NASIR’IN VE HUMEYNİ’NİN BÜYÜK SUÇU

 




Bu İran-İsrail-Filistin meselesine bir defa girmiş bulunduk.. O halde devam edelim..

Boşluğa sesleniyor ve gölgelere hitap ediyor (veya kendi kendimize konuşuyor) olmamak için, Mustafa Özcan’ın fikriyat.com’daki (22 Nisan 2024 tarihli) son yazısı üzerinden gidelim.

Yazısının başlığı şu: “Yahudi asrı ve iki aldatıcı ideoloji”.

İki ideolojiden kasıt Nasırcılık ile Humeynicilik.

Özcan, bu iki ideolojiyi Filistin meselesi bağlamında tartışıyor.

Ona göre, “Nasır Arapçılık adına Filistin meselesinin mecrasını ve eksenini değiştirdi. İslam eksenli meseleyi Arap eksenli hale getirdi. Böylece Filistin meselesinin sahiplenilişini daralttı”.

1956-1970 yılları arasında Mısır’a hükmeden Nasır’ın (Cemal Abdünnasır) meseleyi Arapçılık meselesi haline getirmiş olduğu doğrudur..

Adam Arapçı, ırkçı.. Dolayısıyla olayı o açıdan görüyor.

Meselenin gerçekte İslam eksenli bir mesele olduğu da doğrudur..

Ama İslamî hassasiyeti bulunmayan bir adamın meseleyi İslam eksenli olarak ele almasını da bekleyemezsiniz.

Dolayısıyla Filistin meselesinin sahiplenilişindeki bütün kusur ve ihmalleri Nasır’ın sırtına yüklemek yanlıştır.

*

Gâvura kızılıp oruç bozulmaz.

Mesela Doğu Türkistan sorununu alalım..

Diyelim ki Türkiye ve diğer Türk devletleri Doğu Türkistan müslümanlarına salt Türklük adına sahip çıktılar, tamam bu, Doğu Türkistan davasının sahiplenilişini daraltmak olur da, sadece Türk devletlerinin kendi bakış açıları çerçevesinde ortaya çıkan bir daralmadır bu..

Diğer müslüman ülkelerin elini tutan yok.. O Türklük adına sahip çıkıyorsa, sen de İslam adına sahip çık..

Mesela ABD, görünüşte “insan hakları ve demokrasi” adına kör topal destek veriyor, veya destek veriyor gibi yapıyor.

Bir Türk devleti Doğu Türkistan’a Türklük adına destek verdiğinde, “Olayı daraltıyorsun, ya İslam adına destek ver, ya da verme!” denilebilir mi?!

Ya da şöyle soralım: Türk devletleri günümüzde olduğu gibi Doğu Türkistan davasına sahip çıkmadığında (Türklüğü aslında umursamadığında, sadece edebiyatını yaptığında), bu, otomatik olarak meselenin İslam davası olarak görülmesini ve sahiplenilmesini sağlar mı?!

Görüldüğü gibi şu anda Türk devletleri Doğu Türkistan meselesinde üç maymunu oynuyorlar, görmüyor duymuyor numarası yapıp ıslık çalarak kendi yollarına gidiyorlar..

Türklük de umurlarında değil, İslamlık da..

Dolayısıyla Nasır’ın Filistin meselesindeki tutumunu bu zeminde tartışmak boş birşeydir ve yanlış anlamalara yol açar.

*

Özcan’ın ikinci aldatıcı ideolojisi Humeynicilik..

Nasır Filistin meselesini Arapların meselesi haline getirmişti. Humeyni de Filistin meselesini kendi meselesi ve İran meselesi yaptı” diyor.

Tamam da, bu mesele, birilerinin inhisarı altına girebilecek, tekeli altına alınabilecek bir mesele değil ki!..

Nasıl Güneş’i sadece kendi Güneş’imiz yapamazsak, nasıl atmosferi tekelimiz altına alamazsak, bu meseleler de öyledir.. Sahip çıkacak herkes için açık kadro vardır.. İzdiham yaşanmaz.

Humeyni nasıl “Nasır bu meseleyi Araplık meselesi haline getirdi, o halde ben uzak durayım” demediyse, bir Arab’ın ya da Türk’ün de, “Humeyni bu meseleyi kendi meselesi, İran meselesi haline getirdi” diyerek onu boşlama hakkı olamaz.

Eğer birileri Filistin meselesine Nasır ya da Humeyni sahip çıktı diye onu sahiplenmekten uzak durmuşlardıysa, işte asıl daraltıcı sahiplenme tavrı budur..

Bu, “Ya benim olursun, ya da ölürsün.. Ya benimsin ya da kara toprağın” demek gibi birşeydir.

Madem meseleyi ümmetin meselesi olarak görüyorsun, falanın filanın meseleye sahip çıkmasından niye gocunuyorsun?.. Bir ucundan o tutsun, bir ucundan da sen tut!

Nasır ya da Humeyni sahip çıktı diye meseleye/davaya niye sırtını çeviriyorsun?..

Senin lutfedip sahip çıkman için hiç kimsenin sahip çıkmaması mı gerekiyor?

Diyelim ki kimse sahip çıkmadı, senin sahip çıkacağının garantisi var mı?

 

AK PARTİ MEDYASININ İSRAİL'İ İMRENDİREN İRAN ALERJİSİ

 


 

Topa son giren isim, AK Parti’de siyaset de yapmış olan Yeni Şafak yazarı Prof. Yasin Aktay..

Bugünkü (22 Nisan 2024 tarihli) yazısında şöyle diyor:

Yedinci ayını bulmak üzere olan emsalsiz vahşetiyle İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımına karşı dünyada oluşan bir kurtarıcı müdahale beklentisine herhangi bir gücün öyle veya böyle cevap verme ihtimali her şeye rağmen çok değerli. Ancak trajik olan tarafı bilhassa İran’dan gelebilecek bu müdahaleyi bizzat İsrail’in de büyük bir iştahla istiyor olması. Çünkü bütün insanlık suçlarında bile sınırsız desteğine güvendiği ABD ve Avrupa’nın soykırım operasyonun gereğinden fazla uzamış olması dolayısıyla muhtemelen suçun vahameti dolayısıyla değil, suçtaki beceriksizliği dolayısıyla desteklerini azaltmaya yüz tutmaları sözkonusu. Bir İran saldırısının olayı Hamas-İsrail ekseninden hızla İran-İsrail eksenine kaydırma ihtimali bizatihi İsrail’i ve bilhassa Netanyahu’yu kurtarıcı bir destek olacaktır.”

Baştan sona saçmalık..

Birincisi, İran’dan “kurtarıcı müdahale” gelmesi ihtimali yok.. Bunu İran daha baştan açıkladı, bu yöndeki beklentilere kapıyı kapattı.

İran’dan ancak “misilleme” gelebilir.

İkincisi, İsrail İran’dan “kurtarıcı” bir müdahale gelmeyeceğinden emin.. İran’ın ne yapıp ne yapmayacağını senden daha iyi hesaplıyor.

Üçüncüsü, ABD ve Avrupa’nın İsrail’e desteklerini azaltması diye birşey söz konusu değil..

En azından fiiliyatta böyle.

*

Dördüncüsü, bir insanın Bir İran saldırısının olayı Hamas-İsrail ekseninden hızla İran-İsrail eksenine kaydırma ihtimali bizatihi İsrail’i ve bilhassa Netanyahu’yu kurtarıcı bir destek olacaktır” diye yazabilmesi için ya çok safderun biri ya da şeytana pabucunu ters giydirecek türden bir “anasının gözü” olması gerekiyor.

Sanki İsrail’i ve de Netanyahu’yu bekleyen kaçınılmaz bir felaket vardı da, bir İran saldırısı onları kurtaracaktı..

Kim neyden kurtuluyor, vatandaş?.. Söylediğin lafı kulağın duyuyor mu?!

İran saldırmadı diyelim (Ki saldırmadı sayılır), bu durumda İsrail’i ve Netanyahu’yu hangi tehlike bekliyor olacaktı?

Ne değişecekti?

İran cevap vermedi diye kim kalkıp da İsrail’e ve Netanyahu’ya Gazze konusunda haddini bildirecekti?

Sen mi had bildirecektin?

Netanyahu'nun durumuna gelince.. İran'ın cevap vermemesi onu ülkesinde ancak güçlendirirdi.. İktidarı ve muhalefetiyle İsrailliler "İran'ı nasıl da korkuttu! Korkudan resmen felç oldular" derlerdi.

Uluslararası düzeyde de kimse İran için ah vah etmezdi.. Etmediler.

Bu yandaş yazar taifesi kendilerine bir hayal dünyası kurmuşlar, onun içinden masallar anlatıyorlar.

Akıl fikir sıfır.. Fakat mutlular.

Aklı ve vicdanı olanlar kan ağlıyor, kan kusuyor, bunlara her gün bayram.

*

Aktay sözlerini şöyle sürdürüyor:

İran’ın İsrail karşıtlığının şu ana kadar fiilen İsrail’e hiçbir zarar vermemiş olduğu çok açık. İkisinin gerilimlerinin muhtemel tarihi içinde kar-zarar bilançosu ikisi için de ortadadır. İran açısından İsrail, hatta ABD karşıtlığı içeride rejimin konsolidasyonu açısından son derece işlevseldir. Rejim muhalefet karşısında biraz sıkıştığında İsrail’le veya ABD ile yaratılan bir gerilim kısa süre içinde olağanüstü hali restore eden bir imkân olarak devreye girmektedir.”

Hayır, “İran’ın İsrail karşıtlığının şu ana kadar fiilen İsrail’e hiçbir zarar vermemiş olduğu” söylenemez.

Birincisi, sözde Sünnîlik adına kendisiyle rekabet eden rejimleri, kendisi kadar olmasa bile, bir ölçüde İsrail aleyhtarı olmak zorunda bırakıyor.

Çıtayı yükseltiyor.

İsrail açısından bu bir zarardır.. Büyük zarar.

İran rejiminin ülke içinde İsrail aleyhtarlığıyla kendisini “kurtarma”sına gelince..

Senin derdin ne, İran’daki rejim mi, Gazze mi?

Benzer tespitler Türkiye için de yapılabilir, mesela "Temel anasını görmesin" tarzı Kürt karşıtlığını, bölgede etkin hale gelecek bir Kürt siyasal hareketinin uzun vadede ABD ile İsrail’in çıkarlarına hizmet edeceğini söyleyerek meşrulaştırıyor, ve “milliyetçi” (Türkçü) politikalarını bu söylem çerçevesinde sevimli göstermeye çalışıyor.. 

Nasıldı o mısra, “Dinime dahleden bari müselman olsa” şeklinde miydi, nasıldı?

*

Aktay’ın yazısının bir sonraki paragrafı şöyle:

“İran’ın körfeze yönelik tehditleri de ABD açısından son derece işlevseldir. Hiçbir zaman fiili bir durum oluşturmayan İran tehdidi Körfez ülkelerinin ABD’ye savunma alanında kesintisiz ve sınırsız bağımlılığını sağlamaya yarıyor. Diğer yandan Irak’ta iyice silahlanmış ve savaş yetenekleri kazanmış bu haliyle İsrail için gerçek bir tehdit oluşturmaya başlamış olan Saddam Hüseyin’e karşı başlatılan harekatın sonucunda Irak adeta altın tepsi ile ABD tarafından İran’a hediye edilmiştir. Sonucun böyle olmasının hikayesi elbette başka türlü de yazılabilir istenirse, ama diğer hikayeler çok fazla zorlama olur.”

Yazdığı hikâyenin (masalın) ikna edici olmadığının farkında.. Fakat gelişmelere ilişkin farklı değerlendirmeleri daha baştan “zorlama” olmakla yaftalıyor.

Hakkını yemeyelim, kurnaz adam.

ABD’nin Körfez’deki varlığı salt İran tehdidiyle izah edilemez.. Bunun bir tarihî geçmişi var.. Arap devletçikleri sadece İran’dan değil, birbirlerinden de çekiniyorlar.

Saddam’ın İsrail için bir tehdit haline gelmesi ise, zorlama bir acınası masal.. Saddam 2003’e kadar Irak’ın başındaydı, İsrail’e karşı ne yaptı?!

İran bahis konusu olunca gelsin “rejimin konsolidasyonu” masalı, mevzu Saddam olunca da gelsin “İsrail için gerçek bir tehdit” müjdesi.. “Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.”

Irak’ın İran’a altın tepsi içinde sunulmasına gelince.. Irak’ın kuzeyi, altın tepsi içinde Kürt “özerkliğine ve bağımsızlığına” sunuldu.. Saddam’ın tasfiyesinden sonra Türkiye de boş durmadı, Kerkük ve Musul üzerinde etki kurmaya çalıştı.

Tabiat boşluk kabul etmez, siyasette de böyledir.

*

İran, Saddam’ın tasfiyesinde ABD ile birlikte hareket etmedi, ona destek vermedi.

Türkiye ise, şayet AK Parti iktidarının ilgili tezkeresi TBMM’de kabul edilseydi ABD ile birlikte Irak’a müdahale edecekti.

Bu durumda Aktay, Erdoğan’ın, 2003 yılında ABD ile birlikte Irak’ın ve Saddam’ın üzerine çullanmak istemiş olmasını nasıl yorumlar?

Umarım bize şöyle bir hikâye anlatmayacaktır:

Erdoğan, ‘İsrail için gerçek bir tehdit’ olan Saddam’ı ortadan kaldırmak, böylece dostumuz İsrail’e bir hizmette bulunmak, Irak’ın altın tepsi içinde İran’a sunulması operasyonuna destek vermek, ve de kuzeyde bir Kürt siyasal oluşumunun ortaya çıkmasına katkı sağlamak için bunu istiyordu.”

Erdoğan’ın, Türkiye’nin o süreçte ABD ile birlikte hareket etmemiş olmasını hâlâ hayıflanarak hatırlamasını nasıl değerlendirmek gerekir?

Belki de şöyle bir “yerli milli” hevese kapılmıştır: “ABD çakalına yamaklık yapayım, olur ki Irak’ı bana altın tepsi içinde sunar.”

Aktay bu hikâyeleri zorlama bulabilir, bir zahmet düzeltsin.

*

İki gün önce Mepanews.com, Summer Said ile Stephen Kalin’in Wall Street Journal’da yayınlanan bir haber-yorumunun tercümesini yayınladı.

Yazarlar, HAMAS liderlerinin ABD'nin de desteklediği bir anlaşmayla 2012 yılından bu yana Katar'ın başkenti Doha'da yaşıyor olmalarına dikkat çekiyorlar. (Bkz. https://www.mepanews.com/analiz-hamas-katari-terk-mi-edecek-66135h.htm)

Ancak, şu sıralarda HAMAS liderliğinin başka bir ülkeye taşınması ihtimali konuşuluyormuş.

Bu ülkelerden biri Umman’mış.. Diğerinin ismi geçmiyor.

HAMAS niçin böyle bir arayış içine girdi peki?..

Sebep şu:

“Son haftalarda Katar ve Mısır'dan ara bulucular Hamas temsilcilerine baskı yaparak grubun koşullarını yumuşatmasını sağlamaya çalıştılar. Zaman zaman Hamas liderliği rehinelerin serbest bırakılmasını öngören bir anlaşmayı kabul etmemesi halinde sınır dışı edilme tehditleri aldı.

Ancak, İsrailliler, ve bazı Amerikan siyasetçiler, bu kadarını yeterli bulmuyorlar. Katar’ı, HAMAS’a yeterince baskı yapmamakla, onun terörüne bir ölçüde yardımcı olmakla suçluyorlar.

Katar ise kendisini şöyle savunuyor:

“Yetkililer Hamas'ın siyasi liderlerinin Washington'un talebi üzerine Doha'da bulunduğunu, aksi takdirde İran ya da Suriye gibi Batılı yetkililerin kendileriyle iletişim kurmasının daha zor olduğu bir yere gideceklerini belirtiyorlar.”

Görüldüğü gibi Katar, İran’ın varlığını diplomasi satrancında bir koz olarak ortaya sürebiliyor.

Evet, ABD, Katar’ı HAMAS’a baskı uygulaması için sıkıştırıyor:

“Temsilciler Meclisi'nin eski Demokrat lideri Temsilci Steny Hoyer geçtiğimiz günlerde Katar'ın Hamas'a rehineleri serbest bırakması için baskı yapması gerektiğini, bunun için de Hamas'a verilen fonları kesmesi ya da siyasi liderlerini Doha'dan kovması gerektiğini ifade etti. Yaptığı açıklamada ‘Eğer Katar bu baskıyı uygulamazsa, Amerika Birleşik Devletleri Katar ile ilişkilerini yeniden değerlendirmelidir’ dedi.

*

Velhasıl, HAMAS yöneticileri çaresiz bir durumdalar.. Kimden yardım alacaklarını, nereye sığınacaklarını bilemiyorlar.

Denize düşen yılana sarılır hesabı nerden bir el uzatılsa tutmak zorunda kalıyorlar.

Dolayısıyla İran’la da görüşüyorlar, Türkiye’yle de.. Kim selam söylese daha sıcak bir şekilde karşılık veriyorlar.

Arayış içindeler.. Tam anlamıyla güvenebilecekleri sağlam bir destekçileri yok.

Gazze’de yaşayan bireyler İslam dünyasına, İslam ülkelerinin liderlerine ve halklarına açıkça sitemde bulunuyorlar, fakat HAMAS yöneticilerinin böyle bir lüksü yok.

Onlar, en küçük bir yardım için bile teşekkür etmek zorundalar.

İçlerindeki kırgınlığı belli edecek durumda değiller.. Bunun, daha fazla yalnızlaşma ile sonuçlanacağını biliyorlar.

*

İran, HAMAS’a kapılarını açmaya dünden hazır ve razıdır, fakat HAMAS bunu iki nedenle yapamaz.

Birincisi, İran’la çok fazla yakınlaşması Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinde tamir edilemez sorunlara yol açabilir.

İkincisi, İran gibi görece güçlü bir devlete yaklaşmanın kolay, fakat zamanı gelince ondan yakayı sıyırmanın ve araya mesafe koymanın zor olduğunu bilirler.

Katar, petrolü ve parası bol olmakla birlikte, nüfus ve toprak bakımından çok küçük bir ülke.. İngiliz himayesinden kurtulup bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması 1971 yılında oldu.. Devletler camiasının “dünkü çocuğu”.

Dolayısıyla HAMAS siyasî liderliği kendisini Katar gibi bir ülkede, İran’dakine göre “daha özgür ve bağımsız” hisseder.

ABD de HAMAS liderliğinin İran’da değil de Katar gibi rahat baskı yapabileceği bir ülkede olmasını ister.

ABD şimdi HAMAS’ın Katar’dan kovulmasını ve başka bir ülkeye sığınmasını istiyorsa, bunun “terbiye” amaçlı bir operasyon olduğunu düşünmek gerekir.. HAMAS gideceği yeni ülkede (ABD patentli) benzer baskılarla karşılaşacak ve bu defa daha az direnç gösterebilecektir.

*

Bu arada Türkiye’nin de son süreçte HAMAS ile İsrail arasında “adı konulmamış” bir arabuluculuğa soyunmuş olduğu görülüyor.

ABD, bu arabuluculuktan memnuniyet duyacaktır.. Sonuçta Türkiye, İsrail’le ilişkileri “normal” olan bir ülke..

Türkiye açısından da bu, Filistin davasına sahip çıkıp destek veren bir devlet olarak görünme fırsatı verdiği için, “Taş attık da kolumuz mu yoruldu” kabilinden bir mesele.

Konunun iç siyaset çerçevesindeki “konsolidasyon”lu değerlendirmesini ise Aktay’a bırakalım.

 

SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...