BAZI FETÖ'CÜLERDEKİ (HÜKMÜ KÜFÜR OLAN) İTİKADÎ SAPMA





Reşit Haylamaz diye FETÖ’cü (Fethullahçı Takiyye Örgütü mensubu) hin bir haylaz varmış, varlığından yeni haberdar oldum. 

Bu şahıs, "Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz" adlı bir kitap yazmış ve 252. sayfasında şu “küfür” ifadeyi peydahlamış:

"Ancak O'nun hedefi, öncelikle bütün insanları rahmet ve şefkatle kucaklayıp, ümmeti arasında da kelime-i tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçınarak kendisini kabul etmese bile La ilahe illallah diyen herkesi buraya getirmekti. Çünkü O, 'Kim La ilahe illallah derse cennete girer' buyuracaktı."

Buradan anlaşılıyor ki, bu şahsın gönül tahtında oturanlar Yahudi ve Hristiyanlar.. (Büyük ölçüde de Yahudiler olması gerekiyor, çünkü Hristiyanlar’ın önemli bir bölümü “teslis”ten/üçlemeden dolayı “La ilahe illallah” diyemiyorlar.)

*

Allahu Teala, Hûd Suresi’nin 17’nci ayetinde şöyle buyuruyor:

“Rabbi tarafından gönderilen kesin delile (Kur'ân'a) dayanan, peşinden de o delili destekleyen (diğer mûcizelerden şahitleri) bulunan, daha önce de rehber ve rahmet olarak gönderilmiş Mûsâ'nın kitabı ile tasdik edilen kimse, yalnız dünya hayatını arzu eden gibi olur mu? İşte bu kesin delile dayananlar Kur'ân'a iman ederler. Hangi zümre de onu reddederse bilsin ki varacağı yer ateştir. Bunda hiç şüphen olmasın. Çünkü o Rabbinden gelen hakikatin ta kendisidir; fakat insanların çoğu buna iman etmezler.”

Verdiğimiz bu meal, bir başka FETÖ’cüye, ilahiyat profesörü Suat Yıldırım’a ait..

Demek ki, kim Kur’an’ı reddederse, ateştedir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğini reddeden kişi, otomatik olarak Kur’an’ı reddetmiş, onu sahte bir peygamberin uydurması kabul etmiş olur.

Yeri ateştir.

Yok, böyle biri Kur’an’ı kabul ediyorsa, o zaman da Peygamber Efendimiz s.a.s.’in peygamberliğini tasdik ediyor demektir.

*

“La ilahe illallah” diyen Cennet’e girer de, insanların laf u güzafının hatırına Allahu Teala’nın kitaplarını reddeden, kulların peşine takılıp da Allahu Teala’nın hükümlerini (Şeriatlerini) ayaklar altına alan, fakat Allahu Teala’nın vahyi gereği insanların safsata ve herzelerini reddetmeye gelince bundan kaçınan kişi, gerçekten “La ilahe illallah” demiş olur mu?

“La ilahe illallah” demek, “Allah Teala’nın vahyi (özellikle de tevile müsait olmayan açık nasslar) karşısında insanların laflarının (adına ister bilim, ister felsefe, isterse akla tabi olma desinler) hükmü yoktur” demektir.

*

Peygamber Efendimiz s.a.s.’in sözleri, Kur’an’ın açık hükümleri yok sayılarak yorumlanamaz.

Ayrıca, konuyla ilgili diğer hadîslerin de dikkate alınması gerekir.

Râmûz el-Ehâdîs’in dördüncü sayfasında yer alan 10 numaralı hadîste şu ifade geçiyor:

“… Allah'a iman nedir bilir misiniz? Allah'tan başka ma'bud olmadığına ve Muhammed'in O'nun peygamberi olduğuna şahitlik etmektir. …”

Görüldüğü gibi, Allah’a imana, Peygamber Efendimiz s.a.s.’in peygamberliğini tasdik dahildir.

FETÖ’cü körlük, sağırlık ve akılsızlık, bu hadîsi görmüyor, duymuyor, akletmiyor.

Tıpkı, yukarıda mealini aktardığımız ayet-i kerimeyi görmedikleri, duymadıkları ve akletmedikleri gibi. (Böyle Kur’an’ı akletmeden okuyan o kadar çok akılsız var ki.. Mesela seçmece angut Mehmet Okuyan, mesela kifayetsiz muhteris şovmen/artist Mustafî İslamoğlu.. Bunların iki dakikalık konuşmalarına sığdırdıkları yanlışları ve mantıksızlıkları düzeltmek için neredeyse iki cilt kitap yazmak gerekiyor.)

FETÖ’cü mantığa göre, Cennet’e girmek için deist olmak kâfi gibi görünüyor.. (Yalnız, varlığını kabul ettikleri tanrının Allah olması şart. “Ben tek tanrıya inanıyorum, fakat o tek tanrı Hz. Muhammed s.a.s.’in Allah’ı değil” derlerse Cannet’i hak etmiyorlar.)

Reşit Haylamaz'ın ve onun gibi düşünen FETÖ'cülerin tevbe etmeleri ve itikatlarını düzeltmeleri gerekiyor.

Tabiî, şayet Cehennem'e gitmek istemiyorlarsa..

Bu batıl itikatları, yukarıda mealini aktardığımız ayeti yalanlamaları ve küfre düşmeleri anlamına geliyor.

*

Önceki ümmetlerden iman sahipleri de Peygamber Efendimiz s.a.s.’in peygamberliğine, müjdelenmiş ahir zaman peygamberi olarak iman ediyorlardı.

Aksi takdirde Allahu Teala’ya iman etmiş olmalarından söz edilemezdi.

Cehennemlik olurlardı.


MİLLET SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK'ÜN AĞZINA BAKIYOR, SELANİKLİ DE FRANSIZ'IN, İNGİLİZ'İN

 




UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 7

 

Uğur Mumcu, Karabekir’in (Selanikli Mustafa Atatürk’le görüş ayrılıklarına dair) şu sözünü naklediyor:

«Gerek hilafet ve saltanat meselesi ve gerekse teceddüt (yenilenme) hareketlerimiz hakkında diktatörlükle veya mütehassıslarımızla (ihtisas sahibi uzmanlarımızla, bilirkişilerimizle) yürümek meselesi Ankara'ya geldikten sonra anlaşmazlıklarımızın esasını teşkil etmiştir.»

(Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, 17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 49.)

Anlaşmazlıklar Ankara’da, TBMM’nin kurulması ve başına Selanikli’nin geçmesiyle başlıyor.

Çünkü öncesinde Selanikli Karabekir’e itiraz edecek konumda değil.. Ona muhtaç.. Karabekir, köprüdeki “dayı”..

Ankara’da köprü geçilmiş ve “dayı”nın sırtına tekme indirme zamanı gelmiştir.

Ve Karabekir, Selanikli’nin kendisi için bir diktatörlük inşa etmekte olduğunu görmüştür.

“Ben söylerim siz yaparsınız” modunda iş görmeye, kararlarını diktatörce dikte etmeye başlamıştır.

Karabekir ise, işlerin öyle bir kişinin kafasına bırakılamayacağını, millete güdülmesi gereken koyun sürüsü muamelesi yapılamayacağını, ihtisas sahibi uzmanların görüş ve tavsiyeleri doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğini savunmaktadır.

*

Selanikli’nin bir diktatör haline geldiğini, Uğur Mumcu’nun Karabekir’den yaptığı şu iktibas da ortaya koyuyor:

Mustafa Kemal Paşa, hakkımdaki düşüncesini apaçık şöylece ifade etti. Ve başka mütalaada da bulunmadı:

“[Lozan’a gidecek] Sulh (barış) heyelimize seni baş murahhas (delege) olarak gönderemem. Çünkü kafanla hareket edersin. İsmet Paşa'yı göndereceğim, çünkü sözümden çıkmaz.”

Ben de şu cevabı verdim:

«Hakkımdaki teveccühlerinize teşekkür ederim. Zaten Gümrü ve Kars konferanslarında baş murahhas olarak tayinime karşı diplomat olmadığım için affımı rica etmiştim. Israr buyurduğunuz için kabul etmek zaruretinde kaldım. Avrupa diplomatlarına karşı yine beni çıkarmanız Türkiye'nin biricik diplomatının bir ordu kumandanı olduğu manzarasını arz edeceğinden milli menfaatlerimize uygun düşmezdi.» (Mumcu, s. 52.)

Böylece, diplomasi tecrübesi bulunmayan İnönü’nün Lozan’da baş delege yapılmasının milli menfaatlerimize aykırı olacağını kibar bir dille ifade etmiş oluyor.

Fakat Selanikli’nin o sırada milli menfaatlere dair hesaplar pek fazla umurunda değil.

Umursadığı şey, kendisinin sözünden çıkılmaması.

*

Ancak, Selanikli’nin kendisinin de “sözünden çıkmadığı” birileri var, ve Karabekir bunun farkında değil.

Yine, “Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır” diyen şair gibi konuşalım: “Sakın Selanikli’nin sözü deme, Selanikli’nin sözünün üstünde bir söz vardır.”

Ve o söz, bazen İngiliz’in, bazen de Fransız’ın sözüdür..

Bazen de her ikisinin.

*

Bu defa Mumcu’nun değil, Selanikli’nin sofra arkadaşı, daimi milletvekili yaparak milletin sırtına yüklediği has adamı Falih Rıfkı Atay’a kulak verelim:

… Notlarımın arasında Mustafa Kemal’in şu fıkrası [ifadesi] var:

”Franklin Bouillon [Buyyon] barış konferansında [Lozan’da] benim bulunmamı istiyordu. O vakit konferansın İzmir’de toplanması lâzım geleceğini [yurtiçinde kalmam gerektiğini, işleri bir başkasına emanet etmeyeceğimi] söyledim. ‘Çalışırım, fakat birinci sınıf devlet adamlarını İzmir’e getirmekliğim güçtür,’ dedi. Ben gitmiyeceğime göre konferansa kimi baş delege yapmaklığımı düşündüğünü sordum:

- İsmet Paşa’yı gönder! dedi.

- Yapabilir mi?

- Evet… En iyisini…”

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 146.)

Bouillon (Henry Franklin-Bouillon), Selanikli’den 11 yaş büyük bir Fransız diplomat..

Ekim 1921’de Selanikli ile Ankara Antlaşması’nı yaparak Halep gibi (Misak-ı Milli’ye dahil) vatan topraklarının, kuru bir “Ankara Hükümeti’ni tanıma, Osmanlı’yı yok sayma” jesti karşılığında Fransızlar’ın elinde kalmasını sağlayan kişi..

Ve Fransa, İngiliz’in Birinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki sıfatıyla hâlâ onun yanında.

Ve de Selanikli Mustafa Atatürk, “düşman”ın karşısına, onun istediği kişiyi çıkartıyor.

Hatta, kimi göndermesi gerektiğine “düşman”ın karar vermesini istiyor.

Muhatabı da, emir verir bir tonla konuşuyor.

Peki ya Türkiye Büyük Millet Meclisi?..

Milletin/halkın temsilcileri, vekilleri?.. Millet?

Onların payına "İhtimal bazı kafalar kesilecektir" vecizesi düşüyor. (Sonradan "kesilecektir"in yerini fiilen "asılacaktır" alıyor, yanına da, Es'ad Erbilî ve Bediüzzaman gibi zatlarda olduğu gibi "İhtimal bazı hür kafa sahipleri zehirlenecektir" formülü ekleniyor.)

Selanikli, Lozan’a kimin gönderileceğini millete, milleti temsil ettiği söylenen TBMM'ye niçin sormuyordu?

Çıkardığı gazetenin adını bile Hakimiyet-i Milliye koyan Selanikli neden milleti umursamıyordu?

“Millet iradesi”nin yerini neden “Fransız iradesi” alıyordu?

*

İsmet İnönü, Abdi İpekçi’nin Milliyet gazetesi için kendisiyle yaptığı röportajda, Falih Rıfkı’nın yazdıklarını doğrulamış durumda.

İpekçi’nin sorusu şöyle:

“Millî Mücadeleden sonra Atatürk’ün Lozan barış konferansının baş temsilciliğine sizi getirmesi nasıl oldu?”

Cevap:

Hiçi beklemiyordum. Atatürk ilk defa söylediği zaman şaşırdım, hatta istemedim. … Atatürk ısrar etti.

“Bir Hariciye Vekili [Dışişleri Bakanımız] var, devletin siyasîleri var…” dedim. …

Hülasa Atatürk ısrar etti ve ikna etti beni. …

İşin içyüzünü sonra öğrendim… Ben Mudanya mütarekesinde konuşurken orada bir Fransız müşahidi [gözlemci] vardı: Mösyö Franklin Bouillon. … Mudanya mütarekesi müzakerelerini takip etti. … o bizde çok insan tanımış olarak … Atatürk ile konuşmuş derler. Yani beni tavsiye etmiş….

(Abdurrahman Dilipak, İnönü Dönemi, 9. b., İstanbul: Beyan Yayınları, 1989, s. 226-7.)

*

Görüldüğü gibi, Selanikli Karabekir’e “[Lozan’a gidecek] Sulh heyelimize seni baş murahhas (delege) olarak gönderemem. Çünkü kafanla hareket edersin. İsmet Paşa'yı göndereceğim, çünkü sözümden çıkmaz” derken onu yine kandırmış.

Adam o kadar usta ki, İnönü'ye bile "Lozan'a sen gideceksin" derken "sırrını" söylemiyor.

Algı yönetimi ve yalan söyleme sanatında gerçek bir virtüöz.

Karabekir'e, “Bu barış konferansı meselesi önemli.. Kendi kafamla hareket edemem.. Fransız efendilerimiz İsmet’in adını verdiler, senin adını değil” demiyor.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...