SÜNNET SAHASININ KARTALLARINI YERE SEREN ANKARA DEFOLU EKOL SİVRİ SİNEĞİ

 






ANKARA SÜNNETSİZLER EKOLÜNÜN YEDİĞİ NANELERE YAKINDAN BAKIŞ - 16


Ankara Ekolü adlı en kara cehalet mafyasının yeni yetme bıçkınlarından İlyas Canikli’nin  doktora tezi unvanlı karalamasında “Rivayetlerin Metin Tenkidi” başlığı altında koleksiyonunu yaptığı zırvaların envanterini çıkarma işini yarım bırakmıştık.. 

Devam edelim..

İki halife” meselesiyle ilgili hadîs için “Rivayetlerin birinde niye Abdullah bin Amr r. a.’a ait fazladan te’kid (pekiştirme) cümlesi yer alıyor, demek ki hadîs uydurma” değerlendirmesini yaparak rezalet ve kepazeliğin destanını yazma başarısını göstermiş olduğunu görmüştük. ("Bunu sen Rasulullah'tan bizzat mı duydun?" şeklindeki bir soru üzerine verdiği te'kid mahiyetindeki cevap..)

Böylece, aklınca (söz konusu hadisi rivayet etmiş olan) hadîs imamlarımız İmam Müslim’in, Ebu Davud’un, Heysemî’nin, Taberanî’nin, Beyhakî’nin, Ebu Avâne’nin, Neysaburî’nin, Kudâî’nin ve büyük Hanefî fakihi Ebu Yusuf’un kalesine gol atmış, hepsini teker teker nakavt etmiş oluyor.

Bir akılca sivri mi sivri sinek, bir değil tam dokuz kartalı sallayıp vurdu yere, ortalık toz duman.

*

Yalan değil gerçektir, görenler var. 

Başını hayırsız Hayri Kırbaşoğlu’nun çektiği “doktora tez jürisi kakofoni orkestrası”nın seçmece üyeleri buna şahitler.

Dokuz anlı şanlı kartalın cesedi üzerinde kasım kasım kasılarak poz veren süper sivri sineğimiz, ağzını kulaklarına kadar yayarak bu şekilde “Ben onlardan daha akıllıyım la!.. Sansar Goldziher ile tilki Schacht’taki cevher bende de var ki lo” mesajını verdikten sonra şunu diyor:

“İki halife rivayetine, ilim adamlarınca çeşitli değerlendirmeler ve yorumlar yapıldığı görülmektedir. Eş’arî (ö. 324/936), Makâlâtu’l-İslâmiyyîn isimli eserinde bu konuya bir bölüm ayırarak, aynı zamanda iki halifeye bey’at edildiğinde ne olacağı sorusuna cevap bulmaya çalışmaktadır.” (s. 154)

Sansar ile tilkinin panda akıllı takipçisi, bunun ardından İmam Eş’arî’nin, “İnsanlar iki halife meselesi hakkında şöyle dediler, böyle dediler” şeklindeki ifadelerini aktarıyor. 

Ancak, İmam’ın yazdıklarında söz konusu hadîse herhangi bir atıf yok.

İmdi, böylece “metin tenkidi” mi yapmış oluyorsun, homongolos?!

*

Canikli sadece İmam Eş’arî’nin değil, İbn Hibban’ın ve İmam Maverdî’nin de bazı sözlerini aktarıyor. (s. 155)

“Laf olsun torba dolsun” kabilinden.. 

Çünkü iki halife meselesiyle ilgili olsalar da, söz konusu hadîsle ilgili değiller.

Bu şahsın üyesi bulunduğu Ankara Ekolü çetesinin fehm ve idrakle arası biraz nahoş olduğu için bir misalle meseleyi müşahhaslaştırmayı ve Ekol marka kütük kafalıların da anlayabileceği şekilde basitleştirmeyi deneyelim:

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz s.a.s.’den rivayet edilen hadîsler arasında İranlılar’la ilgili olanlar da var (Bütün hayatı boyunca Farslar hakkında iki çift kelam etmemiş olması elbette düşünülemez). Diyelim ki İbn Hibban ile Maverdî kitaplarında İranlılar’dan bahsettiler. Söz konusu hadîslere atıfta bulunmadıkları sürece, İranlılar hakkında söyledikleri, o hadîsler hakkında yapılmış değerlendirmeler olarak kabul edilebilirler mi?

Edilemeyecekleri açıktır.. 

Fakat burada asıl sorun bu da değil, ilgili hadîsleri konu edinmiş olsalardı bile, onların değerlendirmeleri (metin tenkidi adı altında) hadîslerin sübutu (sabit oluşları, mevcudiyetleri) hakkında hüküm vermek için “kesin delil” niteliğini taşıyan birer hüccet olamazlardı. 

*

Ankara Ekolü’nün eksik tahtalı kafaları için bu yeterli olmamış olabilir, bir başka örnek verelim: 

Mustafa Kemal’in bir (Nutuk’u da dahil olmak üzere) TBMM zabıtlarına geçmiş sözleri var, bir de onun sofrasının gediklileri olan kişiler tarafından aktarılan sözleri..

Diyelim ki bu gediklilerden birisi ondan (mesela siyasal rejimler konusunda) bir söz naklettiler. Sonraki dönemlerde de (İsmet Giritli, Toktamış Ateş vs. gibi) prof. unvanlı iki Atatürkçü/Kemalist yazar aynı konuda birşeyler yazdılar.. Fakat Atatürk’ün o sözüne hiç temas etmediler.. Şimdi, onların bu yazdıkları, Atatürk’ten nakledilen sözün mevcudiyeti (sübutu, sabit oluşu) hakkında “metin tenkidi” şeklinde alengirli, fiyakalı, havalı ve cafcaflı bir ad altında ölçü haline getirilebilir mi?!

Ey yeşil kasketli, ulu fötrlü Kemalist prof.lar, siz söyleyin!

Değil Atatürk’ten nakledilen söze yazılarında yer vermemiş olmaları, aktarıp varlığını reddetmiş olsalardı bile, onların bu değerlendirmeleri, sözün söylenmiş olup olmadığı konusunda hüküm vermede dikkate alınmaya değer bir kıstas olamazdı.

*

Söz konusu ilahiyatçı akademikimsi, böylesi ukalalıklarla sözde “metin tenkidi” yapmış oluyor. 

“Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” türünden bir mantık örgüsü ile..

“Metin tenkidi” diye bir şey varsa eğer, bunun “metin” üzerinden yapılması gerekir.

Mesela, Hz. İsa a.s.’dan nakledilen bir söze yönelik olarak “metin tenkidi” yapıldığını düşünelim. Birkaç asır sonra yaşamış Hristiyan din bilginlerinin mevzubahis söz ile aynı konuda sarf etmiş oldukları lafları sıralamakla o söze yönelik metin tenkidi yapmış olmazsınız.

Yine, burnumuzun dibinde olduğu için  Mustafa Kemal’den örnek verelim.. 

Onun sözleri ortada.. 

Diyelim ki İslam konusundaki (özellikle de yabancı yazarların aktardıkları) laflarını “metin tenkidi”ne tabi tutuyoruz. 

Bir sözün ona ait olup olmadığını anlamak için, ondan nakledilen sözün kimler tarafından rivayet edilmiş olduğuna bakmamız gerekir. 

Bu yüzden, bazı sözleri için, “Onları nakledenler yabancılar, belki yalan söylüyorlardır, sofrasında bulunmuş yakınları, ayrıca Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali İhsan Sabis, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Ali Fuat Cebesoy gibi arkadaşları, yoldaşları ne diyor, ona bakalım” denilmesi anlayışla karşılanabilir.

Fakat, adam ölüp gittikten sonra mesela Haydar Baş, Adnan Oktar ve Cübbeli gibi sivri zekâların onun İslam’a karşı tutumu hakkında yapmış oldukları değerlendirmeleri aktardığımızda, onun sözlerine yönelik “metin tenkidi” yapmış olur muyuz?!

“Bu İslam karşıtı söz Atatürk’e ait olamaz, çünkü Haydar Baş, Cübbeli, falan ve filan şöyle şöyle diyor” dediğinizde, devletin derinliklerinde saman altından su yürütme işiyle meşgul olan birileri bunu keyifle izlerler de, aklı başında insanlar avanaklık ve uyurgezerliğinize bakıp gülmekten başka bir şey yapabilirler mi?!

*

Bir sözün bir kişiye ait olup olmadığının anlaşılmasında “metin tenkidi” türünden artistik laflarla edebiyat paralamanın bir faydası olmaz.

İmdi, eğer Ankara Cahillik Ekolü marka “metin tenkidi” safsatasının bir geçerliliği olsa, Atatürk’ün Mustafa Kemal olarak mesela 1920 yılında yaptığı konuşmalar hakkında “Ona ait olamaz.. Çünkü sonradan yapıp ettikleri ve söyledikleri ile taban tabana zıt” demeniz gerekir. 

Fakat, gerçek tam tersi, acayip İslamcı nutuklar atmış.

Kısacası, bir sözün Atatürk’e ait olup olmadığını belirlemede, o sözün muhtevasının bir önemi yoktur. 

Sözün sübutunun (sabit oluşunun, mevcudiyetinin) anlaşılması sadece rivayet edenlerin durumuna bağlıdır. 

Atatürk’ün yanı başındaki adam nakletmişse dikkate almak ve genellikle kabul etmek, hayatında onunla hiç görüşmemiş biri söylediğinde ise “Acaba?” diye tepki vermek durumundayız. 

*

Şimdi birileri buna karşı “Peygamber Efendimiz s.a.s. ile Atatürk bir değil.. Atatürk duruma göre konuşmuş, her zaman nabza göre şerbet vermiştir. Gerektiğinde bol bol yalan da söylemiş, yemin üstüne yemin etmiştir. Peygamber Efendimiz s.a.s. ise daima doğruyu söyler. Dolayısıyla ondan nakledilen sözlere yönelik metin tenkidi yapılabilir, yapılmalıdır” diyebilirler.

Evet, bazen (özellikle de zayıf rivayetler söz konusu olduğunda) yapmak gerekebilir, fakat bunu yapabilecek olanlar, müçtehit seviyesindeki yed-i tûlâ sahibi (ilimde rüsuh kesbetmiş) ulemadır.

Türkiye'deki falanca ilahiyat fakültesini bitirmiş fehm ve idrakten yoksun diplomalı cahillerin, sansar Goldziher çıfıtı ile tilki Schacht kaltabanının "metod" diye önlerine sürdükleri pis "yal"ı helal haram demeden midelerine indiren angutların üstesinden gelebilecekleri bir iş değildir.

Ne yazık ki günümüz modernist-tarihselci-güncellemeci ilahiyat sirki şaklabanlarının “metin tenkidi” adlı gösteri, şov ve soytarılıkları akıl ve izan, edep ve terbiye sınırlarını aşmış, azgınlık, şirretlik, arsızlık ve geri zekâlı şımarıklık tsunamisi haline gelmiş bulunuyor. 

Metin tenkidi diye yazdıklarında ne metin var ne de tenkid.. Sadece kendi akıl ve idrak eksikliklerini belgeleyen "Bize göre şöyle, biz böyle düşünüyoruz" türünden (Goldziher ve Schacht gibi kefere taifesinden öğrendikleri) falcı ve üfürükçü ağzı..

Dini akademik ticaret ve unvan kapma siyasetine alet etmeseler, azgınlıklarını başka akademik disiplinlerde sergileseler, yazdıklarını "eksik tahtalı" kafaların komiklikleri olarak okuyup geçeceğiz de, bu din onların, içinde danalar gibi böğürüp tepinebilecekleri babalarından kalmış bir çiftlik değil.

*

Canikli, (İmam Eş’arî, İbn Hibban, ve Maverdî’den lüzumsuz yere bahsederek) bahçesindeki havuzu derin göstermek için suyu bulandıran adam gibi davrandıktan sonra İbn Hazm’la yaka paça kavga etmeye başlıyor.

İbn Hazm şunu demiş:

“Allah ayrılığa düşmeyi ve çekişmeyi yasaklamıştır. Şayet aynı dönemde iki imam (halife) olursa yasaklanmış olan tefrika meydana gelir. Nerede bir görüş ayrılığı meydana gelirse, orada Allah’a isyan olur. Biz deriz ki, aynı anda iki halifenin bulunması insanlığın yararına olmaz. Şayet aynı anda dünyada iki halifenin olması mümkün olsa idi, iki, üç, dört ve daha fazla halifelerin olması da caiz olurdu. Şayet iki halifenin olması caiz olsa iş daha da ileri giderek her memlekette bir halife her şehirde bir halife olur ya da herkes evinin halifesi olurdu. Bu durum ise saflığın fesada uğraması dinin ve dünyanın helak olması demektir. Ensarın ilk halife seçimindeki tavırları hatalıdır. Daha sonra onlar da doğruyu görmüştür.” (s. 156)

Görüldüğü gibi İbn Hazm, kazmayı tam da cahil Canikli’nin belinin ortasına oturtmuş.

Ancak, Ankara Ölü Goldziher Dölü Ekolü öyle kolay pes etmez. Ne de olsa bunlar sansar Goldziher çıfıtı ile tilki Schacht kaltabanının zehir gibi talebeleri..

O yüzden, sivri aklınca İmam Müslim, Ebu Davud ve Ebu Yusuf gibi âlimlerimizi tuş etmiş olan sinek sıklet Canikli, bir elense de İbn Hazm’a çekiyor, tek bir cümleyle onu nakavt ediyor:

“İbn Hazm’ın iki halife rivayetiyle ilgili bu değerlendirmeleri onun yaşamış olduğu dönemin siyasî anlayışını yansıtmaktadır.” (s. 156)

"Dönemin siyasî anlayışı"nı zaten daha önce inceden inceye tetkik etmiş, bu alanda uzmanlaşıp otorite olmuş; dolayısıyla böyle konuşmaya hakkı var. Veya belki "zaman makinası" ile geçmişe yolculuk yapıp bizzat yaşayarak dönemi tanımış; ya da "gaipten haber veren" bir "saint" olarak ahkâm kesiyor.

*

Endülüslü olan İbn Hazm'ın yaşadığı döneme bakıyoruz, Tavaif-i Müluk'u görüyoruz.

Endülüs Emevî Devleti güç kaybetmiş, toprakları üzerinde bir yığın başına buyruk "emirlik" (devletçik) türemiş. 

Tıpkı bugünkü Kuveyt'li, Katar'lı, BAE'li, Lübnan'lı, Ürdün'lü, Bahreyn'li Arap dünyası gibi.. 

Tıpkı Anadolu Beylikler dönemi Türkiye'si gibi.. 

Anadolu Türk beylikleri denilince akla sabah kurulup akşam yıkılan devletçikler geliyor. Oysa Karamanoğulları tam 218 yıl hüküm sürdü. Türkiye Cumhuriyeti daha henüz 100 yaşında.. Dulkadiroğulları ise 185 sene payidar oldu.

Sivri sinek sıklet İlyas İbn Hazm’ın iki halife rivayetiyle ilgili bu değerlendirmeleri onun kişisel siyasî anlayışını yansıtmaktadır” deseydi, totoloji kabilinden yine boş konuşmuş olurdu, fakat tümüyle saçmalamamış, üfürükçülük arabasını çamura yatırmamış olurdu. (İbn Hazm'ın savunduğu her görüş, doğal olarak, kendi kişisel anlayışı durumundadır, çünkü o söylemiştir, sözler onun ağzından çıkmıştır. Belli bir düşünceyi savunan kişiye "O senin görüşün" diyerek malumu ilam eden kişi bununla karşısındaki kişinin fikrini çürütmüş, aksi yönde delil getirmiş olmaz, sadece farklı kanaatte olduğunu söylemiş olur.)

Dönemin siyasî tablosu ve anlayışı Tavaif-i Müluk.. Parçalanma.. Çok başlılık..

İlyas efendi ise, dönemden habersiz "dönemin siyasî anlayışı" edebiyatı yapıyor.

Zannediyor ki, Ankara İlahiyat'taki ahmak ve cahil hocalarının Goldziher çıfıtı ile Schacht kaltabanından miras olarak aldıkları paslı anahtar her kapıyı açar.

İşte akılsız olursan, soymak istediğin bankanın kapısında böyle paslı bir anahtarla eli böğründe çaresiz kalırsın.

*

İbn Hazm'ın savunduğu görüş "dönemin siyasî anlayışı"nı yansıtıyor olsaydı bile, bu, savunduğu görüşün yanlış veya manipülatif bir çarpıtma olduğunu ileri sürmek için makul bir neden olmazdı.

Fakat İbn Hazm, gerçekte, dönemin siyasî anlayışının tam aksini savunuyor.

Fakat bu sadece, Tavaif-i Müluk'u hazırlayan şartların meydana geldiği ve sonuçta böyle bir parçalanmanın fiilen yaşandığı bir dönemde yaşıyor olmasından kaynaklanmıyor.

Bizzat içinde yaşadığı ve hakimiyetini sürdürmesini istediği Endülüs Emevî Devleti'nin varlığı bile, onun savunduğu siyasî anlayışa ters.

Çünkü, savunduğu anlayış çerçevesinde, (ana gövdede Emevî hakimiyetinin yerini almış olan Abbasî hakimiyetini tanımayan, ayrı baş çeken) Endülüs Emevî Devleti'nin varlığı da sorun haline geliyor. 

Ey Ankara Uyurgezer İlahiyatçı Köftehorlar Ekolü'nün sivri akıllısı, sen hangi "dönemin siyasî anlayışı"ndan söz ediyorsun?!

*

Ankara Defolu Akademikimsilik Ekolü'nün saçmalık, akılsızlık, mantıksızlık ve zırva portföyü zengin.. Bir zırvalarını yutturamazlarsa başka biri mutlaka yedekte bekliyordur. 

İbn Hazm’ın sözleri (kuruntu ve vehimlerine göre) “dönemin siyasî anlayışı”nı yansıtmasa, o zaman da muhtemelen şöyle diyecekler: “Dönemin siyasî anlayışının tam aksi yönde olması, Peygamber'e aitmiş gibi gösterilen hadîsin uydurma olduğunu ispatlamaktadır. Öyle bir hadîs mevcut olsaydı dönemin siyasî anlayışı böyle mi şekillenirdi?!”

(Nitekim duayen ahmak Mehmet Sait Hatiboğlu angutu, Hilafetin Kureyşliliği başlığını taşıyan perişan ve zavallı prof.luk tezinde, Hz. Ebubekir'in halife seçilmesi sırasında Ensar'dan bazılarının farklı tekliflerle gelmiş olmalarını, o tekliflere aykırı düşen hadîsleri uydurma ilan etmek için gerekçe haline getiriyor. Söz konusu teklifleri dile getirenler, ilgili hadîsleri bilmiyor ya da o anda hatırlamıyor olamazlar mı, angut?! Mesela sen Erdoğan'ın hükümranlığı döneminde yaşıyorsun diye onun her sözünden haberdar oluyor ve her sözünü hiç unutmadan hafızana alabiliyor musun?! Ayrıca bu angut, sıra Ensar'ın teklifleriyle ilgili rivayetlere gelince mızmızlık ve itirazcılık mesleğini hemen terk ediyor, aşk ve şevkle "Bize bu konularda ne rivayet edilmişse hepsi doğrudur" moduna geçiyor.. Fakat Goldziher çıfıtı ile Schacht kaltabanına layık bir ilahiyat üçkâğıtçısı olduğunu bu noktada da göstererek çifte standart dansının en kıvrak figürlerini de sergiliyor, "ilmî ve ahlâkî" omurgasının lastikten daha esnek olduğunu anlamamızı sağlıyor. Aynı rivayetteki Ensar'ın farklı teklif ve itirazları bahsini tam bir imanla kabul ederken, o rivayetin bir parçası olan Hz. Ebubekir'in "hadîs"lere istinad eden açıklamaları için "Bunlar, rivayete sonradan eklenmiş olabilir" anlamına gelen cılk yumurtalar peydahlıyor. Eğer öyle hadîsler bulunsaymış Ensar o teklifleri ortaya süremezmiş. İyi de dandik mankafa, Ensar'ın o tekliflerine karşı söz konusu hadîsler dile getirilmediyse, tekliflerinden niçin o kadar kolay vazgeçtiler?! Hz. Ebubekir onları sadece susarak ya da "Ben böyle istiyorum canlarım" diyerek mi ikna etti?! Bu duayen ahmak yumurtladığı saçmalıklarla soytarılığın bile cılkını çıkarmış durumda.. Fakat o cılk yumurtaların Defolu Ankara Ekolü'nün şanına yaraşır kalitede olduğu kesin.)

Evet, İbn Hazm'ın söz konusu hadîsleri savunmak için dile getirdiği düşünceleri “dönemin siyasî anlayışı” klişesiyle çürüttüğünü zanneden devasız budalalığa göre, "dönemin siyasî anlayışı" hiç mi hadîslere paralel olamaz, hep hadîslerin zıddı yönde mi olmalı?!

Bir dönemin siyasî anlayışı ile bir hadîsin muhtevası arasında uyum ya da paralellik bulunduğunda, bu, mantıken, o hadîsin uydurma olduğunu söylemeyi mi gerektirir?!

Hz. Süleyman'ın Hüdhüd'ü bile (bir hayvan olduğu halde) mantık bakımından kesinlikle sizden daha iyi durumda.

*

Bu şaşkın akademikimsi, sözde “metin tenkidi” yapıyor, fakat ortada metin yok.

Hadîsin metnini değil, İbn Hazm’ın sözlerini tartışıyor, ona laf yetiştirmeye çalışıyor. 

Yetiştirebilse… O da yok..

Olan sadece aptalca demagoji, mugalata ve safsata.. Dipsiz cehalet.. 

Lafa bakın, “İbn Hazm’ın iki halife rivayetiyle ilgili bu değerlendirmeleri onun yaşamış olduğu dönemin siyasî anlayışını yansıtmaktadır”mış.

Böylece İbn Hazm’ı ilzam etmiş oluyor.

E ben de diyorum ki, “İbn Hazm’a yönelik bu hazımsızlıkların, içinde yaşadığımız hilafet düşmanı ceberut laik (siyasal dinsiz) dönemin siyasî anlayışını yansıtıyor”.

Attığın taşın dönüp yine senin akılsız başını yaracağını anlayamayacak kadar ahmaksan, bu, İbn Hazm’ın mı suçu?!

*

Bu süper sivri zekâ sözlerini şöyle sürdürüyor:

İbn Hazm’ın ne aynı anda tek halife olacağına dair delil gösterdiği ayetler ve ne de aynı anda iki halife olabilir görüşlerini savunan kimselerin verdiği örnekler iki halife rivayetinin Hz. Peygamber’in sözü olduğunu ispatlayacak niteliktedir.” (s. 156)

Bu düşük cümle ile söylemek istediği şu: İbn Hazm’ın değerlendirmeleri, iki halife konulu hadîsin Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü olduğunu ispatlayacak nitelikte değildir.

Behey tahtasız kafa, İbn Hazm’ın zaten öyle bir çabası yok.. 

O, sadece hadîsin “hikmet”ini (ayetlere de referansta bulunarak) anlatmaya çalışıyor. 

Eğer sözün Peygamber Efendimiz’e ait olduğunu ispatlamaya çalışsa, yapacağı şey, hadîsin farklı rivayetlerini senetleriyle aktarmak olurdu.

*

Muhatabımızın (Ankara Ekolü müntesibi olabilmesinin ispatladığı üzere) idraki biraz kıt olduğu için yine müşahhas örnekle anlatmak gerekiyor.

Mesela, diyelim ki bir sözün 12 sene önce vefat eden Necmettin Erbakan’a ait olup olmadığını tartışıyoruz. Bir gazeteci bir söz nakletti ve sahibinin Erbakan olduğunu söyledi.

Sözün ona ait olduğunu işporta malı felsefe yaparak ispat edemezsiniz.

“Bu söz, Erbakan’ın hayatı boyunca savunduğu görüşlerle uyumlu, dolayısıyla söylemiş olmalıdır” demeniz zan ve tahmin olmaktan öteye gitmez. İspat başka birşeydir.

Fakat gazeteci, “Bu sözü Erbakan büyük bir topluluğun huzurunda söylemiş, ben o topluluktan dört kişinin bu sözü aktardığını öğrendim. A şahsı, bunu Tayyip Erdoğan’dan, B şahsı Temel Karamollaoğlu’ndan, C şahsı Abdullah Gül’den, D şahsı da Bülent Arınç’tan Erbakan’ın sözü olarak bunu duymuş” dediğinde, o sözün Erbakan’a ait olduğunu dört şahitle ispatlamış olur.

Tabiî kimse buna inanmak zorunda değildir, beyinsiz bir dangalak “Ben bu şahıslara güvenmiyorum, metin tenkidi yapacağım” diye ortaya çıkabilir.

Buna karşı aklı eren biri, “Kardeş, bu söz Erbakan’ın söyleyebileceği türden mantıklı bir söz, nakleden dört kişinin aralarında anlaşıp böyle bir ortak yalan uydurmuş olmaları da ihtimal dışı” dediğinde de aynı dangalak, “Sen dönemin siyasî anlayışına göre konuşuyorsun. Senin bu değerlendirmen, sözün Erbakan’a ait olduğunu ispat etmeye yetmez” diyebilir.

Elin ağzı torba değil, derse der.. 

Ne de olsa ahmaklığı yasaklayan bir kanun yok. 

Salaklık yasal bir suç olmadığı için böyle biri, dilediği gibi saçmalamakta özgürdür.

*

Evet, vatandaş sözde “metin tenkidi” yapıyor, fakat ortada metin yok.

Başka birilerinin konuyla ilgili sözlerini tartışıyor.

Ne yaptığından habersiz bir “avara kasnak”..

Fakat şanslı.. 

Çünkü tez danışmanı kendisinden de avanak.. 

Tezini sunduğu fakülte dersen, avanaklar müzesi..

Tez jürisi de körler sağırlar birbirini ağırlar bandosunun uyurgezer davulcuları durumundalar.

Kısacası, memleketin bütün şanslı salakları bir araya gelip Ankara Ekolü’nü kurmuşlar.

Memlekette hilafet kaldırılıp medreseler kapatılınca, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'lerin, Zahidü’l-Kevserî’lerin, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ların, Ömer Nasuhi Bilmen’lerin geleneği sürdürülemeyince, aslanların boş bıraktığı meydanda kanguruların ve pandaların düğün bayram yapması, kendilerini bir mal zannetmeleri doğal.

*

Bu Defolu Ankara Ekolü sivri zekâsının kafatasının ölçüsünü almaya devam edeceğiz inşaallah.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...