Fikriyat.com yazarı
Mustafa Özcan “Peygamber mi, ulusal kahraman mı?”
başlıklı yazısında şunları söylüyor:
Din,
ideolojik hale geldiğinde peygamber bir nevi milli öndere dönüşür. Nitekim
Hazreti Musa, Beni İsrail peygamberi olmasına rağmen Siyonistlerin elinde milli
bir kahramana veya öndere dönüşür. Peygamberler ümmetleriyle kan bağıyla değil,
değer zemini üzerinden yani manevi ilişki ve bağ kurarlar. Hazreti Musa, misyon
olarak Beni İsrail'e gönderilse de Mısırlılara tebliğde bulunmuştur. Zalimlere
ve tağutlara meydan okumuştur. … Bu açıdan peygamberleri ırklar veya milletle
özdeşleştirmek yerinde değildir. Din bağı milli bağları veya ırki bağları aşan
bir faktördür. Şeriatlar kimi zaman farklı olsa da din değerler itibarıyla
bütün insanlığı kapsar. Peygamberler ulusal kahraman değildir. …
…
"İran Ulus İnşasında Şiiliğin Rolü" adlı bir çalışmada (Revizyon dergisi
2012/yıl 1, sayı 2, sayfa,35) Siyonizm ile Velayet-i Fakih
arasında bir köprü kuruluyor. Her iki anlayışın da dini ideoloji haline
getirdiği ve birbirlerine benzediği varsayılıyor. Bizce de yerinde bir
tespit. … Söz konusu makalede [Siyonizm’in babası] Theodor Herzl ile [velayet-i
fakih teorisini ortaya atan] Ayetullah Humeyni arasında bazı
benzerlikler yakalanmıştır. … Humeyni, velayet-i fakih
doktriniyle birlikte beklenen Mehdi'nin hurucuna bağlı kimi saklı ve atıl
görevleri aktif hale getirmiş [fakihlere yani alimlere yüklemiş], güncellemiş
ve yeni sisteme katmıştır. Revizyonist Yahudilik de Mesih ile anayurda (arz-ı
mev'ud) dönüş fikrini bırakmışlar [Mesih gelmeden de dönülebileceği düşüncesini
ortaya atmışlar], Mesih'in hazırlık safhasından sonra geriden geleceğini
söyleyerek bu inancı güncellemiş veya revize etmişlerdir. Evanjelikler gibi
Herzl de Mesih' i beklemek yerine gelişini hızlandırmak gerektiğini
vazetmiştir.
"İran
Ulus İnşasında Şiiliğin Rolü" başlıklı yazıda paralellikler
konusunda şu satırlar göze çarpmaktadır:Tüm bunlarla beraber İran Şiiliğini bir
din ya da mezhep kalıbına hapsetmek veya hasretmek eksik bir algı
olacaktır. Şiilik artık bir ideoloji haline gelmiş ve din
dışı pek çok unsuru da bünyesinde barındırmaktadır. Kimi zaman milliyetçilikle birleşen Şiilik, kimi zaman
da mevcut hakim güçlere karşı bir tepki hareketi olarak da
sivrilmiştir. Bu açıdan Museviliğin Siyonizm ile geçirdiği dönüşümü Şiilik de
Humeyni'nin geliştirdiği Velayet-i Fakih anlayışı ile yaşamıştır. Museviliğin
gözünde bir peygamber olan Hz. Musa Siyonistlerin gözünde bir ulusal kahramandı.
Din
arzileştiğinde peygamber de ulusal öndere dönüşür. Nitekim Siyonizmin kurucusu
kabul edilen Theodor Herzl "Biz bir ulusuz, tek bir ulus" diyordu.
Şiiler de adeta Hazreti Hüseyin'in misyonunu, Musa Aleyhisselamın misyonuna
uyarladılar. Massingnon da Hallac'ı, Hazreti Mesih'e benzetmiştir. Eski İran'da
İrec'in kanı nasıl merkez ve mihver olduysa İslam devrimi döneminde de
Hüseyin'in kanı da merkez olmuştur.
*
Musevîlik
ve Şiîlik’teki revizyon ya da dönüşüm “dinin ideolojileştirilmesi” değil
de başka kavramlarla ifade edilmiş olsaydı daha uygun olurdu.
Nitekim
yukarıdaki analiz ve değerlendirme çerçevesinde ideolojileştirme yerine “ulusallaştırma”
ya da “millîleştirme” tabirlerini kullanmak daha isabetli olur.
(Tekeline alma anlamında tekelizasyon kelimesi de
kullanılabilirdi.)
Milliyetçilik/ulusalcılık
bir ideolojiyse de, her millîleştirme hareketi ideoloji anlamına gelmez..
Mesela bir ülkedeki maden işletmelerini millîleştirdiğinizde buna
ideoloji damgasını vurmak lüzumsuz zorlama olur.
Bununla
birlikte, böylesi bir millîleştirme hamlesinin gerisinde daha derinde
ideolojik bir arka plan aramak gerektiğini öne sürenler de çıkabilir.
*
Meseleye
bu şekilde geniş bir açıdan baktığımızda, dinin (millîleştirilme
öncesindeki) saf ve pür halini de bir ideoloji olarak görmemiz
gerekir.
Gerçekten
de, din kurumuna, ideoloji için yapılan tanımlar çerçevesinde
bakıldığında onun da bir tür ideoloji olduğu görülür.
Mesela
TDK’nın Güncel Türkçe Sözlük’ü ideoloji için şu karşılığı
veriyor:
“Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir
hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik,
hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü.”
Bu
tanım çerçevesinde din, ideolojinin bir parçası olarak ortaya çıkıyor..
Hatta
din, “politik, hukukî, felsefî, moral ve estetik” unsurlar içermesi
itibariyle tek başına ideoloji olarak da ortaya çıkabilir.
Bilimsellik boyutuna
gelince, dinin bilimselliği, milliyetçilik, Nazizm, Faşizm ve Komünizm gibi
ideolojilerin bilimselliğinden daha az değildir.
Ayrıca,
söz konusu tanım muvacehesinde din, “siyasal ve toplumsal bir öğreti”
oluşturması itibariyle de ideolojik bir görünüm taşır.
“Bir
hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön verebilmesi”
açısından da din, ideoloji olarak görülmeye elverişlidir.
*
Ancak,
dinin ideolojileştirilmesinden bahsedenlerin her zaman (düşüncelerini kavramsallaştırma hususunda)
beceriksizlik sergileyen iyi niyetli kifayetsiz analistler oldukları
zannedilmesin.
Bilakis
bu sakarlığı, ideolojik saiklerle ve kafa karıştırmak için
bilerek sergilemekteler.
Öyle
ki, Batılı akademisyenler dinin ideolojileştirilmesi tabirini daha çok İslamcılık
(Islamism) tabiri çerçevesinde kullanıyorlar.
Onlara
göre, “din olarak İslam”, “Siyasal veya toplumsal bir öğreti vaz’
etmeyen, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön vermesi
mümkün olmayan apolitik (siyasetsiz), hukuksuz (şeriatsız) bir inançlar bütünü”dür.
İstiyorsa felsefî,
moral ve estetik konularla oyalanabilir, hatta bu takdire şayan bir
durumdur.. Daha doğrusu, asıl işi budur.
Bilim karşısında da
haddini bilmeli, Evrim teorisi gibi teorilere (uydurma,
yakıştırma ve iddialara) kendisini uyarlamaya çalışmalıdır.
*
Fakat
birileri çıkıp şunları söylediğinde durum değişiyor:
“Hayır,
İslam açısından din, bu değildir.. İslam siyasal
ve toplumsal bir öğreti vaz' etmiştir, öyle ki, o
öğreti müslüman olduğunu ileri süren her hükûmetin, partinin ve grubun davranışlarına
yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, moral ve estetik ilkeler içerir.”
İşte buna, Batılı gizli servislerin / istihbarat
teşkilatlarının güdümündeki “embedded” akademisyenler ile onların İslam
ülkelerindeki yerli-milli acentaları ve uzantıları "ideolojileştirilmiş,
din olmayan İslam" diyorlar.
Öyle
ki “Yetişin dostlaaar, cânım din elden gidiyiiir, ideolojileştiriliyiiir”
diyerek feryad ü figan koparıyorlar.
*
Nasıl Yahudiler Hz.
Musa aleyhisselam’ın hak dinini ulusallaştırıp/millileştirip kuşa
çevirdilerse, ve nasıl İran Şiîlik şemsiyesi altında yerli-milli
(Farslar’a özgü) bir İslam anlayışı ürettiyse, çağdaş Türkiye’de
de Ehl-i Sünnet ve Cemaat anlayışı tahrif ve tahrip edilerek millileştirilmeye
çalışılmaktadır.
Artistik
laflar etme dışında bir özelliği bulunmayan, derinlikten yoksun yüzeysel şovmen
İsmet Özel’e “Kâfirle çatışmayı
göze alan müslümana Türk denir” palavrasının söylettirilmesi
sebepsiz değildir.
Kâfirle çatışmayı
göze alan müslümana cesur müslüman denir..
Fakat
tek başına göze almak yetmez, çatışmaya girmesi gerekir, o takdirde mücahid unvanını
kazanır.
Mesela
Afganistan’da Taliban bütün bir NATO (hristiyan
dünyası) ile çatışmayı göze aldı, almakla da yetinmedi, çatıştı.
Türk mü
oldu?
Hayır,
mücahit oldu.
*
Evet
Türkiye'de Ehl-i Sünnet ve Cemaat anlayışı neredeyse Türklükle ve
Türkiyecilikle özdeşleştirilmeye çalışılıyor.
Buna
bağlı olarak, açıkça Şeriat düşmanlığı yapan ve küfür söz
söyleyen musalla taşı müslümanlarını tekfir etmekten kaçınmak
Ehl-i Sünnet'ten olmanın gereği gibi gösterilirken, selefî
şeriatçı olduğunu söylemek ise afvedilmez bir sapıklık gibi
değerlendiriliyor.
Tasavvuf
da İngiliz tipi İbn Arabîcilik haline getiriliyor, "Şeyh
Şamil tipi cihatçı ve Şeyh Said tipi şeriatçı tasavvuf" tu kaka
ilan ediliyor.
*
Din, İslamcılık
karşıtlarının din tanımına göre yapılandırılıyor, ve böylece “siyasal
veya toplumsal bir öğreti" sunamaz hale getiriliyor, "bir
hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren"
ilkeler bütünü olarak ortaya çıkamıyor, "politik, hukuki
ve bilimsel düşünceler"e kaynaklık etmiyor, yani "ideolojik"
beklentileri karşılamıyor diye bireyler ve toplumlar, bunlardan
vazgeçmezler.
Böylece
alan, bütünüyle (bunları sunan) ideolojilere kalmış olur..
İdeolojiler,
din ile "rekabet" etmekten kurtulmuş, söz konusu alanları
zahmetsizce kendi "tekel"lerine almış olurlar.
İşte,
"dinin ideolojileştirilmesi" yaygarası koparanların asıl
gayesi budur: Güya dini din olarak tutmaya ve korumaya
çalışıyormuş gibi görünerek onun dişlerini söküyor, gözlerini çıkarıyor,
böbreklerini çalıyor, kalbini kesip çıkarıyor, ciğerlerini gasb
ediyorlar.
İdeolojik
organ mafyası işlevi görüyor, çaldıkları
organları ideolojilere naklediyorlar.
