MAZLUMLARIN SIĞINAĞI "SON KALE", CEMAAT VE İSLAM DEVLETİ

 



Ezilenlerin gür sesidir o

Suskun dünyanın hür sesidir o

Göründüğü gibi olan

Gücünü milletten alan

Recep Tayyip Erdoğan

 

Halkın adamı Hakkın aşığı

O milyonların umut ışığı

Mazlumlara sırdaş olan

Gariplere yoldaş olan

Recep Tayyip Erdoğan

 

Oldu her zaman sözünün eri

Çıktığı yoldan dönmedi geri

Kararlıdır davasında

Anaların duasında

Recep Tayyip Erdoğan

 

Sözü dosdoğru yoktur riyası

Zalimlerin korkulu rüyası

İnandığı yolda giden

Yıllardır beklenen lider

Recep Tayyip Erdoğan


Cemaat konulu önceki yazılarda şu hususa dikkat çekmiştik:

Huzeyfe r. a.’in rivayet ettiği hadîse göre, Müslümanlar’ın cemaatinin (devletinin) bulunmadığı zamanlarda bütün fırkalardan uzak durulması gerekirken, ortada cemaatin (başında halife bulunan küresel İslam devletinin) bulunması durumunda ise ona sımsıkı yapışmak icab ediyor.

Bu cemaatten ayrılmamız durumunda ise bizi cahiliye ölümü bekliyor:

“Men harace min et-tâati ve fâraka el-cemaate, fe mâte, mâte mîteten câhiliyyeten.”

(Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, C. 6, çev. Mehmed Sofuoğlu, İstanbul: İrfan Yayımcılık, 1988, s. 50.)

Yani: Her kim (halifeye) itaatten hurûc edip çıkar ve cemaatten ayrılır da fırkalaşırsa ve bu hal üzere ölürse, o kişi cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.

Hadîste “mâte” (ölür, öldü) fiili iki kere tekrarlanarak vurguda bulunuluyor.

Başka bir hadîste bu vurgu “bir karış” denilerek yapılmış:

“… men fâraka el-cemaate şibran, fe mâte, fe mîtetün câhiliyyetün.”

“… her kim İslam camiasından bir karış ayrılır da ölürse muhakkak onun ölümü bir cahiliyet ölümüdür.”

(A.g.e, C. 6, s. 51.)

Görüldüğü gibi hadîste cemaat kelimesinin başında (İngilizce’de karşılığı “the” olan) “el” takısı var. Bu cemaat “The Cemaat”tir ve İslam cemaatidir. Yani istenen, “herhangi bir cemaate” iştirakle yalnız kalınmaması değil, tek olan o The Cemaat’ten ayrılınmamasıdır.

*

Burada ayrıca “itaat”ten söz edilmesi, olayın “gönüllülük” temelli bir katılım değil, “siyasal otoriteye boyun eğme” anlamında bir gereklilik olduğunu gösteriyor.

Evet, itaat ile cemaatin birlikte zikredilmesi, bu cemaatin reisine itaatin “hukukî” bir zorunluluk olduğunu nazara verir.

Ki bu ancak “İslam devletinin başkanı” için söz konusu olur.

Diğer türden cemaatlerde (topluluklarda) ise itaat hukukî bir mesele değildir, bunlarda ilişkiler ahlâk, adab-ı muaşeret, büyüğe saygı küçüğe sevgi ve gönüllülük esası üzerine kuruludur. 

Yine hadîste “Cemaate bağlanın/katılın!” değil, “Ayrılmayın!” denilmesi, her müslüman için doğal durumun (o “el” takısı ile ifade edilen “belirli” cemaat çerçevesinde) “üyelik” olduğunu ortaya koyuyor.

Velhasıl “cemaat”ten kasıt, ümmetin siyasal birliğini ifade eden ve tek bir imam (önder) tarafından yönetilen, bu imama itaati gerektiren küresel İslam devletidir.

*

Hadîsin devamı da var.

“Men harace min et-tâati ve fâraka el-cemaate, fe mâte, mâte mîteten câhiliyyeten” buyuran Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Ve her kim de ulusu/milleti/kavmi/ırkı için öfkelenerek, ya da milleti/ulusu için davetçilik yaparak (davası milliyetçilik olarak), yahut (hak yolda olup olmadığına, haklı olup olmadığına bakmaksızın) milletine/ulusuna (devletine) yardım ederek “içyüzü ve gayesi (Şeriat’e uygunluğu, hak oluşu) belirsiz” bir davanın sancağı altında savaşır ve böylece öldürülürse, işte bu, cahiliye ölümüdür.

Ve her kim de günahsız-günahkâr diye ayırmadan, müminlerinin (vebalinin) korkusunu duymadan, ahitleşilip sözleşilmiş olana verilen söze vefa göstermeden (anayasa ve yasalar ile verilen haklar ve yapılan taahhütler çiğnenerek, yürürlükteki hukuk ayaklar altına alınarak) ümmetimin üzerine yürürse, işte o, benden değildir, ben de ondan değilim.”

Bu hadîs çerçevesinde ele aldığımızda Kürtçülük davası güden PKK ile onun uzantılarına hizmet edenlerin ve bu yolda silaha başvurup ölenlerin cahiliye ölümü ile öldüklerini söylemek bile gereksizdir..

Herşey açık, ortada..

Ancak, İslam dini sadece laik (siyasal dinsiz, Apocu) Kürtçüleri tekfir edip Cehennem’e yollamak için nazil olmuş değildir.

Türkler (ve “Ne mutlu Türküm diyene” mottosuna sarılan Türk’ten fazla Türkçü “dönme”ler) ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti de dinin mesajının, müjde ve inzarının kapsama alanına giriyor.

*

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yukarıya aldığımız sözleri çerçevesinde düşündüğümüzde Türk milliyetçileri (Türkçüler) ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti hakkında ne söylememiz gerekir?

Mesela, “Türkiye Cumhuriyeti, İslam’ın bayraktarıdır, Şeriat’in hizmetindedir, iç ve dış politikasını İslam’a (Şeriat’e, Kur’an ve Sünnet’e) göre tanzim eder, devlet bir yasa çıkardığı zaman o yasa Şeriat’e uygunluk bakımından (Osmanlı’da olduğu gibi) İslam alimleri tarafından denetlenir, Şeriat’e aykırı yasalar iptal edilir, herhangi bir topluluğa karşı savaş açıldığında önce bunun için ‘Şeriat’e uygunluk’ fetvası alınır” diyebiliyor muyuz?

Hayır!

Böyle dersek, hem yalan söylemiş hem mevcut anayasayı ve yasaları tanımamış, hem de devlet erkânına anayasal bir ilkeyi (laikliği) ihlal etme iftirası atmış oluyoruz.

Bununla birlikte devlet kurumları Şeriat’in hükümleri “laik ulusal çıkar” hesabına “istismar” edilebildiği zaman “Laikliğin canı cehenneme” moduna girebiliyor, laik-Kemalist devlet için şurada burada çarpışıp ölenleri (Allah yolunda cihat etmiş, Allah’ın dini/şeriati hakim olsun diye çarpışmış gibi) “şehadet” rütbesiyle müjdelemekten asla geri durmuyorlar.

Kimse de çıkıp “Ne demek şehadet! Burası laik (siyasal dinsiz) bir devlet.. Devletimiz dinler arasında tarafsız (din-siz) durumdadır. Dolayısıyla ölenlerimiz İslam için olduğu kadar Budizm için de, Yahudilik için de ölmüş sayılır. O yüzden şehitlik gibi Şeriat kavramlarını kullanmamalıyız” demiyor.

*

Burada bir parantez açalım.

Odatv.com bugün (29 Şubat 2024) Ertuğrul Özkök’ün bir yazısını şu başlıkla yayınladı: “Özkök kitabın ortasından konuştu: Rabia son kalesinden de artık çekiliyor”.

Yazı başlığındaki “son kale” tabiri önem taşıyor.

Malum, 10 yılı aşkın bir zamandır birileri Türkiye için “son kale” edebiyatı yapıyor.

Özkök’ün yazdıkları doğruysa eğer, Rabia (Mısır İhvan’ı) son kalesinden çekiliyor değil, AK Parti iktidarının son kale edebiyatı çöküyor.

Özkök’ün bazı cümlelerini aktaralım:

Olay 20 Şubat 2024 günü patladı.

Birçok internet sitesinde şöyle bir haber çıktı:

“Müslüman Kardeşler Örgütünün Türkiye’deki başkanının vatandaşlık hakkı geri alındı.” (…)

Londra merkezli Arap gazetesi Şarkul Avşat’ın edindiği bilgilere göre , İhvan’n 50’ye yakın üst düzey örgüt yetkilisi 2022 yılında 400 bin dolarlık gayrimenkul edinmesi karşılığında TC vatandaşlığı almıştı ve İstanbul’da oturuyordu.

İşte bu İhvan Örgütünün 50 mensubunun vatandaşlıkları iptal edilmiş.

Oysa geçtiğimiz yıllarda “Türkiye’nin Müslüman Kardeşler örgütü mensuplarına sınır dışı edilmeyecekleri konusunda güvence verdiği” yolunda birçok haber çıkmıştı. (…)

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir televizyon kanalının Gazze konusundaki yayınlarına bile yalanlama yapan İletişim Başkanlığı Dezenformasyon Dairesi, bugüne kadar herhangi bir açıklama yapmadı. (…)

Aydınlık gazetesinde okuduğum bir habere göre, Suriyeli yazar ve analist Hasan Yusuf sosyal medyada ilginç bir paylaşım yapmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Esad’ın fotoğraflarını yan yana koyan Hasan Yusuf altına da şu yazmıştı:

“Sıra Suriyeli muhaliflerde. Suriye muhalefetinin Türkiye’den çıkarılması için bir Türkiye-Suriye mutabakatı geliyor.” (…)

Ve tekrar ediyorum, bütün bu haberlerle ilgili olarak Ankara tarafından yapılmış tek kelime açıklama yok.

Buna karşılık somut bilgi olarak elimizde çok ilginç bir görüntü var.

Yazdığım bu haberlerden 4 gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sakarya’da yaptığı mitingde bir pankart apar topar toplatıldı.

Pankartın üzerinde şu yazıyordu:

“İsrail ile ticaret utancı sonlandırılsın…”

İhvan sınırdaşı edilirken., İsrail’le ticaret devam ediyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün dünyaca taktir edilen pragmatizmi bir kere daha kendini gösteriyordu.

Evet, Özkök’ün yazısındaki bazı ifadeler böyle..

Söylediğine göre, Türkiye Müslüman Kardeşler örgütü mensuplarına “sınır dışı edilmeyecekleri konusunda güvence verdiği” halde, şimdi ülkeden kovmuş olabilir.

*

Özkök’ün yazdıklarından ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış, bilemeyiz.

Ama bildiğimiz başka şeyler var.. Onları yazalım..

Yukarıda tercümesini aktardığımız hadîsinde Rasulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “ahit/sözleşme sahibine verilen ahde/söze vefa göstermeyen(lâ yefî li zî ahdin ahdehû) için “O benden değildir, ben de ondan değilim” buyuruyor.

Yine, (son zamanlarda kimsenin, özellikle de “Şeriat karşıtı sözde ahlâkçı sahtekârların hiç hatırlamadıkları ve hatırlatmadıkları) sahih bir hadîste belirtildiği gibi, münafığın üç özelliği vardır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde döner, emanate ihanet eder.

Özkök’ün yazdıkları doğruysa, AK Parti iktidarı münafıklık alanındaki eksiklerini tamamlamak, eksik gedik bırakmamak için dört nala koşturuyor demektir.

Mısır’da İhvan’a yanlış taktikler verdiler, (Şeriatçılığı bırakıp laikçilik yapmaları gibi) yanlış tavsiyelerde bulundular, ve şimdi, Özkök’ün yazdıkları doğruysa bir başka yanlış yapıyor, onları “satıyorlar”.

Aynı şekilde Suriye’de de yanlış yaptılar.. Esed’e verdikleri sözlerden döndüler, (dönemin Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in açıkladığı gibi) bir yandan Suriye heyeti ile Adana’da görüşmeler yaparken diğer yandan ABD ile anlaşarak onların kuyusunu kazmaya giriştiler.

Evet, Özkök’ün yazdıkları doğruysa, şimdi İhvan’ın yanı sıra, Suriye’de dolmuşa bindirilip Esed’e karşı harekete geçirilenler de topun ağzında..

Satılacaklar..

Tek engel, Esed’in şimdilik pazarlığa yanaşmıyor olması.

Umarım Özkök’ün yazdıkları doğru değildir.

*

İşlerin bu noktaya geleceği belliydi..

On yıl önce yazdık.. Bu yol, yol değil dedik.. Bu milletin bugünkü nesillerinin Türkiye’nin böyle atak ve agresif bir dış politika yürütmesine imkân verecek bir kalite ve kalibrede olmadığını söyledik. (Bkz. https://tebyin.wordpress.com/2013/12/30/akpartinin-sonbahari-kimliksizligin-iflasi/)

AK Parti’nin “son kale” oratoryosunun tenor ve sopranoları ise, Davutoğlu şefliğinde “özgüven, büyük düşünme, uluslararası ilişkilerin nesnesi değil öznesi olma, küresel güç olma” çığırtkanlığı yaptılar, itidal tavsiye edenleri bir hain ilan etmedikleri kaldı.

Hem üslupları yanlıştı, hem yöntemleri.. Hem niyetleri bozuktu, hem idealleri..

*

Büyük milletleri ve büyük insanları büyük yapan, büyük konuşmaları değildir, sükunet, sühulet ve tevazu ile büyük işler yapmalarıdır..

Büyük işler yapanlar genelde asla büyük konuşmazlar.. İddialı laflar etmezler..

Büyük konuşmak, iddialı laflar etmek, başına belayı sarmaktır.. Çünkü kim büyük konuşur ve iddialı laflar ederse, o laflarıyla imtihan olunur.

Çoğu zaman da altında kalır, ezilir.

Mesela şu gençliğinde sosyalistlik taslayıp paylaşma nutukları atan fakir fukara edebiyatı şampiyonlarına bir bakın, ileri yaşlarında bol parayla imtihan olunmuşlar ve hepsinin de palavracı sahtekâr dümbelek olduğu cascavlak ortaya çıkmıştır.

Gençlik yıllarında tanıdığımız nice hızlı mücahitin durumu da aynı.. Büyük çoğunluğu “mahcup Kemalist, ılımlı laik” kalantor “mütahit”, işadamı vs. haline geldiler.

*

Her iddianın bir sınavı vardır.

Ahlâk edebiyatı yapanlar, "İslam'ı Şeriat'e indirgemeyelim, asıl önemli olan ahlâk" diyenler, "yalan söylememe, sözünde durma, ve emanete riayet" hususlarında herkesten fazla titizlik göstermek durumundadırlar.

Evet, iddia imtihanın kardeşidir.. Adama "Halep oradaysa arşın burada, şu kumaşları bir kere de burada ölçelim, iddianız doğru mu yanlış mı görelim" derler.

Mümin ve müslüman olduğunu söylemek de böyledir. bunun da bir imtihanı var..

İman iddiası, kesinlikle sınavdan geçer:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?

“Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”

(Ankebut, 29/2-3)

Evet, bu işler öyle büyük konuşmayla olmuyor..

Allahu Teala, doğruları da, yalancıları da ortaya çıkarır.

Bugünler geçer, yüksek perdeden attığımız nutuklar unutulur, geride bir tek (iyisiyle kötüsüyle) yaptıklarımız kalır.. Notumuz ona göre verilir.

Umarız AK Parti iktidarı geçmişindeki hataları tekrarlamaz, sabıka kaydını yeni marifetlerle zenginleştirmez.

AK Parti sözcüleri ve yandaş kalemşorlarının Özkök’e ağzının payını vermesini bekliyoruz.

*

Konuya devam edeceğiz inşaallah.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...