Önce fikriyat.com’un Arap medyasının serabında
kaybolmuş ve girdabında boğulmuş yazarı Mustafa Özcan’ın (3 Mayıs 2024 tarihli)
son yazısı üzerinde duralım.
Söze şu cümlelerle girmiş:
“Küresel tekerlek tümsekte
sıkıştı; ne ileriye ne de geriye gidebiliyor. Ehl-i hak da ehli batıl da maruz
oldukları girdap dairesinde çırpınıp duruyorlar. Sahil-i selamete yol
bulamıyorlar. Çırpınıyorlar. Süreç iki taraf için de uzuyor. Beni İsrail bunu
Tih sürecinde yaşamıştır.”
Bunlar boş ve yanlış laflar.
Özcan salt kendisi adına konuşsa “eyiymiş”, herkesi kendi
sıkışmışlığı ve “girdap dairesi içindeki çırpınışı”na ortak etmesi kıyas bi’n-nefs
kabilinden bir hüsn-ü kuruntu.
Sünen-i Tirmizî’de şöyle bir hadîs yer alıyor:
“Ümmetimden bir taife, mansur
ve muzaffer olmakta kıyamete kadar devam eder. Onları yardımsız
bırakanların kendilerine bir zararı olmaz.”
Diğer kaynaklarda benzer başka hadîsler de yer alıyor
(Bkz. https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2742).
*
Özcan’ın sözlerinin devamı “Dam üstünde saksağan, vur
beline kazmayı” türküsü söylüyor:
“Bu Tirmizi’nin
tahriç ettiği bir hadisin ifadelerine de tekabül ediyor. Şöyle ki, ahir
zamanda bir takım insanlar çıkar, din ile dünyayı isterler. Yumuşaklıkta
kuzu postuna bürünürler. Kalpleri ise kurt kalbinden katıdır. Allah onlara
şöyle hitap eder: Beni mi kandırıyorlar yoksa bana karşı cüret mi ediyorlar?
Ahdim olsun ki, onları öyle fitnelere uğratırım ki dini bütün kimseleri bile
(keskin görüşlü alimler bile) şaşkına dönerler. Bu fitneler halim kişiyi bile
hayrette bırakır!”
Özcan’ın başta söyledikleri ile aktardığı bu hadîs
alâkasız..
Bu ümmette her zaman hak üzere mücahede ve mücadele
edenler de bulundu.. Bugün de varlar.. Misal, Taliban.
İşin açıkçası bu hadîs akla Fethullah Gülen grubunu
getiriyor.. Kalpleri hakkında birşey söyleyemem, onu Allahu Teala bilir, fakat söylemleri,
hareket tarzları, ve uğradıkları akıbet bu hadîsle örtüşüyor. (Ancak,
kendileri gibi “ılımlı” olmaya rıza göstermeyen müslümanlara karşı
sergiledikleri katılık, ılımlılıksızlık, şiddet ve celâlin “kurt kalbi”nden
haber vermediği de söylenemez.)
*
Özcan’ın lafları mantıksızlık ve tutarsızlık bakımından
istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Yazıya başlarken onlara da değinmeyi
düşünmüştüm fakat vazgeçtim.. Çünkü yazı çok uzayacak..
(Bir neden de, fikriyat.com’daki yazıların
kopyalanıp yapıştırılamaması.. İlke olarak, birinin ifadelerini tartıştığım
zaman, “anladığım gibi” değil, şahsın kendisinin “yazdığı gibi”
aktarmayı gerekli görüyorum. Günümüzde birçok kişi, tartıştığı muhatabının
ifadelerini aynen aktarmak yerine çarpıtarak aktarıyor. Evet, fikriyat.com’daki
ifadeleri kopyalayıp yapıştıramadığımız için yeniden yazmak, bir de ona vakit
ayırmak durumundayız. Zahmetli..)
İkinci yazarımız Yeni Şafak gazetesinin
köşe sahiplerinden Taha Kılınç..
Mustafa Özcan yaşlı ve tecrübeli bir yazar.. Dolayısıyla, “Cahil cesur olur” kuralından
gönlünce yararlanamıyor, yazılarındaki cesaret dozu, yeterince cahil olmadığı
için düşük.
Taha efendi
öyle değil.. Maşallah cesur.
Kendisine “Herkese lo lo da bize de mi lo lo?”
denilebileceğini aklına getirmeden mugalata vadisine destursuz girebiliyor.
Yazısında şunları söylüyor:
“Sizi bilmem, ama ben
bir samimiyet ölçüsü olarak, Gazze ve Filistin için sesini yükselten
birinin Suriye’de 2011’den bu yana can veren 500 binden fazla Müslüman
hakkında ne yorum yaptığına bakıyorum. Yanlış anlaşılmasın: ‘Acı yarıştırmak’
derdinde değilim. Yalnızca ahlâkî bir tutarlılık, erdemli bir çizgi ve
kalplerde bir samimiyet arıyorum. Bir coğrafyada katledilen Müslümanlara
ağıt yakarken, onun hemen yanı başında katledilen başka Müslümanlara
gözlerinizi ve kulaklarınızı tamamen kapatıyorsanız… Bir coğrafyadaki Müslüman
katillerini lanetlerken, onun hemen yanı başındaki başka Müslüman katillerini
coşkulu bir şekilde destekliyorsanız… Bir bölgedeki Müslüman mazlumları sosyal
medyada sürekli paylaşırken, hemen yan bölgedeki başka Müslümanları ‘emperyalistlerin
kuklaları’ olarak zemmedip yerin dibine batırıyorsanız… Kusura bakmayınız, derdinizin Filistin, Gazze ve Kudüs
olduğuna kimseyi inandıramazsınız.”
Dostum, sırça köşkte oturuyorsan, başkalarının evine taş
atmaya kalkışmayacaksın. (Çok dert etme, gençsin, zamanla öğrenirsin.)
Sen bu lafları söylediğin zaman birileri çıkıp sana
Türkiye’de Kürtler’in (sadece ellerinde olmadan Kürt olarak dünyaya
gelmiş olma bahtsızlığına uğradıkları için) yaşadıkları haksızlıkları,
zulümleri, aşağılanmaları, yok sayılmaları hatırlatabilirler.
Ve şunu diyebilirler: Gazze ve Filistin konusunda
samimi isen, Kürtler konusundaki bu duyarsızlığın ne?
Evet Taha, Türkiye Kürtleri hakkında bugüne kadar ne
yazdın?
Hayır, Gazze konusundaki samimiyetinin ölçüsü olarak bunu kendi inisiyatifimle alıyor değilim..
Ölçüyü koyan sensin, dolayısıyla bu ölçü (başkalarını
değilse bile) seni kesinlikle bağlıyor..
Seni, senin terazinle tartıyoruz.. Tartmak mecburiyetinde kalıyoruz.
*
İmdi, sen şunu diyebilirsin: Ama her Kürt bunları yaşamadı.
(O “bunlar”ı burada sıralamayalım.. Bunun içinde
köylülere insan pisliği yedirme de, saf dindar Kürtler’i Kur’an’daki
Hizbullah kavramını oltadaki yem olarak kullanmak suretiyle aldatıp laik
Kemalist rejim hesabına “laik fakat Kemalist olmayan” Kürtler’e saldırtmak da
var.)
Evet, her Kürt bunları yaşamadı.. Fakat Kürt kimliğinden
vazgeçmeyi kabul ettiği, laik Kemalist rejimin dayatmalarına boyun eğdiği için
yaşamadı.
İşte, Suriye’de de durum böyle..
Suriye’de rejim karşıtı Müslümanlar şayet Suriye
rejiminin dayatmalarına boyun eğselerdi, onlar da “rahat” ederlerdi..
Böyle yapıp rahat edenler vardı.
*
Bir de İslamî hareket açısından olaya bakalım.
Türkiye ile Suriye’de yaşananlar biraz birbirine benziyor.
Mesela Suriye’de 1982 yılında yaşanan bir Hama
katliamı var.
Türkiye’de de Şeyh Said isyanı yaşandı.. İsyan (birileri
öldürülerek) bastırıldı, Şeyh Said ile bazı arkadaşları da asılarak idam
edildiler.
Ancak, Türkiye’de İslam’a karşı yürütülmüş olan dehşetengiz,
canavarca ve acımasız yok etme kampanyası Suriye’de yaşanmadı.. Medreseler,
tekkeler kapatılmadı.. Alenî bir Şeriat düşmanlığı yapılmadı.. Müslümanlar’ın
kılık kıyafetine, örtüsüne dokunulmadı. Şeriat aşağılanmadı.
Bununla birlikte, bazı müslümanlar, Müslüman Kardeşler Teşkilatı
gibi örgütler etrafında toplandılar.
Rejim, bu örgütleri yasakladı.. Çünkü bu
teşkilatların devleti ele geçirme gayesi taşıdıkları kanaatine sahipti.
Medrese ve tekkelerde böyle bir gaye görmediği için
onlarla uğraşmadı.
Türkiye’de ise İslam tamamen yok edilmeye
çalışıldı.
Tarikatlar bugün bile yasak..
Siyaset sahnesinde “Şeriatçı” olarak yer almak mümkün
değil.. Şeriatçı olduğunuz anda vatandaşlık haklarınız elinizden otomatikman
kayıp gidiyor.
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini etmezseniz memur bile olamıyorsunuz.
Milletvekili hiç
olamıyorsunuz.
Bu yemini ederseniz, mevcut Anayasa’nın “kısıtlama ve yasaklama”larına gönüllü
biçimde boyun eğerseniz, sorun yok.
Suriye’de de Hafız Esed’in ilke ve inkılaplarına
bağlılık yemini etmeye hazır olan, “devletine bağlı olduğunu” ilan
edenlere birşey diyen yoktu.
(İsmailağa Cemaati’nin önde gelenleri bazı
gazetecilerle bir toplantı yapmışlar ve orada “devlete bağlı olduklarını”
ifade etmişler. Mahmud Efendi’ye halef olabilecek evsafta iki hocaları müphem
cinayetlere kurban giden, Cübbeli Ahmet üzerinden terbiye edilmeye
çalışılan bir cemaatin [laik (siyasal dinsiz) olduğu halde] devlete bağlılık
vurgusu yapması, devletten gözlerinin fena halde korkmuş olduğunu gösteriyor..
Korkmaları doğal, ortada iki şehit var, kim olsa korkar.. “Vallahi
billahi bizim devlette gözümüz yok, FETÖ gibi değiliz, devlet sizin
olsun, bizim devlet işlerine karışmak ne haddimize efendim, bizim payımıza ancak vesayet
altındaki sabi sübyan gibi devlete bağlı kalmak düşer; laik abiler kurbanınız oluruz n’olur bize dokunmayın” modundalar.. Ne yapsınlar?! Her biri merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hoca gibi evine kapanıp kimseyle biraraya gelmeden ölümü beklemeye nasıl katlanabilir?!)
*
Söz buraya gelmişken FETÖ (Fethullahçı Takiyye
Örgütü) bahsi üzerinde durmakta da fayda var.
İmdi sen devlet olarak bir FETÖ tehdidinden hareketle
dünya kadar insanı işten atmış, tutuklamış, yargılamış durumdasın.
FETÖ’yü (Latif Erdoğan gibi isimlerin de söylediği
gibi) MİT-CIA işbirliği çerçevesinde sen kendin kurmuşsun, dünya
genelinde örgütlenmesi, okullar açması için devlet olarak ona yardımcı
olmuşsun, onun önünü açmışsın, sonra da gaflete düşüp kontrolünü dış güçlere
kaptırmışsın.
Suriye’deki
adam da Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı Mısır kökenli, yurtdışı
bağlantıları olan bir hareket olarak görüyor. Tehdit olarak algılıyor. Ve
yasaklıyor. Fakat orada durmuyor, ona sempati beslediğini veya üye olduğunu
düşündüğü kişileri tutukluyor, onlara işkence yapıyor, vatandaşlık haklarından
mahrum ediyor.
Benzer şeyleri FETÖ’cüler de yaşamadı mı?!
Yani adam, sadece, yasal izinle faaliyet gösteren bir
bankaya para yatırdı diye örgüt üyeliğiyle suçlanabildi.
Böyle bir şey olabilir mi?!
Oldu.. Gelecek kuşaklar bunu bir zulüm ve gadr olarak
hatırlayacaklar.
İmdi, ey Taha efendi, sendeki bu “ahlakî tutarlılık,
kalbinden taşıp coşan samimiyet, erdemli çizgi”, “emperyalist Batı’nın
kuklaları” diye uyduruk ve kıytırık bahanelerle, sudan gerekçelerle FETÖ
torbasına doldurulan yüz binler söz konusu olduğunda nereye gidiyor?
Evet, haklısın, Suriye’de zalim bir rejim hüküm
sürüyor. Fakat bölgedeki tek zalim devlet Suriye değil.
Ve tek zalim lider de Esed değil.
İmdi, mesela Alparslan Kuytul’u iyi tanımıyorum,
samimiyetine kefil olamam, fakat yaşadıkları, “Beraet-i zimmet asıldır”
hukuk ilkesi çerçevesinde makul ve mazur görülebilir mi?!
Hukuk hepimize lazım.
Evet, cesur cahil Taha’nın lafları pek havalı:
“Bir bölgedeki Müslüman
mazlumları sosyal medyada sürekli paylaşırken, hemen yan bölgedeki başka
Müslümanları “emperyalistlerin kuklaları” olarak zemmedip yerin dibine
batırıyorsanız… Kusura bakmayınız, derdinizin Filistin, Gazze
ve Kudüs olduğuna kimseyi inandıramazsınız.”
Adresini ver de, doya doya samimiyetsiz yüzü seyretmen
için sana bir ayna gönderelim.
Hali buyken bir de tutmuş artistlik yapıyor.. Oturduğu
ahır sekisi, söylediği İstanbul türküsü.
*
Gadr
kelimesi üzerinde durmak gerekiyor.
Gadr, sözünde durmamak, ahdi/sözleşmeyi çiğnemek,
vaadinden dönmektir.
Mağdur (gadre uğrayan), kendisine verilen söz (mesela yasal güvenceler) çiğnenen
kişidir.
Tarihten bir örnek verelim.. Taifli Sakif kabilesinden Muğire bin Şube, (Asım Köksal Hoca’nın İslam Tarihi’nde anlattığına göre) aynı kabileden müşrik birkaç arkadaşı ile birlikte Mısır’a gitmişti. Dönerlerken bununla arkadaşları arasında bir gerginlik yaşandı. Tuttu gece, uyurlarken bu arkadaşlarını öldürdü. Sonra da onların mallarını da alıp Medine’ye geldi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e müslüman olduğunu söyledi, yanında getirdiği gasbedilmiş malları da ganimet olarak bağışlamak istedi.
Peygamber Efendimiz s.a.s. de, müslümanlığının kabul
edildiğini, fakat yaptığı şeyin gadr (ahde vefasızlık ve ihanet) olduğunu,
bu malı kabul etmeyeceğini bildirdi.
Evet, gadr, sadece müslümanlara karşı yapılan
haksızlıklar değildir. Müşriklere ve kâfirlere karşı da sergilenebilir.
İmdi, Türkiye-Suriye ilişkilerine bu çerçevede
baktığımızda, Türkiye ile Suriye heyetleri dostça görüşür gelecek planları
yaparken (Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in
açıkladığı üzere) tutup ABD ile anlaşılarak Suriye’nin içinin karıştırılmış
olmasını nasıl yorumlamak gerekir?
Bu bir gadr mıdır, değil midir?..
(O yıllarda gördüğüm bir rüyaya göre, dönemin başbakanı Erdoğan, Esed’e karşı iki kere gadr sergilemiş bulunuyordu. Biri işte bu ABD ile anlaşılarak atılan “kazık”.. İkincisinin ne olduğunu bilmiyorum.. Tabiî bu benim rüyam, sadece beni bağlar, fakat yaşananlar da ortada..
Bu arada şunu da söyleyeyim.. 2015 yılında Ulaştırma Bakanlığı’nın Sivas Bölge Müdürlüğü’nde uzman sıfatıyla vazifeliydim.. Orada çalışan bir elektrik-elektronik yüksek mühendisi, bir Türkmen aşiretinden olduğunu, aşiretinin bir kısmının Suriye’de bulunduğunu, onlarla temas halinde olduğunu, ve Suriye olayları sırasında MİT’in onlarla birtakım işler çevirdiğini söylemişti.. Bu arkadaş, geçmişte memuriyeti sırasında MİT’çilerin kendisinden, uhdesindeki görev çerçevesinde bazı taleplerde bulunmuş olduklarını da anlatmıştı..
Yine bir ara bana, aile çevresi üzerinden AK Parti hanımlar teşkilatı ile bağlantısının olduğunu, benden onlara bahsettiğini, benim kendilerine bir konuşma yapmamı istediklerini söylemişti. İlke olarak artık hiçbir yerde konuşma yapmadığımı söyleyerek teklifi reddetmiştim.)