İNGİLİZ'İN "DEHA"SI, FRANSIZ'IN "MANKAFA"SINI NASIL YENDİ?

 






UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 61

 

Bir önceki bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün, 8 Temmuz 1919 tarihinde, yani Erzurum'daki ikametinin ikinci günü Padişah Vahideddin’e telgrafla ilettiği “Kulları Mustafa Kemal” (Vahideddin’in kulu Selanikli Mustafa) imzalı istifa mektubu üzerinde durmuştuk.

Selanikli, bu telgrafın metnini 24 Nisan 1920 tarihinde, TBMM’nin açılışından bir gün sonra yaptığı TBMM açılış konuşmasında milletvekillerinin (dolayısıyla milletin) huzurunda okumuş, böylece, inkârı mümkün olmayan bir tarihî belge olarak TBMM zabıtlarına (tutanaklarına) geçirmiş durumda.

Söz konusu mektubunda bir kere değil, iki kere değil, tam beş defa Padişah’ın kulu ve kölesi olduğunu ifade ediyor.

Fakat aynı adam, o tarihten dokuz ay önce, Erzurum Kongresi sırasında, kafadarları Mazhar Müfit ile Süreyya Yiğit'e, Osmanlı Devleti'ni tarihe gömeceğini, cumhuriyet ilan edeceğini ve cumhurbaşkanı sıfatıyla tesettürü (İslamî örtünmeyi) ve Kur'an harflerini kaldıracağını, Avrupa harflerini alacağını ve millete şapka giydireceğini söylemiş bulunuyor.

Yaptığı şey, Kemalizm ideolojisi penceresinden bakanlara göre, “deha”nın ve “üstün zekâ”nın Anadolu’daki önlenemez şahlanışı..

Dürüstlük, şahsiyet, şeref/onur ve karakter gibi ahlâk eksenli kavramlar çerçevesinde düşünen eski kafalı fakirlere göre ise takiyye, yalancılık, sahtekârlık, hilekâr dalkavukluk, “gizli gündem”cilik, içten pazarlıkçılık, siyasal dolandırıcılık ve döneklik.

*

Selanikli millete, bütün gayesinin hilafeti ve saltanatı (Osmanlı Devleti’ni) savunmaktan ibaret olduğu yönünde sürekli teminat verdi.

Önceki bölümde de aktardığımız gibi, TBMM adına “Halife ve Hakan Efendimiz” diye başlayan bir beyanname yayınlayarak şunu dedi:

“Padişahımız, kalbiniz [size karşı] hiss-i sadakat ve ubudiyetle (bağlılık duygusu ve kulluk ile) dolu, tahtımızın [saltanat makamının] etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz. İctimâın [TBMM toplantısının] ilk sözü Halife ve Padişah’a sadakat olup Millet Meclisi’nin son sözünün yine bundan ibaret olacağı[nı] sedde-i seniyelerine [südde-i seniyyelerine, padişahlık makamına] en büyük tazim ve huşu ile arzeder.

“Büyük Meclis emriye Mustafa Kemal”

(Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, 7. b., İstanbul: Beyan Y., t. y.,  s. 272-4.)

Aslında böyle bir beyanname yayınlamasına gerek yoktu, çünkü, Falih Rıfkı’nın yazmış olduğu gibi, TBMM Padişah’a (halifeye) bağlılık yemini etmiş durumdaydı:

“Buhari-i Şerifler, minarelerde sala ve ‘sevgili padişahımıza sadakat’ yeminleri ile aynı tören yapılmıştır. Meclis toplanır toplanmaz ‘ilk ve son sözü padişah ve halifeye bağlılık’ olduğuna yemin edilmiştir! ‘Cenab-ı Hak ve Resul-i Ekrem’i namına yemin ederiz ki padişaha ve halifeye isyan sözü yalandan ibarettir’.”

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 22.)

Evet, bu padişah-halifeye sadakat vurgusu her fırsatta yapılmış durumda.

Mesela, 5 Eylül 1920’de kabul edilen Nisab-ı Müzakere Kanunu’nun (toplantı yeter sayısı yasası) ilk maddesi şu hükmü taşıyordu:

“Büyük Millet Meclisi, hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin istihlas (kurtulup halas bulması) ve istiklalinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar şerait-i atiye (aşağıdaki şartlar) dairesinde müstemirren (devamlı olarak) in’ikat eder (toplanır).”

Dilipak, “[Eski başbakan] Sadi Irmak bu madde ile ilgili olarak şu açıklamayı yapma zarureti duyuyor” diyor:

“Bu birinci madde şüphe yok Atatürk’ün ilhamıyla benimsenmişti ve bu madde Atatürk’ün zamanlama konusundaki dehasının esaslı bir belgesidir. Atatürk daha 1907’de hilafeti de, saltanatı da kaldıracağını söylemişti. Fakat 1907’de bunun günü gelmemiş, [Anadolu’da başlattığı hareket sırasında] memleketin alıştığı ve kalben bağlı olduğu hilafet ve saltanata yer vermek ve mücadele hedefleri arasında [güya] onları kurtarmak amacını göz önünde tutmak zorundaydı. O günkü koşullarda milletin büyük çoğunluğu bu görüşteydi.”

(Dilipak, s. 284.)

Bu birinci madde, bu değerlendirme ışığında, şüphe yok, birşeyin daha esaslı bir belgesidir: 

Selanikli Mustafa Atatürk’ün yalancılığının, hilekârlığının, sahtekârlığının, takiyyeciliğinin, dönekliğinin, siyasal dolandırıcılığının, devlete (Osmanlı Devleti’ne) ihanetinin..

Padişah’a böyle dalkavukça “beş çarpanlı kulluk mektubu” gönderen sahtekârlığın mazisi demek ki sadece dokuz ay önceki Erzurum Kongresi günlerine uzanmıyormuş..

Taa 1907’ye dayanıyormuş. (Ki o sırada Selanikli 26 yaşında.)

*

Evet, bu Selanik “karpuz”unun dışı yeşil, içi kırmızıydı.

Anadolu’dan Padişah Vahideddin’e böyle “beş çarpanlı kulluk mektubu” gönderen hilekâr dalkavukluğun, henüz Samsun’a çıkmadan önce İstanbul’da Saray’a gidip Padişah’la görüştüğünde nasıl kulluk arzedeceği, el etek öpeceği, postal yalayacağı tahmin olunabilir.

Padişah Vahideddin’e içinden küfrettiği halde dışından kulluk arzeden bu muhteşem ve görkemli dalkavukluk, İngilizler’e karşı da tam tersini yaptı: Sözde milletin ve memleketin kurtuluşu için İngiliz keferesine karşı ülkeyi savunuyordu, özde ise Anadolu’ya "vize" ile gönderilmiş İngiliz işbirlikçisi durumundaydı.

Bu gerçeği, Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı General İsmet İnönü, 1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle verdiği demecinde, son derece veciz ve özlü bir şekilde, “kör gözüne parmağım” açıklığında dile getirdi:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

Adam daha ne desindi?!

*

Evet, İngilizler, müttefikleri Fransızlar ile İtalyanlar’ı, Selanikli Mustafa Atatürk’ü üstü kapalı biçimde desteklemeye mecbur ettiler.

Özellikle de Fransızlar’ı:

“Fransızlar, Mustafa Kemal’in geleceğinden ümitli değildi. Daha doğrusu, Fransızlar değil de İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri o günlerde farklı düşünüyordu. Mustafa Kemal’le yaptığı bir mülakattan söz eden bir gazeteciye, Yüksek Komiser şöyle diyecekti:

“- İlahi beyefendi, o general Mustafa Kemal’le gevezelik etmek de nereden kafanıza esti, o, mankafanın tekidir. Burada onun esamesi okunmaz.”

(Dilipak, s. 296.)

İngilizler, Fransızlar gibi düşünmüyorlardı.. Onlara göre Selanikli Mustafa Atatürk bir dahi idi, mankafa değildi.

Ondaki “deha”yı daha 1913 yılında keşfetmişlerdi:

“Mesela İngiliz Genelkurmay Başkanı Feld Mareşal Sir Hanry Wilson 1913 yılında hazırladığı bir raporda Enver ve Cemal Paşalar hakkında olumsuz mütalaalar serdettikten sonra, o günlerde, daha kimsenin dikkatini fazla çekmediği bir zamanda, albay rütbesine sahip bir subayı işaret ediyordu: O, Mustafa Kemal’di:

“- Mustafa Kemal adında genç bir kurmay albay var. Kendisini gözetleyin, çok ileri gidebilir. (Bkz. Atatürk’ün Hastalığı, AKDTYK yayını / 1989 Türk Tarih Kurumu).”

(Dilipak, s. 296.)

*

Evet, çok ileri gitti..

Haddinden fazla..

Ve bunu İngilizler’e borçluydu:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)


BU YAZI, DR., DOÇ. VE PROF. UNVANLI (CEHL-İ MÜREKKEPTEN MUZDARİP) BAZI KATMERLİ CAHİLLER İÇİN: BİLİM, BİLİMSELLİK, DARWIN, NEWTON, YERÇEKİMİ VE EVRİM

Darwin’in teorisi gerçekte “ bilim-kurgu ” mahiyetinde bir çalışma durumunda. Bildiğimiz bilim-kurgu eserlerinden farkı, bunun çalışmasının ...