli babından beyin
ve zihin nakli de yapalım" deme noktasına henüz ulaşmamış.
Sadece Batı'daki mevcut zihniyeti tevarüs
etmekle yetiniyor.
Onu miras olarak alıyor.
Batılı bunun babası, bu da reşit olmamış çocuk, gözü açılmadık sığırcık yavrusu.. "Amca sana baba diyebilir miyim?" modunda peşinde dolanıyor.
Eleştirmeden, sorgulamadan, düşünmeden,
teslimiyetle, taklitçilikle onun zihniyetini "tevarüs" ediyor.
Bir de tutup eleştirel düşünceden söz etmese de
kendisini rezil kepaze etmese, kafasının bir buzağınınkinden bile daha az
gelişmiş olduğunu ortaya koymasa sanki ölür!
*
Bu paspal "zihniyet"in zırvalarının yeri
bir mizah dergisiyken, "bir bilim adamıyla röportaj"
havasında bir gazetede yayınlanması da Türkiye'ye özgü bir garabet.
İbrahim Lavaş'ın (Maraş'ımsının) her
mantıksızlığını ve komikliğini burada konu edinirsek bu yazı küçük bir kitapçık cesametine
ulaşacak gibi görünüyor.
O yüzden röportaj adını verdikleri
"zırvalar seçkisi"nin sırtına bu noktada tekmeyi indirip kendi
yolumuza gidelim.
*
DR. SEYFİ SAY’IN İNTERNETTE PDF FORMATINDA YER ALAN KİTAPLARI:
Tarihselcilik: İctihad Değil İnkâr
İngiliz’in Gözde Şeyhi İbn Arabî
Ehl-i Sünnet, Şia ve Selefîlik
Atatürkçü Türk İslamı’nın İnanç Kodları: Harun Yahya (Adnan Oktar) Örneği
Türkiye’de Din İstismarının Devletleştirilmesi (Laik ‘Allah ile Aldatma’ Rejimi)
Halifelikte Ehliyet ve Liyakat (Erbakan-Coşan İhtilafı)
Sünnetsiz Tarihselci Modernistler, Ehliyetsiz Sünnetçiler
Haramilerce Yağmalanan Tasavvuf
Siyasal İslam ve Siyasal Dinsizlik (Laiklik)
Türkiye’nin Bedevîleri – İslamcılık Karşıtı İmansız Müslümanlar
Sağduyu mu, Solduyu mu? (Sağduyu Partisi’nin Zihniyet Karnesi)
Kalemin Kuşanıldığı Devran (Sağduyu Yazıları)
Felsefe, Bilim ve İman (Saf Akılsızlığın Tenkidi)
Kurtuluş Savaşı’nın Sansürsüz Tarihi
Akıl, İman ve Kant’ın Felsefesi
Laik (Siyasal Dinsiz) Düzenin Dindar Medyası
İlahiyatçılar Sirkinin Canbazları
Zamane İlahiyatçılarındaki Savrulmalar: Fethullah Gülen Fıkhı Örneği
Kritik-Analitik Oyunun Analiz ve Kritiği
28 Şubat Sürgünü: Prof. Esad Coşan Hoca
Çok Sessiz Bir Ölüm (Şeyhleri de Vururlar)
İslam’ın Şeriatı, Laikliğin (Siyasal Dinsizliğin) ‘Düzen’i
Cumhuriyet İlahiyatçılığı:Tefakkuhsuz Fıkıh
Anıtkabir Tapınmacılığının İki Düşmanı – İslam (İrtica) ve Kürt (Öteki)
28 Şubat Sonrasının Bilançosu: Laikleşen İslamcılar, Solculaşan Milliyetçiler
İdeolojisiz Siyaset: Partilikten Pırtılığa
Türk Siyasetinin Üç Hali Katı: (Kaba), Sıvı (Cıvık) ve Gaz (Görünmez)
Diyanet, Laiklik (Siyasal Dinsizlik) ve Atatürk
Türkiye Tarikatlarının Kimlik Krizi: İskenderpaşa Örneği
*