ATATÜRK'ÜN ÇİFTLİĞİ BİR TÜRKİYE (BİR DE DEVLET/MİLLET KESESİNDEN HEYKELLERİNİ DİKTİRMESE, HEPSİNİN ÜSTÜNE TÜY DİKMESE "EYİYMİŞ")


(BU ÜLKEDEKİ ATATÜRK HEYKELLERİ, POSTERLERİ,

ANITKABİR'İN MUHAFAZASI VE BAKIMI İÇİN HARCANAN PARA,

ORADAKİ SAYISIZ PERSONELE VERİLEN MAAŞ,

SELANİKLİ'NİN ÖLÜSÜNÜN BİLE 

MİLLETE BÜYÜK YÜK OLMAYA DEVAM ETTİĞİNİN BELGESİ) 





UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 18

 

Bu yazı dizisinin önceki bölümlerinde şunu anlatmıştık:

Selanikli Mustafa Atatürk, (daha önce kendi aralarında kararlaştırılmış olanın aksine) bir katakulli ile Osmanlı hanedanının elinden sadece saltanatı değil, hilafeti de almak istiyor, fakat buna TBMM çoğunluğu karşı çıkıyor.

Hatta Selanikli’nin yakın çevresindeki Başbakan Rauf Orbay ile Doğu Cephesi Komutanı Karabekir gibi isimler bile “Böyle mi konuşmuştuk?!” diyerek itiraz ediyorlar (Ki sonraki yıllarda Selanikli ikisinden de intikamını acı bir biçimde alacaktır).

Selanikli, klasik taktiği oldubittiye getirme manevrasıyla TBMM’den çıkarmak istediği karar çıkmayınca hilafet makamının Osmanlı hanedanına bırakılmasına gönülsüzce razı oluyor.

Fakat Karabekir’e göre, o güne kadar adı padişahlık olan devlet başkanlığı makamını cumhurbaşkanlığı adı altında uhdesine almak istediği gibi, hilafet makamını da er geç eline geçirmek niyetindedir.

*

Saltanatı kaldıran karar TBMM’de 1 Kasım 1922 günü kabul ediliyor.

İki buçuk ay sonra (14 Ocak 1923 günü) Selanikli, yanına Karabekir ile Fevzi Çakmak’ı da alarak trenle İzmir’e gidiyor.

Bundan üç hafta sonra (4 Şubat’ta), Manisa’nın Akhisar ilçesindelerken, Lozan’da bulunan İsmet İnönü’den, barış görüşmelerinin kesintiye uğradığına dair şifreli bir telgraf geliyor.

Uğur Mumcu, Karabekir’in şu sözlerini aktarıyor:

“5 Şubat'ta Akhisar'da iken ismet Paşa'dan 4 Şubat'ta sulh müzakeresinin inkıtaa uğradığı hakkında şifreli telgraf geldi. Yine bu arada Ankara'dan Meclis ikinci reisi Ali Fuat Paşa'dan mühim bir şifreli telgraf geldi:

“«Gazi'nin geçen yıl millete verdiği söz mucibince (gereğince) bir tarafa çekilmesi şartıyla kendisine bir saray ve ayda on bin lira muahhassasat (ödenek) verilesi hakkında riyasete (TBMM başkanlığına) bir takrir (önerge) verilmiştir, müzakereye (görüşmeye) koyalım mı?»”

(Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, 17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 71-72.)

Geçen yıl millete verilen söz”den kasıt, Selanikli’nin altı ay önce, 20 Temmuz 1922 günü başkomutanlığının “süresiz” uzatılması teklifi münasebetiyle TBMM’de sarfettiği laflar.

Söylediğine göre, zafere ulaşılınca iki kere mutlu olacaktır..

Birincisi, zaferden dolayı..

İkincisi de, sıradan bir vatandaş olarak sine-i millete (milletin bağrına, halkın arasına) dönebilecek olmasından dolayı..

Sözde bunun için yanıp tutuşmaktadır.

Tabiî hepsi palavra..

*

Evet, TBMM’de millete verdiği söz şöyle:

“Efendiler; Makam-ı Riyasetinizde (başkanlık makamınızda) bulunmakla mübahi (övünçlü) olan âcizleri (aciz şahsım) o gün iki kere mesut (mutlu) olacağım. İkinci saadetimi temin edecek olan husus, benim bundan üç sene evvel dâva-yı mukaddesimize (kutsal davamıza) başladığımız gün bulunduğum mevkie (TBMM başkanı olmadığım, sıradan vatandaş olduğum hale) rücu edebilmekliğim (dönmem) imkânı olacaktır. Hakikaten sine-i millette (milletin bağrında) serbest bir ferd-i millet (sıradan vatandaş) olmak kadar dünyada bahtiyarlık yoktur. Vâkıf-ı hakayik olan (gerçekleri bilen), kalp ve vicdanında mânevi ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddî makamatın (makam mevkilerin) hiçbir kıymeti yoktur.”

(Bkz. Mumcu, s. 59; Gülseren Akalın, “Başkumandanlık Kanunu’nun Dördüncü Defa Uzatılması Sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM’nde Konuşması ve Elyazısıyla Hazırlık Notu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 22, Sayı: 64-65-66, Yıl: 2006, s. 211-2.)

Selanikli bu sözleri samimi olarak söylemiş olsaydı, söz konusu teklif karşısında şöyle bir cevap vermesi beklenirdi:

“Ne demek saray!.. Biz saltanat sürmek için mi yola çıktık?! Kalp ve vicdanında mânevi ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için sarayın ne kıymeti olabilir! Bu fakir milletin sırtından sarayda yaşamak bize yakışır mı, basit bir ev neyime yetmiyor?!”

Tabiî bir de (tam da saraylık adama yakışan) 10 bin lira tahsisat (ödenek) meselesi var.

O dönemde bir memurun aylık maaşı iki buçuk lira.. Yıllık geliri 30 lira..

Fakat, lira değerli.. 1 lira, 6,625 gr. saf altına karşılık geliyor.

Yani o zamanın 1 lirası, bugünün 13 bin küsur lirası:

“… orta dereceli bir memur İstanbul’da 235 kuruş 10 para [2 lira 35 kuruş ve çeyrek kuruş] aylıkla geçinebilirdi.”  

(Feridun Ergin, “Birinci Dünya Savaşı’nda ve Atatürk Döneminde Fiyatlar ve Gelirler”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 3, S. 7, Yıl: 1986, s. 59-60.)

Demek oluyor ki "ay"da 10 bin lira tahsisat (Evet ayda, yılda değil, yahut "emeklilik ikramiyesi" babından bir defa değil), bugünün parasıyla 130 milyon lira..

Büyük para..

(Bu, bir liranın bir cumhuriyet altını değerinde olması anlamına geliyor. Ancak, Abdurrahman Dilipak'tan aşağıda yapacağımız alıntı çerçevesinde düşünüp liranın değer kaybetmiş olduğunu ve ancak beş lira ile bir cumhuriyet altını alınabildiğini varsayarsak aylık tahsisatının/ödeneğinin 26 milyon küsur lira olacağını söylemek gerekiyor.. Yine de büyük para.. Her bir gün için 900 bin lira.. Yuvarlak hesap 1 milyon lira..)

Anlaşılan, TBMM’nin “millî iradeyi temsil eden milletvekilleri” Selanikli’nin salt “emekli başkomutan maaşıyla” sıradan bir vatandaş gibi bir kenara çekilmesini vefasızlık olarak değerlendirmişler, ona bir saray ve bol para verilmesini, kalan ömrünü para içinde yüzerek geçirmesini istemişler.

Evet, Selanikli’nin bu teklif karşısında, öfkelenip kızması, şunu demesi beklenirdi:

“Ne demek saray!.. Ne demek ödenek! Emekli başkomutan maaşım ve bir lojman neyime yetmiyor?!”

*

Gerçekten de Selanikli bu teklife çok kızmış, çok öfkelenmiş.

Karabekir’den dinleyelim:

Gazi buna çok kızdı. Rengi kaçtı. Şifreyi bana da okuttu. Mütalaamı (değerlendirmemi) sordu. O hâlâ hilafeti uhdesine almaya (eline geçirmeye) ve eski mefkuresine (idealine) kavuşmaya uğraşırken kendisine bu tavsiye çok acı geldi. Gerçi gıyabında [onun yokluğunda TBMM’de] bu tarzda ve dış siyasetimiz henüz takarrur etmeden (karar bulmadan) bu teşebbüs (girişim) doğru değildi.

Bunun için mütalaamı şöylece söyledim:

«Henüz sulhumuz (barışımız) takarrur etmediğinden (kararlaşmadığından) hal-i harpteyiz (savaş halindeyiz) demektir, bunun için bu meselenin ortaya çıkması mevsimsizdir. Sulhun aktinden (imzalanmasından) sonra bu [bir kenara çekilmeyle ilgili] kararı kimsenin teklifine lüzum kalmadan siz verirsiniz.»

Ve cevabımı beğendi. Şifreyi getiren yaveri Mahmut Bey’e (Siirt Mebusu, Milliyet Gazetesi sahibi) şu emri verdi:

«Paşa'nın dediği gibi bir cevap yaz.»

(Mumcu, s. 72.)

*

Sonraki süreçte Selanikli bir kenara çekilmeyi kabul etmeyecek, ayda 10 bin lira tahsisatla değil, aylık 14 bin lira maaşla tabiri caizse saltanat sürecektir.

Tabiî işin saray kısmını da atlamayacak, İstanbul'dayken Dolmabahçe Sarayı'nda ikamet edecektir (Toplam beş yılı bu sarayda geçecektir).

Bu arada, Hindistan Hilafet Komitesi'nin gönderdiği 843 bin 294 liraya karşılık gelen yardım parasını zimmetine geçirmeyi de ihmal etmeyecektir. (Bkz. Gültekin Kamil Birlik, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Mal Varlığı”, Belleten, C. 78, S. 282, Ağustos 2013, s. 758.)

Velhasıl, cumhurbaşkanı sıfatıyla faydalandığı tahsisatın yanı sıra bir de kişisel maaşı olacaktır.

Emekli subay maaşı değil tabiî, muvazzaf (vazife başındaki) cumhurbaşkanı maaşı..

Evet, aylık maaşı ne iki buçuk liradır, ne 30 lira, 14 bin liradır.

Dilipak’ın 19 Kasım 1989 tarihli Nokta dergisinden yaptığı alıntıya göre, o gün bir cumhuriyet altını beş liradır ve Selanikli’nin aylık maaşı ile 2 bin 800 altın alınabilmektedir. (Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, 7. b., İstanbul: Beyan Y., t. y.,  s. 304.)

*

Cumhuriyet altınının bugünkü değerini dikkate aldığımızda günümüz parasıyla maaşı 39 milyon küsur lira..

390 bin liranın yüz katı.. 1 milyon liranın 39 katı..

Adamın günlük maaşı (Aylık değil günlük, efendiler) bugünün parasıyla 1 milyon 300 bin lira gibi bir meblağ.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu anki aylık maaşının yaklaşık yedi katı..

Yani Selanikli, Erdoğan’ın yedi ayda aldığı parayı, bir günde alıyor.. Bunun devlet hazinesinden iki günde aldığı parayı Erdoğan bir yılda alamıyor, ayrıca iki ay daha çalışması lazım. 

Evet, sadece iki günde aldığı para, Erdoğan'ın bir yıllık maaşından fazla..

Gözümüz yok, alsın, Allah daha çok versin, fakat bizimle alay eder gibi “Vâkıf-ı hakayik olan (gerçekleri bilen), kalp ve vicdanında mânevi ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddî makamatın (makam mevkilerin) hiçbir kıymeti yoktur” diye nutuk atmasa “eyiymiş”.

*

Ancak, bu hatasını geç olsun da güç olmasın hesabı sonradan düzeltmiş..

Karabekir’e şunu demiş:

Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar!. Böyle kimselerle ülkeyi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce insanların din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız.”

(Mumcu, a.g.e., s. 84.)

Selanikli, fakir kalmamış, kazanmayı bilmiş.

Din ve namus icabı Topkapı, Yıldız ve Dolmabahçe saraylarındaki değerli emtia ve mücevherata dokunmayan, sözde halk, özde "suikastçi çetesi" olan "bindirilmiş katil kıtaları"nın lincinden kurtulmak için ("Gönül gurbet ele varma!" diyen halk şairinin sözlerine kulak tıkayarak) yaban ellere giden, ve fakr u zaruret içinde yaşayarak borçlu ölen Vahideddin gibi fakir kalmamış. 


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...