"Şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir."
Elhamdulillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ Rasûlinâ ve alâ âlihî ve sahbihî ...
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'I ŞERİAT AÇIKLAMASINDAN DOLAYI TEBRİK EDİYORUM
"DEM BU DEMDİR..."
KAN DA O KAN
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennem ateşi yetmiş parçaya ayrıldı. Öldürmeyi emreden için altmış dokuz ve öldüren için bir parça vardır.”
(Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 362).
(Bazı "siyasî" ya da "ideolojik" cinayetler, üstü örtülmek için sabıkalı ve uyuşturucu müptelası tiplere işletilir.. Öldürülen kişi üzerinden, benzer eylem ve söylem sahiplerine "dolaylı" mesaj verilir.. İlgili kişiler "örtülü" mesajı alır ve "ikinci" olmamak için susarlar.. Bu yöntem, iki gazeteciyi sokak ortasında vurdurup öldürten ve böylece bütün medyayı susturan İttihat ve Terakki'den beri birilerinin rutini..)
AHMAK MI, MÜNAFIK MI?
Abdülaziz Bayındır diye bir “cumhuriyet ilahiyatçısı”
profesör var.
Bazen müslümanca, bazen münafıkça, bazen de ahmakça konuşup
yazıyor.
Münafıkça ve ahmakça lafları, ‘çarpan’ etkisiyle,
müslümanca sözlerini silip süpürüyor.
Sonsuz bile olsa bir sayıyı sıfırla çarparsanız sonuç
sıfırdan başka birşey olmaz.
Bu şahsın durumu da böyle..
Son tahlilde ya su katılmamış bir ahmak ya
da münafıklıkta maharet kesbetmiş bir sahtekâr olduğunu kabul
etmek gerekiyor.
*
Bu ‘aptal’ şahıs (ya da ‘münafık’; ikisinden biri), Zariyat
Suresi’nin 47’nci ayetini diline dolamış.
Malum olduğu üzere 100 yıldır astrofizikçiler evrenin
hem sınırlı/sonlu olduğunu, hem de genişleyen bir yapıya sahip
bulunduğunu kabul ediyorlar.
Böylece, Zariyat Suresi’nin 47’nci ayeti daha
iyi anlaşılmış oluyor.
Çünkü ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
“Göğü el (kudreti)
ile bina ettik ve hiç şüphesiz biz genişleticiyiz.”
Evet, ayette “genişleticileriz” (mûsi’ûne) kelimesi
geçiyor.
Abdülaziz Bayındır (Bayındır yazılır, fakat belki hayındır
okunur) ahmağına göre ise, ayette “genişleticileriz” tabiri geçmiyormuş.
Şunu diyor:
“Zariyat 47’de ‘Evren
genişliyor’ diye birşey yazmıyor. ‘Gökleri gücümüzle bina ettik, elbette buna
gücümüz yeter’ yazıyor.”
Evet, “Evren genişliyor” diye bir ifade yok, fakat “İnnâ
le mûsi’ûn”un anlamı, “Buna gücümüz yeter” midir?!
Tevil edersen, “Bununla şu kastediliyor” filan diyerek bunu
söylemen belki mümkün olabilir, fakat ibarenin motamot karşılığı bu değil.
Allahu Teala’nın esma-i hüsnasından biri, el-Vâsi’ü..
Aynı kökten türemiş bir kelime.. Şayet ayette bu isim geçseydi, Bayındır’ın
lafına itiraz etmek gerekmezdi.. Fakat ayette, fiilin geçişli
(müteaddî) yapılmış biçiminden türemiş ism-i fail var.. Burada
ibareye, geçişliliği (teaddîyi) yok sayarak anlam
veremezsiniz. Verirseniz anlamı tahrif etmiş olursunuz.
Burada Bayındır, yahudice bir tavır sergiliyor.. Tevrat’ı
tahrif eden yahudi bilginleri gibi hareket ediyor.. Onlardan geri kalır bir
tarafı yok. Lafzı tahrif edemediği için anlamı tahrif ediyor.. Kıssadaki “Uçsa
da, uçmasa da keçi” diyen inatçı adam gibi bile bile hakikati inkâr yolunu
seçiyor.
Aynı kökten türemiş kelimeler olmakla birlikte vâsi’un başka, mûsi’un başkadır.
İkincisinde geçişlilik var.. Ve bu geçişlilik, ayetin baş
tarafında geçen “semâ” (gök) kelimesi ile ilişkilidir.
*
Diyelim ki bir binadan bahsediliyor.
Mesela Cumhurbaşkanlığı Külliyesi..
“Bunu biz yaptık, bunu yapmaya bizim gücümüz yeter”
dediklerinde, cümlenin ikinci kısmı sakil durur. Fesahat ve
belagat açısından sorunludur.
“Sen yaptıysan, gücün yetmiş ki yapmışşsın, bir de tutup
‘Gücüm yeter’ demenin bir anlamı var mı?! Senin yapmış olduğundan şüphen mi var
ki böyle konuşuyorsun?” denilir.
Bu tür ifadeler, geçmiş zaman için
kullanılmaz, şimdiki zaman ve gelecek için kullanılır.
Mesela, “İstanbul’da da, Ankara’daki gibi bir külliye yaparız/yapıyoruz/yapacağız, bizim buna gücümüz yeter” denilse, bu, yadırganacak bir ifade olmaz.
Fakat Ankara’daki Külliye için şu söylenebilir: “Bunu biz
yaptık ve onu kesinlikle genişletecek, büyüteceğiz.”
*
Bu “mûsi’un” (genişleten, genişletici) kelimesi,
Türkçe’de (Osmanlıca’da) kullandığımız ve genişlik anlamına gelen vüs’at ile
aynı kökten türemiş bulunuyor.
Mûsi’un (mûsi’), if’âl babından ism-i fail.. Hangi sözlüğe bakarsanız
bakın, “vesi’a - yese’u” fiiline “geniş olma” anlamının
verildiğini görürsünüz. Mesela Hans Wehr’in Arapça-Almanca sözlüğünde
“weit sein” (geniş olmak) ifadesi yer alıyor. Bu sözlüğün İngilizce
tercümesinde ise “to be weid” deniliyor. Ve bu fiil, if’âl
babında “geçişli” hale geliyor, “genişletme” anlamı kazanıyor.
İmdi, genişlik kelimesi Türkçe’de olduğu gibi Arapça’da da
bazen mecazi manada kullanılır.
Mesela Türkçe’de birisi için “eli geniş” denildiği
zaman, bundan, o kişinin elinin fizikî anlamda geniş olması anlaşılmaz. Bu,
onun maddî/malî/parasal “güc”ünün fazla olmasını ifade eder.
Bu mecazi kullanım, asıl anlamı ortadan
kaldırmaz.
Ancak, geçmişte söz konusu ayeti tefsir etmeye, açıklamaya
çalışan ulema, yaşadıkları dönemin evren/kâinat anlayışının etkisinde
kalarak, burada “genişleticileriz” kelimesine mecazi mana da vermiş durumdalar.
Mesela Kadı Beydavî (ö. 1286) şöyle tefsir
etmiş:
“Musi’ de
harcamaya gücü yeten (zengin) demektir ya da göğü yahut
onunla yerin arasını veyahut rızkı genişletenleriz,
demektir.” (Abdülvehhab Öztürk çevirisi).
Evet merhum Kadı da, mecazi olarak “güç” anlamı vermekle
birlikte yine bir “göğü genişleten” kaydı düşmeyi gerekli
görmüş.. (Yeri gelmişken belirtelim, Kadı Beydavî, Bakara Suresi’nin 22’nci
ayetini tefsir ederken Dünya’nın küre şeklinde olduğunu, fakat
hacminin büyüklüğü yüzünden düz gibi göründüğünü söylüyor.)
*
Geçmişte ulemanın bu tür fazladan “tevil”ler yapmış olmaları anlaşılabilir
bir durum.. Fakat, şu anda böylesi bir tevile gerek yok.
Ancak, geçmiş ulema hep tevil etmiş, asıl anlamı
atlamış diye birşey de yok.. Bazısı, tevil kapısını da açık tutmakla
birlikte asıl anlamı vermiş..
Kadı Beydavî'nin yaptığı gibi..
Ebussuud Efendi için de aynı durum geçerli.
Şöyle diyor:
“Şu göğü de kendi
ellerimizle biz kurduk ve biz hiç şüphesiz onu genişletmekteyiz (ona
[genişletmeye] kadiriz).”
Yani biz, göğü,
yahut gök ile yer arasını, yahut rızkı genişletmekteyiz. (Ali Akın
çevirisi)
Arapça orijinale baktığımızda bu çevirinin Arapça
karşılığının aynen böyle olduğunu görüyoruz:
“… le
mûsi’ûne’s-Semâe ev mâ beynehâ ve beyne’l-Arzi evi’r-rizki.”
Şimdi bu Bayındır’a gel de şöyle seslenme:
“Ulan öküz, Kadı Beydavî ve Ebussuud Efendi, hiç
kimsenin bilim adına kâinatın genişlediğini söylemediği bir
zamanda, sırf Kelamullah’ın lafzına sadakat için bunu yazmışlar;
sana ne oluyor da bugün (modern bilim de doğruladığı, çağdaş bilim adamları da ayette bildirilen hususun doğruluğuna şahitlik ettikleri halde),
Kelamullah’ın lafzına itiraz ediyorsun, tahrifat yapıyorsun?”
Beydavî 1200’lü yıllarda, Ebussuud Efendi de 1500’lü
yıllarda modern bilimden etkilenip de mi bunu yazmış?!
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Kur’an’dan
başka mucizesi yoktur” diyerek ortaya çıktınız, şimdi de “Kur’an,
mucize değildir” demek, diyebilmek için kendinizi paralıyorsunuz.
*
İmdi, “bilim”in etkisi altında kalma bakımından moderninin etkisinde
kalma ile eskisinin etkisi altında kalma arasında bir fark
bulunmadığını bilmek gerekiyor.
İkisi de aynı kapıya çıkıyor.
En büyük alimlerimizin bile kitaplarında antik/eski bilimin
etkisinin bulunduğu görülebiliyor..
Mesela İmam Gazalî, İhya’da, “müminlere
cennette şu kadar dünya genişliğinde yer verilecek” şeklindeki haberleri
“tevil” ediyor.
Bunun, “keyfiyeti/kalitesi bakımından böyle
olması gerektiğini, göğün büyüklüğü dikkate alınırsa, büyüklüğü onunki kadar
olan Cennet’te maddî anlamda bu kadar geniş yer olamayacağını” söylüyor.
Bugün yaşıyor olsaydı, böylesi bir tevile gerek olmadığını,
Cennet’te boş yer bile kalacağını anlardı. (Ki hadîslere göre, kalacak.)
*
İmdi, bu Abdülaziz gibi ahmakların (veya
münafıkların, bilemem), geçmişte yaşayan ulemaya “isabet ettikleri” hususlarda
muhalefet etmelerini, hatalı (veya lüzumsuz) tevillerinde ise onları baş tacı
yapmalarını nasıl yorumlamak gerekir?
Bunun ardındaki temel etken nedir, eşek inadıyla beslenen
ahmaklık, eblehlik ve budalalık mı, yoksa İblis fitneciliğiyle yeşeren sinsi
münafıklık mı?
LAİKLİĞİN (SİYASAL DİNSİZLİĞİN) BATIL DİNİ: ATATÜRKÇÜ PUTPERESTLİK
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gelecekle ilgili haberler vermiş, istikbalde neler olacağını bildirmiştir. Kendisini Atatü...
-
Şu Hiranur Vakfı hocasının kızının evliliği meselesi, 28 Şubat 'taki (derin tezgâh) Müslüm-Fadime olayı gibi arsızca köpürtülüyor. ...
-
Erdoğan’la ilgili iki rüyamı yorumsuz olarak aktaracağım. Birincisini, Suriye’deki son gelişmeler başladığı sırada gördüm.. Erdoğan, de...
-
Odatv.com ’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “ Er...