Topa son giren isim, AK Parti’de siyaset de yapmış olan Yeni
Şafak yazarı Prof. Yasin Aktay..
Bugünkü (22 Nisan 2024 tarihli) yazısında şöyle diyor:
“Yedinci
ayını bulmak üzere olan emsalsiz vahşetiyle İsrail’in Gazze’ye yönelik
soykırımına karşı dünyada oluşan bir kurtarıcı müdahale beklentisine
herhangi bir gücün öyle veya böyle cevap verme ihtimali her şeye rağmen çok
değerli. Ancak trajik olan tarafı bilhassa İran’dan gelebilecek bu
müdahaleyi bizzat İsrail’in de büyük bir iştahla istiyor olması. Çünkü
bütün insanlık suçlarında bile sınırsız desteğine güvendiği ABD ve Avrupa’nın
soykırım operasyonun gereğinden fazla uzamış olması dolayısıyla muhtemelen
suçun vahameti dolayısıyla değil, suçtaki beceriksizliği dolayısıyla desteklerini
azaltmaya yüz tutmaları sözkonusu. Bir İran saldırısının olayı
Hamas-İsrail ekseninden hızla İran-İsrail eksenine kaydırma ihtimali
bizatihi İsrail’i ve bilhassa Netanyahu’yu kurtarıcı bir destek olacaktır.”
Baştan sona saçmalık..
Birincisi,
İran’dan “kurtarıcı müdahale” gelmesi ihtimali yok.. Bunu İran daha
baştan açıkladı, bu yöndeki beklentilere kapıyı kapattı.
İran’dan ancak “misilleme” gelebilir.
İkincisi,
İsrail İran’dan “kurtarıcı” bir müdahale gelmeyeceğinden emin.. İran’ın ne
yapıp ne yapmayacağını senden daha iyi hesaplıyor.
Üçüncüsü, ABD
ve Avrupa’nın İsrail’e desteklerini azaltması diye birşey söz konusu
değil..
En azından fiiliyatta böyle.
*
Dördüncüsü, bir insanın “Bir İran saldırısının olayı
Hamas-İsrail ekseninden hızla İran-İsrail eksenine kaydırma ihtimali bizatihi İsrail’i
ve bilhassa Netanyahu’yu kurtarıcı bir destek olacaktır” diye
yazabilmesi için ya çok safderun biri ya da şeytana pabucunu ters giydirecek
türden bir “anasının gözü” olması gerekiyor.
Sanki
İsrail’i ve de Netanyahu’yu bekleyen kaçınılmaz bir felaket vardı da, bir
İran saldırısı onları kurtaracaktı..
Kim
neyden kurtuluyor, vatandaş?.. Söylediğin lafı kulağın duyuyor mu?!
İran saldırmadı diyelim (Ki saldırmadı sayılır), bu
durumda İsrail’i ve Netanyahu’yu hangi tehlike bekliyor olacaktı?
Ne değişecekti?
İran cevap vermedi diye kim kalkıp da İsrail’e ve
Netanyahu’ya Gazze konusunda haddini bildirecekti?
Sen mi had bildirecektin?
Netanyahu'nun durumuna gelince.. İran'ın cevap vermemesi onu ülkesinde ancak güçlendirirdi.. İktidarı ve muhalefetiyle İsrailliler "İran'ı nasıl da korkuttu! Korkudan resmen felç oldular" derlerdi.
Uluslararası düzeyde de kimse İran için ah vah etmezdi.. Etmediler.
Bu yandaş yazar taifesi kendilerine bir hayal dünyası
kurmuşlar, onun içinden masallar anlatıyorlar.
Akıl fikir sıfır.. Fakat mutlular.
Aklı ve vicdanı olanlar kan ağlıyor, kan kusuyor, bunlara
her gün bayram.
*
Aktay sözlerini şöyle sürdürüyor:
“İran’ın
İsrail karşıtlığının şu ana kadar fiilen İsrail’e hiçbir zarar vermemiş
olduğu çok açık. İkisinin gerilimlerinin muhtemel tarihi içinde kar-zarar
bilançosu ikisi için de ortadadır. İran açısından İsrail, hatta ABD karşıtlığı içeride
rejimin konsolidasyonu açısından son derece işlevseldir. Rejim muhalefet
karşısında biraz sıkıştığında İsrail’le veya ABD ile yaratılan bir gerilim kısa
süre içinde olağanüstü hali restore eden bir imkân olarak devreye girmektedir.”
Hayır,
“İran’ın İsrail karşıtlığının şu ana kadar fiilen İsrail’e hiçbir zarar
vermemiş olduğu” söylenemez.
Birincisi,
sözde Sünnîlik adına kendisiyle rekabet eden rejimleri, kendisi kadar
olmasa bile, bir ölçüde İsrail aleyhtarı olmak zorunda bırakıyor.
Çıtayı
yükseltiyor.
İsrail
açısından bu bir zarardır.. Büyük zarar.
İran
rejiminin ülke içinde İsrail aleyhtarlığıyla kendisini “kurtarma”sına gelince..
Senin
derdin ne, İran’daki rejim mi, Gazze mi?
Benzer
tespitler Türkiye için de yapılabilir, mesela "Temel anasını görmesin" tarzı Kürt karşıtlığını,
bölgede etkin hale gelecek bir Kürt siyasal hareketinin uzun vadede ABD ile
İsrail’in çıkarlarına hizmet edeceğini söyleyerek meşrulaştırıyor, ve “milliyetçi”
(Türkçü) politikalarını bu söylem çerçevesinde sevimli göstermeye
çalışıyor..
Nasıldı
o mısra, “Dinime dahleden bari müselman olsa” şeklinde miydi, nasıldı?
*
Aktay’ın
yazısının bir sonraki paragrafı şöyle:
“İran’ın körfeze yönelik tehditleri de ABD açısından
son derece işlevseldir. Hiçbir zaman fiili bir durum oluşturmayan İran
tehdidi Körfez ülkelerinin ABD’ye savunma alanında kesintisiz ve sınırsız
bağımlılığını sağlamaya yarıyor. Diğer yandan Irak’ta iyice silahlanmış ve
savaş yetenekleri kazanmış bu haliyle İsrail için gerçek bir tehdit oluşturmaya
başlamış olan Saddam Hüseyin’e karşı başlatılan harekatın sonucunda Irak
adeta altın tepsi ile ABD tarafından İran’a hediye edilmiştir. Sonucun böyle
olmasının hikayesi elbette başka türlü de yazılabilir istenirse, ama diğer
hikayeler çok fazla zorlama olur.”
Yazdığı
hikâyenin (masalın) ikna edici olmadığının farkında.. Fakat gelişmelere ilişkin farklı
değerlendirmeleri daha baştan “zorlama” olmakla yaftalıyor.
Hakkını
yemeyelim, kurnaz adam.
ABD’nin
Körfez’deki varlığı salt İran tehdidiyle izah edilemez.. Bunun bir tarihî
geçmişi var.. Arap devletçikleri sadece İran’dan değil, birbirlerinden de
çekiniyorlar.
Saddam’ın
İsrail için bir tehdit haline gelmesi ise, zorlama bir acınası masal.. Saddam
2003’e kadar Irak’ın başındaydı, İsrail’e karşı ne yaptı?!
İran bahis konusu olunca gelsin “rejimin konsolidasyonu” masalı, mevzu Saddam olunca da gelsin “İsrail
için gerçek bir tehdit” müjdesi.. “Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah
olsa.”
Irak’ın
İran’a altın tepsi içinde sunulmasına gelince.. Irak’ın kuzeyi, altın tepsi
içinde Kürt “özerkliğine ve bağımsızlığına” sunuldu.. Saddam’ın
tasfiyesinden sonra Türkiye de boş durmadı, Kerkük ve Musul üzerinde
etki kurmaya çalıştı.
Tabiat
boşluk kabul etmez, siyasette de böyledir.
*
İran,
Saddam’ın tasfiyesinde ABD ile birlikte hareket etmedi, ona destek vermedi.
Türkiye
ise, şayet AK Parti iktidarının ilgili tezkeresi TBMM’de kabul edilseydi
ABD ile birlikte Irak’a müdahale edecekti.
Bu
durumda Aktay, Erdoğan’ın, 2003 yılında ABD ile birlikte Irak’ın ve Saddam’ın
üzerine çullanmak istemiş olmasını nasıl yorumlar?
Umarım
bize şöyle bir hikâye anlatmayacaktır:
“Erdoğan,
‘İsrail için gerçek bir tehdit’ olan Saddam’ı ortadan kaldırmak, böylece dostumuz
İsrail’e bir hizmette bulunmak, Irak’ın altın tepsi içinde İran’a sunulması
operasyonuna destek vermek, ve de kuzeyde bir Kürt siyasal oluşumunun ortaya
çıkmasına katkı sağlamak için bunu istiyordu.”
Erdoğan’ın,
Türkiye’nin o süreçte ABD ile birlikte hareket etmemiş olmasını hâlâ
hayıflanarak hatırlamasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Belki
de şöyle bir “yerli milli” hevese kapılmıştır: “ABD çakalına yamaklık yapayım, olur
ki Irak’ı bana altın tepsi içinde sunar.”
Aktay bu hikâyeleri zorlama bulabilir, bir zahmet düzeltsin.
*
İki
gün önce Mepanews.com, Summer Said ile Stephen Kalin’in Wall Street Journal’da
yayınlanan bir haber-yorumunun tercümesini yayınladı.
Yazarlar, HAMAS liderlerinin ABD'nin de
desteklediği bir anlaşmayla 2012 yılından bu yana Katar'ın başkenti Doha'da
yaşıyor olmalarına dikkat çekiyorlar. (Bkz. https://www.mepanews.com/analiz-hamas-katari-terk-mi-edecek-66135h.htm)
Ancak, şu sıralarda HAMAS liderliğinin başka
bir ülkeye taşınması ihtimali konuşuluyormuş.
Bu ülkelerden biri Umman’mış.. Diğerinin
ismi geçmiyor.
HAMAS niçin böyle bir arayış içine girdi peki?..
Sebep şu:
“Son haftalarda Katar
ve Mısır'dan ara bulucular Hamas temsilcilerine baskı yaparak grubun
koşullarını yumuşatmasını sağlamaya çalıştılar. Zaman zaman Hamas liderliği
rehinelerin serbest bırakılmasını öngören bir anlaşmayı kabul etmemesi halinde sınır
dışı edilme tehditleri aldı.”
Ancak, İsrailliler, ve bazı Amerikan
siyasetçiler, bu kadarını yeterli bulmuyorlar. Katar’ı, HAMAS’a yeterince baskı
yapmamakla, onun terörüne bir ölçüde yardımcı olmakla suçluyorlar.
Katar ise kendisini şöyle savunuyor:
“Yetkililer Hamas'ın
siyasi liderlerinin Washington'un talebi üzerine Doha'da bulunduğunu,
aksi takdirde İran ya da Suriye gibi Batılı yetkililerin kendileriyle
iletişim kurmasının daha zor olduğu bir yere gideceklerini belirtiyorlar.”
Görüldüğü gibi Katar, İran’ın varlığını diplomasi satrancında bir koz olarak ortaya
sürebiliyor.
Evet,
ABD, Katar’ı HAMAS’a baskı uygulaması için sıkıştırıyor:
“Temsilciler
Meclisi'nin eski Demokrat lideri Temsilci Steny Hoyer geçtiğimiz günlerde
Katar'ın Hamas'a rehineleri serbest bırakması için baskı yapması
gerektiğini, bunun için de Hamas'a verilen fonları kesmesi ya da siyasi
liderlerini Doha'dan kovması gerektiğini ifade etti. Yaptığı açıklamada ‘Eğer
Katar bu baskıyı uygulamazsa, Amerika Birleşik Devletleri Katar ile
ilişkilerini yeniden değerlendirmelidir’ dedi.”
*
Velhasıl,
HAMAS yöneticileri çaresiz bir durumdalar.. Kimden yardım alacaklarını,
nereye sığınacaklarını bilemiyorlar.
Denize
düşen yılana sarılır hesabı nerden bir el uzatılsa tutmak zorunda kalıyorlar.
Dolayısıyla
İran’la da görüşüyorlar, Türkiye’yle de.. Kim selam söylese daha sıcak bir
şekilde karşılık veriyorlar.
Arayış
içindeler.. Tam anlamıyla güvenebilecekleri sağlam bir destekçileri yok.
Gazze’de
yaşayan bireyler İslam dünyasına, İslam ülkelerinin liderlerine ve
halklarına açıkça sitemde bulunuyorlar, fakat HAMAS yöneticilerinin
böyle bir lüksü yok.
Onlar,
en küçük bir yardım için bile teşekkür etmek zorundalar.
İçlerindeki
kırgınlığı belli edecek durumda değiller.. Bunun, daha fazla yalnızlaşma ile
sonuçlanacağını biliyorlar.
*
İran,
HAMAS’a kapılarını açmaya dünden hazır ve razıdır, fakat HAMAS bunu iki
nedenle yapamaz.
Birincisi,
İran’la çok fazla yakınlaşması Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinde tamir
edilemez sorunlara yol açabilir.
İkincisi,
İran gibi görece güçlü bir devlete yaklaşmanın kolay, fakat zamanı gelince
ondan yakayı sıyırmanın ve araya mesafe koymanın zor olduğunu bilirler.
Katar,
petrolü ve parası bol olmakla birlikte, nüfus ve toprak bakımından çok küçük
bir ülke.. İngiliz himayesinden kurtulup bağımsız bir devlet olarak ortaya
çıkması 1971 yılında oldu.. Devletler camiasının “dünkü çocuğu”.
Dolayısıyla
HAMAS siyasî liderliği kendisini Katar gibi bir ülkede, İran’dakine göre “daha
özgür ve bağımsız” hisseder.
ABD
de HAMAS liderliğinin İran’da değil de Katar gibi rahat baskı yapabileceği bir
ülkede olmasını ister.
ABD
şimdi HAMAS’ın Katar’dan kovulmasını ve başka bir ülkeye sığınmasını istiyorsa,
bunun “terbiye” amaçlı bir operasyon olduğunu düşünmek gerekir.. HAMAS gideceği
yeni ülkede (ABD patentli) benzer baskılarla karşılaşacak ve bu defa daha az
direnç gösterebilecektir.
*
Bu
arada Türkiye’nin de son süreçte HAMAS ile İsrail arasında “adı
konulmamış” bir arabuluculuğa soyunmuş olduğu görülüyor.
ABD,
bu arabuluculuktan memnuniyet duyacaktır.. Sonuçta Türkiye, İsrail’le
ilişkileri “normal” olan bir ülke..
Türkiye
açısından da bu, Filistin davasına sahip çıkıp destek veren bir devlet olarak
görünme fırsatı verdiği için, “Taş attık da kolumuz mu yoruldu” kabilinden bir
mesele.
Konunun
iç siyaset çerçevesindeki “konsolidasyon”lu değerlendirmesini ise Aktay’a
bırakalım.