Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır ve Tunus’a gidip Şeriat’e
karşı laikliği savunduğu sırada şunları söylemişti:
“Ben laikliği dinsizlik olarak kabul
etmiyorum, din karşıtlığı olarak kabul etmiyorum. Partimin programında laiklik tanımı şudur: Kişi laik olmaz devlet laik olur. Bir Müslüman
olarak laik bir devleti yönetirken bütün inanç gruplarına devlet,
eşit mesafede olur. Müslüman’a da Hristiyan’a da Musevi’ye de
ateiste de. Ve bütün inanç gruplarının inancı o devletin
güvencesi altındadır. Bizim anlayışımız bu. Eğer
burada aykırı düştüğümüz bir nokta varsa bunu her fırsatta herkesle müzakere
ederiz. Eğer bu söylediklerimizin de bizim değerlerimize, İslam’a ters bir yanı varsa lütfen siz de beni ikna edin.”
Birincisi, laikliğin dinsizlik ya da din karşıtlığı
olup olmaması meselesi, bir kimsenin öyle kabul edip etmemesine bağlı
değildir.
İkincisi, sizin partinizin laiklik tanımı, İslam’a göre yapılmış bir tanım değildir.
Üçüncüsü, “Kişi laik olmaz, devlet laik olur” sözü mantıksızdır. Çünkü, isterlerse kişiler de laik olabilirler. Bireylerin laik olmama gibi bir mecburiyetleri yoktur.
Devlet de,
istenirse, 1924 Anayasası’nda olduğu gibi, “Devletin dini, din-i
İslam’dır” diyebilir.
*
Dördüncüsü, bu sözden kastınız, devletin laik olabilmesi fakat bireyin laik olmaya zorlanmaması ise, bu durumda, “laik olmayan kişi”, devletin laikliğini inancı gereği kabul etmiyorsa, ne olacaktır?
İnancının gereğinden vazgeçmeye zorlanacak mıdır,
zorlanmayacak mıdır?
Sen, kendi inancına ya da kanaatine göre, “Devlet laik
olur” deyip yoluna devam ediyorsun, peki ya devletin laik olmasına inancı ve vicdanî kanaati gereği razı
olmayanlar?..
Devlet karşısında bütün inançlar eşittir de senin ki "daha mı eşit"tir?
Beşincisi, “Bir Müslüman olarak laik bir devleti yönetirken bütün inanç gruplarına devlet, eşit mesafede olur” sözü de mantıksızdır.
Devlet hem müslümanın devleti oluyor, hem de bütün inanç gruplarına eşit mesafede..
Müslümansan, bütün inanç gruplarına eşit
mesafede değilsin demektir. Bütün inanç gruplarına eşit
mesafede isen, bu takdirde de müslüman değilsin demektir.
Altıncısı, “Kişi laik olmaz, devlet laik olur”
sözü, zımnen, bir insanın aynı zamanda
hem laik, hem de müslüman olamayacağının kabul edildiğini gösterir.
Kişi müslümansa laik olmuyorsa, devlet de, müslüman devletiyse şayet, laik
olamaz.
*
Yedincisi, “bütün inanç gruplarının inancının devlet güvencesi” altında olması, laik bir devletin ideali olabilir, fakat müslümanların devleti için böyle birşey yoktur.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hakimiyeti altına giren topraklarda putperestliği, şirki güvence altına mı
almıştı?!
İnsanların müslüman olmaya zorlanmaması
başka birşey, devletin her dine eşit mesafede olması ve şirki-küfrü de güvence
altında tutması başka birşeydir.
Sekizincisi, İslam müslümana, “Devlet tarafından yönetilirken müslümanca hareket et, Allah’ın
emirlerine uy, devleti yönetirkense dinler
arasında tarafsız kalabilir, Allahu Teala’nın emir ve yasaklarını bir tarafa
atabilirsin, atmalısın” şeklinde bir yol haritası sunmamıştır.
Şu taksimdeki garabete bakın.. Yönetilirken, elinde
yetki yok ya, müslüman olduğunu hatırlayabilirmişsin, yönetirkense, elinde
yetki olduğu için, müslümanlığını paketleyip bir tarafa atacak, laik
davranacakmışsın.
*
Dokuzuncusu, İslam (yönetici olsun olmasın) bütün insanlara, “Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin,
Şeytan’a uymayın” mesajını verir. “Devleti yönetirken Allahu Teala’nın yolu ile Şeytan’ın yolu arasında tarafsız kalabilir,
Allah’ın yolu ile putperestlik yoluna eşit mesafede durabilirsiniz” dememiştir.
Onuncusu, İslam, müslümanlara, “Sizden (müslüman) olan ulu’l-emre / emir sahiplerine itaat edin”
emrini vermiş, kâfirleri velî (yönetici) edinmeyi
yasaklamıştır.
“Devletin (emir sahiplerinin) sizden olup olmaması
önemli değildir” dememiştir.
Yani yönetici (kurumsal düzeyde “devlet”) bizden (yani
müslüman) olmak zorundadır. Laik anayasalara göre böyle olmayabilir,
fakat Kur’an‘a (yani Allahu Teala’ya) göre böyledir.
Ulu’l-emrin bizden (müslüman) olması, “müslümancılık”tan değil, İslamcılıktan kaynaklanır; yani yöneticinin müslüman
olması, İslam’a göre yönetmesi bakımından gereklidir.
Yönetirken bütün dinlere eşit olunması durumunda
yöneticinin bizden (müslüman) olmasının anlamı kalmaz. Bu, “ilkeler“i unutup “şahıslar“ı (şahsî
ayrıcalıkları/çıkarları) gaye edinmek olur.
*
Burada sorun Erdoğan’ın laik anayasa ve yasalara göre yöneten bir yönetici
olması değil. Tutup dini/İslam’ı laikliğe göre “güncelleme”ye
kalkışması.
Böylece, bir açıdan, Atatürk’ün projesini bilerek veya
bilmeyerek tamamlamaya çalışmış oluyor.
Mustafa Kemal İslam adına konuşamadığı için onun
devrimleri, dinî bir mahiyet taşıma
iddiasında değildi.
İslamcı değil, Batıcıydı.. Çağdaş uygarlıkçıydı.. Uygarlığın çağdaşı ise, ona göre, "yahudi-hristiyan Batı uygarlığı"ydı.
Yani Ali Rıza oğlu Selanikli Mustafa din adına değil, batılılaşma-çağdaşlaşma adına konuşuyordu.
Erdoğan ise, onun laiklik projesine dinî meşruiyet
kazandıracak şekilde sarf-ı kelam ediyor.
Din adına konuşuyor.
*
Erdoğan’ın laik devleti de, devlette bırakın yönetici (âmir, emreden) olmayı, memur (Ki memur, anlamı
itibariyle, “emir alan, kendisine emredilen” demektir) olmayı bile, Atatürkçü olduğunu yeminle ifade etme kaydına
bağlıyor; Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına
yemin etmeyene, bırakın yönetici olmasını, devlet kadrolarında
sıradan bir memuriyet (emir alma) görevi bile vermiyor.
İslam da diyor ki, “Müslümanın yöneticisi, kulların değil, ancak Allah’ın ve Resulü’nün ilkelerine bağlı
kalacağına yemin eden adam olabilir”.
Kim daha doğru yoldadır: Hayy ve Kayyûm olan Allah’ın
ve Resulü’nün ilkelerine bağlı olan mı, Ali Rıza oğlu Selanikli’nin (Ki o şimdi ölü) ilke ve
inkılaplarına bağlı olan mı?
Sorum, kendisini müslüman kabul edenlere.. Kemalistlere değil..
Bu ikisi çeliştiği halde, bir müslümana, Atatürk ilke
ve inkılaplarına bağlılık yemini ettirmeniz, din ve vicdan hürriyeti ile
ne kadar bağdaşmaktadır?
Bir Atatürkçüye "Allah'ın ve Rasulü'nün ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini" ettirmeyi din ve vicdan hürriyetine aykırı buluyorsunuz, fakat bir müslümanı Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini etmeye zorlamayı aykırı bulmuyorsunuz.
Şu sizin lehçede eşitliğin, özgürlüğün, din ve vicdan hürriyetinin manası bu mu?
Türkiye’de, din ve vicdan hürriyeti var mıdır? Fikri hür, vicdanı hür olmak, ve de vatandaşlık haklarından yararlanmak mümkün müdür?
İslam, dürüsttür, takiyye yapmaz, aldatmaca bir hak ve hürriyet söylemi ile
kitleleri kandırmaz. Olduğu gibi görünür, sahtekârlığa tevessül etmez.
*
Madde madde gidiyorduk, devam edelim.
Onbirincisi, İslam “İtaat (devlet
başta olmak üzere her tür otoriyete itaat) ancak maruftadır (Şeriat’e
ve Şeriat’le çelişmemek kaydıyla akla göre iyi, doğru
ve güzel olan hususlardadır)” hükmünü getirmiş, müslümanlara münkerle (kötülükle) elle, dille ve (güç yetmiyorsa) kalple mücadele sorumluluğu
yüklemiştir.
Onikincisi, müslümanın İslam
devleti diye bir derdi olmayacaksa, laik devlet yönetiminin
İslam’a bir aykırılığı yoksa, FETÖ’nün (Fetullahçı
Takiyye Örgütü’nün), çağdaş uygarlığın sahibi ve mucidi olarak laikliği icat edip patentini elinde tutan ve Türkiye’ye de
ihraç eden hristiyan devletlerle işbirliği yapmasına söyleyecek bir sözünüz olamaz.
Onüçüncüsü “Bu söylediklerimizin de bizim değerlerimize, İslam’a ters bir yanı varsa lütfen siz de beni ikna edin” şeklindeki ifadeye verilecek cevap şudur:
“Bu söylediklerinizde İslam’a uygun bir taraf, bize ait
bir değer var mı! Varsa gösterin! Bizi ikna edin!”
*
Ondördüncüsü, müslüman kimliğiyle konuştuğunuzda kendi kafanızdan birtakım kanaat ve
iddiaları sıralamanız önem taşımaz, Kitap ve Sünnet’ten delil
getirmeniz gerekir.. İddia başka, ispat başkadır.. Temelini akıl ve mantığın oluşturduğu evrensel bir hukuk ilkesi olarak, iddiayı ispat, müddeîye (iddia
sahibine) düşer..
Diyelim ki birisi sizi, kanıt gösterme zahmetine katlanmadan hırsızlıkla suçladı, "Hırsız olmadığına beni ikna et, edemiyorsan hırsızsındır" diyebilir mi?!
“İddiam doğru, yanlışsa göster” diyerek ispat mükellefiyetini muhataba yüklemek, mantık sahibi âkil baliğ hiç bir vatandaşa yakışmaz, fakat devleti yönetme konumundaki insanlara hiç yakışmaz.
Çünkü, yönetilenlerde değilse bile, yönetenlerde mutlaka sağlam bir mantık ve ayrıca hukuk nosyonuna aşinalık bulunması gerekir.
Hiç kimsenin, (hem mantık, hem de usûlüddîn gereği) kendi ikna edilebilirliğini esas alarak kişisel zekâ, kavrayış düzeyi ve vicdanını dinde bir ölçü/kıstas haline getirmeye hakkı yoktur.
Bu sözler Erdoğan açısından büyük talihsizlik.
Etrafındaki danışmanlar ordusu da bu talihsizlikte ona ortak.